• üst edit: değerli yazarlar, bu yazdıklarım sizin sokakta yaşayan kedi ve köpeklere karşı önyargı geliştirmeniz için değil, kuduz hastalığına karşı umarsız davranmamanız ve sözlükte yazılan bazı yanlış bilgilere güvenmemeniz için yazıldı.

    yakın zamanda sözlükten bir yazar kedi tırmalaması üzerine kuduz aşısı olmak için hastaneye gitmiş, bazı yazarlar da bunun yersiz bir evham olduğunu söyleyerek yanlış bilgilerle dolu yazılar yazmış.

    kuduz ihmale gelecek bir hastalık değil, tedavisi yok. nadir de olsa klinik belirtilen gösterdikten sonra ölmeyen insanlar var ancak altında yatan neden önemli ve ölümler düşünüldüğünde hesaba katılmayacak kadar küçük bir miktarı içeriyor.

    olası bir kuduz teması şüphesi ile hastaneye gittiğiniz zaman sağlık personeli konuya hiçbir yorum katmadan protokolü başlatıyor. başladıktan sonra siz süreci devam ettirmezseniz ilgili ilçe sağlık müdürlüğünden ısrarla gelip aşınızı yaptırmanız yönünde aranıyorsunuz. dosyalar ciddiyetle takip ediliyor. yukarıda yorum katmadan diye belirttiklerim; ısırmanın derinliği, tam ısırıp ısırmadığı, tırnak mı attı, diş mi geçirdi gibi şeyleri içeriyor.

    kuduz bulaşması sadece ısırma ile değil, virüs taşıyan salya ile teması sağlayan her yol ile olur. virüsün vücuda girmesi için salyanın küçük bir kesiğe veya tırnak dibinde bir kanama odağına temas etmesi bile yeterli olur (virüs kan yolunu kullanmaz). bazı çalışmalar içerisinde çok fazla taşıyıcı yarasa bulunan bir mağarada virüsün solunum yolu üzerinden havadan bile alınabileceğini göstermiştir. virologlar, mağaracılık faaliyeti yürüten kişilere ağzı ve burnu ve hatta gözü bile tamamen kapatan ekipmanlar kullanılması tavsiyesinde bulunur. (solunum yoluyla ilgili söylediklerim virüsün kesin olarak solunum yoluyla da bulaştığı anlamına gelmesin. maruz kalma şiddeti artarsa biyolojide iki kere iki dört etmez. solunum yolunuzda bir lezyon varsa yakalanma ihtimali yok denecek kadar az olsa da var)

    yapılan araştırmalar virüsün klinik belirtiler ortaya çıkmadan 5 gün önce köpek salyasında, 14 gün önce kokarca salyasında bulunabildiğini göstermiştir. yani ısıran bir köpek klinik belirti göstermiyorsa bile salyasında virüs taşıyor olabilir. yani aşı olmak için köpeğin kuduz belirtisi gösterip göstermediğini değerlendirmeyin, gidin aşılarınızı olun.

    yazılan bir yanlışa karşılık yazıyorum; hiçbir sağlık personeli karantinaya alınan hayvanın durumuna bağlı olarak size aşı başlama kararı almaz. hayvanın durumu ayrı değerlendirilir. hastaneye gittiğiniz gibi aşı, tetanoz ve beraberinde duruma göre immunglobulin uygulaması yapılır.

    virüsün sinir dokuya eğilimi vardır. ısırma üzerinden konuşursak, virüs ısırılan bölgedeki kas dokuda çoğalır. sonra bu kası uyaran sinir uçlarından sinir dokuya geçer, aksonları ve spinal kordu takip ederek beyine ulaşır. ısırmadan sonra virüsün beyine ulaşma süresi ısırılan bölgenin beyine olan uzaklığı ile doğru orantılıdır. beyine ulaştıktan sonra 1-3 günlük süre boyunca beyinde de üremeye devam eder. beyin hücrelerinde yıkımlanmalara sebep olur. bu süre içinde sinme, ürkme veya karanlıkta saklanma ile kendini gösteren davranış bozukluğu şekillenmeye başlar. bunun arkasından dış uyaranlara aşırı tepki verilen, halüsinasyon görülen bir sürece girer. daha sonra yine sinir hattını takip ederek sentrifugal göç denilen beyinden sinir sonlarına doğra yapılan göç başlar. ağız bölgesindeki tükürük bezleri ve çene kasları beyine çok yakın olduğu için baş bölgesindeki dokular önce etkilenir. tükürük bezinin etkilenmesine bağlı olarak tükürük artışı, çene kasının uyarımının kesilmesine bağlı olarak da çenenin aşağıya düşmesi gözlenir. çeneyi kontrol edememe, sürekli tükürük ve salya salgılanması, bu salgıların ağızdan aşağıya akması ve dış uyaranlara aşırı tepki verme durumu üst üste binince sudan korkma denilen bir yanılsama ortaya çıkar. hayvan sudan korkmaz. çeneyi kontrol edemez ve bu süre içinde de aşırı tepkili bir durum vardır. susar, suyun başına gelir ama suyu içemez. ölüm, beyindeki solunum merkezinin felci ile şekillenir.

    ilk klinik belirtiler görüldükten yaklaşık 10 gün sonra ölüm şekillenir. 10 gün x 24 saat hesabı yapmayın. ölüm süreci tür bazlı olarak değişebilir.

    orijinini bilmediğiniz hayvanın tırmalamasını dahi ihmal etmeyin çünkü pati yalama davranışı gösteren hayvanlar sizi tırmalamadan önce patisini yalamış olabilir, risk mi evet risk. patileyen her hayvandan korkun demiyorum. kuduzun ihmal edilecek bir hastalık olmadığını anlatma çabası gösteriyorum.

    şehirler yaban hayatın içine doğru büyüyor. şehir merkezinin dışındaki yaban yaşam alanlarının küçülmeye başlaması ile yaban hayvanları insanların kurdukları yaşam alanına girip çıkmaya başlayacaktır. ülkemizde yaban hayvanlarının da aşılaması yapılmaktadır ama aşılanamayan hayvan nüfusu oldukça fazladır. evcil hayvanlarda da kuduz aşılaması yılda 1 defa olmak üzere yasal olarak zorunludur. belediyeler kendi ilçe sınırları içerisindeki kedi ve köpeklerin kısırlaştırmasını ve kuduz aşılarını yapmakla yükümlüdür. bu konuda belediyeniz ile irtibata geçip bu işlemlerin gerçekleşip tekrar sokağa getirilmesini protokol numarası ile süreci takip edip sağlayabilirsiniz.

    en önemlisi, başına kocaman yıldız koyuyorum, herhangi bir ısırılma durumunda elinizi hemen bol sabunlu ve basınçlı suyla uzun uzun yıkayın, sonra aşınızı olmaya gidin.

    bilime güvenin. kendi tecrübelerini gerçeğin kendisi gibi aktaran kişilere özellikle abartılı hayvan severlik yapan sözde kompetanlara ve beni kedi ısırdı ama hiçbir şey olmadı diyen kişilere itibar etmeyin.

    alt edit: güzel mesajlar için de teşekkür ederim.
  • bulaşması için kuduz canlının salyasıyla doğrudan temas olması gereken hastalıktır. kuduz hayvanın ısırması durumunda kuduz virüsleri mutlak suretle kan ile karışır. pençesi salyası ile bulaşık hayvanın deriyi tırmalayıp yaralamasıyla da bulaşır. diğer bulaşma yolu ise nadir olmakla birlikte tam kabuk bağlamamış açık yaranın üzerine taze tükürüğün/salyanın temas etmesidir. bunların dışında burun, ağız içi, göz kapağı gibi dokuların salya ile teması halinde de virüsün vücuda girdiği belirtilmiştir. sağlam deriden ve tamamiyle kapanmış yaradan bulaşması mümkün değildir. ancak bu durumda bile sabunlu suyla yıkamak faydalıdır. sabunlar virüsün çeperini parçalayarak virüsü yok eder.

    tüm memeliler kuduz hastası olabilir ve yarasa dışındaki hepsi ölür. yılan gibi hayvanlarda kuduz bulunmaz.

    şükür ki kuduz virüsü dış ortama çok dayanıksızdır. güneş ışığında kısa sürede denatüre olarak enfeksiyon özelliğini kaybeder. kurumuş salyadan da kuduz bulaşması mümkün değildir. kuru ortamda (4 c ve altı soğuk olmadıkça) virüs yok olur. bu bakımdan kuru nesnelerden (kurumuş salyanın bulaştığı toprak, giysi vb.) kuduz kapılamaz. kan, dışkı, idrar ve hayvan derisinden de kuduz virüsü bulaşmaz.

    bugüne dek kuduz olup da iyileşebilen insan sayısı 10'un altındadır. bu nedenle ölümcüllüğü %100 olan bu hastalığa karşı ihmalkarlık yapılmamalı, şüpheli durumlarda derhal tıbbi yardım alınmalıdır. bulaşmayacağı bilinse dahi, bir doktor veya veteriner hekime danışmak gerekir. aşıyla bu hastalığı tamamen önlemek mümkündür. kuduz aşısı geçmişe kıyasla oldukça basit bir aşıdır ve tüm türkiye'de ücretsizdir.

    düzeltme: bu yazı yalnızca bilgi verme amaçlıdır. herhangi bir vakada, en ufak bir şüpheniz bile olursa mutlaka bir doktorla görüşün.
  • bir arkadasim anlatmisti, bir gun kopegi aniden halsizlesiyor, bir kanepenin altina giriyor, cikmiyor. ciftlesme donemi gelmistir ellesmeyelim diyen aile, bir kac gun sonra kanepe altindan beslenen kopegi merak edip bir bakiyorlar ki hayvan olmus. veterinere goturduklerinde ise hayvanin kudurarak oldugu ortaya cikiyor, veteriner de asisi yapilmamis kopegin olumu hakkinda "evcil, uysal hayvanlar kudurdugunda genellikle boyle olurler" diyor ustune de ekliyor "evden cikmasa bile asisini yaptirin, zira kuduz un nereden nasil bulastigi hala tam olarak bilinemiyor" diyor. sonra da "basiniz sagolsun, yeni kopek lazimsa bulayim diyor" ustune bir de karadeniz turkusu okuyor.
  • kitlesel ölümlere sebep olan hastalıklar dışında insanlarda korku ve dehşete sebep olan bazı hastalıklar da var. bunlardan en ıstıraplı ve en ölümcüllerinden biri ise kuduz hastalığı. tarık akan’ın başrolde olduğu kuduz filmi çoğumuzda travmaya sebep olmuştur. edebiyatta da jules verne’de, stephen king’de, kemal tahir’de, saramago’da ve pek çok eserde kuduzdan bahsedildiğini bilirsiniz. kuduz köpek gibi öldürmek, kuduz gibi böğürmek, kudurmuş it gibi ifadeler de günlük dilde de sıklıkla kullanılmakta.

    kuduz hastalığını kabaca özetlemek gerekirse, yarasa, çakal, tilki, kurt, köpek ve kedi gibi memelilerden evcil hayvanlara bulaşan ve sinir sistemine ulaştıktan sonra tedavisi mümkün olmayan, canlıları ve insanları saldırganlaştıran, korkunç ve kaçınılmaz bir ölüme sürükleyen bir rahatsızlık. günümüzde tedavisi olsa da hastalık dünyadan kazınmadı.

    peki, tarihsel süreçte insanların kuduzla mücadelesi nasıl oldu? gerçekten toplumda korkuya sebep olacak bir hastalık mıydı? pasteur’e kadar hangi tedavi yöntemleri kullanıldı? bunlar ne derece işe yaradı?

    insanlar binlerce yıldan beri hayvanlarla birlikte yaşadıkları için pek çok hastalığa aşina. kuduz da bunlardan biri ve oldukça eski bir hastalık. kelime kökeni için farklı rivayetler var. sanskritçe’de rabhas, latince’de raber ve antik yunanca’da lyssa dense de üçünün de ortak anlamı hiddet!

    hastalığının varlığına dair en eski kayıtlara m.ö. 2000 tarihlerinde hammurabi yasalarından daha eski olan eşnunna yasaları'nda rastlanılmakta. yasalara göre birinin köpeği başkasına kuduz bulaştırırsa, sahibi para cezası ve ağır yaptırımlara maruz kalırdı. bu dönemde hastalığın ay tutulmasından kaynaklı olduğu düşünülüyordu. tedavi için bitkisel çözümler arandı. ayrıca büyü ve sihirden medet umuluyor, rahiplerce hastalara okunmuş su veriliyordu.

    antik yunan’da kuduz hastalığı biliniyordu ve özellikle hayvanlara etkileri gözlemleniyordu. fakat hastalığa sebebin delilik tanrısı lyssa olduğu düşünülüyordu. yunan tıbbı gelişmiş sayılırdı fakat kuduzla ilgili birçok yanlış bilgi vardı. aristo, historia animalium’da kuduz hastalığının insana asla bulaşmadığını iddia etmişti. tarihçi homeros ise kuduz hastalığından hiç bahsetmemişti. halbuki hastalık mevcuttu. tedavi için kurutulmuş köpek karaciğeri yediriliyordu. o dönemde denenen ve tabii ki işe yaramayan diğer tedaviler ise bez ve sırtlan derisinden bir lapa yapıp hastaya yedirmek ve asılmış bir adamın kafatasından elde edilen karışımı kullanmaktı. bir diğer yöntem ise yaraların üstüne köpek kılı koyup ardından kızgın demirle yarayı dağlamaktı. ya da köpek kılları hastalara yutturuluyordu.

    orta asya türk mitolojisine göre kuduzun kaynağı kötücül ruhlardan biri olan harsa’ydı. harsa, kuduz köpeklere ve saldırgan ineklere sahip olan çirkin bir ruhtu. deniz karakurt’un aktarma sözlüğü’nde harsa’nın kuduz anlamına geldiği not düşülmüştür. dede korkut hikayelerinde salur kazan rüyasında kuduz kurtların evini bastığını görmüştü. yani kuduz türklerin de başına belaydı.

    çin’de kuduz tedavisi için kuduz köpeğin beyni lapa yapılıp bezle yaraya sürülürken iran’da kuduzu engellemek için yavru köpeklerin kuyruğu 40 günlükken kesilirdi. bu gelenek sonra roma’ya taşındı. roma’da kuduzdan korunmak için evlerin koruyucusu lares’e köpek kurban edilirdi. bir başka inanışa göre ise köpeklerin dilinin altında doğuştan bir kurt yaşadığı, eğer bu kurt küçükken alınırsa kuduz olmayacağı söylenmekteydi. bir diğer yöntemde ise köpeklerin aç bırakılıp bitkisel karışımlarla beslenmesi öneriliyordu.

    kuduza dair ilk rasyonel tedavi bu topraklarda, anadolu’da ortaya çıktı. adana civarındaki anavarza’da yaşayan doktor dioscorides, kuduz yarasının dağlanması (yakılması) ile tedavinin mümkün olduğunu iddia ediyordu. fakat bu yöntem bithyinialı asclepiades gibi önemli bir hekim tarafından aşağılanıp reddedilmişti (bu yarayı dağlama meselesini aklınızda tutun, ileride sıklıkla değineceğim). bu tedavi yöntemi sonradan unutulup gitti.

    orta doğu’da ve islam coğrafyasında köpek sayısı fazlaydı. dolayısıyla kuduz görmek olasıydı. bu durum kuduz hastalığına dair gözlem ve tedavilerin artmasını sağladı. razi, musa bin meymun ve ibn-i sina çeşitli çalışmalar gerçekleştirdi. örneğin ibn-i sina’ya göre kuduz, et yiyen hayvanlardan, özellikle köpekten bulaşıyordu. bunlardan da koyun, inek ve insanlara geçiyordu. ibn-i sina, hastalığın köpeklerdeki kan, salya gibi vücut sıvılarından bulaştığını öne sürmüştü. ibn-i sina hastalığı şöyle tespit ediyordu. yaraya ceviz koyup 1 saat bekletip cevizi tavuklara yediriyor, tavuklar yemezse veya yiyip ölürse kuduz olduğuna karar veriyordu. ya da kanlı yaraya ekmek basılıp bu köpeklere veriliyordu. bunların dışında deniz tuzu, sarımsak, soğan, tere, hardal gibi bitki ve minerallerle yapılan merhemleri öneriyordu.

    erken orta çağ’da dini inançlarla yunan-roma gelenekleri birbirine karışmıştı. 800lü yıllarda charlemagne’nin veliahtı, hıristiyan azizlerin kemiklerinden medet ummuştu. aziz hubert’in anahtarı isimli kutsal bir nesne 600’den 1900lü yılların başına kadar manastırlarda kuduz tedavisinde yarayı dağlamak için kullanıldı. güney avrupa’da ise kuduzun tedavisi için ısırılan organ kesilip atılıyordu. bazı hastalar ise kiliselerde ya da zindanlarda boğularak öldürülüyordu.

    rönesans dönemiyle birlikte manastır tarafından uygulanan aziz hubert’in anahtarı ile yarayı dağlama yöntemi cahilce görüldü ve yasaklandı. bunun yerine yaranın iyice yıkanması tavsiye ediliyordu. ayrıca 1400lü yılların ortasında başıboş köpekler kentlerden temizlenmeye başladı. fakat hastalığın kökünü kazımak mümkün olmadı. kırsalda kuduz vakaları görülmeye devam ediyor, köylüler ise manastırlardan yardım istiyordu.

    1650 yılında kuduz hastalığı biyolojik silah olarak kullanıldı. litvanyalı-polonyalı bir topçu generali olan ve roketin fikir babalarından kazimierz siemienowicz, içi boş top mermilerini kuduz köpek salyalarıyla doldurulup düşman üzerinde kullandı fakat etkili olup olmadığına dair bir veriye ulaşılamamakta. bence muhtemelen etkili olmadı çünkü kuduza sebep olan virüs ısı ve hava değişimlerine karşı dayanıksızdı ve muhtemelen toplar ateşlenmeden çok önce etkisini yitirmişti.

    coğrafi keşiflerle birlikte kuduz hastalığı amerika’ya yayıldı. bu kıtada hastalık geçmişten beri vardı fakat çok seyrek görülüyordu fakat sonradan yayıldı. ardından kıtada zaman içinde kuduza dair çok ilginç bir tedavi yöntemi gelişti. 1700lerde madstone yani deli taşıyla kuduz tedavi edilmeye çalışılıyordu. bu taşlar esasında inek, keçi ve geyik gibi geviş getiren hayvanların midelerinde bulunan taşlaşmış kıl yumaklarıydı ve altın kadar değerliydi. taş önce sıcak süte batırılıp ardından yaraya konuyordu. eğer taş yaraya yapışıyorsa zehir vücuttan atılıyor demekti. taş artık yaraya yapışmamaya ve sütün rengi yeşile dönmeye başlayınca tedavinin işe yaradığı düşünülüyordu. (bkz: süd zehri alır). aileler bu taşları nesiller boyunca birbirlerine aktardı. 1805 yılında bir delitaşı 2000 dolara satıldı ki günümüzde 45bin dolara tekabül ediyor. ilginçtir, abraham lincoln’ün oğlu da kuduz olmuş ve delitaşı ile tedavi edilmişti. 1891 yılında dr. james mcadams’ın elindeki delitaşı 41 hastayı iyileştirmiş ve 1000 dolara alıcı bulmuştu.

    avrupa’da 1700lü yıllarda kuduz köpeğin idrarı çeşitli bitkilerle karıştırılıp yaraya uygulanıyor veya notre dame’ın kamburu kitabında yazıldığı üzere “hax, pax, max” tılsımlı cümlesi ile tedavi edilmeye çalışılıyordu. hastalara cıva ve afyon verilerek tedavi denenmişti. fakat en ilginci elektrik vererek tedavi edileceğine inanmaktı. toplumsal yaşama yeni giren elektrik, kuduz tedavisinde kullanılmış fakat başarısız olmuştu.

    bilimsel bilginin yayılması ile gözlem ve analiz tıpta kullanılmaya başlanmıştı. yapılan çalışmalarda erkek kuduz köpek sayısı, dişilere nazaran yedi kat fazlaydı. kuduz köpeğin sütünü içen yavru köpekler kuduz olmuyordu. kuduzdan ölen hayvanın etinden hastalık bulaşmıyordu. yüz ve başa yakın yerden kuduz mikrobu bulaşırsa risk artıyordu. ayrıca kediler de pek masum değildi. çocuklar kuduzdan daha ağır biçimde etkileniyordu. yetişkinlerde ölüm oranı ortalama %62’ydi. eğer yara dağlanırsa bu oran %30’a kadar düşüyor, müdahale edilmezde %80lere kadar çıkıyordu.

    pasteur’e kadar çeşitli aşılama denemeleri yapıldı. burada mantık asırlardan beri bilinen ve uygulanan yöntemlerden ibaretti. zayıflatılmış virüs kobaylara veriliyordu fakat somut ve genel kabul gören bir aşı olmadı. zaten yapılan çalışmalar bir tuhaftı. hastalığı tedavi ettiğini iddia eden bir kişi, kuduz virüsünü kurbağaların mide özütünde beklettiğinden filan bahsediyordu. bunların doğruluğu ve yanlışlığı kanıtlanamadı. bu tarihe kadar tahminimce en geçerli tedavi yöntemleri yaranın dağlanması veya fenol (karbolik asit) kullanılması ve bol suyla yıkanmasından ibaretti.

    1885 yılı, kuduz hastalığıyla savaşta avantajın insanlığın eline geçtiği tarih oldu. joseph meister isimli 9 yaşındaki çocuk kuduz bir köpek tarafından ısırılmıştı. tedaviyi uygulayan doktor, çocuk için artık çok geç olduğunu söyledi fakat yine de bir umut olsun diye pasteur’dan bahsetti. pasteur bir kimya öğretmeniydi fakat şarbon gibi bir hastalığı tedavi etmeyi başarmış, şöhreti yayılmaya başlamıştı. 3 yıldır da kuduz köpek ve tavşanlar üzerinde çalışma yapıyordu. bunlarda başarılı da olmuştu fakat henüz insanlar üzerinde denenmemişti. çocuğun babası pasteur’a gitti ve risk aldı. çocuk bir dizi aşılamanın ardından sağlığına kavuştu. ilginç bir notu da buraya sıkıştırayım. iyileşen çocuk ileride enstitüde bekçi olarak işe başladı. uzun yıllar görevde kaldı. naziler fransa’yı işgal edince meister’den pasteur’ün mezarını kazıp kemiklerini çıkarmasını istedi. meister bunu yapmaktansa intihar etmeyi tercih edecekti. bundan sonra aşı üretilir oldu ve avrupa devletleri ve osmanlı’dan sayısız tıp insanı fransa’ya akın etti.

    bu noktada araya girip anadolu’da tedavi için ne gibi yöntemlere başvurulduğunu da eklemek isterim. istanbul’un fethinden sonra kent tıp merkezine dönüşmüş ve her türlü hastalığın tedavisi için çalışmalar yapılmıştı. kuduz tedavisi için kocakarı ilaçları ağırlığını hissettiriyordu. osmanlı’da tıpçılar suçlunun cinler ve kötücül yaratıklar olmadığı biliniyordu. kurt, tilki ve köpekler birinci tehdit olarak görülüyordu. geçmişten gelen birikimler, kuduz hayvanların kanı ve salyasını işaret ediyordu. bununla birlikte geçerli bir tedavi yöntemi uygulanmıyordu. avrupa’da insanlar kuduza şifa bulmak için azizlerin mezarlarını ziyaret ederken, anadolu’da da halk velilerin mezarlarını ziyaret ediyordu. özellikle afyonkarahisar’daki hayran veli türbesi ve ankara’daki oruç dede türbesi yüzyıllardır çevre illerden kuduza şifa için ziyaretçi kabul ediyordu.

    evliya çelebi’nin konuya değinip değinmediğini özellikle merak ettim ve seyahatnameyi inceledim. sadece bir bölümde kuduza dair bilgiye ulaştım. evliya çelebi, mısır’da küçük bir hamamda birbiriyle boğuşan tunçtan iki köpek heykelciği olduğunu söylemekte. iddiasına göre bu bir tılsımmış. adı da tılsımat-ı kelbeyn-i kuduz. bu tılsım sayesinde mısır’da kuduz köpek görülmediğini yazmış.

    osmanlı’da pasteur’e kadar kuduzla mücadele karantinadan ibaretti. 1885 yılında pasteur kuduz aşısını icat etti. 2. abdülhamid gelişmeleri bizzat takip ediyordu. avrupalı doktorlar paris’e akın yola çıkıyordu. sultan, osmanlı’nın ilk bakteriyologu zoeros paşa’yı bu iş için görevlendirdi. paris’te yeni kurulan pasteur enstitüsü’ne ve almanya’daki tıp okullarına öğrenciler gönderildi. gönderilen sadece öğrenciler olmadı. on bin frank ve pasteur’e verilmek üzere, osmanlı devleti tarafından insanlığın hayrına önemli işler yapanlara ve komutanlara verdiği mecidiye nişanı pasteur’e takdim edildi.

    bu arada dr. hüseyin remzi bey tarafından “kuduz illeti ve tedavisi” isimli eser kaleme alındı. paris’te yapılan çalışmalara ilişkin gözlemler en ince ayrıntısına kadar not edilmişti. hüseyin remzi bey, daha önce sözünü ettiğim ibn-i sina’nın tedavi yöntemlerini pasteur ile paylaşmış fakat pasteur bu yöntemlere itibar etmemişti ve en doğru yöntemleri kendisine aktarmıştı. yazılanlara göre virüsün salyayla sinir sistemine geçtiği kesindi. ama her ısırılan hasta olacak diye bir şey yoktu. ayrıca ısırılan bazı insanlar hastalıktan değil korkudan intihar ederek ölmüştü.

    1887 yılında osmanlı topraklarında kuduz aşısı kurumu (daül kelp) açıldı ve ilk aşılama yapıldı. takip eden yıllarda hızla kurumlar açılmaya devam edildi. sultan 2. abdülhamid ile pasteur’ün iyi ilişkilerinin olması münasebetiyle 1893 yılında istanbul’da patlak verecek kolera salgını ile sultan, pasteur’den yardım isteyecek, pasteur ise öğrencisi dr. simond gönderecek ve istanbul’da bakteriyolojihane-i şahane açılacaktı. simond sonradan kuduz aşısı kurumu müdürü olacaktı. bu kurum 12 yılda 2359 kişinin hayatını kurtaracak, vefat eden kişi sayısı 40-45 civarında kalacaktı. bunlar da tedavisi geciken kişilerdi.

    şimdi burada tekrar araya girmek durumundayım. bu yazıyı 3-4 saatte yazar, bitiririm diyordum ama günlerdir üzerinde çalışır oldum. hikâyenin tam burasında hayırsız ada katliamı devreye giriyor. o kadar temelsiz ve karmaşık iddialar var ki herkes işine geleni yorumlamış. o yüzden bambaşka ve titizlikle yürütülmesi gereken bir çalışmanın konusu olacağından bilmeyenler için detaylara girmeden özet geçiyorum:
    istanbul’da aşılama çalışmaları büyük hızla devam etse de sokaklarda köpek sayısı fazlaydı ve yüz yıllardır kronik soruna dönüşmüştü. sokaklarda ortalama 60-80 bin köpek yaşadığı tahmin ediliyordu. kimi kaynaklara göre 2. abdülhamit’in baş şifacısı mavroyani paşa “köpekler sokakta serbestçe çiftleşirse doğal aşı yerine geçer” demiş ve sokak köpeklerine dokunulmamıştı. (yaptığım araştırmalarda bunun ne derece bilimsel olduğuna dair bir veriye ulaşamadım). 1908-1910 yılları arasında sokak köpekleri iğrenç zulme maruz kaldı. köpekler çukurlara atılıp aç bırakılıyor, sözde kuduz olup olmadıkları gözleniyordu. kimilerine göre emri 2. abdülhamit, kimilerine göre ittihat ve terakki vermişti. bazılarına göre köpekler fransızlara satılacaktı. bazılarına göre ise kuduz hastalığı için alınan zalimce bir tedbirdi. neticede hayırsız ada hadisesiyle toplumda yükselen sesler sonrası köpeklere uygulanan tedbirler yumuşatıldı.

    fransa’ya geri dönelim. pasteur’un şöhreti öyle bir yayıldı ki hastalar akın akın yanına gidiyordu. ölümüne kadar 9 yıl içinde 20bin kuduz hastasını iyileştirdiği söylenir. avrupa’da da hastalıklar hızla iyileştirildi.

    tarihte kuduzdan ölen şöhretli insan olup olmadığında baktığımızda dünyaca tanınan pek kimseyi görmüyoruz. en bilinenlerden biri edgar allan poe fakat kesinlik yok. çok az kaynakta da olsa kuduz belirtileri gösterdiği yazılmakta. sosyolojinin ve sosyalizmin babası saint-simon bir köpek tarafından ısırılmış ve yarasını kendi dağlayarak tedavi etmeye çalışmış. ileride hastalığın belirtileri ortaya çıkarsa intihar etsin diye yanında sürekli bir silah taşıdığı kayıtlara geçmiş.

    özetle kuduz hastalığı tarih boyunca insanlara musallat olmuş ve onları dehşete sürüklemiştir. pek çoğu batıl ve geçersiz yöntemlerle tedavi edilmeye çalışılsa da çok az yöntemin işe yaradığı söylenebilir. pasteur ile birlikte kuduz hastalığına yönelik diğer tedavi yöntemleri tarihten silinmiştir.

    kullandığım kaynaklar:
    osmanlı’da kuduz vakaları ve tedavi çalışmaları: antalya örneği – erdal taşbaş
    four thousand years of concepts relating to rabies in animals and humans, ıts prevention and ıts cure – arnaud tarantola
    kuduz hastalığına dair ilk kitabımız: kuduz illeti ve tedavisi – emre karacaoğlu
    aöf’ün bilim ve teknoloji tarihi kitabı
    kayıp kaşık - sam kean
    deniz karakurt – aktarma sözlüğü
    deniz karakurt – türk söylence sözlüğü
    türkiye’de adak ve adak yerleri – hikmet tanyu
    tıbbın gizemli tarihi – zeki tez
    dijital ve basılı bazı ansiklopediler
  • eski vakitler... aidsdi, ebolaydı icat edilmemiş daha. ama ajanslar her gün, taşrada bir ilin filanca kazasında bir çocuğun kudurduğunu, tecrit altına alındığını ilan ediyor. okul, hastane (annenin işyeri), ev üçgeninden mütevellit hayat trafiğimin en koca puntolu levhalarında acil, gasılhane, morg vesair yazıyor. fakat şüphesiz ki, bütün bu levhalar arasında en etkileyici olanı tecrit odası levhası. önünden geçerken, kuduzların varolmayan çığlıklarını duyuyor, zavallı insanlar ağzından köpükler saçarak benden yardım isterken, çaresizce adımlarımı sıklaştırıp nefes nefese annemin odasına kaçıyorum. böyle bitmek tükenmez bir heyecan içinde geçirdiğim çocukluğun ardından, tazecik bir üniversiteli olarak istanbul'da yaşamaya başladığım ilk yıl, haylaz bir sokak kedisine kaptırıyorum elimi. git, aşı ol diyorlar. sultanahmet'teki izbe kuduz hastanesi'ne gidiyorum korka korka. sağlık memuru önce elime, sonra yüzüme bakıp, "yerli aşı vuruyoruz biz" diyor "kuduracağın yoksa da kudurursun..." koşar adım uzaklaşıyorum ordan. o gece rüyamda demir parmakların arkasında, tecrit odası levhasının önünden geçen bir kız çocuğuna sesleniyorum, koşarak annesine kaçıyor.
  • omer seyfettin'in kuduz adli feci bir hikayesi vardir. cocugun birini kopek isirir, asi masi hakgetire tabi, yarayi daglarlar, zaten bu daglama sahnesinde yeterince iciniz kalkar. ama omer seyfettin bununla yetinmeyerek, cocugun asama asama kudurmasini butun detaylariyla anlatir. son asamada, cocuk mahzen gibi bir yere hapsedilir, ama tavani tahta oldugundan, ust kattan tahtalarin arasindan baktiginizda gorulmektedir ve aile efradi caresiz bir sekilde cocukcagizin salyalar icinde kudurup olmesini, ustunu basini dislemesini izlerler. akillara ziyan bir hikayedir, hele de cocukken okumak sanssizligina ugramissaniz...
  • türkiyenin kirsal kesiminin sehirlerinden cok alakasiz oldugu dönemlerinde gecen, konusunun köyde kuduz bir köpek tarafindan isirilan bir cocugun sehre kuduz asisi olmaya yetistirilmeye calisma oldugu, küçükken izledigim icin kuduzdan inanilmaz derecede korkmama sebep olmus türk filmi. asiyi da göbekten yapiyolardi zavalli cocuga, daha bir fena olmustum.
  • amerika kıtasında yarasalardan bulaşabilen virüstür. bizim gibi sokak köpeklerinin sayısının parabolik olarak arttığı ülkeler için bu bilgi önemsiz görülebilir. ancak haberi okuyunca görüyorsunuz ki elin amerikalısı yarasaların yarattığı kuduz riskini bile dikkatle takip ediyor. ıllinois halk sağlığı departmanı 22 yarasada kuduz tespit etmiş. floridada yapılan çalışmada her 100 yarasadan 6 sı kuduz taşıyormuş.

    bizim ülkede çok yakın bir gelecekte önlem alınmazsa çok fazla kuduz vakası görülecek. basitçe açıklamak gerekirse kuduz olmuş bir köpek herhangi bir köpeği, kediyi, insanı, tilkiyi, domuzu, vs. ısırırsa virüsü nakleder. ısırılan hayvan ya da kişi kuduz aşısı olmuşsa veya ısırılınca olursa hasta olmayabilir! hasta olmayabilir diyorum çünkü burada aşı etkinliği ve ısırılan yerin önemi büyüktür. beyne ne kadar yakın yerden ısırılırsanız virüs o kadar hızlı şekilde beyne ulaşır. ne demiştik ısırılma ile bulaş bizim ülkede büyük risk.

    farzedelim bir köpek kuduzu kaptı. nakletmesi için etrafında devasa bir sahipli veya sahipsiz kedi ve köpek var. hatta insan da var. bu sayı da sürekli artıyor. dolayısıyla sokak hayvanı sayısı az olsa virüsü nakletmesi daha zor olacak. ancak metrekareye 5 köpek düşerse virüsün yayılım hızı da parabolik şekilde artacak. kuduz ülkemizde yabani hayatta devam ediyor. yıllardır da böyle. şehirlerde büyük sayılarda vaka görünmemesi yaban hayatı ile şehir yaşamı arasında köprü görevi görecek hayvan sayısının azlığıydı. ancak artık bu durum bozuldu. hala ısrarla önlem alınmadığı için, önlem alınmasını savunan bilim insanları dinlemediği için ilerde baya kuduran insana, kuduz nedeniyle sokağa çıkılmayacak ilçelere, şehirlere şahit olacağız.

    mesela evin önünde köpek bakıyor vatandaş. başka köpekler ısırmış, sabah geçmiş başına yas tutuyor. diyorum ki kuduz riski olabilir. aşı olması lazım köpeğin. elinizde yara varsa çıplak elle temas etmeyin ısırılan yerlerine diyorum. zikinde değil. bildiğini okuyor. ne aşı ne başka bir şey. baya zaman oldu kuduz çıkmadı ama ya kuduz olsaydı. buralardaki çocuklardan birini ısırıp nakletseydi virüsü. celal hocanın "senin cahilliğin benim yaşamımı etkiliyor" cümlesi çok değerli. insanlar kitle halinde gelişmiş batı topraklarına bu yüzden kaçmak istiyor. önlem yok, kayıt yok, işlem yok, politika yok. herkes her şeyi istediği ölçüde başkalarının güvenliğine zarar verecek şekilde yapabiliyor. ilerleme adına bir şey olmadığı gibi gerileme adına her şeyi yapıyorlar.

    neyse ben tarihe notumu düşeyim. bu işten en çok zararı da yine bu probleme önlem alınmaması yönünde tercihte bulunanlar alacak.
  • bir de kuduz oldugundan bir sekilde suphelendiginiz hayvan sizi isirmissa (nereden isirdigi da onemli, beyine ve virusun beyine ulasmakta takip ettigi sinir yollarina yakinligi gibi detaylari var) ve de "ya ne kuduzu bi bok olmaz bize sunnetliyiz biz" diyip 4 gun suresini gecirmisseniz, sonradan "kuduz olabilir miyim lan acaba?" diye telas ettiginizde basinizin sag olup olmayacagini su sekilde anlariz.

    intaniye servisine gidilir. ben bi esseklik yaptim 4 gunu gecirdim, olmemem icin ne yapmam lazim? denilir. kuduz serumu diye bir sey verirler, bunu aldiginiz anda kiciniz basiniz ayri oyunuyorsa, sizi hemen karantinaya alirlar, karantinali despina yaparlar. yok eger olmediyseniz, korkacak bisi yoktur, ama yine de korkulur.
  • kuduz beyninize girdikten sonra (yani ölmeye başlarken) ışığa ve sese karşı ekstra hassasiyet gösterirsiniz.
    su dan korkma geyiği ise tamamen kişinin tükürüğünü bile yutamayacak kadar kasıldığı için, yutamadığı tükürüğünü hastalıklı beyni tarafından düşman olarak algılaması, zorla içmek zorunda bırakılacağını sanmasıdır.
hesabın var mı? giriş yap