• sosyolojiyi psikoloji ve sosyal psikolojiden ayırmayı başarmış, en kapsamlı kitabına sosyoloji ismini verecek kadar sade, bu sadeliğini tüm analizlerine uygulayabilmiş, şeker gibi sosyolog.

    kafasını sayıyla bozmuştur. bir ve iki arasında derin bir farklılık olduğunu vurgulamış, toplum dinamiklerinin yeşermesi için en az üç kişi gerektiğinden bahsetmiştir. iki kişlik bir ilişkiye bir üçüncünün karışmasının tüm dinamikleri kökten değiştireceği gibi. bundan sonraki sayı artışları, üçüncünün gelişinden daha büyük bir fark sağlamaz. [edit gerekçesi, enfes bir örnek için: #7528237 ] gelen üçüncü kişi, üç farklı tavır içine girebilir. ya, iki kişi arasındaki anlaşmazlıkları çözen hakem olur*, ya işine gelen tarafla bir olur*, ya da böl ve yönet yöntemiyle cıngar çıkarır*.

    insan ilişkilerindeki çelişkiler, rekabet, para gibi konular üzerine de kafa yormuş, başarılı eserler vermiştir.
    canım simmel.
  • antenlerimizin açık olduğu bir anda okumak için denemeler de yazmıştır kendisi . (bkz: an resimleri)

    "...[işte] dünya tarihindeki en büyük hata budur: şeylere sahip olmak veya olmamanın sevinç ve acılarımızın kaynağı sanılması. hayır, benim duygularımı ona (burada sözü edilen o, doğa veya onun parçaları olan şeyler...) sahip olup olmamam değil, başkalarının sahip olup olmadığı belirler. sadece kendi içsellikleriyle yaşayacak kadar zengin ve ince olan ruhlar nesneleri onun sınırlarının ötesine geçmeyecek kadar algılayarak* hazla içlerine çekebilirler; ama kitle asla nesnelerin cazibesiyle yetinmeyecek, cazibeyi komşunun yoksun olduğuna sahip olmakla, yoksunluğu komşunun sahip olduğuna sahip olmamakla ilintilendirecektir. değişen mülkün belki yalnızca ilk dolaysız etkisi karşılaştırmayı ört bas eder; fakat kısa zamanda uyum sağlayan hassasiyetimizi yeni düzeyin ince farkları o eski kaba farklar kadar şiddetle uyarırlar. ve yanılsama bizi tekrar dengelemenin sisyphos çabasına sürükler; doğa bu çabaya haddini bildirene ve biz dışarıya kaçarak kurtulmak istediğimiz ıstırabın bizi içimizde kovaladığını anlayana dek."

    alıntı: an resimleri, güller başlığı. dost kitabevi, 68.

    ---
    simmel'de felsefe, psikoloji, şairanelik ve sosyoloji biraradadır. bu yüzden hem hiçbir şey, hem de her şeydir... kavşakta bekleyip arabaların, insanların nasıl geçtiğini, kedilerin nasıl ezildiğini ve tozların nasıl salındığını seyreden adama benzetilebilir. çelişkiye ve sabitliğe aynı anda aynı masada tahammül edebilmek, çok zor bir şeydir.
  • her ne kadar yaşadığı dönemde çağdaşları olan marx ve weber gibi sosyoloji "devlerinin" gölgesinde kalmış olsa da postmodernizmle beraber bazı fikirleri yeniden canlanmış olan, sosyolojinin kendisine geri döndüğü sosyologdur. özellikle paranın felsefesi konusunda söyledikleri nedeniyle paranın gerçekten de onun söylediği gibi herşeyin ölçüsü olduğu bu toplumda önümüzdeki dekadlarda hakkında daha çook konuşuruz gibi geliyor bana.

    georg simmel en çok formel sosyoloji kavramıyla bunun içindeki sosyolojiye uyguladığı geometrik kavramlarla, nam-ı diğer toplumsal geometriyle (grup analizinde sayıların-dyadlar, triadlar- ve uzaklığın önemi), toplumsal etkileşimin biçim ve tipleri konusundaki sınıflandırmalarıyla, toplumlaşma (sociation) kavramıyla tanınır. marx'ınkine benzemese de (biraz metafizik olduğu için) diyalektik bir bakış açısına sahiptir, sıkı çatışmacıdır. en güzeli de herhalde, bir yandan mikro ile ilgilenirken, etkileşimi anlamaya çalışırken diğer yandan yapısal işlevselcilerin aradıklarına benzer genel geçer toplumsal yasalar aramaktan, makro düzeyde analiz yapmaktan da hiç vazgeçmemiştir, bu iki düzeyden herhangi birinin diğerinden daha ayrıcalıklı, üstün ya da önemli olduğunu kabul etmemiştir. ayrıca sosyolojiyi problem çözmekten çok problem oluşturan bir bilim haline getirmemiz gerektiğini savunmuştur.

    hem bu açıdan, hem de gelecek hakkındaki nispeten kötümser bakış açısı nedeniyle marx'tan çok weber'e yakındır.

    her ne kadar hakkında türkçe kaynak sınırlıysa da metis'ten çıkan bireysellik ve kültür ile iletişim'den çıkan modern kültürde çatışma, simmel'i kendi sözleriyle dinlemek için güzel bir başlangıç sayılabilir.
  • görebildiğim kadarıyla kendisinden söz eden ilk türkçe eser, fuad köprülü'nün 1913 sonlarında bilgi mecmuası'nda neşrettiği "türk edebiyatı tarihinde usûl" makalesidir.

    "mademki, müverrihin gayesi zaman silsilesi içinde beşeriyetin bütün hayatını yaşatmaktır; simmel'in iddiası veçhile bunun tehakkuku imkânsız bir hayal olduğunu göz önüne almasak bile, o geçmişi yaşatma işinin daima noksan kalacağı tabiîdir. geçmişe ait vesikaların aslını muhafaza ettiği ve bizim onları tamamıyla ele geçirdiğimiz farz olunsa bile, onların delalet ettikleri vak'aların kıymetini takdir hususunda herkesin kendi istidat ve temayüllerine bağlı kalacağı tabiîdir; binaenaleyh tarihe ait bilgilerimizde daima meçhule büyük bir yer kalacağını bilmeli ve gaye olarak, nispeten en az meçhul bırakacak hususî usûller bulmaya çalışmalıyız."
  • "rüzgar altındaki ağaç gövdesi rüzgar dindikten sonra nasıl eski duruş şekline geri dönerse, fakat aynı yönde esen rüzgara sürekli mazur kaldığında en nihayet bu yönde eğilir ve daha sonra eğildiği yönde büyümeye devam ederse; toplumsal ilişkilerde insan iradesini, insan bu ilişkilere uyum gösterinceye ve ilişkilerin zorladığı şeyleri önce gereklilik ve daha sonra kendi içinde kendisinden ayrılmaz bir irade olarak hissedinceye kadar kendi yönlerinde eğip bükerler" gibi şairane bir ifadeyle toplumsal ilişkiler içindeki bireyi tanımlamış, gündelik hayat filozofu ve sosyolog kişidir.
  • momentbilder sub specie aeternitatis-philosophische miniaturen adlı 1897-1907 yılları arasında jugend dergisi için yazdığı makalelerden derlenmiş kitabı türkçe'ye öncesizliğin ve sonrasızlığın ışığında an resimleri-felsefi minyatürler olarak çevrilmiş olan alman filozof ve sosyolog. derlemeyi yapan christian wehlte.bu kitabın ilk yazısı olan "tınla,ey küçük bahar şarkısı" aynı zamanda kitabın arka kapak yazısıdır ve insanı çarpan bir yanı da yok değildir:

    "şarkı,nereden geliyorsun?" "bahardan geliyorum,menekşelerden. ve görevim bir gül görürsem şairimin selamını söylemek. fakat yazı ormanın kırlarında daldığım hulyalarla geçirdim ve şimdi görevimi artık yerine getiremeyeceğim için üzgünüm. zira şu son güller öyle saklı ve solgun ki, onları selamlamadan yanlarından geçip gidiyorum ve son anda onları fark edip geri döndüğümde solmuş gitmiş oluyorlar. ve bir gülü daha uzaktan selamlayacak olsam, görüyorum ki, o bir gül değilmiş, renkli,başka,kokmayan bir şeymiş. ama şimdi acele etmeliyim-orada,çitin yanında-"ve gitti, ona şairinin zaten farklı bir şey beklemediğini söylemeden. zira o, kaderimizin karşılaştığımız gülü selamlamamak olduğunu, eğer bir şeyi selamlarsak da, bunun bir gül olmadığını bilir.

    (bkz: an resimleri)
  • "toplumsal yapilar, iclerinde etkinligini surduren yalanın derecesine gore, birbirlerinden derin bir bicimde farkliliklar gosterirler."
  • para'nin sosyolojik incelemesi'nde fahiselik kurumunun, herhangi baska bir is alanindan cok farkli olmadigi fikrini savunmus cok akilli sosyolog...
  • sınırların sınır dışıyla anlamlı olabileceğini, ama bir sınırı da yine bir sınırın içinden geçerek aşabileceğimizi söyleyendir.
  • kendisi doğrudan katkıda bulunmasa da şikago okulu olarak bilinen topluluğun*** geliştirdiği kentsel ekoloji akımına büyük ilham kaynağı olmuştur. bugün şehirlerin sosyal dinamiğini ve onun yarattığı kültürel/davranışsal yaklaşımları araştırmak istediğinizde yolunuz mutlaka simmel'e ve onun çalışmalarını baz alan şikagolulara düşmeli.
hesabın var mı? giriş yap