• beni hayata bağlayan ve kadere inanmamı sağlayan illet.

    hani vurursa gol olur vurdu avut, derler ya spikerler, vurdu ama direkten döndü.

    hep yalnız ve hep dağda bayırda araba kullanan ben ,yalnız değildim ve şehirden uzaktım.
    2000km öteden gelen telefon yolumu değiştirdi ve büyük şehrin havaalanına yakın bir yerde 2 saat takılıp zaman geçirme kararı aldık yanımdaki beyaz saçlı melekle.
    stres yok, sakin sakin insanların arasında aliş veriş yapıp zamanı öldürüyoruz! ki az sonra 1 dakika daha yaşamak için .öt verecek bu adam zamanı öldürüyor. zaman ölür mü be gerrrizekalı? sen ölürsün belki zaman ölmez, ölmeyecek kadar değerlidir zaman..
    o orospu karabasan aniden nefes aldırmamaya başladı. ağrı yok, sızı yok ama nefes alamıyorum mınaqomaçi!

    sırasıyla;
    meleğe durumu bildir, melek seni revire götürsün. revirdeki melek tansiyon mansiyon ölç, "abi sen iyisin o2 kokla iyi gelsin" ama koklayama, o2 gelmiyor.
    çay içsem geçer mi lan ? bi su verseniz. en iyisi ayran içeyim, bileklerimi kölnün meşhur yağıyla ovsalar nefes alır mıyım? eyüp sabri tuncer hayatımı kurtarır mı?

    yanımdaki melek arabanın anahtarlarını ve beni al ilk tıp merkezine götür. tıp merkezine kadar ağzımızı açamıyoruz. açsam konuşamıyorum. konuşmaya nefes gerek o da bende yok.
    bir-iki-üç tıp!! demeden tıp merkezindeyiz.
    aynı terane, tansiyon, o2 gazı ama çare olmuyor. konuşamamaktan yoruldum kağıt kalem istedim.
    bi de ekg?
    yazıyorum kaada. yaşli doçentin gözleri açılıyor sismograf gibi kağıt şeridini görünce, yanımdaki meleği kenara alıp mır mır mır, müşahade..mır mır belki de mırr mırrr tehlikeli mırr mırr ama burda . ya nereye gidelim? koşuyolu yakın diyor.
    verelini
    koşuyolu ama koşamayarak. easy driving.
    neler olduğunu ben biliyorum ama yanımdaki cem ceminayı andıran melek üzülmesin, panik olmasın diye adını söylemiyorum. o da biliyor ama ben panik yapmayayım diye susuyor.
    10 dakkaya varmadan al sana koşuyolu. oysa bana kilometrelerce öteden telefon gelmeseydi ben şimdi arabamla denizin üstündeydim.
    sigortalı mı?
    ne yabancı mı?
    sgk? ssk? ekg? tr? tc no? yüzlerce kısaltma var ve benim zamanım da kısalıyor.

    ne kadar yabancı?
    parası var mı?
    malı var mı?
    olmaz mı gayrımenkul zenginidir kendisi, nasıl tanımazsınız?
    -melek nasıl yazıyor yalanları çabuk çabuk ve ben ölüyorum-

    bildik sıralama tansiyon, kalp depremi göstergeci ve bir anda koşuşturan insanlar. ağzıma tıkılan 8 mini draje hap. acı mı? bilmem , hatırlamıyorum.
    çıkart herşeyi donla kal diyorlar. noluyo lan?

    ilk kez yüzüme söylenen bir kelime

    "anjiyo"
    kesin kötü bir şey!
    "istemem" diyorum.
    "ölüyorsun, ölürsün" diyorlar
    yüzüme yüzüme.
    "buyur abi ne istersen yap, etim senin, kemiğim benim" diyorum.
    bi imza
    vınnn sedye ,
    vınn bıyıklı adam beni kuş gibi uçurdu asansöre kondurdu.
    nasılsın diyor, "iç güveyi benden daha iyi durumdadır" diyorum zorlana zorlana .
    çok gülüyor, çok ölüyorum .
    bıyıklı adam çabuk ol!

    tavan neden dönüyor? bu kadar insan neden benim başımda?
    kaç dakikam kaldığını , kaç nefes daha alabileceğimi ve sonra alamayacağımı biliyorum, nerden mi biliyorum? bilmiyorum.
    sıramı beklerken öümden korkmuyorum.

    diğer koluma da iğneler sokuldu ve sonra kasığım sızladı. bir takım aletler var ama bakamıyorum. ben aynı şekilde ölen babamı düşünüyorum. son lafı "hemşire hanım biraz su" olmuş. içememiş. pamukla damlatmışlar. ölmüş!
    ben susayacak mıyım?

    zamanım geldi, biliyorum.
    2 dakika daha dayanabilirim ve sonra kendimi bırakmaya karar verdim.
    o an içim huzur doldu.
    annem çok ama çok ağlar. uzaktan gelen misafirim gelmiştir o çok ama çok ağlar, ama benim de dayanma gücüm bu kadar kardeşim.
    ben elimden geleni yaptım annecim, çok direndim ama kusura bakma şu anda çok keyifliyim çünkü olacakları biliyorum ve o yüzden gülümsüyorum. sen de ağlamazsın artık.
    buraya kadar getiren melek anlayışlıdır o da ağlar ama hak verir ve kızmaz öldüm diye. o biliyor ki direndim. yanımdaydı.

    doktorun adını murat koydum " murat" deyince döndü baktı çünkü. ne desem dönüp bakacaktı belkide.

    "ben gidiyorum murat"

    babam da böyle gitmişti 30 yıl önce ama benim kalbim ufacıktı o zaman ve sen daha yoktun bu dünyada , keşke olsaydın da babamın da taa kasığından kalbine giden yolu bulsaydın, belki benim de kalbim rahat ederdi o zaman murat.

    "gitme abi, az kaldı, 2 dakika daha" dedi murat.
    murat ince çocuk, adım murat değil demedi.
    "gitme abi" dedi.
    kırmak olmaz. sıkıyorum lan dişimi bu kibar çocuk için.

    2 dakika ya da 2 saat sonra bir derin nefes, kalbin yanından gelen hışır fışır sesler. tam da karar vermiştim ölecektim ne güzel.

    "sigara içiyor musun abi" evet.
    "üstünde yazıyo ya damarları tıkar diye, içme artık " aklıma bir fıkra geliyor ama uzun.
    "bana hep sperm sayısını azaltanları denk geliyor murat"
    bu da gülüyor, bu da bıyıklı!

    5 dakika geç gelseydiniz ölürdün, dedi murat ismi çok yakışabilecek doktor.
    bu kadar çabuk tepki verecek hastahane olmasaydı ölürdün.
    denizin üstünde arabanla gidiyor olsaydın ölürdün.
    misafirin , canın, kardeşin uçakla gelmeseydi ölürdün,
    o havaalanına değil bu havaalanına gelseydi ölürdün,
    arabanda yalnız olsaydın ölürdün,
    tıkanıklık 1 cm yukarda olsa ölürdün.
    buraya gelirken panik yapsanız,
    kaza yapsan ölürdün.

    gece olsaydı ölür müydüm?
    annem duysa kahrından ölür mü?
    babama anjiyo yapsalardı ölür müydü?
    babam ölmeseydi ben ölür müydüm?
  • rochester general hastanesi'nin "and the beat goes
    on..." adli bulteninden alınmıştır.

    diyelim ki saat 18:15 ve zorlu bir is gununden sonra
    arabanizla (yalniz basiniza) eve donuyorsunuz.
    gercekten yoruldugunuz, sikildiginiz ve cileden
    ciktiginiz bir gununuzdesiniz. birden gogsunuzde
    baslayip, kolunuza ve cenenize dogru ilerleyen
    siddetli bir agri hissediyorsunuz. evinize en yakin
    hastaneden sadece 10 km uzakliktasiniz, fakat o
    mesafeye bile ulasip ulasamayacaginizdan emin
    degilsiniz. neyapabilirsiniz?
    kalp masaji konusunda belki egitim de almistiniz ama
    size ogreten sahis, muhtemelen bu masaji kendi
    kendinize nasil yapabileceginizi ogretmedi...
    son zamanlarda bir suru insan kalp krizine yalniz
    basinayken yakalanmaktadir. yardim olmaksizin, normal
    kalp atisi bozulan ve bayginlik hisseden bir insanin
    bilincini yitirmeden once sadece 10 saniyesi vardir.
    bu durumda kalan sahislar kendilerine, devamli ve
    siddetli bir sekilde oksurerek yardimci olabilirler.
    her oksurukten once derin bir nefes alinmali ve
    oksuruk sanki gogus derinliginden balgam cikarmak
    istercesine derin ve uzun olmalidir. derin nefes alma
    ve oksuruk, yardim gelene yada kalp normal ritmine
    geri donene kadar, durmaksizin her 2 saniyede bir
    olacak sekilde devam etmelidir. derin nefes alma
    akcigerlere oksijen ulastirirken, oksuruk hareketi
    kalbi sikistirarak kanin dolasimini surdurur. kalp
    uzerindeki sikistirma hareketi ayni zamanda kalbin
    normal ritmine donmesine de yardimci olur.
    bu sekilde, kalp krizine maruz kalan kisi, kendisini
    bir hastaneye ulastirabilir.
    yukarıda yazılı bilgilerin daha çok kişiye ulaşması ise belki de kurtarılan yeni yaşamlar demek olacaktır.

    edit:
    http://yalansavar.org/…zine-karsi-siddetli-oksuruk/
  • dünyanın en orospu çocuğu hastalığı. kan pompalayan organın kendine kan pompalayamaması. kendine yetememesi. hepimiz gibi. başkalarını mutlu etmeye çalışırken, kendimizi mutlu edemeyişimiz gibi.

    ben amına koyayım bu hastalığın. en fazla ölüm sebebi. insanı en fazla bu hastalık öldürüyor. bu kadar büyük saçmalık olabilir mi ya?

    için kan doluyken, kansızlıktan ölüyorsun.

    ya da ölmüyorsun. dev bir yara ile yaşıyorsun. çünkü diğer organların aksine kalp hiçbir zaman kendini yenilemiyor. öyle kalıyor o yara.

    fibrozis oluyor.

    bu ne biliyor musun? o kana ihtiyacı olduğu halde kanı alamayan o yer, o kalbinin, o dokusu ölüyor; koagule oluyor.

    yani kuruyup kalıyorsun. bir santim ileride sahip olduğun bütün kan bambaşka yerlere pompalanırken, sen yanıbaşında kuruyup kalıyorsun.

    ve orospu çocukları marifetmiş gibi, patlayan bir nükleer reaktörün üstüne dökülen beton gibi, unutabilecekmişsin gibi gelip oraya beton döküyorlar. o betona da fibrozis diyorlar.

    bir daha çalışmıyor orası. o beton da hep duruyor orada.

    ölene kadar duruyor. hiçbir zaman unutturmuyor kendini. bir ekg çekiyorsun bak orada.

    ölüyorsun; bak orada.

    ve hiçbir zaman eskisi kadar güzel atmıyor kalbin. hep taşıyor orayı. beton amına koyayım, kalpte betonun ne işi var? kalpte betonun ne işi var! atılmıyor. ve sen kalbinde beton ve diğer organlarında bambaşka şeyler taşıyan siktiğimin organizmasında, beynini mutlu edecek bir şeyler bulmak için çırpınıyorsun.

    yazı yazıyorsun mesela. internete giriyorsun kafan dağılsın diye. kafan dağılsın diye neler neler yapıyorsun. en sonunda kafan dağılmayınca, dağıtıyorsun o kafayı. bu sefer fiziksel olarak dağıtıyorsun. parçalarını duvardan kazıyorlar o kafanın.

    şüpheli ölüm olduğun için otopsiye giriyorsun. kalbini yarıp içine bakan adli tıpçı teybe “geçirilmiş miyokard infarktüsü, 3 x 4 cm nedbe dokusu” diyor. yerine koyuyor kalbini. sanki bir önemi varmış gibi aynı yere koyuyor. bilmiyor ki amına koduğum; bilmiyor ki…
  • temiz bir olume sebep olmasi bakimindan diger olumcul hastaliklara tercih ederim kendisini.
    ani ve keskin bir agri , daha ne oluyor lan demeden islem tamamlanmis siz hakkin rahmetine kavusmussunuzdur.
    ne aylar suren tedaviler , ne vucudunuza akitilan bin bir cesit zehir , ne de basucunuzda aglayan yakinlariniz.
    sadece siz ve yeter artik gidiyoruz diyen kalbiniz.

    kalp krizi sonucu olenler allah'in sevgili kullaridir bence.
  • kim ne kadar "sağlıklı yaşam" geyiği çevirirse çevirsin resmen piyangodan çıkan orospu çocuğu hastalıklara tercih edeceğim ölüm biçimi. morfine sığınarak aylarca, yıllarca son nefesi beklemektense "olm iskenderi kuyruk yağıyla yiyeceksin asıl" dedikten sonra fenalaşıp yığılmayı tercih ederim.
  • 8 nisan 2014 salı günü hayata bakış açımı bir miktar daha değiştirmemi sağlayan durum.

    zaten 2014 yılı sağlık yönünden kötü olaylarla başlamış ve periyodik aralıklarla bizi üzmeye devam etmekte iken, o gün şimdiye kadar hiç yaşamadığım bi acıyı hissettiğimi fark ettim.

    ne kadar çabuk değişiyor hayatlar, nasıl bir anda farklı raylara dalabiliyor hayatımızın yönünü tayin eden lokomotif. tam da böyle zamanlarda anlıyor insan.

    işyerinde toplantı halindeyken anneden gelen bir arama, ki yoğunumdur rahatsız olmayayım diye genelde aramamayı tercih eder. benim bu aramayı reddetmemin ardından gelen ikinci arama ve bana olayın aciliyetini farkettiren bu an, bi anlık tereddütle "sanırım acil bi durum var, hiç böyle olmazdı" diyerek toplantı odasını terk edişim ve ardından annemin "hastaneye gidiyoruz, baban iyi değil" demesi, arka plandan gelen ambulans sireninin sesi, bir anda vücudumda akan tüm kanın çekildiğini hissettirmişti sanki. insanın canının, kanının böyle bir durumun tam da merkezinde olması hiçbir acıyla kıyaslanamazmış meğer.

    o afallamanın ardından arkadaşların taksi çağırması ve hastaneye varmamı sağlayacak 20 dakikalık yola çıkacağım o taksiye kadar giderken geçen o 3-5 dakika sanki yok gibi. sanki bünye kendini yönlendiriyor, kafadaki tüm düşünceler, plan, program olgusu yok olup gidiyormuş meğer o anda.

    ve o bitmek bilmeyen 20 dakikalık yol. 5-6 kez annemi arayıp ses tonundan benden sakladığı bir şeyin olup olmadığını tespit etme durumum, sesin gerçekleri anlattığını hissettikten 2-3 dakika sonra "ya doğru değilse" diye tekrar emin olma çabalarım, hiç aklımdan çıkmayacak sanırım.

    belki etrafta yaşanılan onca rahatsızlık, dert ve sıkıntı varken kıyasla küçük çaplı bir sıkıntı olarak görülebilir ama birinci dereceden bir aile bireyinin bunları yaşamasına tanık olmak gerçekten hiçbir acıyla kıyaslanamazmış, belki de ilk kez bunu farkettiğim gündü 8 nisan 2014.

    yapı olarak en kötü olasılıklara karşı tepkisel bir yaklaşım gösteren zihnime öyle şeyler düşündürtmüş, öyle senaryolar geçirtmişti ki gözlerimden bu durum, hastaneye vardığımda sedyeye uzanmış bir biçimde anjio olmayı bekleyen babamı gördüğümde aklımdaki olumsuzluklar aslında çok da kötü olmayan duruma inanmamam için zorluyordu beni.

    zaman geçtikçe, sorunun düzeltilemeyecek bir durum olmadığını algıladıkça sakinleştim, zaten dışardan hep sakin görünüyordum belki ama içimde aklıma onlarca şey getiren o soru yumağı çözülüyordu gitgide.

    başarılı bir operasyonun ardından bir yerinde %99, bir yerinde ise %90 oranında tıkanıklık bulunan kalp ana atardamarına iki stent takıldı. bir gece süren yoğun bakımın ardından sabah babama kavuştuk.

    halbuki ne kalp sorunu vardı, ne de öyle bir şüphemiz. hatta benim hep güvendiğim genler o taraftan gelmişti. 85-90 yaşından önce son nefesini vermeyen, hatta bazıları 110 yaşlarını gören bireyleri içeren bir genetik güvence. ama babama 59 yaşında uğradı, varlığını hissettirdi.

    gerekli önlemler olabildiğince iyi şekilde alındı, ilaçları düzenli kullanmasıyla beraber diğer kalp damarlarında bulunan %50 ve %60 oranındaki tıkanıklıkların da daha iyi hale getirebileceği öngörüldü ama artık kafamda hep bir şüphe.

    hiç yaşlanmayacak gibi görülen babam ve annem bir günde yaşlı görünmeye başladı gözüme, artık eskiden yaptığım ani parlamaları ve kırıcı söylemleri yapmamaya daha bir gayret eder oldum. ne kadar da yanlış olduğuna inandığım şeyler karşısında kendimi tutamama meyilim olsa da insan mecburen törpüleyebiliyormuş bu yanını.

    çünkü o yoğun bakımdayken hep onu kırdığım, üzdüğüm ve onun keyfimiz kaçmasın diye içine atıp tepki vermediği anlar geldi gözümün önüne. her yönden rahat ettirmek için elimden geleni daha da fazlasıyla yapacağım bir dönem başladı benim için. keşke böyle acılar yaşamadan da farkedebilsek ve bizi koşulsuz seven, sayan ailelerimizin bazı olumsuz davranışlarını da kesin yargılarla önlerine koymayıp kalplerini kırmasak.
  • 5 nisan 2011 gecesi benimde geçirdiğim, sonrasında ise kronik arter hastası tanısıyla her gün bir torba ilaç yutmama sebep olan sağlık problemidir.

    4 nisan akşamına varana kadar olan 27 yıllık ömrümün büyük bir bölümünü sigara içerek geçirdiğimi baştan belirtmeliyim. lise çağlarımda günde tek tük diye tabir edebilirim sayıyı ama üniversitede özellikle de üçüncü sınıftan itibaren sigarayı günde iki pakete çıkartmıştım. arada da pipo harmanlayıp, içiyordum. içtiğim sigara da öyle hafif light bi zıkkım değildi haliyle. sona doğru sigarayı üç pakete çıkarttım, artık birini söndürmeden diğeriyle devam ediyordum genellikle. sigara hayatımdaki en önemli yeri tutuyordu. içki bile sigaranın yancısıydı benim için. kalp krizi geçirdiğim geceye kadar en ufak bir ağrı, sızı, yanma vesaire hissetmedim. o gece saat bire kadar mekanda takılıp eve geldik ve yatmadan önce biraz televizyon izleyim derken sevdiğim bir şey vardır yeşil elma yemek. elma yerkenki aceleciliğim ömrü hayatımda hiçbir işimde mevcut değildir. elmayı yerken nişanlım hatta bana “yavaş ye, boğazına duracak” dedi. elmayı yedikten beş dakika sonra falan yatağa girdim. uykuya dalarken tam bir ağrı belirdi göğsümde, bir terslik vardı. normalde doktora gitmek, hastaneye gitmek falan hiç sevdiğim bir şey değildir. nişanlıma; “ambulans çağır” dedim. çağırdık, gelmedi bu ayrı bir mavranın konusu dava süreci devam ediyor.

    yunusemre devlet hastanesi kendi imkanlarımızla gittik. çünkü telefondaki hemşire bize öyle dedi. hastanız yirmi yedi yaşında, içki içmiş ve şikayetleri yaşına uygun değil müsait ambulansımız yok dedi kadın. gittik. ben hala kafamın içinde bir elma durması bu kadar can yakar mı yahu diye düşünüyordum. canım çok yanıyordu, göğsümün üstüne fil oturmuş gibi bir his vardı. o lanet elmayı yavaş yemeliydim diye düşünüyordum, yavaş yemeliydim. nişanlım, yanlışlıkla hastanenin acil ambulans girişinden girdiği için hiç sıraya sokmadılar, triyaj denilen meretle uğraşmadık hemen bir sedyeye yatırdılar ve ekg çektiler. doktor, hemşireye hasta mı (emay), icapçı kardiyologu çağırın, morfin getirin dedi. emayın ne zıkkım olduğunu yine zıkkım md house yüzünden biliyordum doktora ben daha 27 yaşındayım kalp krizi geçiriyor olamam dediğimi çok net hatırlıyorum. o sıralarda hatırlamadığım bazı anlar var, gözümü kapanıyordu başımda on tane insan, sürekli koşuşturuyorlar, bir şeyler yapıyorlardı. göğsüme vurdukları o meretten sonra inanılmaz bir rahatlama geçirdim. bütün kaslarım sanki uzun bir koşudan sonra yere yığılan maratoncunun relaks anı gibiydi. o hissin hazzını asla anlatamam. ağrı geçmişti. sonra beni bir sedye ile kardiyolojiye götürdüler, gecenin üçüydü ve nişanlım ve yakın arkadaşım kapının önünde kalmışlardı, ben ise içerde doktor ve bir teknik personel geldiler. bilincim yerinde mi diye bana birkaç soru sordu ve bir belge imzalattı sonra da tıkanan damara bir stend taktılar ama önce bir balon patlatma mevzuları vardı ki, doktorum sağ olsun ağzı biraz bozuk, teknik personel de keza onun nazını çekiyormuş onu anladık. bu arada, daha sonradan doktorumdan öğrendiğime göre kalbim iki defa durmuş ve birinde kalp masajı diğerinde ise şok cihazıyla geri getirmişler. geri gelenlerdenim ben de.

    sonra anjiografiden çıktığımı hatırlıyorum, nişanlım yoğun bakımın kapısında ağlarken görmüştüm gözlerim yarı aralıkken. bu kadın niye ağlıyor acaba diye düşündüm aslında bir anlık, kendime hala yakıştıramıyordum kalp krizi fikrini. sonra üç gün yoğun bakımda uyutmuşlar beni, hayal meyal başıma gelip giden simaları hatırlıyorum. annem geldi, gözlerinde korkuyu ve şaşkınlığı çok net hatırlıyorum. dördüncü gün beni servise çıkarttılar, yedi gün de serviste müşahade altında kaldım. doktor genç yaşta geçirilen kalp krizlerinin, ilerki yaşlarda geçirilenlere nazaran çok daha tehlikeli olduğunu ve öyle hemen salamayacağını söyledi durdu, ben de bekledim. insan, ölüp dirilince farklı şeyler hissediyor ilk başta, hayatta almayacağı kararları alıveriyor mesela sigarayı bırakmak. benim tabirimle ara vermek ölünceye kadar ara verdim diyorum kendime, çünkü bırakmak diye bir şey yok.

    her ay kontrole gidiyorum, günde üç tane kullandığım ilacım var. ef değeri yüksek olduğu için kalp krizimin tansiyon ile birlikte % 61’lik engelli raporum var. ileride erken emeklilik için yani malulen emeklilik için işime yarayacak. ama sağlık gitti, sigarayı bırakınca ve senoloc denilen ilaç yüzünden gerçekten sağlam kilo aldım. nereden baksan kemiksiz +20 kilo o güne göre. kilo vermek için spor yapmak gerek, hızlı yürümek bile yasak. benim hayatımı kurtaranlardan biri olan nişanlımla evlendiğimiz gün benim yaptığım tek şey, imza atmaktı mesela. o kadar sakinleştirilmiş bir hayatım var. doktor, erken yaşta kalp krizinin ilerki yaşlarda kalp yetmezliğine sebep olduğunu ama bende çok şükür şimdilik öyle bir ihtimal olmadığını, kalbin ölü dokusunun fazlalığına rağmen atrioventriküler bilmem nedeki hasar bile çok etkilemeyecek seni dedi. buna bile seviniyor, her doktor sonrası valideye, hanıma direkt olarak hesap veriyoruz.

    ınanılmaz bir acı, inanılmaz bir ağrıydı. hayatımın en kötü gecesiydi ama oldu bitti. şimdi geçmişe bakıp, bok vardı o kadar sigara içecek diyorum kendi kendime. günde bir paket neyine yetmiyordu, bir taraftan da doktorun söylediği geliyor aklıma, ölmediysen iyiki erken yaşta geçirmişsin, 45 ile 50 arası kurtulma şansın hiç ama hiç olmazdı şimdi en azından ilaçlar sayesinde stabil bir hale getirdik kalbi diyor. vay arkadaş, az kalsın 27’likler kulübünün bir üyesi olacaktım. az kalmıştı, almadılar içeri.
  • sigarayı 1 yıl önce bırakmış, alkol tüketimini azaltmış, ekmek, hamur işi, şeker, kızartma, kuru yemiş ve meşrubatların tümünden vazgeçmiş, her gün düzenli sporunu yaparak ve 15 kilo vererek kolesterolünü 300'lerden 180'lere düşürmüş ve yaşamı boyunca sporun içinde olmuş şahsımın 31 yaşında tecrübe ettiği illet.

    yapılan anjiyo sonucunda ömür boyu kullanılacak 3 adet ilaç yazıldı. en kötüsü de, gün itibariyle yapılan son testin sonucunda, genetik olarak potansiyel kalp krizi hastası olduğumu ve bunun için de yapılacak çok fazla bir şeyin olmadığını öğrenmem. verecek veya alacak pek tavsiyem yok yani.
  • 27 ekim 2023 21:45'de deneyimlediğim rahatsızlıktır.

    biraz uzun bir yazı olabilir.

    6 yaşındaki oğlum ve 2,5 yaşındaki kızımla eve giderken kızım arabada uyudu, kızımı sırtıma alıp eve yöneldim. eve girmek üzereyken ilk önce ayaklarımda ciddi bir güç kaybı oldu, sanki bir anda dizlerimin bağı çözüldü sonrasında boğazımın son boğumunda tarifsiz bir yanma hissettim. kucağımda kızım olduğu için zar zor kapıyı açıp onu yatağına yatırabildim. eşimin şehir dışında oluşu her şeyi tek başıma yapmamı gerektirdi.

    önce tansiyonumun düştüğünü zannettim, tansiyonumu akıllı saatimle ölçtüğümde normal ölçüm yapamadı ilk sorunu burada anladım. sonrasında satürasyon değerimin hızla düştüğü fark ederek ekg çekmeye karar verdim. akıllı saatim afib (atriyal fibrilasyon) ölçümü yapınca vakit kaybetmeden saatimden önce 112'yi sonrasında çocuklar için babamı aradım. (samsung watch 5 kullanıyorum, sırf saat ölçüm yaptı diye zırt pırt panik olmayın, akıllı saatler sadece yardımcıdır herhangi bir teşhis için kullanılması doğru değildir, ben genel eğitimim ve deneyimim sayesinde doğru kararlar aldığımı düşünüyorum.)

    bu süre zarfında nefes alışverişim çok hızlandı kısa ama hızlı bir şekilde nefes alıp vermeye başlamıştım. el parmaklarım karıncalanmaya ve boğazımın son boyumu daha fazla yanmaya başladı. daha öncede bir çok acı çeşidi denedim ama kalp krizi sırasındaki yanma hissini ölçekleyecek olursam daha önceki tüm deneyimlerimden en az 5 kat fazlaydı diyebilirim. sonrasında bilincimi kaybederim çocuklar yalnız kalır düşüncesi ile karşı komşumu eve çağırdım.

    5 dakika içerisinde ambulans geldi, bir doktor ve bir att sakin bir şekilde sorunumu, tc numaramı ve sigortamı sordu bu süre zarfında att satürasyon ve tansiyon bakarken doktor telefonundan bir form doldurmakla meşgul oldu. doktora neyim var dediğimde bana "panik atak" geçirdiğimi evime çok yakındaki bir özel hastaneye götüreceği merak etmemem gerektiğini özel hastanenin herhangi bir ücret talep etmeyeceğini söyledi.

    o noktada bilincimin kapalı olmaması sayesinde içinde bulunduğum duruma bakarak sağlıklı kararlar alıp uygulamam gerektiğini fark ettim. sanki tek problem özel hastanenin faturasıymış gibi doktorun lakayt tavrı hem de o kadar acı çekerken beni kendime getirdi. "panik atak" tanısı ile acil doktoruna gitmem demek ölümle eşdeğer bir tanı olurdu. götürmek istediği hastanede sadece acil doktoru nöbetçi kalıyor herhangi bir uzman doktor veya kardiyoloji hocası yok dolayısı ile özel hastane acilinde bana yapacakları tek müdahale sakinleştirici bir iğne ve sakin bir ölüm.

    merdivenleri komşumun yardımı ile inerken annem ve babam geldi çocuklarımı onlara emanet ederek ambulansa ulaştım. doktora defalarca araştırma hastanesine gitmek istiyorum dememe rağmen şoföre özel hastanenin ismini verince kibarlığımdan vazgeçtim. telefonumu çıkararak ahbabım olan kardiyoloji bölüm başkanını hoparlörden arayarak durumumu kısaca izah ettim. hoca telefonu kapatmadan beklememi ve çok acil bir şekilde aspirin çiğnememi tembihledi yanımdaki ambulans doktoruna bir kaç şey söyledi. bunun üzerinde nihayet ilk müdahale geldi ve ağzıma çiğnemem için bir ilaç verdi, sonrasında şoföre araştırma hastanesine gitmesini söyleyerek yola çıktık. sanırım ilk krizin başından itibaren 15-20 dakika geçmişti.

    hoca hoparlörden sakin olmamı çok iyi bir kardiyologun bu gece nöbetçi olduğunu doktoru bilgilendirdiğini ve acilde beni beklediğini söyledi, hızlı bir şekilde hastaneye girdik, sanıyorum 8-10 dakika daha geçmişti. ambulans içinde damar yolu açıldı seyyar defibrilatör cihazı ayak ucuma yerleştirildi.

    acile girer girmez hoca ve asistanları sağ olsunlar müdahale ettiler, birden başımda 8-10 kişi toplandı kimi kan alıyor kimi vücuduma bir şeyler bağlıyor hepsi elinden gelen gayreti gösteriyordu. ilk defa o an ölüm aklıma geldi, ölüyor muydum, ilk defa o an durumumun vahameti beni ürkütmüştü.

    hoca hemen anjiyografiye alıyoruz demesi ile ve beni hızlı bir şekilde acilden çıkarıp koridorlardan geçirmeye başladılar. insanların özellikle bu kadar deneyimli uzmanların yüzündeki panik benim için zamanı durdurmuştu. koridorlar ve açılan kapılar bir türlü bitmek bilmiyordu tüm süreç boyunca en uzun zamanı koridorlarda geçiriyordum sanki.

    hastaneye geldiğimden beri ilk defa konuştuğumu hatırlıyorum.

    "hocam ölümden korkmuyorum fakat benim kızım daha 2,5 yaşında ölürsem beni hatırlayamaz. kendimi sizin ellerinize teslim ediyorum, lütfen ne gerekiyorsa yapın."

    hoca kısa ve öz bir cevap verdi.

    "merak etme bu gece ölmeyeceksin, en kötüsünü atlattın"

    sağlığıma kavuştuğumda bu konuşmaya geri döndük hayatımı kurtaran hoca ile bana şöyle bir istatistik verdi. benim durumumdaki genç hastalarda (40-45) ölüm oranı %90. bu hastaların yarısı ilk dakikalarda ex olurken, yarısı ambulansta veya hastane yolunda ex oluyormuş. kalbimizin güçlü oluşu genel sağlık durumumun çok iyi oluşu ve genel olarak bu durumda ne yapmam gerektiğini bilmem beni o şanslı %10'un içine dahil etmiş.

    anjiyoya girer girmez hoca işleme başladı ve kasıktan kalbime doğru tekrar nefes almamı sağlayacak o çelik örgü pıhtıya doğru ilerledi. bilincimin hala olması ve merakım sayesinde tüm aşamaları hocanın takip ettiği ekrandan takip edebiliyordum. kroner arterim üstelik tüm kalp damarımı besleyen ana girişteki lezyonu görebiliyordum. pıhtı kan akışını %100 kapatmıştı.

    (yakın zamanda mutlaka duymuşsunuzdur beynine pıhtı attı gitti, koluna pıhtı attı felç kaldı diye. pıhtı atması genel olarak damar içinde katılaşan kanın serseri bir mayın gibi damarlarınızda gezmesi ve hayati organlarınızı besleyen damarlarda sıkışarak o bölgeye kan akışını engellemesidir. pıhtının vücudunuzda hangi bölgeye gideceği ise tamamen rastgeledir. o anki kan basıncınız yani tansiyon değeriniz, ayakta veya yatıyor oluşunuz, alkollü ve ilaç kullanıyor olmanız pıhtının ulaşabileceği alanı değiştiriyor.)

    ne garip diye düşündüğümü katılıyorum mm boyutundaki bir kan pıhtısı beni öldürüyor ve ben dünya üstünde beni kurtarabilecek yegane yerde o mm'lik pıhtı ile teknoloji ve eğitim sayesinde savaşabiliyorum. hoca birazdan senin rahatlatacağım diyerek ani bir kararla damardan çıkıp ekipmanı değiştirdi tüm süreci ve çelik örgü ekipmanı damarlarımda hissedebiliyordum. yeni ekipmanla tekrar kroner artere ulaştı ve pıhtıyı dağıtarak o bölgeye bir stent yerleştirdi, sonrasında nefes alış verişim dakika dakika düzelmeye başlamış, kriz geçirmeye başladığımdan andan itibaren tahminen 45 dakika kadar geçmiş ve nihayet kriz sona ermişti.

    bu gibi durumlarda ilk 60 dakika çok önemli, 60 - 120 dakika içerisinde kalp tekrar beslenmeye başladığında kalıcı bir hasar oluşmuyor 120 dakikayı geçen durumlarda ise kalbin oksijensiz kalan bölümü maalesef ölüyor, ve bir daha eski haline dönemiyor.

    her ne kadar rahatladığımı hissetsem de ölüm veya felç kalma riskimin henüz bitmediğini 48 saat sonra öğrendim. o pıhtıyı dağıtmışlar kan akışını normale döndürmüşleri ama pıhtı bir serseri mayın gibi damarlarımda yol almaya devam ediyordu. en kötü olasılık beynime ulaşması ve bir takım nörolojik rahatsızlıklara zemin hazırlaması ani ölüm veya felç geçirmemdi.

    beni hızlı bir şekilde hayatımda ilk defa girdiğim bir yere aldılar "1.basamak kroner yoğun bakım"

    pencere yok, saat yok, başka hasta yok. tenimde bir çok cihazın varlığını ve lanet olası hasta başı monitörünün sadece filmlerden aşına olduğumuz o dıt dıt sesinin vermiş olduğu çaresizlik hissini ömrüm boyunca unutamam. sanırım beni psikolojik olarak yıkan ve sürecin en başından beri gardımın ilk defa düştüğü yer yoğun bakım oldu.

    çok yorgundum, sağlıklı bedenim kalbimin 45 dakika oksijensiz kalmasına rağmen beni hayatta tutmuş ama çok yorulmuştu. kendimi bırakmak gözlerimi kapamak istedim fakat gözlerimi kapatırsam tekrar uyanıp çocuklarıma kavuşamam düşüncesi kendimi bırakmama engel oluyordu. ölüme karşı koymaktaki tek ve en büyük motivasyonum kesinlikle oğlum ve kızım oldu.

    pıhtıyı dağıtabilmek için çeşitli ilaçlar vermeye başladılar, o süre zarfında zaman algım tamamen kayıp oldu, gece olduğunu biliyorum ama saat ikimi yoksa beş mi hiç bir fikrim yok. yoğun bakım ünitesinde tüm ışıklar açık kapatmıyorlar, lütfen deseniz de kapatmıyorlar.

    ilk ziyaretçim eşim oldu akademisyen olmasının avantajı ile bir şekilde yoğun bakıma girmeyi başarmış, ilk sorusu "nasılsın" oldu.

    kızım 2,5 yaşında ve bazen gece uyurken altına kaçırabiliyor, alıştırma sürecindeyiz. dolayısı ile uyutmadan önce mutlaka tuvalete götürüyoruz, sonra saatler 00:00 gösterdiğinde yarı uykulu bir halde tekrar.

    eşime ilk sözümün "kızımızı tuvalete götüremediğimi, mutlaka götürmesi gerektiği" olduğunu bana sonradan söyledi. sonra biraz uyuduğumu sanıyorum.

    o gece ölümü 3.kez atlatacağımı bilmiyordum.

    ilki geçirdiğim kalp krizi, ikincisi şüphesiz ambulans doktorunun yanlış teşhis ile (panik atak) beni özel hastaneye götürmek istemesi. üçüncüsü ise bildiğiniz devlet malzeme ofisinin kalitesiz malzemesi kateter. evet üç kuruşluk damara girmek için kullanılan plastik bir parça beni az daha kan kaybından öldürüyordu.

    zamanı tam olarak tayin edemiyorum fakat sanırım anjiyodan 4-5 saat geçmişti ki yoğun bakımdaki yatağımda yarı baygın bir şekilde altımı ıslattığımı düşündüm. bin bir güçlükle üzerimdeki çarşafı kaldırdığımda yatağımın görebildiğim tüm kısmının kan ile kaplı olduğunu fark ettim. kalçalarım bacaklarım sonrasında ellerim her yer kan gölü olmuştu.

    panik ile hemşire diye bağırdım ve hemşire koşarak geldi. durumu anlattığımda hemşire hızlı bir şekilde çarşafı tamamen kaldırdı. yüzündeki o ifadeyi ömür boyunca unutmam mümkün değil.

    aslında olan şey anjiyo için kasıktan atar damara (femoral arter) girilirken kullanılan ve sonradan isminin kateter olduğu öğrendiğim plastik parçanın üst kısmının kırılması neticesinde atar damarımdaki tüm kanın yatağa boşalması iken,

    hemşire açısı, tamponların ve kan yoğunluğunun yanlış yönlendirmesi neticesinde kanamanın direkt olarak atar damardan (femoral arter) geldiğini düşündü ve kanamayı durdurmak için damara elleri ile şiddetli baskı uygulamaya başladı. bu sırada ben yatar pozisyonda olduğum için kanamanın direkt olarak damardan değil kateterin ucundan geldiğini görebildim, damara baskı uygulaması kan akışını kesmiyordu çünkü kan direkt damarın içine yerleştirilen kataterden geliyordu.

    hemşireyi uyarmaya çalıştım ama panik halinden beni çok dinlemedi ve doktora seslenmeye başladı. hocanın asistanlarından birisi koşarak geldi tam müdahale edecekken sesimin tonunu arttırarak "hocam bir dakika" dedim. sonrasında sakin bir şekilde "kan kataterin ucundan geliyor damardan değil" diyebildim.

    asistan hoca hemşireye elini çek dedi, tamponları kaldırdı ve kateteri nihayet gördü. "kataterin ucu kırılmış çıkarıyoruz" diyerek plastik parçayı damarımdan çektiler ve tampona devam ederek kanamayı tamamen durdurdular. sonra kan kaybından olacak nihayet gözlerimi kapadım. sonradan öğrendim 3 ünite kan takviyesi yapıldığını.

    azrail 27 ekim son saatlerinde ve 28 ekim ilk saatlerinde 3 kez denedi.

    48 saatlik yoğun bakım sürecinden sonra normal kata çıkabildik, 2. kez anjiyo olarak damarlarım tekrar kontrol edildi, hepsi %100 açıktı ve pıhtı tamamen dağılmıştı. 27 ekim 22:15'de sedye ile girdiğim araştırma hastanesinden 31 ekim 10:30'da 6 haftalık rapor ile yürüyerek taburcu edildim.

    eve ilk girdiğimde çok ciddi bir duygu karmaşası yaşadım. bu evden son kez çıkarken yaşadığım çaresizlik ve teslimiyet duygusu senelerdir beslediğim çelikten benliğimi ve egomu alıp götürmüş yerine sallanan bir yaprak tanesi bırakmıştı. ilk bir kaç gün bedensel ve zihinsel yorgunluğum ağır bassa bile kendimi toparlamalı ve eski motivasyonumu geri kazanmalıydım.

    şu anda çok iyiyim 10 günlük istirahat sonrası günde 4 saat çalışmaya başladım bile, dün kontrole gittiğimde kalbimin kendisini toparladığını ve durumunun çok iyi olduğunu öğrenerek sevindim.

    tüm süreç boyunca bütün sağlık çalışanları elinden gelenin (ambulans doktoru hariç ama onu affettim) en iyisini yapmak için gayret gösterdi hepsine ayrı ayrı minnet duyuyorum. bundan sonra eskisi gibi sağlıklı beslenmeye spor yapmaya ve günde en az 10.000 adım atmaya devam edeceğim.

    lütfen belli aralıklara kardiyo kontrollerinizi yaptırın ve sağlıklı bir yaşam tarzı benimseyin.

    her şeye rağmen yaşamak güzel şey.
  • an itibariyle önümdeki hastanın geçirdiği hede.

    insanımız gerçekten nasıl bu kadar bencil ve şerefsiz anlayamıyorum.

    sağlık raporu almak için bir semt polikinliğine geldim. bir adam sırasını bekliyor ama konuşamıyor, eliyle göğsünü tutuyor ama başkaları adama sırasını vermiyor, muayeneye giriyor.
    adamın sırası geldiğinde yere yığılıyor ve yüzü mor, elleri buz gibi.

    ben bile adamın kalp krizi geçirdiğini anladım, doktor hala nabız sayıyor, gözlerine bakıyor, bi daha nabız kontrolü yapıyor. 5 dakika sonra kalp masajı yaptı ama suni teneffüs yapmadı. belki doğru müdahele o değildir ukalalık yapmayayım ama yavaş reaksiyon verdi gibi geldi bana. defibrigatör getirin diye bağırıyor, koridordaki evrak bölümündeki kadın mal mal bakıyor. tekrar defibrigatör diye bağırdı hala getiren yok. artık dayanamayıp ben bağırdım defibriigatör getirsene diye, koşa koşa gitti gerizekekalı. ilk cihaz çalışmıyor muydu bilmiyorum çünkü ardından 3er dakika arayla 2 tane daha aynı cihazdan getirildi. ilk müdahale kim bilir kaç dakika geç yapıldı. göt içi kadar polikinlik odası içine doktorlar girmeye çalışıyor, sedye kapıdan sığmıyor, koridorda ağlayan eşi ve çocuğu bi yandan, 2 dakikada cehenneme döndü ortalık.

    umarım kurtarabilirler adamı.

    edit: doktorla konuştum, adam öncesinde kalp krizi şüphesiyle acile gitmiş, kalp krizi değil bu, göğüs hastalıklarına git demişler, yarım saat içinde olan durum bu. o acil doktorlarının diplomalarını bi taraflarına sokması lazım.

    adamı hayata döndürmüşler. beyin hasarı var mı henüz belli değil.
hesabın var mı? giriş yap