• film dönemsel olarak mussolini faşizminin karanlık uzamına konumlanır. oportünist/konformist, namıdiğer marcello clerici (jean-louis trintignant) çocukluğunda yaşadığı çarpık ilişki sonucu karmaşık bir kişilik yapısı geliştirmiş arızalı, baskılnamış bir sistem figürüdür. hastalığı faşizmin hastalığıdır. geyliğini bastıran, -faşist ideoloji eşcinselliği bastırmakta, dışlamaktadır- hatta burjuva bir kadınla, giulia’yla (stefania sandrelli) evlenerek eşcinsel kimliğini gizleyen clerici, faşist iktidar devrildikten sonra ilk eylem olarak bir gey’le yatarak huzura erecektir.

    ikiyüzlü, erkek iktidarını yücelten, kadın-erkek ilişkisini saltık mutluluk formülü, mutlak normal ilişki biçimi olarak lanse eden, propaganda yollu pompalayan faşist iktidar aygıtı, azınlıkları (örneğin yahudiler, çingeneler, afro-amerikalılar) dışlayıp sistemin dışına fırlattığı gibi eşcinselleri de ötekileştirmektedir. clerici de hastalıklı bir sistemin ikiyüzlü, konformist bir figürüdür. il conformista, faşist iktidarın cinselliği, cinsel seçimleri nasıl baskı altına alıp kontrolize ettiğini gösteren yetkin bir başyapıttır. salt cinsellik değil; özgür düşünce, marjinallik, farklılık da sistemin sahnesinden kovulmaktadır. bertolucci de sadece cinsel baskılanmışlığın psikopatolojisiyle değil, iktidar aygıtının özneyi nasıl yuttuğuyla ilgilenmektedir ve birçok röportajında ifade ettiği gibi aşırı derecede freud hayranıdır ve bu film de temelde freud'cudur.

    il conformista’nın betimledikleriyle çakışan yetkin bir yapıt da bertolucci’nin çağdaşı ettore scola’nın una giornata particolare adlı melodramıdır. 30’lu yılların savaş çığırtkanlığıyla yüklü hamasi dönemini fon alan, olan bitenin bir tam gün içinde gerçekleştiği filmde, eşcinselliği sebebiyle radyodaki işinden kovulan gabriele (marcello mastroianni) ile erkeklerin dünyasından annelik rolüne, mutfağa sürgün edilen antonietta (sophia loren) arasında yaşananlar üzerinden dönemsel tabulara, ikiyüzlülüklere, babaerkilliğe, iktidar mekanizmalarına, evliliğin doğasına şahit ediliriz. erkek; normal, standardize edilmiş tekeşliliği, kadın-erkek ilişkisini benimsemediği için kurban edilir. olan bitenin hitler’in italya ziyareti esnasında yaşanması ise yaşanan filme ayrı bir derinlik kazandırmaktadır.

    ideolojik sistemler, iktidar aygıt ve mekanizmaları özneleri dişlilerinde öğüttüğü gibi onları yumuşatıp şekillendirmektedir de. freud, öznenin ikili doğasına işaret edip biseksüel yönüne vurgu yaparken organizmanın anne karnındaki ikili yapısına (hem eril hem dişil oluşuna) gönderme yapmaktaydı. kuşkusuz toplumlar, içinde yaşanılan çevre şartları, sosyolojik önyargı ve standardize edilmiş normlar bireyi mevcut olanı seçmeye, sorgulamadan kabul etmeye itmektedir. anne karnında cinsiyetin, ülkenin, ırkın, rengin seçilememesi gibi âdeta ideolojik yapılanmalar, kültürel formlar da yerleşik olanın, baskın olanın dayatmaları sonucu benimsetilmektedir. mevcut toplumun sunduğu ahlaksal görüler, düşünüş tarzları özne tarafından farkında olmadan içselleştirilmektedir. mevcut trajik strüktür içerisinde bireysel farklılıklar, marjinal fikirler de kontrol edilmekte, yaşanmasına izin verilmemektedir. komünizm ve komünist ideoloji bir ‘öteki’dir örneğin. veya siyah olmak. eşcinsel olmak bir ‘öteki’ olma durumudur. her zaman öyleydi.

    haşiye: bazı kullanıcılar filmin görselliğinin altını çizmişler ve nasıl da harika olduğundan dem vurmuşlar. bunun, faşizme övgü düzmek için bir tuzak-alan yarattığını düşünüyorum.

    edit: imla
  • 1970 yılı yapımı bernardo bertolucci imzalı politik dramatik film, çok çarpıcı sahnelere, platon'un mağara alegorisi'nin bilgece yerleştirildiği zengin diyaloglara, güçlü oyunculuklara ve görsel güzelliklere sahip tam bir başyapıt. filmde konformist düşüncelere sahip bir insanın hayatından kesitler izliyoruz. nasıl ki sıvılar akışkan olmaları nedeni ile bulundukları kabın şeklini alırlar, bir konformist de yaşadığı sisteme omurgasız duruşu, sahip olduğu ahlak ve yaşam görüşü olarak uyum sağlama konusunda benzer bir başarı gösterdiğini en sanatsal şekilde izlemiş olduk.
    --- spoiler ---

    marcello clerici eğitimli, burjuva kökenli ve sistemin adamı olmaya hazır genç bir italyan. mussolini hayranı faşistlerden oluşan bir çevreye sahip. gizli örgüte girmek için çabaları ve normal bir aile yapısına kavuşmak için de aşksız ve mantık çerçevesinde yapacağı giulia ile evlilik planları vardır. annesinin morfin bağımlısı, babasının ise ruh sağlığı yerinde olmayan biri olduğunu öğreniyoruz. marcello, çocukluğunda babası ve şoförü tarafından fiziksel ve ruhsal istismara uğramış, akran zorbalığına maruz kalmış hatta 13 yaşında lino adlı şoförü öldürdüğünü düşündüğü travmatik bir geçmişe sahip. bu geçmiş onun sıradan olmak arzusunu körüklemiş, normalleşmenin yolu olarak da düzene uyumun konforu onu rahatlatmış. giulia ile evlenip paris'e balayına giderken görev olarak üniversite hocası profesör quadri'ye suikast planlama görevi verilmiş. hocasına ziyarete gittiğinde anna quadri ile karşılaşır. ikisi de farklı görüşlerin piyonudur aslında. prof. quadri ile sohbetlerinden etkilenip, anna ile de bağ kurunca, suikastten vazgeçer. manganiello adlı gözlemci faşist ise onu ikna eder ve pusuda quadri çifti katledilir. aradan 5 yıl geçer 1943 yılına gelinir ve clerici'lerin hayatı devam etmiş, kızları olmuştur. mussolini iktidarını değişimine marcelleno'nun tepkisi ve değişimi inanılmaz hızlı olmuştur. en yakın arkadaşı ile buluşur, arkadaşını göğsündeki rozeti söker, sokaklardaki coşku ile yüzleşir ve bir konformiste yakışır değişimi yaşar hatta hızlı değişimi bukalemunlara bile taş çıkartır. ilginç şekilde o gece lino ile karşılaşmış, onu tanımış ve quadri çiftinin suçlusu ve faşist diye onu afişe ederek yılların intikamını almıştır. konumunu güçlendirmek için en yakın arkadaşını da satmakta beis görmez. eşcinsel kimliğini de artık gün yüzüne çıkarmıştır, ne de olsa artık bir faşist değildir ve muhafazakar ahlak ilkelerinden uzaklaşma hakkına sahiptir. her zamanki gibi suikastçı, ispiyoncu, yalancı ve konformisttir.
    en beğendiğim sahneler, çiçekçi kız ve çocukların enternasyonel marşını söylediği sahneler, anna ve giulia'nın dans sahneleri ve tüm salonun dansa katılıp marcello ve karanlık zihniyetinin gölgede kaldığı sahne, profesör quadri ile olan diyalogların olduğu sahneler, çocuğun kırmızı elmayı seçtiği sahne. filmde çok fazla güzel sahne ve diyalog mevcuttu. sıradan olma ve faşizm arasındaki ilişki vs. nazizme de bu gözle bakarsak aslında alman halkının seçimini anlamış oluruz.

    --- spoiler ---
  • muhtemelen en iyi bertolucci filmi. devletin kendi öznesini nasıl yarattığını ve bunu nasıl yeniden ürettiğinin ince ayrıntıları ile anlatıyor. faşist devlet eşcinselleri, komünistleri kısacası -öteki olan- hiçbir şeyi sevmez. marcello da bir eşcinsel olmasına rağmen devletin ona doğarken verdiği, olması gereken özneyi kabulleniyor, düzene uyum sağlıyor. o bir heteroseksüeldir, vatanperverdir; aile kuracaktır, normal olacaktır. içindeki bütün aksi duyguları bastırmalıdır. ayrıca filmde, marcello faşizmi eşi giulia ise burjuva sınıfını temsil ediyor. guila'nın marcello'nun ajanlığını fark etmesine rağmen buna göz yumması bize sözde entelektüel olan burjuva sınıfının kendi egemenliğini korumak için faşizme nasıl destek olduğunu gösteriyor
  • marcello clerici'yle yoldaşı manganiello'nun bir çin lokantasında tartıştığı sahneyi hatırlayalım. clerici, görevlendirildiği üzere profesörü vuramayacağını söyleyince manganiello silahı onun elinden almaya çalışır. manganiello'ya her ne kadar profesörü öldürme vazifesi verilmemiş ve yalnızca clerici'yi korumakla görevlendirilmişse de ondan daha idealist ve inançlı bir faşizm savunucusu olduğu su götürmez bir gerçektir. clerici silahı bırakmamak için, manganiello da silahı alıp işi bitirmek için didişirler.

    böyle değildir ama sanki bertolucci, bu sahneyi bizzat iki avrupalı faşistin kavga ettiği sırada onları görmeyip işlerini yapmaya devam eden çinlilerin lokantasında çekerek avrupalı, tarih sahnesinde kendisine hiçbir şekilde yer bulamayacak fikirler için kavga ederken çinliler gelecekte bütün dünyayı heybetinden önünde diz çöktürecek devletlerini var etmek için sabırla çalışmaktaydı demek istemektedir.

    anlatırken ben de inanmadım ya.

    e yersek.

    (bkz: aşırı yorum)
  • ismi, jean louis trintignant tarafindan canlandirilan baskarakteri marcello clerici'ye gonderme yapan bernardo bertolucci filmi. clerici'nin bastirilmis escinselliginin normallesme* arzusuyla catismasi, baska bir deyisle konformizmi, fasist partiye kendini teslim etmesi uzerinden anlatilir. clerici'nin kendisine es olarak sectigi iyi aile kizi* giulia'nin* lezbiyen egilimleri olan anna* tarafindan bastan cikartilmasi gibi, clerici surekli olarak bu "normallesme" cabasi icerisinde engellerle karsilasir. kah gecmisini korkuyla animsar, kah kendi golgesinden korkar***. uzun lafin kisasi, bertolucci bu filmde burjuva degerlerine acimasizca saldirmis ve lafimizi sakinmayalim, bir basyapit ortaya koymustur. elbette filmin basyapitligi sadece soylediklerinden ve iceriginden tescilli degil. filmin basarisinin bertolucci disinda iki musebbibi daha var ki, bu noktada onlarin da adlarini anmadan olmaz: senaryoya kaynaklik eden romanin yazari alberto moravia ve goruntu yonetmeni vittorio storaro.
  • 12 eylül'ün acısını hep hissetse de bunu tarihe not düşme veya estetize etme konusunda belli bir literatür oluşturmakta geciken okumuş etmiş muzdarip türk solcusunun aksine bertolucci 68'li bir genç olarak, filmlerinden birinin adıyla söylersek prima della rivoluzione'nin nabzını ve çalkantısını kaydetmek ve olayların arkasından mazinin muhasebesini yapmakla mükellef hissetmiştir kendini. tabii sadece bundan ibaret olamaz ama bertolucci sinemasının geneline bakılınca büyük toplumsal olayların gölgesinde bireysel dönüşüm yaşayan aktivistlerin (aktivistler çünkü bertolucci kamerasını "sokaktaki adam"a ve orta sınıftan aşağıya tutmakta isteksizdir) öykülerinin ön plana çıktığı farkedilebilir. bu iki yönlü bir dönüşümdür, daha doğrusu bertolucci kahramanını hem dışarı'da takip edip filmlerinin politik misyonunu yerine getirir hem de iç mekanın mahremiyetine sokularak tamamen mastürbatif alanı olarak sinemasını yapar. bu hepsinde bu şekildedir demiyorum ama zaten niyetimin o olduğu belli, hepsinde bu şekildedir.

    il conformista'da hasbelkader derin devlet tetikçisi olan clerici antifaşist hocasını öldürmekle görevlendirilir, bu arada hocanın balerin karısını düdükler ama ertesi gün mussolini'nin yıkıldığı haberi gelince clerici'de tık yoktur, niye baktın ne faşizmi abi ayaklarına yatacak kadar da bukalemun, amortisörlü bir insandır. ama bertolucci bazı bazı fellini filmlerini andıran mekanlarda magritte'in ünlü tablolarındaki pessoa kılıklı adam gibi dolaşan trintignant'ın hikayesini bir tinto brass erotizmiyle çekerken kendini aşmış, sembolizmde ve görsellikte bir murahhas aza hüviyetine bürünmüştür.
  • spoiler
    filmin sonuna doğru, clerici küçük kızını kucağına alır ve uyutmak üzere yatağına götürürken, küçük kız dolabın üzerinde duran onca yeşil elma arasındaki kırmızı elmayı "aa bak kırmızı bir elma" diye alır.
    spoiler

    (bkz: zafer dolu günleri açıkça geride kalmış)
  • ismi icerigine bu kadar cuk oturan ender filmlerden biridir il conformista. benim acimdan filmin tüm özeti sayilabilecek en can alici noktasi , paristeki o dans klubünde dans edenlerin alayinin clerici nin etrafini sarip döne döne dans ettikleri sahnedir. o sahnenin önemi ve ehemniyeti film boyunca icinde bulunulan cevrenin ve sistemin clerici icin olan rolünü ve etkisini sembolik olarak cillop gibi ortaya koymakla beraber, clerici nin tam da o sahnedeki surat ifadesi belli belirsiz siritisi aralarina katilsak mi katilmasak mi sapsalligi da; clerici nin yine ayni sistem ve gidisat kosullari altindaki durumunu cillop gibi ortaya koyar. filmin iceriginin ismiyle olan uyumu da tam da bu paralellikten ötürüdür, zira konformizm de tam da böyle bi seydir.

    bunun yaninda clerici nin karisini canlandirmakta olan kadin christina aguilera nin aynisinin daha sempatik versiyonudur. kendisi cok hos bi hanfendidir. ayrica cok hiyar olan ben filmi izlerken uzun süre filmin hangi yillarda gectiginden emin olamamisimdir, soru isaretleriyle izleye izleye tad alamamisimdir filmin yarisindan.
  • benim için memur zihniyetini yansıtan filmdir. hayallerini, kimliğini, kişiliğini örtmek için hayatında orta yol bulan herkese ithaf edilmiş gibidir clerici'nin hayatı. kızın elmaların en kırmızısını seçerek babasına çekmeyeceğini bilmek bir nebze insanın içini ferahlatıyor.

    görüntü yönetmenliği konusunda yorum yapmak gereksiz. yalnızca yaprakların fırıl fırıl döndüğü ve clerici'nin annesine evin rüzgarlı bahçesinde eşlik ettiği sahne için bile izlenir bu film.
  • sanırım bertolucci' nin izlediğim en iyi filmi. hatta sinema tarihinde de çok özel bir yere sahip bir film. bertolucci bu filmi çok genç yaşta çekmesine rağmen, sinemasını oluşturan tüm öğeler hemen hemen mevcut. doğrusal olmayan kurgu da cabası.

    filmin zaman zaman öykünün de önüne geçen sinematografisi ve sanat yönetimi tek kelimeyle büyüleyici. sanki bazen öykü bu öğelere hizmet ediyor gibi gözüküyor.

    kesinlikle hipnotize edici bir başyapıt!
hesabın var mı? giriş yap