• louisa may alcott’un klasik romanının yeni greta gerwig uyarlaması, kitapların filmler ile nasıl daha iyiye değiştirilebileceğinin harika bir örneği. alcott’un romanı ilk olarak 1868 ve 1869'da iki cilt halinde yayınlandı, ilk cilt march kız kardeşlerini (jo, mary, beth ve amy) çocuklukları boyunca takip eder, ikinci cilt ise aynı karakterleri yetişkinliklerinde yakalar.

    greta gerwig, hikayeyi iki parçada sunmak yerine film boyunca geçmişi ve bugünü iç içe geçirir, karakterleri hayatlarının iki farklı döneminde karşılaştırır. bunun sonucunda ise muazzam gerçeklikte ve duygusallıkta bir hikaye anlatımıyla karşılaşırız. çocukluğun naifliği ve sonsuz olanakları ile yetişkinliğin sert gerçeklerinin ne kadar farklı olduğunu izleriz.

    filmin kitaptan farklılaştığı noktalar sadece yapısal değişikliklerle sınırlı kalmamış; yönetmenin filmin sonuyla ilgili de radikal bir değişiklik yapıp ana karakter jo march için alternatif bir yol sunduğunu görürüz.

    alcott’un kitabının sayfalarının çoğunda ana karakter jo march sürekli olarak nasıl asla evlenmek ve çocuk sahibi olmak istemediğinden bahseder ancak hikayenin sonunda profesör bhaer ile evlenir ve çocukları olur.

    gerwig'in filminde, jo tıpkı kitapta olduğu gibi profesör bhaer'a aşık olacak gibi görünür, ancak film tam o anda jo'yu bu sonu kitabı basacak yayıncıya önerirken gösterir – yayıncı bu yeni son ile birlikte artık kitabı basmayı kabul eder. yayıncı, ana kahramanının evli ve çocuklu olmadan hikayenin sona ermesi fikrine karşı çıkar ve jo'dan bunu değiştirmesini ister. jo da kitabın kârının daha büyük bir yüzdesi karşılığında bu sonu kabul eder.

    böylece gerwig’in filminde her şeye sahip olunur: jo march karakteri filmi evlenmemiş ve çocuksuz bitirir, ancak romanını mutlu bir şekilde yayınlar ve kitabında kendine dayandırdığı karakteri evli ve çocuklu bir sona sahip olur ve böylece kitabı çok satar.

    filmin sonu da kitabın sinematik uyarlanmasının mükemmel bir örneğidir: final sahnesinde jo’nun yeni okulunda ailenin toplandığını görürüz, ancak dikkatli bakıldığında bu sahnenin filmde geçmiş sahnelerinde kullanılan sıcak renklerde olduğunu fark ederiz. bu, bize filmin gerçek son sahnesinin aslında jo march’in romanını basılırken izlemesi olduğunu gösterir; yönetmenin kitabı uyarlamadaki başarısının başka bir örneğine tanıklık ederiz.

    ve gerwig’in yarattığı bu son, kitabın yazarı alcott'un en başından beri istediği son olabilir. gerwig bir röportajında louisa may alcott'u araştırırken kitabın sonunda evlenen ve çocuk sahibi olan jo march'ın aksine, louisa may alcott’un hiç evlenmediğini ve çocuğunun olmadığını, yazarın kitabının basılması için jo'nun evlenmesine ve çocuk sahibi olması gerektiğine ikna olduğunu ancak temelde kitabının kahramanı için bu sonu asla istemediğini öğrenmiş ve alcott'a istediği little women sonunu 150 sene sonra vermek istemiş.

    bunun dışında greta gerwig’in vizyonu ve yönlendirmesini senaryo detaylarında yakalamaya devam ederiz. kadınların temsil ettiği tüm mücadelelerin yansıtılışını jo march’ın gözünden ama march kardeşlerin dördüne de odaklanarak, dört farklı kadına kendi bakış açılarını vererek herkesin kendinden bir şey bulabileceği bir hikaye sunulur. bir 19. yüzyıl hikayesinde modern, akıcı ve doğal diyaloglar ile kadınların günümüzde de sürekli hissettiği çelişkileri izleriz.

    filmdeki sahnelerden birinde jo'nun konusu yeterince önemli olmadığı için little women’ı yazmakla ilgili şüpheye düştüğünü görürüz. kardeşi amy ile kısa bir tartışmaya girerler, amy bir şeyin başkaları tarafından nasıl karşılandığının değil içeriğinin ve ne anlattığının önemli olduğunu söyler. günümüzdeki 'kadın' filmlerinin nasıl sırf kadınlarla ilgili olduğu için küçültülüp erkekler tarafınadan önemsenmediğine dair net bir alt metindir bu, greta gerwig'in bu sahnede kendi hayatında düştüğü şüphe ve hayal kırıklıklarını verdiğini derinden hissederiz.

    film, alışık olduğumuzun dışında çok yönlü feminist mesajlar vererek bu anlamda daha önce karşılaştığımız tek düzeliğin dışına çıkar. jo karakteri kadının evliliksiz de var olabileceğini vurgularken, amy karakteri kadının bu konuya ekonomik açıdan yaklaşıp evlenme kararı alabileceğini, meg karakteri ise evlilik ve aile istemenin kötü bir şey olmadığını bizlere anlatır, her kadının gitmek isteyeceği yolun farklı olabileceğini ve günün sonunda hepsinin doğru yollar olabileceğini görürüz. feminizmin bütün yönleriyle ortaya konulması gibi örneğine az rastlanan ve herkesin kendinden bir parça bulmasını sağlayan önemli bir sinematik detaydır bu.

    yönetmenin vizyonunu ortaya koymada oyuncuların olağanüstü performanslarının etkisi yadsınamaz. saoirse ronan, neden jenerasyonumuzun en iyi oyuncusu olduğunu bir kez daha kanıtlar nitelikte bir performans sergilemiş. jo march'in tutkusu, toplum beklentilerine karşı öfkesi, kendi yolunu çizmek istemedeki arzusunu izlemeyi günümüzde bile ilham verici hale getirmiş.

    florence pugh ise amy march gibi çok kolay bir şekilde klişe, tek boyutlu, sinir bozucu birine dönüşebilecek karakterini kompleks, gelişen ve olgun olarak çok başarılı bir şekilde canlandırmış. iki oyuncunun da hak ettikleri gibi oscar'a aday edilmeleri beni mutlu etti.
  • louisa may alcott'un ahlak takıntısı ve sinsi duygusallığı yüzünden zaman zaman insanı çileden çıkarsa da çoğu ergen kızın hayatında iz bırakan bir romandır. iç savaş yıllarında, idealize edilmiş bir amerikan ailesinin yaşamını anlatır. baba rahiptir ve savaştadır, anne son derecede özverili ve çalışkan, kızlarının üzerine titreyen, tatlı sert bir hanımefendidir, karakterleri birbirinden farklı dört kız ise hem çok iyi çocuklardır hem de ufak tefek kusurları yüzünden mükemmelikten uzak, bu sebeple de oldukça gerçek tiplerdir. kitabı okuyan kızların yüzde doksanının kendisini, kızlar arasındaki en deli dolu tip olan jo ile özdeşleştirmesi bir küçük kadınlar klasiğidir. louisa may alcott heyecanlı genç okurlarına en büyük kazığı "jo-bay bauer aşkı"yla atar. kendini çoktan jo zannetmeye başlamış genç okur, jo'nun yakışıklı ve zengin çocukluk arkadaşını reddederek kendisinden yirmi yaş büyük, hem de şişko bir dev olan alman profesörle evlenmesini bir türlü hazmedemez. bu tercih artık küçük olmayan bir kadın için ancak yıllar sonra anlam taşıyacaktır. şımarık ama iyi huylu çocukluk aşkındansa, entelektüel ve sevgi dolu orta yaşlı profesörle beraber olmak elbette daha doğru ve daha doyurucu bir seçimdir.
    küçük kadınlar'ın filme çekilen en son versiyonunda söz konusu tercihe christian bale ve gabriel byrne malzeme edilmiştir. sonucun tatmin edici olup olmaması izleyicinin zevkine göre şekillenecektir... kanaatimce; christian bale?... gabriel byrne?... gabriel byrne.
  • elime geçen her baskısını, devamını, önünü arkasını milyon kere okuduğum, gene de okuyacağım kitap. çok küçük çocuklar için çıkarılan bir baskısında, çocuklar üzülmesin diye sanırım, beth ölmüyodu, o versiyonu daha bir zevkle okurdum ben de
  • "ya bu filmde bir sorun var ama ne bulamıyorum" diye diye izledim. sonra izleyici yorumlarına göz atınca birisinin tanıyı koyduğunu gördüm. "her sahne," diyor, "30 saniyeyle 1 dk arasında". evet, filmin en büyük sorunu bu. filmi kötü yapan ilk şey bu. "ben niye bu sahnelere, sahnelerdeki kardeşliğe, sevgiye, aşka inanamadım?" diye düşünüp duruyordum. filmi izliyorum, bütün sahneler sahte görünüyor, bir türlü bu kızların kardeş olduğuna, kızdıklarına, kavga ettiklerine inanamadım. hani birisi yalan söyler ve siz de onun yalan söylediğini bildiğinizden o kişinin söylediği hiçbir şeye inanmazsınız ya... işte filmin bendeki intibası da bu oldu. kadrajlar iyi, görüntü yönetmenliği, renk paleti şahane, müzikler eh işte, geçmişte renkler capcanlıyken (çünkü karakterler de canlılar, mutlular, huzurlular, aşıklar) şimdiki zamanda (filmin şimdiki zamanı) daha soğuk bir paletin tercih edilmesi gayet iyi. ama o kadar... başka da artısı yok filmin.

    en büyük golü de bütün sahnelerin kısa sürmesi. ya sen marvel filmi çekmiyorsun ki. sen koca bir ailenin bireylerinin savaş zamanı yaşamlarına ve büyümelerine odaklanıyorsun. sahneler niye 30 sn-1,5 dk sürüyor greta'cım? bi sahne başlıyor, 1 dk geçiyor, şak başka sahnedeyiz, şak akşam olmuş, şak çok kısa bir dans, şak sabah, şak kavga anı, şak barışma anı... abi böyle olmaz ki? mcu filminde daha uzun sahneler var yahü. sahnelerin kısa sürmesi niye sorun diye sorulursa... çünkü her şey çok hızlı gelişmiş oluyor. bir bebeğin emeklemeden koştuğunu, sizi de geçtiğini düşünsenize. korkunç bir görüntü değil mi? ee film de öyle. dönemi sakin sakin anlatmak, kardeşlerin ilişkilerini yavaş yavaş irdelemek, karakterleri derinleştirmek varken bir şimdiki zamandayız, bir geçmişte ve sahneler çok kısa sürüyor. bu yüzden ortadaki aşklara da inanamıyorsunuz. her şeyi geçtim adaylıklarla taçlandırılan performanslar bile sahte gözüküyor, belki de bu yüzden. ortada oscar adaylığı verilecek performans yok, ama şanslarına bu yıl aktris-yard aktris dalı çok çekişmeli değildi, o yüzden ronan ve pugh aday olabildiler.

    velhasıl kesinlikle iyi bir uyarlama değil. oldurulamamış. 10 yılda bir de şu eseri uyarlamasalar keşke. hiçbir uyarlamanın winona ryder'lı versiyonu aşamayacağına artık eminim. şimdi tek isteğim ryder'lı filmi izleyip gerwig'inkini unutmak... #nevarsaeskilerdevar
  • kitabı defalarca okumuş, kitaptan uyarlanarak çekilen bütün dizileri ve filmleri bir kaç defa seyretmiş birisi olarak son uyarlama olan 2019 yapımı, oscar adaylıkları alan filmi hemen izledim. bu filmle ilgili yazmaya gelmiştim ki bu filmden önce bu başlığa kitapla ilgili ne kadar az yazıldığını. yazılanların da kitabın özünden ne kadar uzak olduğunu gördüm ve üzüldüm. filmden önce kitabın bizzat benim ve bir çok insan için ne kadar önemli olduğunu yazmaya karar verdim.

    kitabın yayınlanma tarihine bakarsak 1868 ve 1869 yıllarında iki cilt olarak yayınlanmış. louisa may alcott kendi ailesinin ve 3 kızkardeşinin hayatlarından esinlenmiş. tahmin edeceğiniz üzere jo karakterinde de kendisinden esinlenmiş. yayınlandıktan hemen sonra büyük başarı kazanıyor ve zamanla klasikler arasına giriyor.

    klasiklerin zamansız olmasına rağmen günümüz gençleri ve ergenleri için bende ve benden önceki kuşaklarda uyandırdığı etkiyi uyandırması artık zor. ne yazık ki artık günümüzde gençlerin edebiyata ve özellikle klasiklere ilgisi azaldı. hayatlarında o kadar çok çeldirici var ki. tv, sinema, diziler, cep telefonları, sosyal medya, uygulamalar, günlük hayatın hay huyu, eğitim hayatları aklınıza ne gelirse. küçük kadınlar hikayesine gelene kadar belki onlarca kimi iyi kimi kötü hikaye okuyorlar. gündelik ihtiyaçlarına daha uygun hikayeler onları etkiliyor. ayrıca little women hikayesinde anlatılanlar, okuyucuya, gençlere, genç kızlara verilmek istenilenlerin bir kısmı zaten onların hayatının içinde var, bir kısmı ise tamamen yabancı onlar için.

    kadın hakları, kadınların eğitim alması, bağımsız olması, iş hayatının içinde olması, bağımsız oldukları için hemen evlenme baskısı hissetmemeleri bunların arasında. yeni nesil için kitapta anlatılan şeyler eski gelebilir. bir taraftan kitapta aşılanmaya çalışılan milliyetçilik, fedakarlık, yardımseverlik, azla yetinme, fakirlikle mutlu olma, fakir ama gururlu olmanın erdemleri gibi konular da günümüz mantalitesine ters. gerçeği söylemek gerekirse bunların bazıları artık bana bile ters geliyor zaman zaman.

    oysa bizim çocukluğumuzda ulaşabileceğimiz kitap sayısı çok azdı. sadece bir kaç tane çocuk klasiği vardı. polyanna, pinokyo, heidi, küçük kadınlar, küçük ev, robinson crusoe, jules verne'in kitapları, tom amca'nın kulübesi, çocuk kalbi, alice harikalar diyarında, gulliver'in gezileri, küçük prens, küçük prenses, gizli bahçe . belli başlı kitaplar işte bunlardı.

    zengin de olsan fakir de olsan, şehirde de yaşasan köyde de yaşasan farketmiyordu. tv zaten günde bir kaç saat. onda da çocuklar için program o kadar azdı ki. hal böyle olunca elimizdeki o az sayıdaki kitabı defalarca okumamız ve kitaplardan etkilenmemiz normal aslında.

    çocukluğumun ve ergenliğimin kitapları arasında beni en çok etkileyen kitaplar küçük kadınlar, küçük ev ve çalıkuşu'dur. neşelı günler filmindeki adile naşit ve çocuklarının küçük ev'i seyredip ağladıkları sahneyi hatırlarsınız mutlaka. filmin yapım yılı 1978. işte biz o küçük ev'i seyredip ağlayan nesiliz. laura'nın ablası mary kör olduğunda hepimiz ağlamıştık.

    küçük kadınlar'daki jo, çalıkuşu'ndaki feride çok önemli birer kahraman ve rol modellerdi idi bizler için. küçük kadınlar kitabındaki hemen her sahneyi, her olayı ezbere bilirim. tekrar tekrar okunsa da aynı etkiyi yaratırdı bende.

    bu kitaptaki dünya çocukluğumuzun geçtiği dönemdeki toplum yapısına, koşullara, aile yapısına, bizlere verilen eğitime, kazandırılmaya çalışılan değerlere çok da uygun olduğu için bu kadar benimsedik, kendimizle özdeşleştirdik. yoksulluk vardı, yokluk vardı, yardımlaşma vardı, zenginler ve fakirler aynı okula giderdi. özel okul 1-2 taneydi. zenginsen bile bunu yoksul arkadaşlarını ezer gibi göstermezdin, övünmezdin. en azından bizim ailede bize öğretilenler bunlardı. bir yandan global petrol krizi, bir yandan ülkenin içinde olduğu ekonomik kriz, temel ihtiyaç maddeleri için girilen kuyruklar... yerli malları haftası bizim için önemliydi. milliyetçilik, militarizm ön plandaydı. kıbrıs harekatını canlı canlı yaşamıştık, soğuk savaş yılları şimdikinden çok başka bir dünyada yaşıyorduk. ve tabii ki 60'larda başlayan öğrenci hareketleri, özgürlük, devrimci ruh, bizde 70'lerde yavaş yavaş hissettirmeye başlayan feminizm.

    işte little women (küçük kadınlar) kitabının benim için önemi bu. yukarıda anlattığım gibi sonraki nesilleri artık bu kadar etkilemedi. filmi seyrettikten sonra geçen gün sohbet esnasında kitap kulübündeki arkadaşlarıma filmi anlattım. (benden 10-15 yaş küçük arkadaşlar) hayret içinde kitabı okumadıklarını öğrendim. halbuki en az benim kadar çok okuyan insanlar bunlar. şaşırdım.

    sonrasında oturup düşündüm. 10-15 yılda ne olmuştu da böylesine önemli bir klasik kitap gözden düşmüştü? 1980 12 eylül darbesi ve sonrasında turgut özallı yıllar geldi bu dönemden sonra. sanırım en önemli sebep bu.
  • öncelikle filmin uyarlandığı louisa may alcott'un little women kitabı ile ilgili yazdıklarımı şuraya iliştireyim. (bkz: #100882989)

    2019 yapımlı, greta gerwig'in yönetmenliğini yaptığı film kaç tane oscar adayı olmasına rağmen bu entry'yi yazdıktan sonra geçen 10 günde ancak 3 tane entry yazılmış. beklediğim gibi ne yazık ki gençler filme uzak kalmış.

    filmle ilgili izlenimlerime gelecek olursak filmin hem beğendiğim hem de beğenmediğim yönleri var.

    kitap aslında iki cilt olarak ayrı ayrı basılmış. 1. kitap kahramanlarımızın 15-16 yaşlarında yani ergenlik yıllarını anlatıyor. 2. kitap ise yanılmıyorsam 7 sene kadar sonrasını anlatıyor. kahramanların yetişkinlik yaşlarını.

    küçük kadınlar romanının uyarlamalarının genellikle şöyle bir sorunu oluyor. film uyarlamalarında olayları seyredilebilir bir film uzunluğuna getirmeye çalışırken hikayeyi kırpıp bozabiliyorlar. genellikle ergenliklerinin anlatıldığı 1. bölüme daha çok yer veriliyor çünkü bu bölümde kahramanların geleceklerini etkileyecek, mutlaka anlatılması gereken olaylar var. böyle olunca yetişkin oldukları bölümlere az yer veriliyor.

    film genel olarak güzel. sinematografik olarak da tatmin edici. diğer uyarlamaların aksine dış mekan çekimleri, new york dış mekan çekimleri çok güzel. kendinizi resmen filmin içinde bulabiliyorsunuz.

    filmin senaryosunu da greta gerwig yazmış. diğer uyarlamaların aksine değişik bir yol izlemiş. zaman akışını bozmuş. film yetişkinliklerinde başlıyor ve filmin ağırlığı bu bölümde. ergenlik bölümlerine geriye dönüşlerle gidiliyor. filmin geneline bakınca bu filmde yetişkinlik bölümleri daha fazla, ergenlik bölümleri daha azsa da önemli olayları güzel bir şekilde anlatarak hikayenin içine yedirdiği için rahatsızlık vermiyor.

    iki kitapta da en önemli ve dramatik öge olan beth'in hastalığı bölümleri ise paralel kurgu ile üst üste bindirilmiş. genel olarak iyi bir fikir gibi görünse de hikayeyi çok iyi bilen birisi olarak bile beni rahatsız etti.

    neden derseniz kahramanları oynayan oyuncuların fiziksel görünümleri aradan geçen 7 yıllık zamanda hiç bir şekilde değişmemiş. halbuki özellikle ergenlikten yetişkinliğe geçişte bütün insanlarda ama özellikle erkeklerde büyüme, gelişme, olgunlaşma olur. ancak filmde bu yok. ergenlik ve yetişkinlik arası geçişlerde sahnelerin hangi döneme ait olduğunu seçmekte zorlandım. zaten olaylar aynı evde, kapalı mekanda geçiyor.

    evet filmde sevmediğim ve genel olarak rahatsız olduğum bu. bütün karakterler 7 sene içinde fiziksel olarak hemen hiç değişmiyor. ergenlik yıllarından yetişkinliğe geçişte ciddi değişiklikler olması gerekir. özellikle laurie'nin hiç değişmemesi çok rahatsız edici. tamam laurie'yi oynayan oyuncu timothée chalamet ergenlik yılları için çok uygun. allah için güzel de oynuyor. ancak laurie'nin ikinci kitapta iyice büyüyüp yetişkin, olgun bir erkek olması gerekiyor. filmde bakıyorsunuz aynı çelimsiz, feminen görüntü devam ediyor. yine fiziksel gelişim olarak en çok değişen karakter amy olmalı. romanın başında 12-13 yaşında daha çocukken son bölümde 20 yaşlarında çok güzel ve zarif bir hanımefendi olması gerekiyor. heyhat filmde hep aynı. hiç değişiklik yok tabii ki halinde.

    karakterlere göre oyuncu seçimlerini beğenmedim.

    öncelikle en büyük hayal kırıklığı amy. amy güzel ve zarif bir kız. güzelliğine herkes hayran. bu filmdeki oyuncu bildiğin etli butlu, hantal, hiç zarif olmayan, yüzü de tombalak. hiç bir zerafet yok. jo'yu oynayan saoirse ronan ondan daha güzel ve zarif.

    yukarıda bahsettiğim üzere laurie'nin yetişkin hali olmamış. çok çelimsiz, feminen ve çocukça kalmış.

    meg'i oynayan emma watson'ın zaten hiç alakası yok. hem anaç bir karaktere sahip olan meg'e oturmamış hem de kötü bir oyunculuk sergiliyor.

    prof bhaer'i oynayan oyuncu da tam bir hayal kırıklığı. prof bhaer orta yaşa yakın, sakallı, hafif tombul, tonton, hafif sakar birisi olmalı. kitapta bu özelliklerinden bahsedilir. üzerine hep piposunun tütünlerini döker, ceplerinden elma ve kurabiye kırıntıları çıkar. çocuklarla oynamayı sever filan. filmdeki oyuncu ise hem genç hem de fiziksel olarak hiç bir şekilde benzemiyor. oyunculuğu da iyi değil. senaryodaki lafları, hareketleri ile tam bir kazma portresi çiziyor. benim için itici bir karakter.

    jo karakterini oynayan saoirse ronan jo'nun enerjisini çok güzel vermiş. fiziksel olarak jo'ya benzemese de rolünün hakkını veriyor. jo fazla güzel olmayan, hafif hantal bir kız. saoirse ronan öyle değil ama yine de yakışıyor role. zaten kendisi daha önce oynadığı filmlerden de tanıyıp beğendiğim bir oyuncu.

    son olarak senaryoda beğendiğim bir bölüm. kitapta bir kaç cümle ile geçiştirilen dergi, yayınevi editörleriyle görüşmeler için çok güzel mekanlar ve bir karakter yaratılmış. editör süper bir karakter, diyaloglar çok güzel.

    aynı şekilde laura dern anne rolü için güzel bir seçim, çok güzel oynuyor. meryl streep march hala rolü için gereksiz büyük bir oyuncu bence ama yine de o da güzel olmuş. fiziksel olarak hastalıklı, zayıf görünümlü bir karakter yaratmış.

    --- spoiler ---

    bir de hiç beklemediğim halde çok etkilendiğim bir sahneyi yazayım. beth'in ölümünden sonra filmin sonuna doğru laurie ve amy avrupa'dan dönüyor. laurie'nin dedesi bay laurence onları görmeye bizimkilerin evine gelmek üzere evinden çıkıyor. o sırada eve dönen jo bay laurence'i bahçelerinin girişinde kapı önünde, çitin dışında dururken buluyor. beth'in olmadığı eve girmek istemiyorum diyor adamcağız. beth'i genç yaşta kaybettiği, yine müziğe düşkün olan kendi kızına benzeten yaşlı adamla ikisinin arasında özel bir ilişki vardır. yaşlı adam beth'e güzel bir piyano hediye eder ve onun piyano çalışını dinlemeyi sever. kitapta olmayan bu sahne gerçekten çok dokunaklıydı. birdenbire kendimi tutamayarak ağladım.
    --- spoiler ---

    beğenmediğim karakter seçimlerinin ve karakterlerin 7 yılda hiç değişmemeleri dışında genel olarak güzel bir film. kitabı sevenlere tavsiye ederim. hikayeyi bilmeyenler de beğenebilir, çünkü senaryo güzel, sinematografik olarak güzel. imdb'deki 8.1 puanı biraz abartı ama.

    küçük kadınlar kitabının iyi bir uyarlamasını daha yazayım. 2018 tarihli bbc yapımı 57'şer dakikalık 3 bölümlük bir mini dizi var. senaryosu ve karakterleri kitaba çok uygun. onu da hayranları seyretsin diye bonus olarak ekleyeyim.
  • gerçek sonunu sözlükten öğrenip şok olduğum kitap. güzeldi, beğenmiştim, bir de çocukluğumda bilmeden değiştirilmiş versiyonunu okumasaydım. gerçi hiçbir şekilde anlayamazdım. kitapta herhangi bir uyarı yoktu, kafalarına göre yeniden yazmışlar eşşek herifler.

    ----- spoiler-----

    beth' in öldüğü möldüğü yoktu benim okuduğum versiyonda. burda okuyunca nasıl üzüldüm var ya, içim yandı be. çocuklar üzülmesin diye mi böyle yaptılar anlayamadım henüz ama ne hakkınız var kardeşim sizin kitabı yeniden yazmaya. laurie' nin jo' ya kesik olduğu zaten barizdi de, açılıp evlenme teklif ettiğini de bilmiyordum ne yazık ki. bir de jo onu reddetmiş, iyice şaşırdım. sonra bir de amy ve laurie evlenmiş, yuh diyorum artık. bu kadar olayı nasıl çıkarırsınız yayınlamazsınız salak adamlar.

    gece gece iyice sinirlerim zıpladı.

    ----- spoiler -----
  • çocukluğumun en keskin virajlarından biridir, çalıkuşu ile birlikte. bi feride olmak isterdim, bi amy march. ve nedense o jo denen kibir kumkumasına sinir olurdum. böyle bilmiş bilmiş bi haller, alıp başını gitmeler falan. tabii özgür hissedebilmenin, ödevlerim bittikten sonra rahat rahat televizyon seyredebilmek anlamına geldigini zannettiğim yaşlardayım o zamanlar. ve zannediyorum ki feride'nin en azından bi sebebi var, jo march'ın ki tamamen şımarıklıktan. - insan en çok kendi çocukluguna tahammül edebiliyor-
    sonra, hikayenin kurgusu da ayrı bi kafa karıştırıcıydı benim için. zira biliyordum ve emindim ki esas kişi, illa ölmesi gerekiyorsa, hikayenin sonunda ölürdü. ve asla 17 yaşında değil. 'onyedi yaşında ölmek' büyük haksızlıktı ve dünya o zamanlar pek bi adil görünürdü gözüme.
    sonra,
    biz büyüdük ve kirlendi dünya...
    feride kamurana döndü, amy üç kuruş paraya sattı hayallerimi, josephine çoluk çocuga karıstı. bi gun hepsinin hatırası, kendileriyle alakaları olmayan bi hikayeyle geri döndüler.
    yaklaşık 20 entry boyunca soylenen ''hiç olmamış'' ''benzememiş'' yorumları yazmayacagım. bana march kızlarını ve dolaylı olarak kendi çocukluğumu özleten şey bambaşka bişey.

    kitapçıdayım. ne aradıgımı hatırlamıyorum. bulamadım zaten. merdivenlerden inerken yolum çocuk kitapları reyonunun önünden geçiyor. muhtemelen okuma alışkanlıgını spiderwick günceleriyle edinmiş minik bi cosmo kızı annesine sesleniyor.
    ''aaa anne baaaaaak. küçük kadınların kitabı çıkmış''
  • bir dönem beni fransızca düşmanı, almanca hayranı yapan kitap. sebebi şudur; o dönemde kendimi özdeşleştirmeye çalıştığım jo karakteri de fransızcadan nefret ederdi, o nefret ediyor diye ben de etmeliyim gibisinden bir kuruntuya kapılmıştım ne de olsa çocuktum. ve bu sebepten az daha francophone olma şansını geri tepecektim.
    (bkz: bir gün bir kitap okudum ve bütün hayatım değişti)
    neyse ki hayır sahibi bir tanıdğımız anneme gaz verdi.annem özgür eğitim sürecini askıya alarak kafası karışmış çocuğunu tatlı sert biçimde ikna etmesini bildi. ben de fransızca konusundaki önyargılarımı yendim bu sayede.
  • "küçük erkekler" den sonra bir de "jo'nun çocukları" vardı ki,burda da erik bagında okuyan cocuklar büyümüştü ve de aşk hayatları konu edilmekteydi.hatta küçük erkeklerdeki zihinsel özürlü genç (billy) ve fiziksel özürlü genç (dick)(kambur) bu kitapta "çoktan ölmüşlerdi" olarak geçmekteydiler ki ben o velet halimle bile oha demiştim.louisa* ablamız böyle bir temizligi uygun görmüş,4. kitapta bir de özürlülerin aşk hayatıyla ugraşmak istememiş sanırım.
hesabın var mı? giriş yap