aynı isimde "güneş (şarkıcı)" başlığı da var
  • tanpınar'ın eşsiz anlatımıyla güneş daha bir sıcak daha bir heybetli sanki...

    "ne kadar muzdarip olursanız olun, güneş bu ıstırabın arasında er geç bir çatlak buluyor, oradan altın bir ejder gibi kayıyor. sizi mahzeninizden çıkarıyor, bir yığın imkânı bir masal gibi anlatıyor. sanki 'bana inan; ben bir mucizenin kaynağıyım, her şey elimden gelir, toprağı altın yaparım. ölüleri saçlarından tutup silkeler, uykularından uyandırırım. düşünceleri bal gibi eritir, kendi cevherime benzetirim. ben hayatın efendisiyim. bulunduğum yerde yeis ve hüzün olamaz. ben şarabın neşesi ve balın tadıyım.' diyordu."

    huzur'da yer alan satırlardan
  • güneş kültü türklerde çok eski zamanlardan beri vardı. çin kaynaklarına göre, türkler bu kültü hsiung-nulardan beri devam ettiriyorlardı.

    (ki zaten şamanizmin esasları da gök tanrı, güneş, ay, yer su, atalar ve ateş/ocak kültlerine dayanıyordu)

    türklerde ra gibi bir güneş tanrısı yoktu. ay da güneş de tabiat kültünün unsurlarıydı.

    şöyle anlatayım, eski türkler için önemli olan yaşadıkları coğrafyadaki unsurlar ve hayatlarını kolaylaştıran etkenlerdi. doğanın içinde yaşamanın doğayla uyum içinde olmayı bunun da doğaya saygı duymayı gerektirdiğini bilirlerdi. etraflarında gördükleri her şeyin bir ruhu olduğuna inanmalarının altında yatan neden basitçe buydu. mesela yaşadıkları bölge dağlık, ormanlık ve çetin bir coğrafyaysa -ki öyleydi- o dağlarla ve ormanlarla barış içinde olmaları gerekiyordu. onlar dağ ruhuna saygı gösterirlerse o da onlara zarar vermez hatta korurdu. ya da soğuk bir coğrafyada hayatta kalabilmek için en temel gereksinimlerden biri olan ateş ruhuyla iyi geçinebilmek için saçı vermek, saygı göstermek gerekirdi aksi takdirde ateş kötücül yüzünü gösterir evlerini/çadırlarını yakıp kül ederdi ama zerdüştler gibi ateşe tapmazlardı.

    kısacası diyebiliriz ki, inançlarının temel motivasyonu günlük hayatlarında her an beraber oldukları unsurlara birer şahsiyet vererek onlarla barış ve uyum içinde yaşamaktı. işte güneşe de aynı bu şekilde saygı duyuyorlardı.

    taşıdığı önem açısından bakıldığında, güneş kültü ay kültünden çok daha önemliydi çünkü güneş aynı zamanda yaşamın ana kaynağıydı.

    (bu yüzden de dişil olarak algılanmış zaten. türklerde genel olarak, güneş ana ve ay baba hitabı vardır. bu nedenle de -hemen hemen- bütün masal ve efsanelerde, güneşin dişi ve ayın de erkek olarak rol oynadığını görüyoruz.)

    büyük hun devleti zamanında hem güneşe, hem de aya ayrı ayrı saygı gösterildikten sonra, kurbanlar kesilirdi. mesela hun hükümdarı her sabah çadırından çıkarak güneşi ve akşamlan da ayı ululardı.

    ak şamanlar da güneşi selamlarlar, kostümlerinde ve davullarında da güneş sembolünü kullanırlardı. (kara şamanlar güneşi kullanmaz) ayrıca aynalarına da güneş simgesi kazırlardı.
    (bu sizin evdeki aynalardan değil; şaman aynaları demirden, bakırdan vs yapılmış, yuvarlak, içbükey tabağa benzeyen eşyalardır)

    türklerde genel olarak güneş doğunun, ay da batının sembolüydü. teleüt türklerindeyse ay kuzeyin, güneş de güneyin sembolüydü.

    teleüt türklerine göre bu yönleme, göğün en üst katında duran gök kartalı’nın duruşuna göre yapılmıştı. söylendiğine göre, bu kartalın sol kanadı ayı, sağ kanadı da güneşi örtüyordu. bu duruma göre kartalın başının doğuya bakması gerekiyordu. bu duruş da türk mitolojisi'ne uygun bir yönlemeydi. yine aynı efsaneye göre ay, karanlıklar ve geceler diyarı olan kuzeyin; güneş de aydınlığın hüküm sürdüğü ve gündüzler diyarı olan güneyin sembolüydüler.

    göktürkler yönlerini tayin ederlerken yüzlerini doğuya, yani güneşin doğduğu yöne dönerlerdi. bunun için de doğuya ilgerü yani ileri demişlerdi.

    aşina uruğundan gelen göktürk kağanlarının tahta geçme töreniyle ilgili bir çin kaynağı şöyle der: "kağan atanınca beyler ve subaylar onu keçeden bir örtüye sarıp güneşi izleyerek dokuz kez dolaştırırlar. her seferinde uyrukları onu selamlar.”

    (törenin devamında adamın boğazını sıkıyorlar :) yok ölmüyor ama bi sersemliyor, tam o sırada daha beyin hücreleri sağlıklı çalışmaya başlamadan kaç yıl hükümdar olacaksın, diye soruyorlar, neyse bunu başka bir gün anlatırım, bir de bu güneş istikametinde dolaştırılma olayı şaman törenlerinde de var)

    mirali seyidov'a göre, eski türklere ait tengri/tangrı sözcügünün kökü tan(g)'dır. tan, güneşin dogdugu yerdir. bu nedenle tangrı sözcügü güneşle ilişkilidir ya da güneşi çağıran, doğmasını sağlayan anlamındadır.

    yakut mitolojisinde güneş, yukarı dünyada bulunan en büyük tanrı olan ürüng ayıg toyon ve karısı kübey hatun'dur. bu ikisi dünyayı ısıtır, temizler ve hayatın sürekliliğini sağlarlar.

    bir kazak efsanesinde eskiden güneş ve ayın iki güzel kız olduğu anlatılır: “bunlar birbirini kıskanıyormuş, güneş ayın yüzünü tırmalamış ve böylece ayın yüzündeki lekeler oluşmuş. öte yandan ay da güneşe yaklaşamıyor ve onu uzaktan kızdırmaya çalışıyormuş.”

    hunlarda oldugu gibi nevruz* gününde kazak kadınları da güneş doğunca ona eğilerek selam verirler.

    yakut efsanelerinde, ayla güneşin aralarında kavga ettiklerini de görüyoruz. büyük kahramanlar ve iyi insanlar, genel olarak ayla güneşin himayesindeydiler.

    kötü ruhlarsa onlarla süresiz olarak savaş halindeydiler. bu kötü ruhların bazen güneşi kovalayıp yakaladıkları da oluyordu. güneş tutulması olayı, böyle kötü ruhların güneşi mağlup edip de ele geçirdikleri zaman meydana geliyordu. (anadolu’nun bazı köylerinde güneş tutulması sırasında kötü ruhları kovmak için teneke çalmak adeti de ta şamanist döneme dayanır.)

    altay türklerine göre tanrı ülgen, ayla güneşe dokunan bir dağda otururdu. bazı hikayelere göreyse tanrı ülgen, ayla güneşin daha da ötelerindeydi. onun tahtı, çok uzaklardaki yıldızlar üzerinde kurulmuştu.

    esasen, ay ve güneşi yaratan da yine tanrı ülgen'di*. altay türklerine göre güneşin kırıntılarından meydana gelmiş ve insanlara daima iyilik getiren bir tanrı da vardı. bu tanrının adı suyla’ydı bu tanrı insanları daima korur ve onların, gök altında rahat ve huzur içinde yaşamalarını sağlardı.

    altay türklerinde genel olarak güneş sıcağın ve ay da soğuğun sembolü olarak görülürdü.
    (insanların gündüzleri sıcaktan yanarken; geceleri de soğuktan üşümeleri bu inanışın doğmasına yol açan en önemli sebeplerinden biri olsa gerek.)

    yine altay piktogramlarında hayat ağacı’nın* bir yanında güneş bir yanında ay olurdu.

    kün ay (güneşle ay) piktogramları hunların hükümdarlık simgesiydi. bu astrolojik simge yeni günün daha doğrusu baharın ilk gününün simgesi sayılırdı. bu simge sonraki dönemlerde de türkler tarafından kullanıldı.
    (bugünkü bayrağımıza da gayet benziyor, ayın ortasına yıldız yerine minik bir güneş koyun, tam olarak öyle)

    kün ay, türklerin en eski belki de öz kozmolojisi diyebileceğimiz dikotomik anlayışın bir yansımasıydı. yaruk yani aydınlığın simgesi güneş, karang/karankı yani karanlığın simgesi aydı ve 21 martta gece ile gündüz eşitlenir, bu eşitlenme de gökyüzünde de kün ve ay kavuşmasını temsil ederdi.

    (bkz: kün ay/@ay hatun)

    “anadolu'da ay ve güneşle ilgili inanışlar arasında, türklerin dünyanın sonu hakkındaki düşüncelerine açıklık getirebilecek inanışlar da vardı. bu inanışlardan birine göre, bir gün ayla güneş birleşecek dünyayı yakıp kavuracaklardır. o zaman kıyamet kopacaktı.

    bir başka inanışa göre de güneşin batıdan doğduğu gün, sular kabaracak ve her tarafı sular kaplayacak bunun ardından dünyanın üzeri dümdüz olacaktı. (burada da yine yaratılış ile kıyamet günleri arasındaki benzerlik dikkat çekici)"

    (bkz: kalgançı çak/@ay hatun)

    ve son olarak, oğuz kağan’ın çocuklarının bulduğu yayı hatırladınız mı, işte o yay bazı araştırmacılara göre gök kubbeyi temsil eder. kırgız destanlarında ise güneşi/güneş ışınlarını simgeler. ayrıca oğuz’un çocuklarından birinin adı da kün/gün han’dır. (kün hem gün hem de güneş anlamında kullanılır.) eski türklerde künçe/künçek adına da çok rastlanır ki bahaeddin ögel hoca bunun ‘güneş gibi’ anlamına gelebileceğini söyler…

    okuma yapılan ve yararlanılan kaynaklar:
    emel esin - türk kozmolojisine giriş
    jean-paul roux - eski türk mitolojisi
    yaşar çoruhlu - türk mitolojisinin ana hatl
    bahattin uslu - türk mitolojisi

    (bkz: türk mitolojisi/@ay hatun)
  • bir yerden baslamaliyim ama nereden?

    ışık diye bidigimiz sey oydu uzun zaman once... simdi ise daha farkli sanki anlami. gecmise nispet yapar gibi ozgurce yasadigimiz asklarin en klişe, ama belki en hoş anlari onunla guzel: bir tepenin uzerinde cimlere oturup onun batışını izlemek sevgiliyle beraber, bazen bir ömrün feda edilebilecegi kadar guzel olmadi mi?

    o muhtesem gun batimi sirasinda bulutlarin renk cümbüşüne mi, sevgilinin gözlerine mi bakacagimizi bilmedigimiz anlarda kim dusunur ki onun 5 milyar yildan uzun suredir orada oldugunu?

    evet, 5 milyar yil olmus, gunes her gun israrla dogup, israrla batmayi surduruyor. oysa eskiden daha hizliymis gunes, sonra dünyanin donusu yavasladikca bugunku 24 saatlik dönüş düzenine oturmusuz. aslinda gittikce de yavasliyor gunesin dogusu...

    ogle sicaginda, hele bir de yaz ortasindayken gunesin altinda kalinca hissediyor insan "sicak" denen seyin ne oldugunu. eger atmosferimiz cok daha ince olsaydi gunes dunya yuzeyini ortalama 100 santigrat dereceye kadar isitacakti. bu garip geliyor bana; uzakta, cok uzakta bir yildiz var ve bu yildiz bizi kavuracak kadar cok isi gönderiyor.

    garip geliyor dedim ama o kadar da garip degil bu. güneş bizden 150 milyon kilometre kadar uzaklikta. zaten kendi yuzey sicakligi da 5400 derece kadar. gerci o kadar uzakliktan 5400 derecelik sicakligin bize cok daha az gelmesi lazim ama, sicakligin kaynagi yuzey degil...

    güneşin çekirdeginde olusuyor sicaklik. %90'indan fazlasi hidrojen'den olusan gunes'in cekirdegi epeyce yuksek basinca sahip. bu basinc, hidrojen atomlarini birbirine cok fazla yakin olmaya zorluyor. bir noktadan sonra da atomlar birlesmeye baslayip enerji yayiyorlar. bilirsiniz, iki hidrojen atomu birlestigi zaman helyum meydana geliyor. bir helyum atomunun agirligi ise kendisini olusturan iki hidrojen atomundan birazcik daha düşük... işte, aradaki o kayip agirlik, enerji olarak yayılıyor...

    ne demistim, güneşin icinde basinc ve yogunluk cok fazla. hatta o kadar fazla ki, cekirdekte olusan enerjinin disariya cikmasi binlerce yili buluyor. cekirdekteki birlesme sonucu ortaya cikan enerjiyi tasiyan fotonlar binlerce yil boyunca zigzaglar cizerek disari cikmaya calisiyorlar. en nihayetinde yuzeye vardiklarinda ise, o kadar zamandir özlem duyduklari kendi hizlari, yani isik hizi ile uzaya yayilmaya basliyorlar.

    iste, dunyada bizi isitan sicaklik, doğduktan sonra yuzeye ulasabilmek icin binlerce yil uğrasan bu fotonlardan kaynaklaniyor. bunca zahmetin bi ödülü olmali elbette: fotonlar güneş yuzeyine ulasip serbest kaldiktan ortalama 8 dakika sonra dunyaya geliyorlar. tabi foton garip bir isim. biz ona ışık diyoruz; daha kolay, daha anlaşılır...

    binlerce yil boyunca farkli anlamlar yukledikten sonra artik biliyoruz ki, gunes bir yildiz. diğer yildizlardan en onemli farki bizim yildizimiz olmasi, bize hayat vermesi. zaten sadece bu, onu cok özel kilmaya yeter de artar bile... kaldi ki, sevgiliyle yaşattığı romantik dakikalari saymiyorum.

    bir yildiz güneş; küçük bir yildiz. ama siz yine de küçük dediğime bakmayin. bu yorumu, yildizlari büyükten kucuğe doğru siraladigimizda yapiyoruz. yildizlar kütlelerine gore siralandiklarinda, güneşimiz "sari cuce" diyebileceğimiz bir kategoriye giriyor. bu kategorideki bir yildizin ortalama yasam suresi 10 milyar yil kadar.

    güneşe sari cüce dedik de, diğer yildizlar ne peki?

    geceleri gökyüzüne bakinca binlerce yildiz görüyoruz. tabi eğer büyük şehirlerde yasiyorsak bu kadarini göremiz mumkun degil. neyse, kucuk bir kasabada yasadigimizi farzedip o gökyüzündeki binlerce yildiza baktigimizda bir seyi bilmemiz gerekiyor. gökyüzündeki yildizlarin hemen hemen hepsi bizim güneşimizden büyük ve daha parlaklar. bunu biliyoruz, cunku bize en yakin yildiz 4 isik yili uzaklikta. o kadar uzakliktan, güneş büyüklüğünde veya daha küçük bir yildizin isigini gözle görememiz pek mümkün değil. o yüzden gördüğümüz bütün yildizlar güneşimizden büyük.

    ama bunu duyup güneşi küçük görememek lazim. cunku güneşin icinde bulunduğu samanyolu galaksisinde, 100 yildizdan sadece 10 tanesi güneşten daha büyük kütleye sahip. yani, samanyolundaki her 100 yildizdan 80 tanesi bizim güneşimizden küçük. bu küçük yildizlar bize cok uzak olduğu icin onlari ciplak gözle göremiyoruz. eğer görebilseydik, gökyüzü geceleri isil isil olurdu. fakat talih iste; biz samanyolunun dış kenarinda bir yerdeyiz ve buralarda yildiz yoğunluğu oldukça az.

    güneş büyüklüğünde bir yildizin 10 milyar yil kadar yasadiğindan söz etmistik. bizim günesimiz ise 5 milyar yasinda. yani ömrünü yarilamis durumda. yarilamis yarilamasina da, daha bir 5 milyar yil daha bugun olduğu gibi parlamayi devam ettirecek. belki birkac milyar yil sonra parlakligi biraz azalabilir. ama o burada olmayi ve dünyayi isitip hayat vermeyi surdurecek.

    sonrasinda ne olacagi da hemen hemen belli gibi: merkezindeki hidrojen yavas yavas azaliyor günesin. dile kolay, her saniye yaklasik 4 milyon ton kütle kaybediyor güneşimiz. yukarida kucuktur, cucedir falan dedim ama, düşünün artik ne kadar büyük olduğunu: dünya dediğimiz sey, capi 12 bin kilometre olan kucucuk bir kure. yanina güneşi getirdiğimizde misket kadar kaliyor, cunku güneşin capi tam 1 milyon 400 bin kilometre! üstelik bu sıkıştırılmış, yoğun hali ile... e bu durumda saniyede 4 milyon ton kütle kaybetmek güneşimizi pek etkilemiyor.

    sadede geleyim, güneş bir gun yakitini yani cekirdeğindeki hidrojeni bitirecek. artik icinde enerji uretilmez hale gelecek. enerji uretimi durunca daha da sıkışmaya baslayacak, daha da yoğunlasacak. cunku kütlecekiminin neden olduğu bu sıkıştırmayi durduran, yani güneşi icten disari doğru iten nükleer tepkimeler son bulacak. icindeki hidrojeni bitirip helyuma dönüştürmüş olan güneş sıkıştıkca, helyum isinmaya baslayacak ve bir sure sonra helyum cekirdekleri birleserek berilyum'a dönüşmeye baslayacak ve ortaya cikan büyük enerji günesin dis katmanlarini itmeye baslayacak...

    günesimiz boyleyece büyümeye, genislemeye baslayacak ve bugunku halinden 100 kat daha fazla genisleyip kirmizi dev denen döneme girecek. yani günes yuzeyi, dünyayi da icine alacak kadar genislemis olacak. iste o zaman sanirim sevgili ile güneşin doğusunu izlemek pek güzel olmaz...

    bütün bunlar 5-6 milyar yil sonra olacak seyler elbette. o gün insanlik burada olur mu bilmem. belki yok olmus, belki de buralardan coktan gitmis oluruz. bu kismin cevabi herkese göre değisik. ama tek bildiğim, günesin burada olmaya devam edeceği, hem de cok uzun yillar boyunca; öyle uzun ki, ne ben, ne cocuklarim, ne de onlarin yuzlerce kusak sonrasi onun yoklugunu göremeyecek...

    ve herkes, günesin batisindaki o muhtesem guzelligi görmekten hoslanan herkes, sevgilisinin kollarinda bu guzelligi izleyebilecek. öyle, ya da böyle...
  • tamamen arka bolgemden sallamakla beraber sanirsam asagidaki bolumu ilk gunah ile ilgili oldugunu dusundugum kurban'in sahip isimli fevkalade albumunun en sahane sarkisi. mutlaka bunu ilk dusunen ben degilimdir de bunu bulana kadar 'ya ne kirmizi agaci? adam kim be?' gibi seyler aklimdan geciyordu sarkiyi dinlerken.

    kan kırmızı bir ağaç var ya (elma agaci)
    adam bekler, tam altında (adam - adem)
    söz dinlemez bir el var ya (seytan)
    sonu başlatır, günahlarla

    edit:

    jetonlar koseli. gunes tanriyi, uzaktan gelen ses de seytani temsil ediyor sanirsam.
  • asıl demi, en kudretli zamanı yaz mevsimi olsa da hiç bir yaz güneşi bu güzel şubat güneşi gibi umut veremez insana..

    açısı eğik, sıcaklığı yetersiz, ışığı soluk..
    ve fakat tesirine gelince kış-bahar güneşine paha biçilemez..
  • can bonomo'nun an itibarı ile yayına giren yeni teklisi.
    muhteşem bir iş olmuş.

    emeği geçenler;

    söz müzik: can bonomo

    düzenleme : can saban
    bas ve klarnet: orhan deniz
    davul: alpar lü
    gitar, akordiyon ve synthesizer: can saban
    koro: berfu merve bolulu, can bonomo, can saban
    kayıt, mix ve mastering: ali rıza şahenk thefatlab productions

    sözleri şöyledir;

    sanma acıtmaz dünya seni o kafeste
    her gün aynı tebessüm her gün aynı beste
    küçük, sarhoş musun?

    kaçılacak yerin yoksa aynalar bile hüzün.
    aşılacak dağlar önünde bak yolların uzun.
    küçük, mutsuz musun?

    bak oyuncaklar var önünde deste deste.
    hevesle yanan mum sönmez güçsüz bir nefeste.

    sen korkma yeniden doğar güneş.
    tut cebinde ne kaldıysa hatalarından
    koy kendi kendini kendi yerine
    korkarsan adım almaktan ya da
    tut ki derinlere dalmaktan.

    sen korkma yeniden doğar güneş.

    yok mu elinden tutan ya da biraz tütün?
    gülüşlerin paramparça, yalnızlığın bütün.
    küçük, duyuyor musun?

    anlamasın kimse boşver onları biraz.
    sevgi nedir bilmeyen şiirden anlamaz.
    küçük, yazıyor musun?

    bak kalemlerin var önünde deste deste.
    hevesle yanan mum sönmez güçsüz bir nefeste.

    sen korkma yeniden doğar güneş.
    tut cebinde ne kaldıysa hatalarından
    koy kendi kendini kendi yerine
    korkarsan adım almaktan ya da
    tut ki derinlere dalmaktan.

    sen korkma yeniden doğar güneş.
  • c.sinan sağıroğlu güneş'in aslında dünya'yı ısıtmadığını ispatladığı programında güneşi şöyle tanımlıyor:

    "50 milyon santigrad derecesinde havada asılı duran bir manyak obje"
  • güzel melodileri olan, düşünülesi sahip albümden bir parça. kurban candır.

    sözleri de yazıldı mı tam olur:

    güneş var ya, çocuk var, umut var yine
    bulut var ya, silah var, ölüm var yine
    fikir var ya, kağıt var, sana mektup var yine

    bu ateş sönmez, belli
    tepedeki güneş yakıyorken
    uzaktan bir ses, diyor ki;
    sakın gülme ben ağlıyorken

    bir mal var ya, varis çok, düşman çok yine
    altın var da, inanç yok, ceza var sadece
    ağız var ya, kulak yok, akıl çok yine

    kan kırmızı bir ağaç var ya
    adam bekler, tam altında
    söz dinlemez bir el var ya
    sonu başlatır, günahlarıyla

    fikir var ya, çıkar da var. çatışma var yine.
    kalem var ya, kağıt var, sana mektup var yine..

    altın var da aram yok, hakkım yok diye.
    iman var da inanç yok, ceza var sadece
    ağız var da kulak yok, akıl çok yine...

    not: el emeğidir.

    edit: kitapçığın sağında kalan devamını yazmayı unutmuşum. nabercanki'ye teşekkürler.
  • aşağıdaki fotoğrafta kendisinin yerini bazı yıldızlarla değiştirmişler, dünyamızdan görünen manzara şu şekilde olmuş;

    http://i.imgur.com/tyfdnmu.png

    iyisi mi biz güneşten şaşmayalım valla.
  • insanlığın ne kadar küçük olduğunu hatırlatan, insanoğlu için su kadar hayati olan varlık. ama bu acizlik meselesine farklı açıdan yaklaşmak istiyorum;

    - insanlık daha 3000-4000 yıl* önce güneşe tanrı diyerek tapıyor, güneş tutulmasını kötüye işaret olarak yorumlayıp savaşları durduruyorlardı.

    - güneş kendi sisteminin en büyüğü ama sonsuz evreni geçtim samanyolu galaksisinde dahi bir kum tanesi kadar değeri yok.

    - keşfedilen en büyük yıldız uy scuti hayvanı yanında, güneş kum tanesi gibi kalıyor.
    yani bu ayının içine milyarlarca güneş doldurmak mümkün, insanın aklı almıyor gerçekten.

    - ya r136a1 çılgınına ne demeli? keşfedilen en parlak ve kütlesel olarak en ağır yıldız. güneşin 1 yılda ürettiği enerjiyi, 1 saniyenin altında ürettiği düşünülmekte.

    daha kendi ufak galaksimizde keşfettiğimiz minik bir alandaki manyaklar bunlar, bizden çok daha büyük ve dipsiz galaksiler var. 100 milyar galaksiden bahsediliyor düşünebiliyor musunuz?

    biz kendi yarattığımız yalanları geniş egolar eşliğinde yaşamaya devam edelim, aslında evren için dünyadaki bir mikrop kadar değerimiz yok.
hesabın var mı? giriş yap