• burhan felek istibdat nedir isimli yazısında söyle anlatmış o dönemi;

    tarih kitaplarında, bilhassa ikinci abdülhamid devri için, "istibdat devri” denilir. bunu işitenleriniz olduğu gibi, belki işitmemiş olanlarınız vardır. biz bugün size, bu "devr-i istibdat” denilen devrin ne olduğunu anlatırken, kelimelerin manalarını da vermeye ve bu ismin neden verildiğini de izaha mecburuz..

    "istibdat” demek, lügat kitaplarına göre, kanun tanımayan, karakuşî dedi-ğimiz keyfî idare demektir. gerçekten de abdülhamid devri böyle bir devirdi. durup dururken, kimbilir hangi jurnalcinin ihbarı üzerine bir adamı alırlar, sürgüne gönderir, mallarını müsadere eder, ocağını söndürürlerdi. işte ben ve benim gibiler o devirden bugünkü cumhuriyet cennetine gelebilmiş bahtiyarlardan olduğumuz için, her şeye rağmen bu devri hiçbir şeye değişmeyiz.

    şimdi, "istibdat devrî'nın başlıca vasfı neydi? istibdat devri sessizlik rejimidir. kimsenin sesi çıkmaz. havadan, sudan, “ kalem”deki işlerden, mü-dür beyin halinden, odacının faizcilik yaptığından bahsedilir. sabahleyin çı-kıp "kalem”e gidilir, akşam "kalem den çıkıp eve dönülür. yolda, vapurda daima havadan, sudan, dairedeki işlerden konuşulur. ama memlekette neler olup bittiğinden bahsedilemez. zatenbirçok kimsenin de bundan haberi olmazdı. pek kulağı delik olanlar da, birbirlerinin kulağına fısıldarlardı. dikkat ettinizse, “ kalem” kelimesini burada büro manasına kullandım. o devirde bu kelime gerçekten büro manasına kullanılırdı. resmî dairelerde işi olanlara umumiyetle kâtip denildiği gibi, bu dairelere, “ kalem” demilir ve bu kâtiplere, “ kalem efendisi” tabir olunurdu. insanlar devletten bir şey
    istemek için bugün dilekçe dediğimiz kâğıtlarla müracaat ederlerdi. bunun o devirde adı, resmî dilde istida, halk arasında arzuhal idi. halkın fakir tabakası okuma-yazma bilmediği için, meselâ istanbul'da yenicami musluklarının karşısında arzuhalciler vardı. bunlar, küçük bir para mukabilinde dilekçeyi yazar, sahibine de biraz akıl öğretirdi. o devirde dilekçelere pul yapıştırılırdı. 15 kuruşluk damga pulu ile bir de sonradan ilâve edilen hicaz demiryolu iane pulu... o devirde insanlar bu arzuhallerin peşinde, aylarca o kalem senin, bu kalem benim sürünür dururdu. hiç kimse mesuliyet alıp bir şeye kesin karar veremezdi. nemelâzımcılık, yani yalnız kendini düşünmek bu devrin başlıca vasıflarındandı.

    görünüşe göre, bu devirde padişaha dua, devlete dua, büyüklere duadan başka bir şey yapmayanlar rahat gibi görünürdü. ama kazın ayağı öyle değildi. hiçbir kanunda ve kitapta yazılı olmayan birtakım yasaklar vardı. halk bu yasaklara dikkat etmeyenlerin âkibetini göre-işite, kendini rejime göre şartlandırmıştı. bu istibdat devri’nde bazı hareketler, bazı sözler, bazı kitaplar yasaktı. hiç unutmam, galiba mizancı murat bey’in tarih-i umumî-sinin medhal kısmım havi bir kitabı babam evimizde sandıkların dibine saklardı. bu arada avrupa'ya veya mısır’a gitmek ve bunu istemek pek şüpheli bir hareket ve teşebbüs olurdu. nitekim, büyükbabam çolak süleyman bey, (sol bileğinde rus harbi’nde aldığı bir kurşun yarasmm bıraktığı sakatlık yüzünden alay bey’i süleyman bey’e çolak demişler.) vefat edince babaannem, iki çocuğunu, babamla amcamı alıp mısır’da iyi bir işi olan kardeşi ishak bey’in yanma gider. babam, mahmut ziya bey ve büyükannem hasibe hanım mısır'ın havasıyla pek imtizaç edemezler ama, amca haşan dilâver bey orada hemen bir iş bulup kalır. merhum amcam 85 yaşmda mısır’ın tanta şehrinde vefat ettiği zaman emekli olmuş bir büyük memurdu. babamın mısır'la münasbeti oluşu, daima onun için memuriyette ilerlemeye engel olmuştu.

    istibdat devrinde evlerde veya kulüp, gibi yerlerde toplanmak yasaktı. hemen hafiyeler basarlar ve olanları yakalarlardı. bunların âkibetleri, yaptıkları veya yaptıklarım hükümetin şüphe ettiği suça göre değişirdi. sürgünden kalebentliğe kadar giderdi.

    istibdat devri’nde birtakım isimler yasaktı. bir kere murat ismi yasaktı.
    çünkü murat, hastalandığı için tahtından indirilerek gözaltına alman v. murat’a mensup olmak gibi şüpheler uyandırırdı. yalnız bu iş nereye kadar giderdi? hâlâ elimde bulunan ve 1904'de paris’te intişar etmekte olan “edueation phipique" (beden terbiyesi) isimli fransızca mecmuada o tarihte istanbul’da safvet tiyatrosu’nda tertip edilmiş bir güreş müsabakalarının neticelerini yazarken, pehlivanlardan deli murat adında bir başpehlivanın ismi mecmuada mürekkeple karalanmış olarak türkçe'ye çevrilmiş. kimliklerde bu dereceye kadar tetkikat yapılırmış. bu kitap hâlâ milliyet spor servisi'ndedir. reşat adı da yasak isimlerdendi. ne kadar reşat varsa, hepsi neş’et veya neşat olmuştu. çünkü sultan ıı. abdülhamid'in veliahdı, yani yerine geçecek olan zat, kardeşi veliaht reşat efendiydi.

    osmanlı tarihinde sultan abdülmecid kadar evlâdları padişah olmuş hünkâr yoktur. v. murat, ıı. abdülhamit, v. mehmet (reşat) ve vı. mehmet (vahdettin). yakın tarihin en iyi ve yenilik taraflısı padişahı sultan abdülmecid'di. son derece dindar. fakat gece-gündüz işrete mütpelâ idi. yaşı 40 ı bulmadan vefat etmiştir. saray masraf defterlerinde o zaman çıkan gazetelerin abone bedelleri yazılı olduğuna göre, lisan bilir ve bunları okurmuş.

    istibdat devri'ni anlatırken yakın devrin osmanlı tarihine ilişmemek mümkün olmuyor. biz gene devam edelim. isimlerden yasak olanlar olduğu gibi, meselâ “yıldız” kelimesi de yasaktı. çünkü, sultan hamit “yıldız sarayî’nda otururdu. buranın adını ağıza almak, bir şeye isim takmak, meselâ yıldız şehriyesi demek yasaktı. acaba bütün bunları padişah mı emrediyor veya istiyordu? onu bilmek kabil değildi. yalnız şurayı itirafa mecburum ki, istibdat devri’nde insanların hangi taraftan olduğunu bilmek, pek kolaydı. saraya ve padişaha yahut hafiye zümresine dahil olanların fesleri tablalı kalıp ve açık kırmızı olurdu. bunu gördünüz mü, o zatın kurenadan, yani padişaha yakın olduğunu anlar, ona göre konuşurdunuz.

    bu arada çok şayan-ı dikkat bir zatı zikretmeden geçmek mümkün değildir. o da serhafiye —galiba— celâl paşa adındaki halûk ve hayırhah kimsedir. celâl paşa, kırmızı fesiyle eski tokatlayan sokağı'na bakan kahvesinde oturur,beyoğlu’nu seyreder ve pek çok olan ahbaplarıyla görüşürdü. sultanhamit’in bu zata hem itimadı, hem de hürmeti vardı.

    istibdat devri’nde dediğim gibi, beş kişiden fazla kimsenin bir yerde toplanması istibdat zaptiyesini kuşkulandırırdı. bunları da, ekseri komşuları haber verirlerdi. o sebepledir ki, mahalleliler ve eş-dost, mahalle kahvelerinde veya kıraathanelerde toplanıp sohbet ederlerdi. meselâ bizim ihsaniye mahallesi’nin toplantı yeri, çiçekçi kahvesi'ydi. oranın devamlı müşterileri babam şair talât bey, seryaver halil paşa hattat ve tuğrakeş hakkı bey ve onun pederi hattat ilmi efendi (bu zat âli paşa’nm kütüphane memuru imiş) adliye evrak müdürü memduh bey hastalar ağası hacı raşit bey’in damadı selahattin bey, vs. bunlar da yatsı ezanı okundu mu evlerine giderlerdi. düğün ve sünnet düğünü gibi kalabalık toplantılar evvelden haber verilip izin alınırdı. orada da yemekiçmekten, çalıp-oynamaktan başka şey yapılmazdı. zaten kapılar da herkese açık olurdu.

    bu yazımızı bitirirken, “istibdat devri” denilen keyfî idare devirlerinin ayırıcı vasfının sessizlik olduğunu hatırdan çıkarmayın. nerede de sessizlik varsa, orada istibdat, yani keyfî idare bulunduğuna tereddütsüz hükmediniz. biz, o devri yaşamış olanların çocukları olduğumuz için, bugünkü şu karmakarışık, fakat her şeyin söylendiği —hatta lüzumundan fazla sesli— devri nimet
    olarak vasıflandırırız. "cefayı çekmeyen âşık, safanın kadrini bilmez”... elhak öyledir. biz, cefa çekenlerdeniz. onun için de istibdat devri’nin tarihçesini bilerek yazarız. okuyup ibret alanlara ne mutlu!

    bu yazımızı ziya paşa’nın terkib-i bend’inden şu beyit ile bitirelim:

    “zalimlere bir gün dedirir hazret-i mevlâ.
    tallahi likad aserek allâhi aleyna. ”
  • zorbalık; baskı yönetimi. kşz: inzibat
  • baskı ve yasak donemidir. ii abdulhamit'in 1877-1908 yılları arasında i.meşrutiyet'e son vererek uyguladığı baskıcı ve yasakçı dönemdir (bkz: istibdat dönemi)
  • ilk çok beğenildi demek ki ikincisini istedi halk
  • yaşadığımız dönem.
  • istibdat sözcüğünün arapça asıl karşılığı "başlı başına olma,bağımsız olmadır".yani hükümdarın istibdatı dendiği zaman,bunun anlamı "zulmü" değil, hükümdarın kendi dışındaki güçlerin etkisi altında olmaması,onlardan bağımsız olması anlaşılır fakat halk arasında bu sözcük yanlış benimsenip 2.abdülhamit'in halka hiçbir hak ve özgürlük tanımadığı söylenmekte ise de bir çok örnek bunun yanlış olduğunu kanıtlar niteliktedir.

    2.abdülhamit,mithat paşa'ya yolladığı anayasa ile ilgili hatt-ı hümayunun'da baskı yönetiminin bir çok hata ve yolsuzluklara yol açabileceğini vurgulamış ve bu düşünceyle anayasayı ilan ettiğini belirtmiştir.anayasaya karşı değildi fakat halk yeterince eğitim görmediği için henüz kendi kendini idare etmeye hazır olmadığını düşünüyordu.bu konudaki düşüncelerine şöyle açıklık getirmiştir:
    "insan karakteri genellikle fenalığa eğilimlidir.bir adamın kabiliyeti neyse ona göre davranılır.eğer zulüm ve yolsuzluğun gerçekten önü alınmak için bir çare düşünülür ise o çareyi dahi genellikle halkın hürriyet yeteneklerinden ve efkar-ı kanuniyelerinden beklemekten başka yol yoktur.bir adamın yeteneği ne ise onun hakkında edilecek muamele dahi ona göre olmak zorundadır.bir miskin adama, bir hamala, bir esnafa,olgun bir insana yapılacak davranış bunların hamallığı,esnaflığı ve erdemleri ve olgunlukları oranında olur.böyle olmayıp da hepsine birden eşit bakışla bakmak ve ona göre davranmak geçerli olmaz."
    hürriyet-i kanuniye" yazısı da şu şekildedir:
    "her halkın gördüğü muamele uygarlıkça sahip olduğu yetenek oranındadır.bir halkta o yetenek bulunmayacak olursa,o halka yasal hürriyet ve adalet verilse bile yararlanmaya gücü yetmeyip ancak özel yetenekleri oranında yararlanırlar.bir halk uygarlığın maddi ve manevi ilerlemesiyle insani erdem ve terbiyesini tamamlamış olursa(ancak)zulüm yapana esir olmaz ve onlara karşı durur"
    anlaşılan şudur ki,2.abdülhamit baskıcı bir yönetime karşı çıkmış fakat halkın eğitim ve bilinç düzeyi kendi kendini yönetmesine bir engel teşkil ettiğinden, halkın refahının sağlanması ve toprak kaybının önlenmesi için bu durumda yönetimi tamamıyla eline alıp imparatorluğu idare etmeyi seçmiştir.tabii ki her hükümdarın toplumu kötüye götürecek durumlarda olaya el atması ve bu durumun önlenmesi için bazı hak ve özgürlüklere sınırlamalar getirmesi doğaldır.her davranış ve tutum,o dönemin şartlarına göre değerlendirilmelidir.33 yıl toprak kaybının yaşanmaması ise 2.abdülhamit'in ne kadar iyi bir idareci olduğunu kanıtlamaktadır.
  • (bkz: tarih tekerrürden ibarettir)

    son bir kaç yıldır yaşadıklarımız gerçekten bu dönemi akla getiriyor.ama olsun o kadar eminim ki bu günlerin de geçeceğinden...
  • bu dönemde sadece fikirler değil, yazılı basında bazı kelimelerden bahsetmek de yasaklanmıştır: grev, komplo, isyan, anarşi, sosyalizm, eşitlik, özgürlük, bosna, makedonya ve büyük burun (ii. abdülhamit'in burnu sebebiyle). türkiye'de basının düştüğü en kötü hal olarak değerlendirilir bu dönem, dokunan yanar dönemi.
hesabın var mı? giriş yap