• hakkında aşağıdaki hikaye de anlatılan şairdir:

    faruk nafiz bir gün ablasını ziyarete gider.
    ablası: "iyi ki geldin! okulda öğretmeni bizim çocuğa senin şiirini vermiş ve yorumlamasını istemiş. şunu sen yorumla da çocuk şöyle yıldızlısından bir pekiyi alsın."
    faruk nafiz "tabii" der, "nasıl olsa ben yazdım. yorumlayayım." ve şiiri uzunca açıklar.

    aradan vakit geçer ve üstat bir kez daha ablasını ziyarete gider. ablasının yüzü asıktır. "sen ne yaptın yahu?" diye sorar faruk nafiz'e.
    üstat: "ne olmuş ki?"
    ablası: "daha ne olsun! çocuk senin yüzünden az daha sınıfta kalıyordu! öğretmen senin yazdığın yorumu okumuş ve 'ne alakası var!' diyerek çocuğa sıfır vermiş!"
  • hasretinle geçiyorken bu gençlik çağım,
    ey sevdiğim, ben ümitsiz değilim gene
    ak düşünce saçların kumral rengine
    kollarında son aşığın ben olacağım.
    ey başında simdi sevda rüzgarları esen,
    böyle her gün yollarımdan geçsen de süzgün
    sen benimsin büsbütün terk olunduğun gün ...
    o mukadder günü, bilmem, düşündün mu sen?
    ben bir beyaz saçlı aşık, sen bir ihtiyar ...
    o gün bana yanaşırken ey ilahi yar,
    esirgeme gözlerimden bir son buseni,
    kirpiğinden yavaş yavaş bir damla aksin,
    çünkü, ruhum, sen de o gün anlayacaksın
    ki hiç kimse benim kadar sevmemiş seni!

    faruk nafiz çamlıbel
  • kendisi beş hececiler'den olup, 1898 doğumlu ve 1973 ölümlüdür. onun eseri olan han duvarları kanaatimce türk edebiyatının en başarılı şiirlerinden biridir. wherever i may roam ile aynı doğrultuda olması da böyle düşünmemde etkilidir sanıyorum.
  • ninem beşyüz altına satılmış bir esirdi,
    dedem beşyüz altını sayan bir derebeyi:
    köpek kanı, kurt kanı birbirine girdi,
    ikisinden meydana çıktı bir kurt köpeği.

    iki zıt cevheri var nabzımda vuran kanın,
    biri elpençe duran, öteki durduranın.
    duygum sana taparken düşüncem bir hayvanın,
    sırtında bir kadınla aşar karşı tepeyi.

    ben ninemden muhabbet, dedemden kin almışım,
    çini bir kase kadar başkadır içim, dışım.
    elini öpmek için yalvarsa da bakışım,
    isır diye tepinir gözlerimin bebeği
  • 1908'le 1923 yılları arasında gelişen, milli edebiyat adını alan akımın ileri gelen şairlerindendir. şiirleri, çoğunlukla, aşk, memleket ve düşünce temalarını işler. hayat ve kendi çıkardığı anayurt dergisinde ''çamdeviren'' ve ''deli ozan'' takma adıyla yazılan mizahi şiirlerde onundur. hecenin beş şairi olarak isim yapan şairlerden biri olarak, piyes, roman türlerinde de eser vermiş ise de, en verimli ve en güçlü yanı şairliğidir. eriyen adam bu yanına güzel bir örnektir.

    eriyen adam

    gözlerim gözlerinde dinlenirken eriyor,
    eriyor yaklaşırken dudağına dudağım.
    zerrelerim çözülmüş gibi sesler veriyor,
    ben sıcak bir denize inen buzdan bir dağım.

    yanında damla damla bittiğimi duyarım,
    yoklarım yerinde mi yüzüm,alnım,saçlarım?
    bir göğüs geçirerek derim ki: 'yine varım,
    fakat bir rüya gibi şimdi kaybolacağım'

    bir gün,için içimde neyim varsa alacak,
    varlığım bir su olup kabından boşalacak,
    benden nişan olarak kucağında kalacak
    boş bir yığın: elbisem, gömleğim, boyunbağım.
  • han duvarlari siirini kayseri yolculugunda kayseri lisesine göreve gelirken yazmis olan sair.
  • ali
    namluya dayanir yola dalarsin
    durusun bakisin yaman be ali
    bosuna tetigi ne kurcalarsin
    var daha atese zaman be ali

    yillanmis bir çinar pusuluk yerin
    neredeyse gelecek beklediklerin
    var iki atimlik cani kederin
    desene isleri duman be ali

    o´nu sen büyüt de sögüt boyunca
    kendini ellere versin o gonca
    sözüne kanmadin bunu duyunca
    gönlündü gözünü yuman be ali

    geldiler beklenen çiftler ormana
    duruyor iki genç ne hos yanyana
    bir kursun kadina bir de çobana
    çinlasin yillarca orman be ali

    görünce uzanmis yar kucagina
    boynunu dolamis zülfü bagina
    kursunu kahpeye atacagina
    kendine çevirdin aman be ali

    şiiri çok güzeldir. okurken insanın gözünde canlanır hikaye, bu kadar basit sözler bu kadar güzel nasıl anlatır şaşarsın. ali kocatepe müziğini yapmış zamanında nükhet duru, sezen aksu ve ceylan ertem yorumları bulunabiliyor youtube üzerinde.. ek not şahsi görüş olarak en başarılısı ceylan ertemin yorumu
  • asagıdaki muhtesem siir 'in yaratıcısıdır.

    çoban çeşmesi

    derinden derine ırmaklar ağlar,
    uzaktan uzağa çoban çeşmesi,
    ey suyun sesinden anlıyan bağlar,
    ne söyler şu dağa çoban çeşmesi.

    göynünü şirin'in aşkı sarınca
    yol almış hayatın ufuklarınca,
    o hızla dağları ferhat yarınca
    başlamış akmağa çoban çeşmesi...;

    o zaman başından aşkındı derdi,
    mermeri oyardı, taşı delerdi.
    kaç yanık yolcuya soğuk su verdi.
    değdi kaç dudağa çoban çeşmesi.

    vefasız aslı'ya yol gösteren bu,
    kerem'in sazına cevap veren bu,
    kuruyan gözlere yaş gönderen bu...
    sızmadı toprağa çoban çeşmesi.

    leyla gelin oldu, mecnun mezarda,
    bir susuz yolcu yok şimdi dağlarda,
    ateşten kızaran bir gül arar da,
    gezer bağdan bağa çoban çeşmesi,

    ne şair yaş döker, ne aşık ağlar,
    tarihe karıştı eski sevdalar.
    beyhude seslenir, beyhude çağlar,
    bir sola, bir sağa çoban çeşmesi...
  • han duvarları şiiri nefistir,lezzizidr ve efsanedir...

    yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı
    bir dakika araba yerinde durakladı.
    neden sonra sarsıldı altımda demir yaylar,
    gözlerimin önünden geçti kervansaraylar...
    gidiyorum, gurbeti gönlümle duya duya,
    ulukışla yolundan orta anadolu'ya
    ilk sevgiye benzeyen ilk acı, ilk ayrılık!
    yüreğimin yaktığı ateşle hava ılık,
    gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı...
    arkada zincirlenen yüksek toros dağları,
    önde uzun bir kışın soldurduğu etekler,
    sonra dönen, dönerken inleyen tekerlekler...
    ellerim takılırken rüzgarların saçına
    asıldı arabamız bir dağın yamacına,
    her tarafta yükseklik, her tarafta ıssızlık,
    bu ıslakla uzayan, dönen kıvrılan yollar.
    uykuya varmış gibi görünen yılan yollar
    başını kaldırarak boşluğu dinliyordu.
    gökler bulutlanıyor, rüzgar serinliyordu.
    serpilmeye başladı bir rüzgar ince ince,
    son yokuş noktasından düzlüğe çevrilince
    nihayetsiz bir ova ağarttı benzimizi
    yollar bir şerit gibi ufka bağladı bizi
    gurbet beni muttasıl çekiyordu kendine
    yol, hep yol, daima yol... bitmiyor düzlük yine.
    ne civarda bir köy var, ne bir evin hayali
    sonunda ademdir diyor insana yolun hali,
    arasıra geçiyor bir atlı, iki yayan
    bozuk düzen taşların üstünde tıkırdıyan
    tekerlekler yollara bir şeyler anlatıyor,
    uzun yollar bu sesten silkinerek yatıyor...
    kendimi kaptırarak tekerleğin sesine
    uzanmış kalmışım yaylının şiltesine,
    bir sarsıntı... uyandım uzun süren uykudan;
    geçiyordu araba yola benzer bir sudan
    karşıda hisar gibi niğde yükseliyordu,
    sağ taraftan çıngırak sesleri geliyordu;
    ağır ağır önümden geçti deve kervanı,
    bir kenarda göründü beldenin viran hanı.
    alaca bir karanlık sarmadayken her yeri
    atlarımız çözüldü, girdik handan içeri
    bir deva bulmak için bağrındaki yaraya
    toplanmıştı garipler şimdi kervansaraya.
    bir noktada birleşmiş vatanın dört bucağı
    gurbet çeken gönüller kuşatmıştı ocağı,
    bir pırıltı gördü mü gözler hemen dalıyor,
    göğüsler çekilerek nefesler daralıyor,
    şişesi is bağlamış bir lambanın ışığı
    her yüzü çiziyordu bir hüzün kırışığı,
    gitgide birer ayet gibi derinleştiler
    yüzlerdeki çizgiler, gözlerdeki çizgiler...
    yatağımın yanında esmer bir duvar vardı,
    üstünde yazılarla hatlar karışmışlardı;
    fani bir iz bırakmış burda yatmışsa kimler,
    aygın baygın maniler, açık saçık resimler...
    uykuya varmak için bu hazin günde, erken,
    kapanmayan gözlerim duvarlarda gezerken
    birdenbire kıpkızıl birkaç satırla yandı;
    bu dört mısra değil, sanki dört damla kandı
    ben garip çizgilerle uğraşırken başbaşa
    raslamıştım duvarda bir şair arkadaşa;
    "on yıl ayrıyım kınadağı'ndan
    baba ocağından yar kucağından
    bir çiçek dermeden sevgi bağından
    huduttan hududa atılmışım ben"
    altında da bir tarih. sekiz mart otuz yedi..
    gözüm imza yerinde başka ad görmedi.
    artık bahtın açıktır, uzun etme arkadaş!
    ne hudut kaldı bugün, ne askerlik, ne savaş;
    araya gitti diye içlenme baharına,
    huduttan götürdüğün şan yetişir yarına!
    ertesi gün başladı gün doğmadan yolculuk
    soğuk bir mart sabahı... buz tutuyor her soluk
    ufku tutuşturmadan fecrin ilk alevleri
    arkamızda kalıyor şehrin kenar evleri
    bulutların ardında gün yanmadan sönüyor,
    höyükler bir dağ gibi uzaktan görünüyor...
    yanımızdan geçiyor ağır ağır kervanlar,
    bir derebeyi gibi kurulmuş eski hanlar
    biz bu sonsuz yollarda varıyoz, gitgide,
    iki dağ ortasında boğulan bir geçide
    sıkı bir poyraz beni titretirken içimden
    geçidi atlayınca şaşırdım sevincimden
    ardımda kalan yerler anlaşırken baharla
    önümüzdeki arazi örtülü şimdi karla
    bu geçit sanki yazdan kışı ayırıyordu
    burada son fırtına son dalı kırıyordu
    yaylımız tüketirken yolları aynı hızla
    savrulmaya başladı karlar etrafımızda
    karlar etrafı beyaz bir karanlığa gömdü;
    kar değil, gökyüzünden yağan beyaz ölümdü...
    gönlümde can verirken köye varmak emeli
    arabacı haykırdı *işte araplıbeli*
    tanrı yardımcı olsun gayri yolda kalana
    biz menzile vararak atları çektik hana.
    bizden evvel buraya inen üç dört arkadaş
    kurmuştular tutuşan ocağa karşı bağdaş
    çıtırdayan çalılar dört cana can katıyor
    kimi haydut kimi kurt masalı anlatıyor
    gözlerime çökerken ağır uyku sisleri
    çiçekliyor duvarı ocağın akisleri
    bu akisle duvarda çizgiler beliriyor
    kalbime ateş gibi şu satırlar giriyor
    "gönlümü çekse de yarin hayali
    aşmaya kudretim yetmez cibali
    yolcuyum bir kuru yaprak misali
    rüzgarın önüne katılmışım ben"
    sabahleyin gökyüzü parlak, ufuk açıktı
    güneşli bir havada yaylımız yola çıktı
    bu gurbetten gurbete giden yolun üstünde
    ben üç mevsim değişmiş görüyordum üç günde
    uzun bir yolculuktan sonra incesu'daydık
    bir han yorgun argın tatlı bir uykudaydık
    gün doğarken bir ölüm rüyasıyla uyandım.
    başucumda gördüğüm şu satırlarla yandım!
    "garibim namıma kerem diyorlar
    aslı'mı el almış haram diyorlar
    hastayım derdime verem diyorlar
    maraşlı şeyhoğlu satılmış'ım ben"
    bir kitabe kokusu duyuluyor yazında
    korkarım yaya kaldın bu gurbet çıkmazında
    ey maraşlı şeyhoğlu, evliyalar adağı!
    bahtına lanet olsun aşmadıysan bu dağı!
    az değildir, varmadan senin gibi yurduna
    post verenler yabanın hayduduna kurduna!
    arabamız tutarken erciyes'in yolunu
    hancı dedim bildin mi maraşlı şeyhoğlu'nu?
    gözleri uzun uzun burkuldu kaldı bende,
    dedi
    hana sağ indi ölü çıktı geçende!
    yaşaran gözlerimde her şey artık değişti
    bizim garip şeyhoğlu buradan geçmemişti...
    gönlümü maraşlı'nın yaktı kara haberi.
    aradan yıllar geçti işte o günden beri
    ne zaman yolda bir hana raslasam irkilirim,
    çünkü sizde gizlenen dertleri ben bilirim
    ey köyleri hududa bağlayan yaslı yollar
    dönmeyen yolculara ağlayan yaslı yollar!
    ey garip çizgilerle dolu han duvarları
    ey hanların gönlümü sızlatan duvarları!...
  • en meşhuru olsa da en güzel şiiri han duvarları değildir. askerim şu an. yanıma aldığım 4 kitabı sayıyorum: kuran-ı kerim, safahat, han duvarları, yaş otuz beş. 12 saatlik nöbette han duvarları okumak gibisi yok. on numara şafak atıyor.
hesabın var mı? giriş yap