• bu film hakkında en güzel yorumu kült yönetmen john waters yapmıştır kanımca; demiş ki " eğer woody bu filmi isveçli bir yönetmen rumuzu ile çekseydi, bu film bir klasik olarak kabul görürdü". doğru söze ne denir.
  • gördüğü tüm zararlara, sarsılan tüm dengelere ve tüm iç hesplaşmalarına rağmen 'dağılmayan' bir ailenin hikayesi. woody allen'ın matrak olmayan, dramatik filmlerinden biri. sanki insanların entelektüel seviyeleriyle sahip oldukları problemler arasında doğru orantı kuruluyor, filmdeki en mutlu karakterin yemek yemek, dans etmek ve fal bakmaktan ibaret bir kadın oldugu düşünülürse...
  • ön bilgi. komple spoiler.
    ama kırkbir yıldır izlemediysen bundan sonra da izlemezsin. oku geç.

    set dekorasyonu (iskandinav mobilyalar), statik sahneleri ve uzun sekansları ile bergman'ın aynı dönem filmlerini andırsa da, karakterleri sapına kadar woody allen insanlarıdır. öteki filmlerden tek farkları gag yapmamalarıdır.

    hangi işten hoşlandıklarından emin değiller.
    iyi bir yazar mı, kimsenin takmadığı bir yeteneksiz mi, emin değiller.
    birbirlerini sevip sevmediklerinden emin değiller.
    kur yapıp yapmadıklarından bile emin değiller.
    gelişen koşullara göre rol değiştiriyorlar. her biri bir zelig.
    birbirlerinin yaşam enerjisini sömürüyorlar kesintisiz.

    ne istediğini bilen ve o yönde hareket eden tek kişi var. ve herkes ona açık veya gizli düşman. ama herkesi finansal olarak ayakta tutan o olduğu için karşı gelemiyorlar. o yüzden öfke ona değil, onun yaşamına anlam katan, olay örgüsündeki tek pozitif kişi pearl'e patlıyor. (bence isim seçimi isabetli)
    pearl'ın dans ederken kazara kırdığı vazo bir dönemin bitişini simgeliyor. mükemmel bir sembolizm.

    izlenmeli. ama ön yargısız izlenmeli.
  • isveçli ünlü yönetmen ingmar bergman'a saygı niteliğindeki psikolojik woody allen filmi. woody allen'in diğer filmlerinden tamamıyla ayrılan, komedi öğesini* hiç barındırmayan film. burjuvaziye özgü, ekonomik temeli olmayan, bireyin içsel sorunları, sıkıntıları, kıskançlıklarını anlatır. filmde pek bir olay olmaz ama sıkılmadan izlenir.
  • tüm woody allen filmlerinde "bir küçük gülümseme" izlememiz gerekmediği için bu filmde woody allen bizi eğlendirmedi diye ona kızmak yersiz. woody allen'ın görevi bizi eğlendirmek değil, her zaman da eğlendirmiyor nitekim. hannah and her sisters olsun crimes and misdemeanors olsun another woman olsun* buna verilecek pek güzel örnekledir. bananas ne kadar woody allen ise interiors da o kadar woody allen'dır. her ikisinin de üstesinden gelebilmektedir nitekim.
    diğer filmlerinin aksine bu filminden nefret edildiği, üstelik bu duyguların özellikle loathe kelimesiyle dile getirildiğini okumuş bulunmaktayım. film karakterlerinin sanki woody allen'ın değil de ingmar bergman'ın karakterleri olduğu gerekçesi gösterilmiş buna. öncelikle filmdeki karakterler woody allen'ın diğer filmlerinde asla izlemediğimiz karakterler değil. bu tatta başka filmleri de mevcut. ingmar bergman hayranlığını zaten pek çok filminde görebiliyoruz. karakterleri geçtim, evin "griliği", deniz kenarında olması hatta interiors'ın afişi bile bergman kokmasına kokuyor. tüm bunlar etkilenmektir, asla fikrini çalmak değildir. çünkü woody allen bu etkilenmenin üzerine kendi zekasını katmıştır. önemli olan da budur.
    film aslında aile kavramının sandığımız kadar yüce olmayabileceğini gösteriyor bize. bu yüzden başlarına gelen talihsizliklere rağmen dimdik duran bir aile izlemiyoruz asla. aile bireyleri tamamen birbirinden uzaklaşmış durumdalar. renata ile joey birbirine sarıldı diye her şey güllük gülistanlık olmuyor.
    ayrıca michael ile renata'nın "killing for an abstraction" tartışması hoş bir woody allen detayı.
  • anlatılan hikaye o kadar evrensel ki, bu hikayenin aynısını 2010 türkiyesi'nde baktığım bir çekişmeli boşanma davasında yaşadım; anne ev kadını, baba emekli devlet memuru, birlikte çalışıp üç çocuklarını üniversitede okutup evlendirmişler; adam emekli olunca aynı filmdeki gibi karısına gidip tamam artık bu kadar yeter, bundan sonra kendi hayatımı yaşayacağım diyor, bir de ortaya aşık olduğu yaşıtı kadın çıkıyor; ortalık karışıyor; çocuklar ki hepsi meslek sahibi otuzlu yaşlarda, babanın bu kararını onaylamıyor ve ona düşman oluyorlar; kadın tutturuyor, kocamı kaptırmam kötü bir kadına; koca diyor ki size kırk yılımı verdim, boşanırken annenizi de mağdur etmiyorum, beni bırakın artık, adamı bırakmıyorlar; yeni kadını da tanıyorum, adamın yaşıtı, para peşinde değil; yıllara yayılan tam bir kesmekeş; sonunda adam öldü, kavga bitti.

    filmde olaylar farklı seyrediyor; baba, ben gidiyorum dediği zaman, çocukları bu tercihi benimsemese de saygı duyuyor; kadın da kocasının peşinde pervane olmuyor; doğrusu hangisi bilemiyorum.

    bildiğim ve gördüğüm, woody allen çok iyi bir sinemacı; ever green dedikleri böyle birşey işte.
  • sofistike ama ihmalkar ve mesafeli anne ile özenen, özleyen ama ulaşamayan kız arasındaki problemli ilişkiyi gözümüze gözümüze deniz kıyısındaki yazlık evde kardeşler, eşler vs. eşliğinde sokması açısından da ingmar bergman 'ın hostsonaten filminden de bariz izler taşımaktadır. love and death'te (yine diane keaton'ı kullanarak) maytap geçtiği bergman tarzı facial close-up 'ları bu filmde ise tam bir ciddiyetle kullanmış. hele ki üç kız kardeşin yan yana dizildiği final sahnesine artık ne diyelim yani...

    ha bunu kınamak yersizdir; sonuçta etkilenme olacaktır ve woody allen bergman'dan etkilendiğini; etkilenmenin ötesinde hayran olduğunu hiç bir vakit de gizlememiştir. etkilenmenin sınırı nerede biter, araklamanın sınırı nerede başlar onu belirlemek de zordur. filmi beğeniriz beğenmeyiz de "bergman tarzı kasmış" diye bu filmi çizemeyiz.
  • elbet bir ingmar bergman'a saygı duruşu film. ama işin tuhaf yanı refere edilen höstsonaten '78in ekim ayında vizyona girmişken, bu film ağustos'ta rapsodi yapıyordu. bazı açılardan, bu iki filmin paralelliğinden bahsedilebilir ancak gerçekçi değil. viskningar och rope daha uygun bu açıdan. gelgelelim filmin son karesi/afişi -spoiler değil burası babuş- bergman'ın imzası haline gelmiş yüz çekiminden oluşurken; sahne bana en çok skammen'i hatırlattı.

    açık kahve-gri tonları ve en çok da dönemin amerikan b-filmlerine hatırlatan görselliğinden kasvet kasarken, senaryodaki zıtlıkların da hafiften yüzeysel kaldığını da itiraf etmek gerek. elbet entel camianın, woody allen'ın da dahil olmasıyla eğlenceli geyiklerini, partilerini, klişelerini değil: parti öncelerini ve karanlık/boğucu yüzünü anlatmaya çalışmış. hangi filmiydi tam hatırlamıyorum, manhattan olabilir; orada orgazm olamayan bir kadın vardı. o filmde ona laf sokuyordu ve fakat bu filmde onu olmasa da, onun gibileri inceliyor. filmin dram boyutu da burada başlıyor zaten.

    son söz: hannah and her sisters buzlukta unutulmuş ve sonra buz kısmen erise bile tadı farklılaşmış halidir.
  • woody allen'in kendi yönetip rol almadığı ilk filmidir. hiçbir woody allen filminde görülemeyecek bir kasvet ve karamsarlıkla ustanın filmografisinde değişik bir yeri vardır. en iyi yönetmen ve senaryo da dahil olmak üzere 5 dalda oscara aday gösterilse de hiçbirini kazanamamıştır.
  • izlediğim woody allen filmleri içinde ki neredeyse tamamını izledim en kötüsü diyebilirim. to rome wtih love ile birlikte kötülük açısından kapışırlar benim için. sırf woody allen'ın diye bu filme iyi diyemem. kötü film.
hesabın var mı? giriş yap