• beynimden tırsma sebebim. şöyle ki;

    1.5 sene kadardır alıştım oldukça sık kabus görmeye. hatta kendisi tanım gereği "kötü rüya" olduğu için, artık kabus olarak değil, sadece rüya olarak algılamaya başlamıştım. gün aşırı göre göre hayatın parçası olarak geliyor bir süre sonra, kalktıktan 5-10 dakika sonra da hatırlamıyorsunuz bile.

    dün gece gibi, yine bir kabus gördüm, ama değişik biraz;

    rüyamda orta yaşlarda bir insanım, ve bu insan kabus görmeye alışık değil. rüyamda bu insan olarak uyuyorum, ve bu insan ha bire kabus görüyor. uyanıyor tekrar uyuyor. yine kabus görüyor. çoluğu çocuğu ölüyor filan rüyasında.

    yahu tamam, ben kabus görmeye alışkınım da, kabus görmeye alışkın olmayan bir insan olarak kabus görmeye alışkın değilim ama?!?!

    ağzıma sıçıldı afedersiniz sabaha kadar...
  • "herkes kendi kabusunu görür. bir kabusu kabus yapan ondaki aktarılamayan noktalardır. başkasına anlattığın şey kabus değildir artık."

    emrah serbes
    afili filintalar
  • --- dikkat, ekşi macera kabus'un bir bölümüdür! şayet buraya bir "bkz" vasıtasıyla gelmediyseniz lütfen (bkz: #17201743) ---

    pencereme vuran yağmur damlalarının çıkardığı sesleri duyuyorum. çoktan uyanmış olmam gerektiği halde gözlerimi açmadan yarı uyku halinde kalmaya devam etmek hoşuma gidiyor. bu pazar günü oldukça sıkıcı geçecek buna şüphe yok. öyleyse uyanmanın manası ne diyerek rüyamda kendimce felsefi monologlar kuruyorum.
    o esnada birden önümde bir masa beliriyor. üzerinde bilgisayarım. bulunduğum yer oldukça aydınlık ama ne hikmetse bilgisayarın olduğu yer ürkütücü bir karanlığa bürünmüş. yaklaşıyorum merakla. karanlık kömür renginden beter hale geliyor, zifiri resmen. yukarı baktığımda bunların kara bulutlar olduğunu görüyorum. geldiğim yöne bakıyorum, artık orası da aydınlık görünmüyor.
    korkuyor olsam da yürümeye devam ediyorum. bilgisayar başına oturduğumda ekranda ekşi sözlüğün açık olduğunu görüyorum. can sıkıntım gider gibi oluyor, elim gayri ihtiyari fareyi arıyor, masada yok?! klavyeye bakınıyorum, ondan da eser yok. sayfa kendi kendine yenilenip duruyor ama ben hiçbir şey yapamıyorum. belki de monitör dokunmatiktir diyerek onu elliyorum, hiçbir şey olmuyor. o esnada kara bulutların etrafımı sarmaya başladığını fark ediyorum ama yerimden kalkmıyorum. inatla bir şeyler yapabilmek için uğraşı veriyorum. belki bir yardım çağrısı gönderebilirim sözlük üzerinden diye bile düşünüyorum. etrafım tamamen sarılıp, boğulmaya başladığımda bir ıslaklık hissediyorum işaret parmağımın üzerinde. çok geçmeden kara haber gibi ulaşıyor ıslaklığın nedeni beynime… parmağım erimeye başlıyor, bulutlardan düşen damlalar arttıkça ellerim, kollarım delik deşiyor oluyor. saklanmak için masanın altına girmeyi düşünüyorum, bakıyorum masanın altı tamamen kapatılmış. etrafı görmeye çalışıyorum ama nafile, “koş” diyor mantığım, kalbim “bunlar da geçecek bir gün diyor”. yukarıdan bir çığlık kopuyor, korku ve merakla yukarı bakıyorum. masanın üstüne düşen siyah saçlı kadın bedenini gördüğümde korkuyla yerimden zıplıyorum!
    mantığım merakımı tuş etmiş olsa gerek. korkuyla, endişeyle ve heyecanla yataktan zıplıyorum. şöyle bir etrafıma bakıyorum. duvardaki küçük emrah posteri aynen bıraktığım gibi duruyor, mustafa sandal’a herhangi bir zeval gelmemiş.
    enteresan bir biçimde yüzümü yıkayıp uyanmaktan çok gördüklerimi unutmadan sözlüğe yazmayı düşünüyorum. nefesim düzelene kadar yatakta oturur vaziyette bekliyorum. bir süre sonra normale dönüyorum.
    yatağın karşısında bulunan plastik mutfak masası üzerindeki bilgisayarıma yöneliyorum. gece bazı filmlerin dvdrip’lerinin torrentini eklediğimden bilgisayarım açık. crt monitörümün üzerinde yanıp sönen yeşil düğmesine tıklamam kâfi geliyor. önce güp, arkasından çıt sesi çıkartarak açılan ekranda mozilla firefox içinde açık ekşi sözlük karşılıyor beni. çok pis teması çok temiz görünüyor bugün bir kez daha gözüme. önce bugüne tıklıyorum, şöyle bir bakınıyorum ama enteresan bir şey çarpmıyor gözüme. sonra kolay açılsın diye içinde bir entry olan herhangi bir başlığa tıklıyorum. sayfa yenileniyor, o anda sağ taraftaki turuncu mesaj lambasının yandığını fark ediyorum...

    · boşver mesajı, rüyayı unutmadan kayda almam gerek/(bkz: #17201814)
    · merakla mesaj kutusuna tıklarım/(bkz: #17201820)
  • en gerçek rüya, çünkü siz bile bilmiyorsunuz neyden bu kadar kortuğunuzu, çünkü siz bile asmışsınız beyninizin vestiyerine onu, giymeye götünüz yememiş, çıkarken alırım bir ara demişsiniz. o durmamış orda, çıkıp askılığından yavaşça sarmış sizi arkanızdan. ve patlama, en beklenmedik anda, dinleneyim diye yattığınız uykunuzda, kim bilir belki yaşayayım artık diye uyandığınız rüyanızda, temizliğini yaparken siz beyninizin çöplüğünün, bir bakmışsınız ki sırtınızda. kimse kabusunuz kadar tanıyamaz sizi, bir tek o biliyor çünkü neyden en çok korktuğunuzu. ne ateş ne zebani, cehennem böyle bir şey olmalı diye düşündüm ben hep, hiç uyanamayacağını bildiğin bir kabus. kim biliyor ki zaten, bir gün hiç uyanmayacağız, o zaman nasıl fark edeceğiz bir kabusun içinde olduğumuzu, şimdi nerden belli aslında hala uyanamadığımız?
  • dün gece gördüğüm şey.

    rüyamda pis poke, mavro ve bir kaç arkadaşımız daha aynı evde yaşıyoruz. önce, rüyayı gördüğüm gün kan verdiğim, ayağı kesilen hastanın ölüm haberini alıyoruz. kanım hiç bir işe yaramamış son derece efkarlı dolaşıyorum. evimize sürekli polisler geliyor. polislerin bu ölümle hiç bi ilgisi yok*, asılsız nedenlerle yapılan ihbarlar doğrultusunda sürekli eve gelip abuk sabuk sorular soruyorlar, can sıkıyorlar. ara ara kendimizi bizim yazlığa giden yolda bir arabanın içerisinde buluyoruz. vaktiyle orda iki tane ışık gördük bilinçaltımıza işledi anasını satayım, her rüyada bir uzaylı istilasi, yok efendim uçan daireler, sabahın köründe atılan bombalar *, dandik amerikan filmi senaryoları. ikinci yarısını göremeden uyanıyorum, tiksindim bilinçaltımdan. işte yine aynı yerdeyiz, casper gibi şeffaf şeffaf yaratıklar ellerinde tuhaf alet edavatlarla havada uçuyorlar. mavro’ya “aa bak hayalet” diyoruz, bir gün içerisinde seksen altı farklı şeye verdiği saçmalama tepkisini veriyor. yeniden evdeyiz. kan verdiğim hasta ölmekle kalmamış, adamın bacağı kopmuş, cesedi almaya gelen ailesine iki parça halinde takdim edicez fakat bacak betona sapladığı için bir türlü edemiyoruz, bir telaş koşturmadır gidiyor. o sırada işyerindeki şerrefsiz admin’i görüyorum, sarılmaya çalışıyor lavuk, çakıyorum ağzına yumruğu, gidiyor. arabaya geri dönüyoruz, casper diyip bağrımıza bastığımız, agucuk bugucuk yaptığımız dallamalar tepemize bomba yağdırmaya başlıyor. arabadan inen mavro’ya “abi bombalıyorlar, yapma gitme” diyoruz, bize “saçmalama” diyor. bir şekilde yine evdeyiz. evimizde iki parça halinde bir ceset dururken yine “siz bu evde pul koleksiyonu yapıyormuşsunuz!” gibi gerekçelerle karşımıza çıkan memur beyler oradalar. koltuklara yayılmış hepimize emir yağdırıyorlar. ben son olarak kendimi mutfakta memur beylere kaşarlı tost hazırlarken buluyorum.

    buraya kadar tamam. bu bir rüya. uyurken popomuz açıkta kalabilir, yatmadan önce yemeği fazla kaçırmış, hiç gereği yokken üçüncü sınıf polisiye/bilim kurgu filmlerine göz atmış ve şu güzel bilinç altını bozmuş olabiliriz, çok normal. gelgelelim rüya ve kabus arasında çok ince bir ayrım olduğuna inanıyorum. tek bir nokta ikisini birbirinden ayırıyor. bunu da mutfakta tost yaptığım son karede polis memurundan gelen şu cümle ile anladım:

    “domates var mı?”

    allahımsenkoruyarabbim.
  • death metal çok sevmem. lakin şu an yaşadığım yerden, ağrı'dan death metal grubu çıkmış kabus diye, hem de iyi sayılırlar. oha falan oldum

    http://www.youtube.com/…dr68cmj71kq&feature=related

    basçı, çık aradan lütfen
  • afgan kadın grafiti sanatçısı shamsia hassani ‘nin “kabus” adlı çalışması: görsel
  • bu aralar düzenli olarak gördüğüm yatmadan önce acaba bu gece ne gelecek başıma diye düşünmeme neden olan sinir bozucu rüya..
  • yataktan sıçrayarak uyandım, nefes alamıyorum, hareket edemiyorum. saate takılıyor gözüm, 02:19… pencere açık, rüzgar esiyor, görüyorum ama serinliği hissedemiyorum. ayaklarımı nasıl kıpırdatacağımın farkında bile değilim. sanki bağlanmışım yatağa, sanki yatağin içinden çıkan 2 çift el, ellerimi ve ayaklarımı tutmuş kalmayayım diye çekiştiriyor. bileklerimde hissediyorum acıyı, napıcamı bilemedim.

    gözlerimi sımsıkı kapatsam, kapatsam ne olacak ki… kapattım gözlerimi bu sefer de gözlerim açılmıyor. acı içerisindeyim, bağırmaya çalışıp bağıramıyorum, sesimi duyuramıyorum. nefesim de kesiliyor.

    napabilirim bilmiyorum, kedim geliyor aklıma. belki ayakucumdadır, belki hisseder. o da yok, o da gelmiyor. sonra bütün oda küf kokuyor, mümkün mü böyle kokması? acaba yağmur mu yağdı, toprak mı kokuyor dışardan diye düşünüyorum, bu koku nerden geliyor?

    gözlerimi bir hamleyle açabiliyorum, her yer karanlık. kafamı çeviremiyorum karşılıklı aynalarda birinin yüzünü göreceğim korkusuyla. gözlerimi açmamla kapı kapanıyor pencereyle aynı anda. klostrofobim tavan yapıyor. birisi var evde kalkmalıyım, çıkmalıyım odadan. bileklerim yanmaya devam ediyor ama artık biraz daha hareket ettirebiliyorum, sanki tutan eller yorulmuş artık bırakacaklar.

    bileklerimi artık rahatça hareket ediyor, tek hamlede kurtulacağım yataktan koşarak balkona gidip bağıracağım, tekmelemeye başlıyorum ayaklarımı bütün gücümle, bırak beni…

    ayaklarımla tekme atarak uyandım, dakikalarca nefessiz kalmışım hissiyle. sonra kendime geldim, sanki uykumu almış bütün gece dinlenmiş de sabah uyanmış gibi bi rahatlık var bedenimde. saate baktım 02:19… uyuyalı 1 saat bile olmamış. balkona çıkıyorum nefes almak için, yağmur yağmış mis gibi toprak kokuyor ortalık.

    kabus görmüşüm rüya içinde…
  • gün içinde üst üste yaşanan flashbackler yoluyla kendini hatırlatmaya devam eden çirkin bir rüya çeşididir.
hesabın var mı? giriş yap