• işte asıl an education bu. çünkü okul-kocaya kaçma dilemması eşiğinde, frankofon özentisi bir genç kızın didaktik hikayesinden çok daha gerçekçi şeyler anlatıyor. burada bir mesaj yok; şimdi, geçmiş ve gelecek olmak üzere üç tane zaman/kadın, ve ötesinde bir döngü var. ayrıca ben o hayalleri bir yerlerden biliyorum, beyaz atı sciuscia'dan tanıyorum; hepsi afiyetteler şimdi.
  • bütün gece ken loach filmi diye izledim. meğersem değilmiş. yarattığı boğucu atmosfer, sefil orta-alt sınıf falan hep bilindik şeyler. bunları zaten aşağı yukarı ortalama bir bbc belgeseli izleyerek rahatlıkla görebileceğiniz şeyler. filmin ken loach havası falan dahil tüm bu tanıdık tabloaya bakarak bu filmin yeni bir şey söylemeyeceğini zannediyor insan. hayır aksine; bu dünyada ne zaman "güneşin altında yeni bir şey yok" diye düşünsem bir şeyler çıkıp şaşırtabiliyor insanı. new york times editörü olsam; rahatlıkla "çarpıcı bir dram" diyebilirdim bu film için. insanın boğazını falan düğümlüyor gibisinden şeyler gevelemeden basbayağı ayakları yere basan sağlam bir dram diyebilirim kendi adıma. çok güzel. muhakkak izleyin.
  • andrea arnold, hem olağanüstü etkileyici ve samimi, yumuşatılması adına köşeleri yuvarlatılmamış, gerçek hayata inanılmaz yakın duran bir senaryo yazmış, hem de filmi yönetirken hepsi birbirinden yetenekli oyuncularının performanslarındaki doğallık ve yoğunluğa ters düşecek özel çekim teknikleri kullanmamayı bilmiş. aşırı şiddet, uyuşturucu, hamilelik, bağıra çağıra gözyaşlarıyla yapılan anne-kız yüzleşmeleri gibi klişelerden dikkatle uzak durmuş olması da büyük bir artı. gerçekçi, sert, neredeyse gaddar bir film fish tank. türünden beklenen yapmacık, süslü iniş/çıkışlara bir an bile teslim olmamış. sosyal yaralara parmak basmaya çalışmak yerine, tek tek insanların karakterlerine, arzularına ve zaaflarına odaklanmış. bu karakterlerin yaşam koşulları elbette hareketlerindeki motivasyonlarında önemli bir yer oynamış, ama bu koşullar salt altmetinde var; asla seyircinin gözüne sokulmamış ya da daha etkileyici olması için abartılarak gösterilmemiş.

    filmle ilgili inceleme yazısı: http://kedilervekitaplar.blogspot.com/…h-tank.html#
  • --- spoiler ---

    andrea arnold'ın yine ortalığı darmadağın ettiği bir filmi. 15 yaşındaki mia hayatında bir erkek figürü baba/abi olmadığından ve annesinden de şefkat göremediğinden kendini dansına adamıştır. tam da bu sırada hayatlarının ortasına connor düşüyor. yardıma, ilgiye en çok ihtiyacı olduğu bir dönemde michael fassbender gibi bir de insanüstü varlık çıka gelince tüm duyguları birbirine karışıyor mia'nın. her şekilde akvaryumun içindeki balık gibi nereye giderse gitsin cama çarpıyor kafasını mia. film boyunca zaten yavaş yavaş bizi neyin beklediğini biliyoruz ama elimizden gelen tek temenni mia'nın bununla bir şekilde baş etmesi. film lena dunham'ın da en favori filmiymiş. sanırım fassbender için kullandığı resident psychosexual nightmare heartthrob ifadesine daha fazla katılamazdım.

    andrea arnold, mike leigh ve ken loach abilerinin izinde sağlam adımlarlarla ilerliyor. sağ yanağıma bir tokadı fish tank ile atmıştın, diğer yanağıma da red road ile attın alacağın olsun andrea abla. bayinizden ısrarla isteyiniz.

    --- spoiler ---
  • kapalı, havasız, pis, küçük bir akvaryumda, bir balık olduğunu farketmek adına bir film.

    yukarı tükürsen su, aşağı tükürsen su. tükürsen su zaten. ağlasan da su. seni yutan bu su. balık deyip geçme, türlü türlü hayalleri var onun da, kuşkusuz. akvaryumdan kurtulmak var, nefes almak var (aman dikkat!), açık denizlere gitmek var, büyük balıklardan ürkmek var, ürksen bile büyülerine kapılıp peşlerinden gitmek var, yol iz bilmemek var, yem olmak var, var da var... bu akvaryum da, ağzına kadar dolu bu hayallerle. biraz fazla kalabalık bu yüzden; her şeyden var az az, ve çok çok. belki suyu biraz temizlemek lazım, belki akvaryumun içindeki fazlalıkları biraz atmak lazım. ama evvela zaman ayırıp akvaryum’a dalmak lazım.

    denize evrilemeyen pis bir akvaryumda balık olmak ne kadar zorsa; ergen olmak da zor iş, ermemiş bir dünyada.
  • 2009 yapımı andrea arnold filmi. zannımca, kendisi ken loach'un izinden gitmekte olup, pek de iyi pek de güzel yapmaktadır.

    ingiltere'nin tüm kasvetini varoşlar üzerinden gösteren güzel bi inner city filmi çıkmış ortaya. evet, "çocuklarını doğurduğuna bin pişman kenar mahalle dilberi genç anne ve onun sevgisizlikle büyüyen, baba kavramıyla tanışmamış, rol model eksikliğinden muzdarip ve toplumla sorunları olan eğitimsiz mahdumları" teması sık sık işlenmekte bağımsız sinema tarafından. ancak, bunların çoğu didaktik çabalarla mesaj kaygısı kasarken ve "öyle olmaz işteee, olması gereken budur; böyle olmalı, diğerleri komple yanlışşş ama anlayana!!!" diye düşüncelerini gözümüze gözümüze sokarken, pek azı gerçekten samimi ve hayatın akışını, olduğu gibi perdeye yansıtabiliyor.

    --- spoiler ---

    ben yönetmenin tarzını da, sinematografisini de sevdim. özellikle de mia'nın, atın yaşlandığı için vurulduğunu öğrendiği sahne kanıma dokundu. mia, akvaryumun camına tüm gücüyle kafayı yerleştirip, yine de çıkamadığını görünce umutsuzluğun dibine vuran, içi acıyan, çaresizce olduğu yere çöken bir balıktı o anda. "ben o atı sevmiştim, bu da mı gol değil be hakim abi!" diye bağıracak sandım bi an için...

    --- spoiler ---
  • fassbender için izledim. iki ayrı sevisme sahnesi gordum, allah bereket versin. şimdi yatiyorum.
  • güzel bir film,dikkatle izlenmeli..

    --- spoiler ---

    connor a inanıyor mia, mia kadar biz de, ve hayal kırıklığını onun kadar derin yaşadığımızdan güzel bu film..
    ah o son yumruğu yemeseydi..

    --- spoiler ---
  • doğal, sert boğucu bir hayal kırıklığı filmi.
    nefis.
  • calistigim yardim kurulusu tarafindan tum psikoterapistlere gonderilen bir e-maille seyretmemizin tavsiye edilmesi uzerine izledigim film. londra'nin inner city bolgelerindeki sorunlari o kadar basitlestirmis, o kadar duygusallastirmis, o kadar cocuk oyunu haline getirmis ve sanki insanlar oralardan ve yasadiklari cehennem azabindan muzige, dansa vesaireye karsi olan bir tutkuyla falan kacabilirmis gibi yansitarak yalan soylemisler ki, saygi duyamadim ben bu filme. ingiltere'de savas alanindan farksiz, her gun gencecik insanlarin birbirlerini vurarak oldurdugu, ailelerinin tecavuzune, cetelerin tacizine ugradigi, suc islemeye zorlandigi, cikisi olmayan bolgeler var. mia falan hikaye, camila batmanghelidjh'in anlattigi gercek hikayelerden birinin filmini cekecek bir babayigit lazim bu ulkeye.
hesabın var mı? giriş yap