• 1+1>2

    psikolojide gestalt ekolü. sosyolojide ise durkheim.

    bütün, parçaların toplamından fazladır. o fazlalık ise o incelediğimiz şeyi "o şey" yapan, bizi "biz" yapan özgün değerdir.

    yani parçalara ayırarak bakmaktansa, bütüncül görmek gereklidir.
  • özetin özeti olarak; bütün kendisini oluşturan parçaların toplamından daha fazla olan bir şeydir diyen görüş, öğreti vs. .. bilim, yaşam, dil, bilgi, vs. felsefelerde bu çerçevede değişik bir çok yorumu mevcuttur...
  • eski yunanda bütün, tüm anlamlarına gelen holos sözcüğünden üretilmiştir. yine ingilizce whole sözcüğünün de kökeni holos'a dayanır. holizmin tanımı hakkında yeterince bilgi verildiği için bir daha eklemek yerine üzerinde biraz spekülasyon yapmayı yerinde buldum...

    holizm, her ne kadar zaman zaman başvurulan bir bilimsel yöntem kabul edilse ve bilimin disiplinlerarası olması gerektiğini de destekler gibi görünse de özü itibarıyla bilim karşıtı öğretilere hizmet etmeye müsaittir. çünkü bütüncüllükten dem vuran her felsefe ve felsefi öğreti nihayetinde metafizik alana zorunlu olarak intikal etmek durumunda kalır.
    bu bakımdan esasında, vitalizm/dirimselcilik, sudur, türüm/emanationism ve hatta vahid/vahdet gibi felsefi doktrin ve öğretilerin tamamı holistiktir demekte sakınca görmüyorum. saydığım öğreti ve felsefi görüşleri bütünüyle değersizleştirdiğim düşülmesin, elbette insanlığın tarihsel serüveni içerisinde düşün dünyasını zenginleştirmiş, insana felsefi derinlikler kazandırmış bugün kat ettiğimiz yol olan bir sürecin inşasını olanaklı kılmış insan duyumsamalarıdırlar. önem ve etkilerini başka bir entryde mevzubahis edebiliriz. ancak çağımız için tamamı bilim karşıtı ve bilimsel manada hükümsüz durumdadırlar.

    çoğu zaman insanoğlu kendini ve kendi dışındaki evreni tefekkür ederken "anlam" aramaya, anlamı amaçsallaştırmaya yatkındır. anlam ise esasında -bir gaye ile harekete geçme - bir fonksiyonu, bir işlevi işaret eder. oysa evrene baktığımızda açık bir anlam göremeyiz. eğer halis bir anlam olsa idi üzerine bu kadar külliyat, neşriyata rağmen halâ " hayatın anlamı nedir?" sorusunu her fırsatta soruyor olmazdık.

    isimlerini saydığımız türden holistik yaklaşımlar, insan için son derece "inandırıcı" ayartıcı katalizörlerdir. çünkü doğaüstü, ucuz yoldan bilgi edinmenin, en az zahmetli ve en kolay yoludur. aynı zamanda iç rahatlatıcı, huzur verici, teskin edici aldatıcılardır. her canlıda olduğu gibi hatta ziyadesiyle insanın en kadim korkusu ölümdür.
    kendini bir bütünün parçası olarak görmek, bütünün unique" olması, kendinden daha büyük bir amaca matuf hissetmek, hiçbir şeye benzemeyenden türetildiğini düşünmek, ebedi ve tek bir gerçeğin olduğuna inanmak, ölümden sonra yaşamın olanaklı olduğuna işaret ederken (ruh, vb.) beri yandan insanın kendi yaşamını ve bütün bir alemi doğrudan kontrol eden kudretli ve sihirli güçlerler donatılmış birine yönelmesi, oldukça meşakkatsiz ve maküldür. çünkü insan hayatta kalmak için tüm canlıların hatta cansızların da yaptığı gibi enerji hesabı yapar. en az enerji ile maksimum kararlılık arzular.
    ister, sezgi (entüisyonizm) yoluyla olsun isterse akıl (rasyonalizm) yoluyla bu türden metafizik çıkarımlar insan için rahatlatıcı yanılsamalardır.

    oysa hakikat denilen şey istikrarsız, gerçek ise bu denli basit değil maalesef. kainatta hakikatin esamesi okunmazken gerçekse tamamen izafidir. tek bir yüzü yoktur. evren onu bütüncül olarak anlayabilmemizi mümkün kılacak kadar basit değil, insanın anlama yetisi-idrakının (cognitive) ötesinde karmaşık ve kaotiktir (en az bir defa evren kaotik demesem bilim faşizanları odası üyeliğimi iptal edebilirdi mazur görün). evrene dair bilgimiz arttıkça onda "değişmez bir yasanın" olmadığını, evrenin aristo'nun bahsettiği gibi bir çekirdeği, bir nüvesi olmadığını, yahut başka filozofların ya da inanç alimlerinin söylediği eter'in gerçek olmadığını kavradık. keşke bütün parçaları birbirine eklemleyerek, yahut pipomuz ağzımızda kollarımız kavuşturulmuş "büyük resme" şöyle biraz arkamıza yaslanarak baktığımızda basitçe gerçeği ve anlamını kavrayabilseydik. bunca uğraşa bilime hiç gerek kalmazdı. açıkçası istisnaları saymazsak 17. yüzyıla kadar insanların yaptığı şey tam olarak buydu zaten. holizm ve türevi yöntemlerle evreni anlamaya çalıştılar. ancak ne kadar uğraşsalar da anlamayacaklarına kanaat ettiler bir süre sonra ve yavaş yavaş bilimin işinin evreni ve insanı anlamak olmadığına aydılar. dikkat buyrunuz; bilim, felsefe ve dinin tam olarak birbirinden ayrılarak bağımsız alanlar kazanmaya başlamalarının da aynı yüzyıla tekabül ettiğinini görüyoruz. bunun bir tesadüf olduğunu söyleyemeyiz.
    doğaya dair bilgi arttıkça, bilgi daha fazla işlenmeye ve yayılmaya başlandıkça, bilgiye ulaşmayı mümkün kılan teknojiler geliştikçe metafizik görüşler hızla enflasyona uğrarken pozitivizm ve materyalizm hızla yükselmiştir.
    artık bilimin işi beyhude mâna arayışı peşinde koşmak değildir. bilimin görevi anlam arayışı yerine açıklayıcılıktır artık.
    bilim bir olgu yahut olay üzerine bilimsel yöntemlerle incelemelerde bulunur ve olguyu açıklamaya çalışır.
    bilim oldukça zahmetli ve tabiri caizse "faydasız ilimdir". bir amaç taşıması yahut bir işe yaraması önceliği değildir. bilimin demokles'in kılıcı olan yanlışlanabilirlik zebanisi onu 'haddini bilirliğe' mecbur bırakmıştır. bu nedenle bütüncül yaklaşım yerine, parçaları tek tek, bütünden yahut bütün gibi görünenden "kesitler alarak" ve elbette mümkünse inceleyeceği kısmı tamamen yalıtarak (redüksiyonizm) araştırır. çünkü araştıracağı şeyin bağımsız durumdayken davranışını çözümlemenin ve açıklamanın en kestirme ve bilimsel yolu, araştırma konusunu mümkünse izole ederek mercek altına almaktır.
    çünkü evrenin özü yoktur.

    eh madem evrenin özü yok bari bu entrynin özünü yazayım;
    "eğer her sürecin parçaları bütüne bağımlı olsaydı, bilim başarıya ulaşamazdı" l. wolpert
  • insanı, ruh ve beden olarak bölünmez bir bütün halinde kabul eder
  • kamu yönetimi alanında üretilen malın, hizmetin niteliği, niceliği ne olursa olsun sisteme bütün olarak bakmak gerektiğini savunan görüş.
  • bu kadar multidisipliner olaydan ve uzmanlıktan bahsederken holizm eski tozlu raflarından kaldırılıp masaya serildikçe bilimde oturmayan parçalar birbirine bağlanabilecektir. pozitivist bir paradigmayla bugüne kadar gelen (bugün demek bile çok geç bir dönem) epistemik sistemlerin aradaki köprü tekrar bağlanmasından bahsediliyor. bugün bir biyoloğun evrimsel psikolojiye kendi araştırmalarında başvurması artık şaşırtıcı değildir, açıklanamayan tıkanan noktalar ancak holistik açıdan kapatılabilmekte bugün.
  • parçalardan yerine bütüne odaklanmak anlamındadır. parçaları bütünden ayrı olarak incelemenin gerçekliğin bazı unsurlarının hesaba katılmamasına yol açacağı anlamına gelmektedir. parçalar ve bütün arasında temel bir gerilim olduğunu ifade edersek, parçalara önem veren yapının mekanistik, indirgemeci veya atomistik olarak adlandırılabileceği gibi bütüne önem veren yapı da holistik yapıdır. holizm bütünün, kendi parçalarının toplamından farklı ve üstün olduğu ilkesine dayanmaktadır.

    holizm temsilcileri;
    süreçsel bir sınıf görüşünün örneği için bkz. thompson (1963); ekonomik teoride arzuların süreçsel değerlendirilmesi için bkz. lindblom (1990); kan davasının süreçsel değerlendirilmesi için bkz. keiser (1991) ve bir bütün olarak dünya tarihinin süreçsel bir değerlendirilmesi için bkz. mcneill (1995).
    kesrette vahdet - vahdette kesret;çoklukta birlik - birlikte çokluk bütüncülük ile hücreciliğin bir sentezidir. kültürün/geleneğin/toplumun bir belirlenmiş ve sabit doğası olan isimden ziyade belirlenmekte olan bir fiil ve süreç olarak görülmesi önemlidir.

    holizmin gelişiminde rol oynayan önemli kişiliklerden biri emile durkheim’dır. durkheim’a göre, toplum, bireyin psikolojisine ve davranışlarına indirgenemeyecek bir gerçekliktedir. durkheim’ın metodolojik denemesi sosyolojik metodun kuralları, holizmin klasik bir ifadesidir. ancak holizmin açıklayıcı gücünü “intihar” eseri üzerinden göstermeye çalışmıştır.

    holizme daha modern bir yaklaşım ise yapısalcılıktır. yapısalcılık, dil temelli bir yaklaşım olarak ortaya çıkmıştır. yapısalcılığın iddiasına göre dil bir işaretler sistemidir ve bu işaretlerin anlam ve düzeni, toplumsal yaşamdan ya da bireysel konuşmacıların yaratıcı niyetlerinden değil, sadece sistemdeki diğer unsurlarla ilişkilerinden doğmaktadır.

    sosyal bilimlerde, bir arada düşünülen iki nedenden ötürü, holizmin özel bir değeri vardır. birincisi, bilim, doğası gereği bireyler üzerinde değil bir sınıfın üyeleri üzerinde durmaktadır. ikincisi, ekonomistler belli alıcılar için değil, gayr-i şahsi ve toplamdaki alıcılar ve satıcılar için konuşmaktadır, siyaset bilimciler kişisel tipler ya da rol türleri bağlanımda oy verenlerin, yasa koyucuların ve bürokratların üzerinde durmaktadır.
    holizm, bireylerin kültürel ve toplumsal güçlerin ürünleri olduğunu ve dolayısıyla da kültür ve toplumun analizin temel birimleri olması gerektiğini iddia etmektedir.
    holizm, kültür ve toplumun bireyleri, bunların düşünce, duygu ve eylemlerini hem mümkün kılma hem de kısıtlama biçimleri konusunda içgörü sunmaktadır. fakat holizmde aşırıya kaçarak insanların aktör oldukları ve kültürlenme ve toplumsallaşmanın da daimi uyarlama süreçleri oldukları gerçeğini ihmal etmektedir.

    holistik düşünürler, kültür ve toplumu, gücün ifade edildiği ve gerçekleştirildiği sürekli süreçler olarak değil de, güçlü nesneler sayarak bunları maddeleştirmektedir.
    sonuç olarak holizm de atomizm kadar tek taraflıdır. atomizm ve holizim felsefenin zıt kutuplarıdır.
  • bir varlığın, kendisini oluşturan parçaların toplamından daha başka ve bu toplamı aşan bir kimliğe sahip olduğunu savunan felsefe kuramıdır.
  • (bkz: gestalt)
hesabın var mı? giriş yap