• sonsuzluğa bir kala saatinin pili bitmişti. tamir ettirmek için yollara düştü. uzaklarda bir saatçi buldu. saatçi saati eline alıp baktı. gözünü kıstı. "bu tamir edilmez" dedi. "sürekli saate bakmışsın. göz var üstünde. ona bakmamayı öğrendiğinde çalışmaya başlayacak tekrar" saati sıkıştırdı adamın avucunun içine.

    bilmediği bir yere gitti. anlamamıştı dediklerini. bir kum tepesinin üstüne çıktı. çok derin kazdı. kazdı iyice diplere kadar. şeytanın sığınağına kadar ulaştı. saati oraya gömdü ve gitti.

    uzun yıllar sonra ölmüştü. öldüğünü kimse farketmedi. herkes onu halen yaşıyor sanıyordu. varlığı hiç olmamış gibiydi. arkeologlar kazı yaparken saati buldular. saat sonsuzu bir geçiyordu. saati alıp müzeye koydular. ona hiçliğin mevcudiyeti adını verdiler. hikaye de burada başlıyor.
  • sonsuzluk kavrami ile beraber , insan beyninin tahayyul etmesinin buyuk ihtimalle imkansiz oldugu bir kavram. oturur yazariz saatlerce bunun hakkinda, felsefeler uretiriz agactan elma topluyormuscasina, dogu dinlerinden, mistisizmden de dem vurabiliriz. ama gercekten oturup dusunmeye calistigimizda, hicligin beynimizin alamayacagi kadar buyuk bir kavram oldugu gercegiyle sinirlaniriz.

    bu sonucu oyle felsefi ya da siirsel olarak yorumlamaya gerek yok. hicligi anlayamacak olmamizin nedenleri daha ziyade, beynimizin fizyolojik gelisiminde sakli olsa gerek. beynimizin hayal eden, soyut kavramlari dusunebilen kismi, daha temel olan ve somut kavramlarla ilgili olan kismindan cok daha sonralari gelismistir. bu da elbette normal, zira 1 milyon yil once bir "filozof"un hayatta kalmasi imkansizken, alet yapmasini ogrenmis vahsi bir avcinin genlerini yaymasi pek mumkundur.

    zaman icinde, ozellikle gorme duyumuz, dis dunyayi algilmamizda ve hayatta kalmamizda cok buyuk onem kazanmis. dis dunya da 3 boyutlu uzayda, lineer bir `zaman duzleminden ibarettir. yani evrimsel olarak, dusuncelerimizin yer ve zaman "koordinatlari" olmasi zorunludur. biz de hicligi dusunmeye calisirken, bunu aklimizin 3+1 boyutlu sahnesinde yapmaya calisiyoruz. dolayisiyla maddenin, uzayin, nedenselligin, zamanin ve benzeri hicbir kavramin olmadigi birsey dusunmek, hatta o birseyi dusunmemek, elimizdeki alet edevatla pek mumkun degil.

    elbette bu gorusler icin ovguyu hakeden ben degil, 250 sene once bunlari yazmis olan ve zaman, mekan, nicelik, cogulluk, varolus gibi kavramlari beynin deneyimleri degerlendirirken kullandigi temel cerceveler (kategoriler) olarak goren immanuel kanttir.

    edit: kantin konuyla alakali bilgi kurami icin (bkz: felsefenin oykusu) veya (bkz: immanuel kant/@epiktetos)
    budut: epiktetos adli yazar entryleriyle birlikte sozlukten ayrilmis; guzel yazmisti halbuki
  • mum isiinda guzel bir muzikte, hayatin basinda ve sonunda, varolmanin dayanilmaz agirliinda, gidip gelmelerde, gozlerin karardiinda, sevgilinin bir opucuunde, terkedilmelerde, kefenin ustune toprak atilirken, yagmurlu bi havada mezarlikta, kalabalikta, yakamozda, dalgada, aglara vuran gunesin damlalarda yansimasinda, son gozyasinda, son damla sarapta, son sozde, bitmek bilmez yollarin cizgilerinde, yolun sonundaki sarilmada, bir cocuun gozlerinde, bir yaslinin ellerinde, kristal kurenin icinde, karin altinda, bulutlarin ustunde, telefonun her calisinda, yagmurun izinde, denizin tuzunda, kelebein dokunusunda, soylenmemis sozlerde, mavi yesil gozleriyle herseyi silen o kizda, gitarimin telleri arasinda, ateşten bir gomlekte, son durakta, bazen bir ruyada, bazen bir gercekte, alacakaranlikta....

    hem heryerde, hem hicbiryerde....
    hem herseyde, hem hicbirseyde....
  • kronik hastalığım, doğmadan önce yoktum, doğdum gene yokum, ölünce zaten olmayacağım. koskocaman bir hiçim, benim için yaşayan insanlar yok, şunlar şunlar için yaşıyorum diyeceğim insanlar da yok, var mıyım, yok muyum kimse farkında bile olmaz belki de ses etmesem ara sıra.

    bazen sahte sözlerini dinlerim mesela hayatın, daha doğrusu hayatım dediklerimin, "seni çok seviyorum" bir siktir git diyesi geliyor da insanın, yutkunuyorsun. zaten hastasın diyorum kendi kendime, bari hastalığınla başkalarını üzme.

    sonra sahte gülücükler, pehehehe çok mutluyum ben ehehe.. ay ay ay hayat ne kadar da güzel, kuşlar böcekler...

    sonra o kesif yalnızlık ve ardından nükseden bu hastalığım..

    hiçlik öldürmez insanı, eziyet eder ona.
  • yaşam hiçlikten ibarettir. geçmişi kaydeden güçlü belleğimiz ve geleceği öngörebilen hayal gücümüz yaşamın bize sunduğu hiçliklere düş ürünü bir değer biçer. hayatın size sunduğu herhangi bir nesnenin veya insanın değeri ya geçmiştedir ya da gelecekte. çok sevdiğiniz birini veya nesneyi aklınıza getirdiğinizde "ne günlerdi" ya da "çok güzel günlerimiz olacak" deriz. şu anın herhangi bir kadir kıymeti yoktur. mutluluk ya geçmişte ya da gelecektedir. hayal ürünüdür. yanılsamadır. bir görünüp bir kaybolan çöllerdeki seraplar gibidir. bunu sadece insan, bellek ve hayal gücünün sayesinde yaratır. hayvanlarda bellek ve hayal gücü insandaki kadar güçlü olmadığı için yaşamın hiçliğini en iyi onlar bilir. aslında bilemezler. düşünemedikleri için bunun farkına varmazlar bile. hiç düşünmesinler zaten. düşünmeye başlayan ilk insanımsının suçudur bu. bütün ürettiklerimiz düş gücümüzün ve geçmişteki deneyimlerimizin sayesindedir. bellek ve hayal gücü. fakat bu güce sahip olmamızın getirileri götürdüklerini karşılamaz.

    bir derdi olan insana "takma kafana" veya "unut gitsin" gibi laflar denilmez mi. takma kafana onu belleğinden sil, unut gitsin lafı da onu aklına getirme demektir. bu, hayvanımsı zamanlarımıza tekrar geri dönebilmeyi arzulayan bir durumu yansıtır. hayvanlıktan çıkarız gördüğümüz dehşet karşısında tekrar gerisin geri eskiye dönebilmeyi isteriz. ahlak hakkında akıl yürüten filozofların ilham aldıkları canlılar hayvanlardır. hayvanlar esasen filozoflar gibi yaşarlar. olabildiğince az istekleri vardır, gerektiği kadar yiyip içerler, bellek ve hayal gücünü siktir etmişlerdir. ölümden korkmazlar. dinlere veya ahlak hocalarına ihtiyaçları yoktur. namus denilen aslında namussuzluğa yol açan kurallara sahip değillerdir. birbirlerini öldürmek için silah üretmezler. toplu katliamlar yapmazlar. vücutlarının uzuvlarını bile kaybettiklerinde dehşete düşmezler. deliren hayvan yoktur. divane gibi aşık olan da. herhangi bir elbiseye ihtiyaç duymazlar. çok fazla mutluluğu istemedikleri için çok fazla mutsuz da olmazlar.

    insanın belleğine ona muazzam acı vermiş olan şeyler hiç silinmeyecek gibi kazınırlar. mutlu anlarımızın belleğimizdeki değeri nedir ki. mutlu anlarımızı düşünerek mutlu olamayız. mutsuz ve acı veren anların böyle bir tabiatları yoktur. onlar sürekli acı verirler. gerçektirler. geçmişimizde çok fazla sayıda varlardı. ve hepsini tecrübe ettik. gelecekte sayıları azalmayacak. onlarca hatta yüzlercesi şu anda bir yerlerde bizi bekliyorlar. ve perdeyi azrail kapatacak.
  • ...ah, keşke ölümün eşiğinde olanların hepsi, bu benim gördüklerimi görselerdi! bazen bunu da düşündüm. ıstırap, korku, dehşet ve yaşama arzusu, hepsi bitmişti bende. bana telkin ettikleri dini inançlardan kurtulmuş, huzura ermiştim. tek tesellim, ölümden sonra hiçlik ümidiydi; orada tekrar yaşamak düşüncesi içime korku salıyor, beni hasta ediyordu. ben ki henüz yaşadığım dünyaya bile alışamamışım, bir başka dünya neyime yarardı benim? bana göre değildi bu dünya; bir avuç yüzsüz, dilenci, bilgiç, kabadayı, vicdansız, açgözlü içindi; onlar için kurulmuştu bu dünya. yeryüzünün, gökyüzünün güçlülerine avuç açanlar, yaltaklanmasını bilenler için. kasap dükkanı önünde bir sinir parçası için kuyruk sallayan aç köpek gibiydi onlar. evet, ikinci bir hayat düşüncesi korkutuyor, hasta ediyordu beni. hayır, bütün bu öğürtü veren dünyaları, bütün bu iğrenç yüzleri görmeye ihtiyacım yoktu benim. tanrı bir sonradan görme miydi ki dünyalarını ille de göstermek istesin bana? ama ben, ne yalan söyleyeyim, yeni bir dünya gerekiyorsa, duygularım düşüncelerim uyuşsun körelsin isterdim...

    kör baykuş'tan
    sadık hidayet
  • bilimsel veriler, evrende gerçekte bir şeyden çok daha fazla hiçlik olduğunu gösteriyor. evrenin yaklaşık %74' ünü bir hiçlik ya da fizik uzmanlarının deyimiyle karanlık enerji, %22' sini de gözle görülmeyen ve karanlık madde adıyla bilinen parçacılar oluşturuyor. evrenin yalnızca %4 kadarı bir şey olarak tanımlanan baryonik maddeden oluşuyor.
  • hayatta neyi kutsal biliyorsa bilsin insan, hayatın kendisiyle vahdet-i vücud olmak için gerekli ilk aşamadır hiçlik.

    zamanın ne kadar hızla aktığı gibi herkesçe söylenebilecek basit bir doğruyu, iki kadehten sonra tüm derinliğiyle anlayan insanlarındır hiçlik. neler yaşandı bitti şu ömrümüzdeyi aşil tendonlarında acıyı hissederek yaşayanların. modern zamanların metropol ışıkları eşliğinde olanca hızıyla akan gecelerde, bugüne kadar hayatınızda olan kadınların birer birer gidişini hatırlamak bile hayatlarımızın birer deneme tahtasına dönüştüğünün acı bir işareti değil midir?

    enel hak aşkına, illa ki doğum günlerimizi bir pastayla ya da facebook'un sanal duvarlarına yazılan birbirinden evrilmiş cümleleriyle mi kutlayacağız? farkında olmamızın bedelini, farklı olma megalomanlığının ağına düşmüş snoblar olarak yaftalanarak mı ödeyeceğiz? yoksa daha pazartesi gününden haftasonu planlarını iletilerinden kusan bir banka çalışanı gibi ne kadar sosyal ve hayattan memnun olduğumuzu ısrarla ve inandırıcılıktan uzak bir şekilde haykırarak herkes gibi mi olacağız? mutluluğun sırrı bu olmamalı dostlar..

    ölüm korkusuyla kendimizi bütün evrene kapatacak mıyız ya da epikouros'un "biz varken ölüm yok; ölüm varken biz yok!" sözüne güvenerek özgüvenimizi yaşama sevgisine mi dönüştürmeliyiz?

    etrafta her gün gördüğümüz can sıkıcı insanlara mide bulantılarımızla mı karşılık vermeliyiz yoksa mevlana'nın dediği gibi "yaradılanı hoş gör yaradandan ötürü" sözüyle mi derin uykulara dalmalıyız?

    bazı bizi sevenlerin, bizi ilk sevdiği zamanlarla şimdiki zamanları arasındaki acı veren farklılıkları ve alışkanlıklarının tırnaklarımız sökülürcesine değiştiğine şahit olmanın verdiği acıyla gözyaşlarına boğulmalarımıza değiyor mudur sizce?

    hiçbir şeyi bilmesem de bir şeyi biliyorum dostlar. o da hiç olmanın verdiği heyecanı her şey olmanın veremeyeceğidir. hiçe hiç kimse dokunamaz ve zarar veremez ancak her şeyin hiç olması anlık bir meseleden daha azıdır..

    kısacası sırlar çok, bilgi azdır.. hiç olduğunun farkında olandan, manayı arayandan her zaman korkulur çünkü ona normal insanların hayalleri erişemez..
  • hiç kavranamayacak olandır. hiç tanık olmadığımız ve olamayacağımızdır.var olmanın zıddıdır hiçlik. varolmayı hücrelerimize kadar nasıl hissediyorsak hiçliği de öyle hissedemeyiz.

    zaten bir kere varlığı tattınız mı artık ruhunuz hiçliği istemez. varlığın ve varolmanın en büyük düşmanıdır hiçlik.
    hiç varolmayan ve varolamayacak olandır.

    var edilen herşey varolmanın zevkiyle sarhoştur, dönmektedir. elektronlar döner, insanlar döner, sufi döner, dünya döner, gezegenler döner, güneş döner, kainat döner...bu varlık aleminin en büyük nimetidir varolmak. çünkü diğer tüm nimetler ve güzellikler varolmakla bilinir, anlaşılır. varlığa programlanmış bir kalp ve akıl ise hiçliği idrak edemez, etmek istemez. bir hiç olmaktansa varlığın en düşük mertebesini kabul eder, bir taş parçası olarak varlığını sürdürmeyi hiçliğe tercih eder.

    hiç olmayı düşünmek kalbi bir cendere gibi sıkıştırır, aklı karanlığa mahkum eder. hiçliğin içinden sıyrılıp var edilen artık hiçliğe dönmek istemez.

    fakat var olmak bu kadar güzelken bile yorar insanı. varolmak demek bir sorumluluğu da omuzlarında taşımak demektir. şüphesiz ki varolmanın da bir bedeli vardır. insan olarak varolmanın bedeli ise daha ağır..

    o bedel ise sormaktır, varlığını sorgulamaktır;

    "neden varedildim?"

    "bir hiçken neden şimdi varım?"

    "neden insan olarak varedildim?"
  • her doğumda ve her ölümde insanın yaşama ve doğaya egemen olmayıp bir parçası olduğunu anlamasıyla, evrenin ne kadar büyük olduğunu görmesiyle ve diğer insanlarla beraber akıp gittiğini, koskaca bir nehirde su damlası olduğunu farketmesiyle gelen duygu
hesabın var mı? giriş yap