aynı isimde "ilgi manyağı" başlığı da var
  • kristoffer borgli nin 2022 yapımı norveç filmi, cannesda prömiyer yapmış taze taze izledik. munchausen sendormu (yapay bozukluk) yaşayan bir kadının romantik ilişkisi içinde, kariyerinde, aile ilişkilerinde, arkadaş ilişkilerinde neler yaşadığını anlatıyor.

    ben çok sevdim. bu sene izlediğim ilk norveç filmi the worst person in the worlddü ve çok başarılıydı. bu film de pek çok ortak ve farklı yönler bulunduran çok iyi bir film olmuş.

    --- spoiler ---

    karakterimiz yetişkinliğe yeni geçmiş bir kadın olan signe, kahve dükkanında çalışıyor, sıradan bir hayatı var. erkek arkadaşı ise kariyerinde yükselmekte, biraz narsistik bir sanatçı. signe'nin her ortamda sönük kalmakla ilgili bir derdi var ve filmde absürd ama etkili sahnelerle -histerik tabanlı bir kişiliğin- bu ihtiyacı nasıl giderebileceği çok güzel ortaya konmuş. kanlar içindeki kıyafetiyle sokakta yürüyüşü, sağlık durumuyla ilgili söylediği yalanlar, taklitler hepsi çok tadında olmuş. dahası en yakınları signe'nin samimiyetine inanmamakta ve bu yüzden istediği ilgiyi ona göstermemektedir. bu da histerik kişiliğin açmazlarından bir tanesi, bir tarz döngüsel nedensellik.

    karakterimiz aradağı ilgiyi yeterince toplayamadığını hissettikçe yapay bozukluğa doğru kayıyor. kendisine bile isteye zarar veriyor ve bunun sonucunda kaçınılmaz olarak ilgiyi üzerinde toplayabiliyor.

    filmin çok çarpıcı ve başarılı bir yönü, signe'nin babasıyla ilişkisi. signe ne yaparsa yapsın, ne kadar hastalanırsa hastalansın babası asla onu ve ilgi ihtiyacını görmez, yanında olmaz. signe karakterinin oluşumunda babasıyla ilişkisi çok önemli ve film bunu çok güzel işlemiş. anne ve babası ayrıldıktan sonra, signe babasıyla bir belirsiz kayıp yaşıyor. yani babası onu gerçekte terk etmemiştir, ölmemiştir, gitmemiştir ama yoktur da. belirsiz kayıplar gerçek bir vedayı da engellediği için somut kayıplardan daha karışık ve zordur. signe hastalığı boyunca gelmesini beklemiş ve her zaman yaşadığı hayal kırıklığını yine yaşamıştır.

    filmin ikinci çarpıcı ve başarılı yönü ise signe'nin kurduğu hayal sahneleridir. insanlar somut olarak elde edemedikleri ihtiyaçlarını imgeleme yoluyla karşılamaya çalışırlar. signe sık sık herkesin onunla ilgilendiği, telaşlandığı, onunla ilgilenmedikleri için pişman oldukları hayaller kuruyor ve izleyicisine neye ve ne kadar ihtiyaç duyduğunu ajite şekilde gösteriyor.

    histerik bir karakterin tüm açmazlarını anlatan, hem acıma hem de kızgınlık hissetmemize sebep olan çarpıcı bir film.
    --- spoiler ---
  • beklediğimden daha çarpıcı çıktı bu film. ironik bir dille acınası ilgi budalalığımızı anlatıyor. ironik "sick of myself" ismi de türkçe çevirisi "ilgi manyağı" da başarılı bu anlamda. kendini hasta edecek kadar ilgi delisi olabiliyoruz insanlar olarak.

    o kadar bağımlıyız ki ilgi görmeye, türlü türlü yalanlar söyleyip insanların gözünü boyamaya çalışıyoruz. bazen bu ilgi görme çabası illa hoş görünmek için değil de kimilerinin sempatisini, acımasını, şefkatini hatta öfkesini kazanmak için bile ortaya çıkabiliyor. tiktokta kendini rezil edercesine bin bir şekle giren insanlar, bu filmde abartıyla anlatılmış durumun kanlı canlı tezahür etmiş hali bence.

    artık ikili ilişkilerimizde bile sürekli rekabet halinde ve öne çıkma yarışındayız. kim daha çok kazanıyor, seviyor, çabalıyor ve hayatta haksızlıklara uğruyor... içi boş parlak ve altın sarısı bir çikolata paketi gibi, göstermelik her şey. filmde gösterildiği üzere, aslında olduğu haliyle güzel ve kendi halindeliğiyle hoş olan bir bedenin mahvolması gibi ilgi uğruna heba edilen bomboş hayatlardan ibaret çoğu şey.
  • bu kuzeyliler, birey olmanın doruklarında olduğu için kafa yordukları dertler de bambaşka oluyor.

    10/10

    spoiler

    film sonlara doğru signe’nin kafasındaki kurmacaları o kadar çok arttırıyor ki izleyici olarak neyin gerçek neyin hayal olduğunu karıştırıyoruz; tıpkı signe’nin kafası gibi.

    bu alternatif hikayeler, birçok kaygı bozukluğu yaşayan insan gibi, ufak bir ‘acaba’ ile başlıyor ve dallanıp budaklanıyor.

    fakat bu kurmacaların belki de en güzeli ve signe için en doğru olanı (onurlu bir geri dönüş imkanı) gerçekleşmiyor. gazeteci arkadaşına karşı dürüst olduğu, kendisinin ‘ne kadar manyak biri’ olduğunu kabullendiği ve tüm ülkenin bu deliliği şaşkınlık içinde okuduğu alternatif gerçeklik, arkadaşının ‘bu dürüstlük değil, kendine acındırmak’ demesi ile yıkılıyor.

    geriye şovunu yapabileceği ve ilgi görebileceği tek bir yer kalıyor. grup terapisi.

    bana kalırsa 10/10 bir film. hepimizin içinde olan bi deliliği bu kadar büyütmek, bi adım ileri taşımak, acaba sorusunu sormak; karşımıza şahane bi eser çıkarıyor.

    ayrıca görme engelli birini getir götür işine vermek, muhteşem komik bir sjw eleştirisi.
  • sinir bozan ve bu yüzden de güzel olan film. ilgi budalası iyi bir çeviri olmamış ama ne olabilirdi o kısımdan da emin olamadım. who sağlığı fiziksel, mental ve sosyal açıdan iyilik olarak tanımlar. bu filmde de sosyal olarak iyi hissetmek için sabote edilen bir fiziksel ve mental sağlık görüyoruz.
    --- spoiler ---

    beni en etkileyen sahne,şu: otobüste signe'nin yüzü maskeli ve korkunç durumda. bu durum otobüsteki yabancı bir kadının dikkatini çekiyor. bunu fark eden thomas harika merhametli sevgili rolüne bürünüyor. ilgiyi kendisinde toplamaya çalışıyor. ağır yaşamlarda oldukça fazla kilo veren bir kadını terk eden bir sevgili vardı. artık kendisi kahraman bakım veren olamıyordu çünkü. uzun süre kadına gizlice yemek temin etmeye çalışmıştı. bana onu hatırlattı. başkasının acısını kendi için ilgi veya takdir aracı olarak görmekten daha aşağılık ne olabilir ki ve kişinin kendini sevmemesi ne büyük lanet, aklın alabileceği her yerde her anda bu sevgisizlikten kaçamazsın. livaneli diyor ya dünyayı güzellik kurtaracak, bir insanı sevmekle başlayacak her şey. bence bu insan insanın kendisi. ama olması gerektiği kadar ve doyunca şefkatle
    --- spoiler ---
  • türü komedi olan; ama izlerken hiçbir şekilde gülmediğim film. sorun bende mi bilmiyorum. filmde geçen olaylar beni güldürmekten ziyade gerdi, rahatsız etti, filmdeki başrol kadın karakter (signe) ile empati yapmama sebebiyet verdi; ama tabii sonuna doğru empati yetim de azalarak yok olmuş olabilir.

    --- spoiler ---

    film, signe üzerinden ilerleyip ilgi çekmek için yaptıklarını ve "püf" diye sönen bu ilgi için ödediği bedeli gösteriyor olsa da signe'nin ilgi çekme isteğinin altında yatan en büyük sebebin babasıyla "kuramadığı" ilişki olduğunu okudum ben. anneyle babanın boşanmış olması ve sonra da babanın ortadan kaybolmuş olması, babanın signe ile hiçbir şekilde ilgilenmemesi signe'yi ciddi olarak etkilemiş olacak ki babası gibi birini sevgili olarak seçmiş. (bkz: daddy issues) gerek babasının ilgisizliği gerek sevgilisinin (thomas) ilgisizliği ve umursamazlığı da olayları tetikledi aslında. (buraya daha sonra tekrar geleceğim.)

    filmin başlarında, thomas'ın sergisinden sonra yenilen yemek sırasında, signe'nin özellikle ilgiyi ele almasındaki en büyük etken kendini "görünmez" hissetmesiydi. bence. thomas ile beraber yaşadıkları halde thomas'ın tanıdıkları signe'nin varlığından bihaberdi, hatta onu kız kardeşi zannetmişti birisi. signe, bu kişiye thomas'ın sevgilisi olduğunu söylediği halde ilerleyen sahnelerde kadının ısrarla "thomas'ın kız kardeşi, thomas'ın kız kardeşi" diye seslenmesi de ayrı bir saçmalıktı. aslında bu kadar umursamazdı insanlar. bu kadar umurlarında değildi kimin kim olduğu. kimse, kenarda bekleyen garson kadar dikkatli değildi. signe, orada epey boktan hissetmiş olacak ki thomas'ın rolünü çalmak istedi. "madem sen beni böyle hissettiriyorsun, ben de senin üzerindeki ilgiyi elinden alırım!" çocukça gelecek belki, hatta belki başta çocukça bile sayılabilir; ama zamanla gelişen olayların çocukçalığı falan kalmadı. (sözlük yazarlarından ugur bocegi, signe'nin değil de thomas'ın narsist olduğunu söylemiş ya "aha!" dedim, çok doğru tespit.)

    öte yandan, signe'nin çocukken aşırı ilgiden inanılmaz şımarmış bir çocuk olabileceğini de düşünmüştüm ki bir sahnede signe'nin thomas'a "benimle gurur duyuyor musun?" diye sorması babasından ilgi alamadığından dolayı böyle bir soru yöneltmiş olabileceğini düşündürdü. babadan gelmeyen ilginin boşluğunu da etrafındaki herkesten - tanıdıklarından ve tanımadıklarından da - ilgi dilenerek doldurmaya çabaladığını düşündüm. babasıyla kuramadığı bu ilişki de onu "görünmez" ve "değersiz" hissettirmiş olabilir. işte bu sebeple de, signe'nin filmin başlarındaki meselesi "görünmez" olmaktı. (ya da ben çok saf saf izledim diye de düşündüm, sonraki kısımlarda signe'nin davranışlarından epey rahatsız oldum çünkü.) bir kafede çalışıyordu. muhtemelen müşterileri adını bile bilmiyordu. kimse onun varlığından haberdar değildi. ama bir kişinin bir başkasına ismiyle hitap etmesi bile o kişiyi "şey" olmaktan çıkarıyor: "bir kimliğim var benim." işte o yüzden, babasıyla kuramadığı ilişkinin benzerlerini de arkadaşlarıyla yaşadığını, yıllarca fark edilmeden, görmezden gelinerek büyüdüğünü tahmin ediyorum. bunun "ortalama bir insan" olmakla da ilgisi var. ortalama bir güzelliğiniz varsa ilgi görmezsiniz. ortalama bir işiniz varsa dikkat çekmezsiniz. yetileriniz ortalamanın üstünde değilse hayranlıkla izlenmezsiniz ve hiçbir şekilde insanlar elinizden tutup da daha iyi olmanız için yardımcı olmazlar. hiçbir zaman tiyatroda başrol olmazsınız da sizi anca figüran olarak seçerler ya da seçmezler. solo şarkı söylemezsiniz de koroda yer alırsınız. atların, kalelerin, fillerin arasında kendinizi piyon gibi hissedersiniz; ama piyon da çabayla at, kale, fil olabiliyor esasen. signe bunun farkında değildi. signe'nin derdi çabalamadan at kılığında olmaktı, at gibi "görülmekti." derdi at olmak da değildi ya zaten. signe, görülmedikçe, fark edilmedikçe görülmek için yaptığı şeylerin dozu arttı tabii.

    başta, signe'nin yaptıklarına o kadar da "ilgi manyaklığı" değil demiştim ama sonlarına doğru bunlar oldukça "ilgi manyaklığı" demeye başladığımı da itiraf edebilirim. ama işte, film boyu bunun altında yatan nedenlerle ilgilendim. film, o yüzden de beni etkiledi, bir nebze üzdü de.

    son zamanlarda, "bağ kurma arzusu bizi en çok kırılgan kılan şey"** sözü aklımda yankılanıp duruyordu. film boyu aklıma geldi yine. sonra tanrı pan'ın "ancak bize inananlar bulunduğu sürece yaşarız."* sözü de aklıma geldi. benzer şekilde, three thousand years of longing'de cin'in "sadece başkalarına gerçek olursak var oluruz." ("we exist only if we are real to others.") sözünü de hatırladım. signe'nin yaptığı basit bir "bağ kurma isteği" miydi? fark edilseydi, hayal kurduğu gibi bir yazar, şarkıcı falan olsaydı her şey yolunda olur muydu? ya da bütün bunları geçtim, çocukken daha sağlıklı ilişkiler kurabilmiş olsaydı, çocukluğunda sağlam bir temeli olsaydı, thomas ile sevgili olur muydu? ilgi çekmek için sağlığından olacak hale gelir miydi? bütün bu sorular, aklıma albert camus'nün hem sisifos söyleni'nde hem tersi ve yüzü'nde değindiği bir kısmı hatırlatıyor. sisifos söyleni'nde şöyle yazmıştı:

    "bir intiharın pek çok nedeni vardır, genel olarak da en çok göze çarpanları en etkenleri olmamıştır. [...] gazeteler sık sık 'gizli kederlerden' ya da 'iyileşmez hastalıklardan' söz eder. geçerlidir bu açıklamalar. ama o gün umutsuz kişinin bir dostu kendisiyle ilgisiz bir tavırla konuşmuş mudur, konuşmamış mıdır, bilmek gerekir. suçludur o. çünkü böyle bir davranış henüz askıda bulunan tüm hınçları, tüm bıkkınlıkları hızlandırıvermeye yetebilir."

    bu filmde de signe'yi tetikleyen thomas'ın tavırlarıydı diye yorumladım ben. içinde yıllarca bastırdığı hınçlar, bıkkınlıklar, görünmez olmanın onda hissettirdikleri gün yüzüne çıkmıştı. ama tabii, kendi sonunu kendisi oluşturdu. oysa lidexol kullanmak yerine türkiye'ye gelseydi piremses gibi yaşar ve fazla ilgiden sıkılacak hale bile gelebilirdi tabii.

    --- spoiler ---
  • daha önce cronenberg filmlerinde staj yaptığım, julia ducournau'dan (bkz: raw) ve (bkz: titane) ile de kadrolu olduğum için, "ilgi manyağı"nı daha rahat izleyebildim. özellikle şu (bkz: body horror) meselesi. peki ne anlatıyor bu film? bir narsist, bir ilgi budalasının ne kadar ileri gidip, sınırları zorlayabileceğini mi gösteriyor sadece? bence bu alt metni değil. ilk bakışta görülen olayları, hikayesi yalnızca... dolayısıyla biraz daha kafa patlamamız lazım.

    --- spoiler ---
    buyursunlar spoiler. sonra vay efendim uyarmadılar beni, sürprizbozan yoktu derseniz, kalbinizi kırarım.
    --- spoiler ---

    signe'nin sevgilisi thomas da profesyonel bir ilgi manyağı. "mania" sözü sahiden çok yakışıyor bu tanıma. nedir bu mania? gelin sözlükten referans vererek anlamaya çalışalım, birkaç tane sağlam bulduğum tanımı seçiyorum;

    zippididuda'dan;
    "mania love..
    erosve ludus karisimi bir cesit asktir.. manik asiklar ludusun durust olmayan kurallariyla tutkulu ve vericidir, yasadiklari aski surekli teyid etmek ihtiyaci duyarlar, ilgi isterler.."
    (bkz: #5874448)

    marty mcfly'dan;
    "mania türü aşıklar adı üstünde manyaktır. bir duygu seli, bir obsesiflik söz konusudur. bütün dünya bir kişinin etrafında dönüyor sanırlar, tabii ki aşık oldukları kişinin. özgüvenleri biraz eksiktir; belli etmeseler de, ayrıca şüphecidirler. şiddete yatkın olurlar. mania türü aşklarda bir tatmin duygusu mümkün değildir."
    (bkz: #6231164)

    iamjustapoorboy'dan;
    "depresyonun tam olarak zıttı olan ama depresyon kadar yaygın olmayan hastalıktır. belirtileri arasında; sürekli gelen yarışma düşüncesi, yoğun duygular (öfori), aşırı fiziksel aktivite, aşırı konuşkanlık, uyku ihtiyacında azalma, dikkat dağınıklığı, saldırganlık, sonsuz güç hissi (denediği her şeyde başarılı olacağına inanmak), dikkatsiz ve dürtüsel hareket etmek sayılabilir."
    (bkz: #108137965)

    neler var elimizde?
    sürekli teyit isteyen bir tutku (check),
    ilgi isteme (double check),
    taşkınlık ve obsesyon (check),
    özgüven yoksunluğu (yıldızlı check, neden özgüvensiz açarız),
    kuşkuculuk, şiddete meyil (gani gani check),
    yarışma hissi ve içgüdüsel davranış (irrasyonalite check).

    manyaklığın tüm alameti farikalarını kuşanmış biri signe. aslında thomas'ta da bunlar var. kız arkadaşının sahte alerjik reaksiyonu, kendi konuşmasını böldüğünde, dürtüsel bir biçimde (signe'nin de ne mal olduğunu kendisinden hareketle bildiği için) "konuşmasına" devam etmek istiyor mesela, değil mi? iki haris, rekabetçi tip birbirini bulmuş. çünkü dillerinden anlıyorlar birbirlerinin.

    yalnız thomas ne kadar tırt olursa olsun, bir sanatçı olarak "form" veriyor. ne yapıyor yani? sağdan soldan aşırdığı mobilyaları, eşyaları bir bağlamda (yani bir sanat galerisinde, evinde vs.) bir araya getirerek onlara bir düzenlilik veriyor.

    signe'de ise hiçbir sanatsal yeti yok. hatta düşlerinde sıklıkla kendisini bir sanatçı, mesela bir yazar veya bir model olarak görmesi bile bundan kaynaklanıyor (rahmetli alfred adler olsa "aşağılık kompleksi" diye yapıştırırdı hemen). bir başka deyişle düşleriyle, "keşke" diyor; keşke yeteneğim olsaydı. ikame ediyor gerçeklikteki kendi yeteneksiz doğasını. sanatçı ne yapıyordu hatırlayalım? düzensiz olanı düzene getiriyordu. bir hammadde yığını sözgelimi, kendisinde düzensiz, birbirine dışsal bir malzeme topluluğu. sanatçı girişiyor ve bunlardan anlamlı bir bütün yaratıyor. işi bu. yani "form" vermek.

    signecik bunu başaramadığı için ne yapıyor dersiniz? tam da tersini: "de-formasyon!" bozunuma uğratıyor... üstelik malzemenin kendisini bile değil (çünkü o da yeni bir form olacaktı, mona lisa'ya bıyık takan duchamp gibi tıpkı! ha bu arada duchamp'ın milli sporumuzu aşırdığını bir başka entaride konuşmak için buluşalım). signe kendi bedeninin formuna saldırarak, ucuz yoldan şöhreti bulma peşine düşüyor. hani şu andy warhol'ün adıyla sıkça anılan "on beş dakikalık ünlüler" gibi. türlü skandallarla artık hepi topu toplasınız bir-iki gün konuşulan ve önünde sonunda dipsiz internet çukurunda bir malzeme haline gelen yığınlardan bir yığın... bu yüzden de sansasyonel olmak zorunda. rakibi çok! böyle basit birkaç kabarma vs. yetmez. dolayısıyla sınırları zorlamak işten bile değil. zaten signe için, meşhur olmadığı, dikkatlerin kendisinde olmadığı bir hayatı yaşamak, yaşamak bile değil. bunu anlamamız lazım. işte mania bu... film başarıyla bunu anlatabiliyor.

    çağımız bir manyaklık çağı, "ben daha manyağım" diyen beri gelsin. 15 dakika mühleti var. başladı!

    yine kulağıma bir şarkı dolandı yazıyı bitirirken başladım mırıldanmaya; "bizimkisi bir mania hikayesi, signe-thomas film gibi bira---",
    "e abi bu bir film ya zaten..."
    "haa doğru ya, pardon!"

    edit: uyarı geldi, özgüvensizlik meselesini atlamışım. özgüven, sürekli onaylanma peşinde koşmaz. varoluşunu kendinden, kendi varlığından ve gerçekleştirdiği ya da uğruna mücadele etmek için başını koyduğu eylemlerinden alır (onanma hissi, eylemin ortaya koyduğu ürünle gelir; insanla değil ama tabii ki insansız da demek değil bu, çünkü bütün eylemler önünde sonunda dolaşımda karşılık bulmalıdır derdi bu noktada marks). dolayısıyla tüm sorumluluğu da. bir başkasının bakışı, teyidiyle yaşamaz. fakat signe'nin hali neye benziyor? hani tam da küçük çocukların yaptıkları her hareketi ebeveynlerine göstermek için çırpınışlarına değil mi? "babaaa, buradayıııım, babaaaa baksana napıyoruuum", "annnnee bak, bak bana ne yaptıımmm! beni izleeyiiinn!" mesela anne/baba o esnada ilgilenmese; diyelim kendi aralarında bir sohbet içinde ebeveynler... çocuk da sonunda dikkatleri kendisinde toplayamadığını fark edince, yeni bir çözüm arar: böylece daha riskli yerlere tırmanır, bazen bir köşeye tüner saklanır (yok oluşunun korkusuyla tehdit eder), abuk işlere girişir ki telaşla aile koşup gelsin... odak olsun yeniden.

    çocukken bu ilgi arayışı doğal. ama bunun peyderpey toplumsallaşması lazım. mahalleye maç yapmaya çıkınca, "ben" olmayı bırakıp bir "takım" olarak kazanmak istersiniz sözgelimi. benlik doyumunun talebi ertelenmeye ve dahası "ikame" edilmeye başlar. ilkokulda artık öğretmen bir tanedir, kırk kişiye ilgi paylaştırılır. gerçek yetenekler üzerinden ödül alma şansınız vardır (veya okullardaki zorba tipler gibi gene aşırı olanla dikkat toplarsınız). dolayısıyla "ben" yerine "biz" duygusu gelişmezse, narkissos gibi suya düşüverir insan.
    bu en genel okuma ama malum; signe'nin baba da ortalarda yok zaten... aslında bir çocuk olan signe de bağırıyor sadece, "annee, baabaaa beni izleeyiin, bakın neler yaptııım! sizin beni izlemediğiniz anlarda 'ben' yokum, bu yüzden ben ilginizin manyağıyım."

    debe editi: birkaç tane de bu "ilgi manyaklığının" gösteri toplumuyla ilişkisi üzerine alıntı bırakmak isterim.

    görünüyorum o halde varım - tayfun atay: "ister psikolog, ister ilahiyatçı, ister sosyolog ister deprem uzmanı, ister tıp doktoru ister avukat olun, meşhur olamıyorsanız bir eksiklik hissetmeniz kaçınılmaz gibi. meslek sahibi olmak, mesleğinde başarılı olmak yetmiyor, ille 'meşhur' olmak lazım! meşhur olmanın yolu da gözler önünde olmaktan, yani 'görünmek'ten dolayısıyla (televizyonu, facebook’u, instagram’ıyla) 'ekran'lardan geçiyor. görselliğin her şeyin önünde ve üstünde yer aldığı, görünmenin ve görünür kalabilmenin temel düstur haline geldiği, 'seyrin iktidarı'nın yaşandığı bu çağda “göze gelmek”, sakınılan değil istenilen bir şey artık. meşhur olma isteği elbette her devirde mevcuttu. ama böylesi bir kitlesel arzuya dönüşmüş olması, zamanımıza özgü" (2018, s. 16-17).

    bakın bir tanım daha çıktı hemen: öznel bir yoksunluğun (signe'nin ailesinden alamadığı doyumun) kitlesel bir çılgınlık tarafından kullanılması (tek kıstasın görünmek olması), namı diğer syk pike!

    gösteri toplumu - guy debord: "gösteri, kendini tartışılmaz ve erişilmez devasa bir olumluluk olarak sunar. 'görünen şey iyidir, iyi olan şey görünür' der, başka bir şey demez. gösteri bir imajlar toplamı değil, kişiler arasında varolan ve imajların dolayımından geçen bir toplumsal ilişkidir" (2018, s. 34).

    nasıl göründüğü değil, görünmesinin "iyi" olarak kodlanması, iyi gelmesi. göründüğü müddetçe iyiy-miş gibi olması. "-mış gibi" olmak... en yaygın olgu. mesela bana "hipster"lar da hep öyle gelir: hippi değilim (cesaretim yok o kadarına ehehe, yemiyor yani külliyen terk etmek, sisteme başkaldırmak falan) ama soran olursa hipster'ım yanii (beyaz yakalıyım, işimdeyim, gücümdeyim ama görünüşte hippiy-miş gibi de takılabiliyorum, sadece dışsal).

    debord devam: "gösteride büyüleyici olan nesne, tüketicisinin ve bütün diğer tüketicilerin evine girer girmez bayağılaşır. fakat o ana kadar sistemin doğrulanmasını bir başka nesne üstlenmiştir bile; tanınmayı talep etmektedir" (2018, s. 65-66).

    signe haber olduğu gün aslında tüketildi; üç-beş kere içinde bulunduğu hal görüldü ve çoktan sıradanlaştı bile. biz öylesine bir haber yığını içindeyiz ki sevgili signe. bu yüzden bağışla bizi; oturup aylarca, bırak ayı, bir-iki gün bile başına gelenleri konuşamayız. gördük ve aşinayız artık. işte bu sebeple signe "aşırı"ya gitmek için kitle tarafından da güdülüyor. yani sevgili dostlar, "masum değiliz, hiçbirimiz." realitede olsa signe'nin haberi ekşi'de başlık olup, derhal 300 entry döşenip, iki gün sonra da unutulup gitmez mi?
    işte sezen abla bu yüzden çok haklı!
  • narsisistik kişilik bozukluğuna sahip bireylerin sürekli beğenilme ihtiyaçları giderilmediği takdirde, kendilerini yok etme eşiğine nasıl geldiklerini adım adım anlatan film. şahane bir öykü ve senaryo. filmin senaryosunu da aynı zamanda filmin yönetmeni kristoffer borgli yazmış. (dikkat dikkat! filmde fotoğraf çekimini üstlenen yönetmen rolünde bizzat yönetmenin kendisi yer almakta!) bir dönem narsisistik kişilik bozukluğuna sahip bir insanın hayatıma girmesine izin verecek kadar büyük basiretsizlik yapmış biri olarak film beni çok etkiledi. bence yönetmenin kendisi de ya narsisist ya da yakın çevresinde böyle biri var. çünkü çoğu sahnenin inşası ancak yakın gözlem sonucu mümkün.

    --- spoiler ---

    filmde signe'nin tahrik olmak için insanların kendi cenazesine gösterdikleri yoğun ilgiyi düşlediği çarpıcı sahneyi sanki daha önce bir filmde görmüştüm. buradaki göndermeyi ben mi bulamıyorum diye saatlerdir düşünürken david cronenberg'in çektiği dead ringers'ta olabileceği aklıma gelince bu filmin üstüne açıp parça parça da dead ringers izledim. bir garip haleti ruhiye içerisindeyim şimdi.

    --- spoiler ---
  • ristoffer borgli imzalı "dünyanın en kötü insanı".

    sick of myself, ne senaryo ne de oyunculuklar noktasında dikkate değer bir şey vaat etmiyor bana göre, ancak iskandinav sineması ve son yıllarda özellikle norveç, tutan bir formül bulmuş gibi.

    refah, eğitim ve benzeri birçok listelerde üst sıralarda görmeye alıştığımız iskandinavya, sinemasında o güzel ülkelerin o başarılı dolu hayatların ardına sallanarak yalnızlığı ve insanın özünden kopuşunu merkezine alan hikayeleri anlatmayı tercih ediyor. sick of myself de öyle. worst person in the world de. reprise da.

    film başladığı andan itibaren "oslo cinematic universe" içinde hissetmemek elde değil. o sokaklarda anders'in yaşadığı sıkışmışlığı, julie'nin yaptığı koşuyu unutmak kolay değil.

    sick of myself de bu noktada bu sinematik evreni oldukça iyi kullanan, küçük detaylarında tutan formüllere nokta nokta dokunmayı bırakmayan ve sonunda sinemadan ayrıldığında oldukça tatmin olmuş hissettiren bir filmdi bence.

    umarım önümüzdeki süreçte daha çokça iskandinav hikayesi izleyebiliriz.

    ekleme: anders danielsen lie'nin doktor cameo'su çok iyi düşünülmüş. kendisinin eski bir doktor olduğunu öğrenince sahne daha da güzelleşti.
  • lan bura ekşi her başlık orjinal adı ile açılır. ilgi manyağı ne rezillik.
  • nordik kültüre has bireysel bir buhran ve trajedinin ele alındığı norveç yapımı film.

    narsisistik kişilik bozukluğunun ne derece ileri boyutlara ulaşabileceğini fazlasıyla çarpıcı şekilde gözler önüne seriyor. birçok sahnesi eğlenceli görünse de aslında ardında derin bir hüznü barındırıyor. bireyin toplumun önüne geçtiği post-modern paradigmanın bu tür insanların sayılarını arttırdığını düşünüyorum. benlik algısının baskın hale gelişi özünde böyle bir tehlike de barındırıyor. her birey benliğinin yükünü taşıyamıyor. biricik olma arzusu kimilerini yiyip tüketiyor.

    --- spoiler ---

    filmdeki en çarpıcı sahne bana kalırsa başrolün seks sırasında cenazesini hayal ederek tatmin olduğu kısımdı. bir ilgi manyağı için elde edebileceği ilginin zirvesi gerçekten de tanıdıklarını sarsacak tarzda bir ölümdür. tüm gündemi meşgul edip, yaratacağı şok ve hüzünle zihinleri işgal edeceğini bilmek signe'ye tatmin getiriyor. insan psikolojisinin karmaşıklığını oldukça güzel ve trajikomik şekilde işliyor bu sahne.

    --- spoiler ---

    kalabalıklaştıkça yalnızlaşan, yalnızlaştıkça da benliğinin esiri olan modern insanın düşüncelere sevk eden hastalığının öyküsü..
hesabın var mı? giriş yap