• gunumuzde ya$asaydi, kazanacagi mil puanlarla kendine ait bir hava yolu $irketi kurabilecek kapasiteye sahip gezgin ki$i.
  • bodoslama dalayım: evliya çelebi meğerse içoğlanıymış.

    tabi şimdi bu içoğlanlık kulağa biraz erotik çağrışımları yüklü bir müessese gibi gelse de esasısında enderun'da eğitim görüp askeri, adli, bürokratik, akademik hayli önemli devlet makamlarında görev almak üzere yetiştirilen kişileri ifade ediyor.

    peki evliya'nın içoğlan olduğunu nerden çıkardım? valla bu konuda herhangi bir atıf ya da kaynak bulmak pek mümkün değil ama tesadüfen osmanlı tarihçisi suraiya faroqhi'nin kitaplarından birinde, evliya çelebi'nin anlatılarındaki osmanlı lehtarlığını, kendisinin saray geçmişi olmasına bağlayan şöyle bir ifadeye rastladım:

    "ıv. murad'ın (s.1623-1640) içoğlanı olarak yetiştirilen ve bu yüzden meselelere osmanlı merkezinden bakma eğiliminde olan seyyah evliya çelebi...."
    suraiya faroqhi, osmanlılar-kültürel tarih, çev. çağdaş sümer, akılçelen kitaplar, s. 86.

    faroqhi bunu söyleyip geçtiği ve daha fazla tafsilat vermediği için iş başa düştü. neyse, evliya'nın çocukluğuna dalınca karşıma, sonradan sadrazamlığa kadar yükselen melek ahmet paşa diye biri çıktı. zaten evliya çelebi kendi seyahatnamesinde melek ahmet paşa'yla anne tarafından akraba olduklarını yazmış ama pek detay vermemiş. bunun üzerine, yaşayan en büyük evliya çelebi uzmanı robert dankoff'un 1991'de yazdığı "the intimate life of an ottoman statesman, melek ahmed pasha" adlı kitapta melek ahmet paşa ile abaza kökenli bir cariye olan teyzesinin kızının, 14 yaşına geldiklerinde sultan birinci ahmet'e hediye olarak sunulduklarını, melek ahmet'in haremden sorumlu siyah hadım darüssaade ağası büyük mustafa ağa'nın himayesine verildiğini, kuzeninin ise sarayın kuyumcubaşısı derviş zilli mehmed çelebi ile evlendirildiği ve nitekim evliya çelebi'nin bu evliliğin meyvesi olduğu yazıyordu (s.9-10).

    ee buraya kadar içoğlanı olan kişinin evliya değil, anne tarafından kuzeni olan melek ahmet paşa olduğu anlamı çıkıyor. fakat işte melek ahmet napıp ediyor ve bir şekilde dördüncü murat'ın saltanatının başlarında, evliya'yı sultan'ın dikkatine sunarak onun iç sarayda, yani enderun'da eğitim almasını sağlıyor. dankoff'un yorumuna göre evliya, baştan beri melek ahmet paşa'nın hanesinin bir üyesiydi.

    içoğlanı melek ahmet paşa'nın sadrazamlığa kadar yükseldiğini düşünürsek, mükemmel bir eğitim alan, padişaha onun musahipi, yani danışmanı, sırdaşı olacak kadar yakın olan evliya çelebi gibi birini çok parlak bir kariyerin beklediğini tahmin etmek zor değil. ama işte bizimki kurtlu olduğundan masa başı hiçbir işte gözü yok. hikayenin devamını biliyoruz zaten: seyahat ya resulallah!
  • ilber ortaylı yazmış:

    doğum tarihi 10 muharrem h. 1020 yani 25 mart 1611 olarak tespit edilmiştir. unkapanı’nda doğmuştur.

    büyük seyyahımızın bu hesapça gelecek yılın mart ayı sonunda 400’üncü doğum yılını kutlamamız gerekir. bu kutlama evliya çelebi gibi bir milli anıtımızı anmak için boynumuzun borcudur. lakin gördüğümüz kadarıyla hiçbir kutlama hazırlığı çalışması yok; üniversitelerin sempozyum, ptt’nin pul ve fatih belediyesi’nin heykel çalışmasına girmesi gerekir.

    çağdaşlarının evliya çelebi’yi tanıdığı fakat yazdıklarını pek okumadıkları anlaşılıyor. günümüzde de kendisinden yılmaz öztuna gibi maharetle yararlanan tarihçiler
    dışında daha çok mahalli tarih yazanlar evliya çelebi’ye bakmışlardır ve evliya’nın dev eseri bu kadarıyla sınırlı kalmıştır.

    mesela amasra’yı görmüş, tarif eder; “dağların ardında bartın vardır” der. orayı görmemiş, bartınlılar hayıflanırlar. maalesef son zamanlarda nuran tezcan’ın tertiplediği sempozyum gibisine kadar ülkemiz edebiyatçıları evliya’ya istihfafla bakarlardı. 10 cildin yeni harf basımını dahi son yıllarda yapı kredi yayınları yaptı. ilk cilt istanbul’un ve 17’nci yüzyıl istanbul’unun sosyal bir tarihidir.
    mezarının yeri belli değil oysa yetenekleri bunun ötesindedir ve bu yeteneği keşfedenler de daha çok batılı ve kafkasyalı osmanlı tarihçileri ve türkologlar olmuştur. evliya çelebi en başta bütün imparatorluk coğrafyasını gezmiştir, dile kolay 1640 yılında 29 yaşındayken aniden gittiği bursa ile başladığı gezilerini 50 yıl boyunca sürdürmüş; bu arada 22 tane sefere katılmıştır. geç yaşta evlendiği söyleniyor. zaten mezarının yeri ve ölüm tarihi de belli değil; muhtemelen mısır’da belki istanbul’da öldü veya viyana seferinde şehit düştü. her halükârda ayrı bir cilt teşkil eden mısır seyahatnamesi fevkalade ilginç bilgilerle doludur. arapçaya çevrilmedi ama bütün avrupa dillerine çevrilmiştir.

    kendisinin girit hakkındaki bilgileri olağanüstüdür. gayet zekice tespitleri vardır. ada’nın hemen fethinden sonra gördüğü girit muhtemelen o vakit eski miken medeniyetinin kalıntılarını daha iyi barındırıyordu. evliya girit’in parlak devrinin halkı için; “bunlar ecine kavmidir, ifrikiye’den gelmişlerdir” der ki bilim ilk giritlilerin mısır’dan geldiğini bugün kuvvetle ihtimal dahiline almıştır.
    dil uzmanları onun kayıtlarına borçlu dile kolay; imparatorluk coğrafyası dediğimiz tuna havzasından başlar, türklerin seyahati hiç sevmediği devirde evliya sefaret heyetinde viyana’ya da gitmiştir. kırım’ı, kafkasya’yı gezmiştir. fırat havzasını ve mısır’ı ve bilâd-uş şam dediğimiz suriye- lübnan’ı görmüştür. anadolu ve rumeli’yi karış karış gezmiştir. muharebeleri, celali isyanlarını kalemiyle tespit etmiştir, her sınıf halkla haydutlar dahil olmak üzere sohbet edip seyahatnamesine almıştır.

    müthiş bir kulağı olduğu anlaşılıyor. duyduğu diller hakkında son derece ilginç kayıtlar vermektedir. bugünkü kafkas dillerinin uzmanları onun kafkasya seyahatnamesindeki bu gibi kayıtlara çok şeyler borçludur. 17’nci yüzyılın dahi seyyahı bizim cemiyetimiz için bir istisnadır ama kendisi hakkında üstat reşad ekrem koçu’nun dediği gibi “muasırları ne seyahatnamesinden çok bahsederler ne de osmanlı şiirinin en parlak örneklerinden olmasa bile daha kötü şiirleri şuera tezkirelerine kaydedenler, ondan bir beyit dahi olsa almamışlardır.” eseri batı alemine ünlü tarihçi avusturyalı joseph von hammer-purgstall tanıttı. chicago üniversitesi’nden robert dankoff gibi hayatını evliya’ya vakfedenler vardır.

    türkiye’nin bir evliya çelebi enstitüsü olması gerekir. biz türkler gibi seyahat merakı az olan bir kavim için evliya ne önceli ne ardılı olmayan bir istisnai dahidir. gelecek yıl 400’üncü yılını kutlamayı unutmamalıyız.
  • 1647'de erzurum'da seyid ahmet paşa bir cirit atmış, evliya'nın dört dişini dökmüştür. uyvar seferinde kıblelizade'nin ciridi üçünü daha sakatlar. bu nedenle bazı harfleri söyleyemez. güya dişlerini sonradan viyana'da bir dişçiye yaptırmış. viyana'yı anlatırken "doktorlar çarşısı"nı da kapsamlıca yazar. "istefani manastırı tımarhanesi"nde bir beyin ameliyatı da izlemiştir. şöyle anlatır: (aşağıdaki metin zuhuri danışman'ın uyarlamasıdır ve ayrıca mide kaldırıcı öğeler içermektedir...)

    "...cerrahbaşı ile ahbab oldum. o da yaralıyı bir ipek sedire yatırdı. başı adana kabağı gibi, gözleri mardin encasi, burnu mora patlıcanı gibi şişmiş... hekimbaşı herkesi dışarı çıkardı. ben içeride bir hademesiyle birlikte bir camlı sıcak odada kaldım. yaralıya bin* fincan zağfran gibi birşey içirdi. hasta kendinden geçti. odaya bir mangal ateş koydu. eline bir keskin ustura aldı. herifin alnının derisini iki kulaklarına varıncaya kadar çizdi. sağ kulağı tarafından yüzdü. kafa kemiği bembeyaz çıktı. bir damla kan akmadı. hekim, kafanın ek yerinden bir mengene soktu, büktü, kafa kemiğinin diş diş yerlerinden kelle açılıp beyni göründü. kellenin içi, sulu kan ve sümük gibi birşeylerle dolu idi. kurşun beyin yanında olup kan bulaşıktı. usta cerrah bana "gel bak, bir ekmek parçası için ademoğlu ne hallere girer!" dedi. hakir, ağzıma burnuma mendil koyup herifin kellesinin içine baktım. beyin, yumurtasından yeni çıkmış bir kuş yavrusu gibi büzülmüş, başı, gözleri, burnu, kanatları ile büzülmüş durur. ama üzerinde bir zar var. cerrah "niçin ağzını burnunu mendil ile kapadın?" dedi. "belki bakarken aksırırım, öksürürüm, herifin kellerinin içine rüzgar girmesin diye kapadım" deyince cerrah "aferin, barekallah... işte sen bu ilme dikkat etsen, usta bir cerrah olurdun. gördüm ki sen bu dünyada çok şey görmüşsün" diyerek acele kurşunu beyninden aldı..."

    evliya çelebi'yle ilgili benzer bir söylenti de köse ve iktidarsız olduğudur. köseliği bir yana, evliya'nın diyar diyar dolaşmasının bir nedeni güya derdine derman bir macun aramasıymış. macunu da mutluluğu da 65 yaşında mısır'da bulmuş.
  • günümüz şartlarında bir futbol takımının scout'u olsa kulübü batırırdı muhtemelen.

    -topa bir kaleden öbürüne öyle sert vuruyordu ki stadın üstünde uçan martılar hızdan oluşan hava akımına kapılıp yere çekiliyordu.
    +sen ne diyorsun hocam? derhal alıyoruz.. (ulan bu da fos çıkmasın..)
  • ahmet hamdi tanpınar beş şehir'de evliya çelebi'nin hep dikkat çekilen "abartı" üslübu ile ilgili "ben evliya çelebi'yi eleştirmek için değil, inanmak için okuyup, kârlı çıkıyorum" der. ben de aynen böyle düşünüyorum.
  • karadenizde yolculuk yaparken gemisi fırtınaya yakalanmış ve kendisi baygın vaziyette romanya sahillerine çıkarak kurtulmuş ondan sonra da deniz yolculuğuna tövbe etmiştir. kendisi fırtınayı şöyle tasvir etmektedir:

    dalgalar bir çekiliyordu, cehennemde kazan kaynatan zebanileri görüyorduk! dalgalar bir yükseliyordu elimizle aya değiyorduk!

    (bkz: mübalağa)
  • çok abartan bir zat ı muhterem. erzurum'un soğuğunu anlatan bir anekdotuna göre, kışın bir kedi damdan dama atlarken havada donmuş. mart ayı gelip de buzlar çözülmeye başlayınca da karşı dama geçebilmiş kedicik.
  • hakkında sadece seyahatnamesi ile ve bu seyahatnameyi de çokca mübalağa(abartma) sanatıyla yazdığı söylenen çok büyük bir seyyahtır kendileri. bunu iskender pala'dan dinleyelim:

    "..mamafih evliya çelebi'nin uslubunda bir mübalağa sanatı vardır, ancak o bunu asla hakikatleri çarptırma yahut değiştirme sınırına vardırmaz. çelebi'nin mübalağalı satırları ya okuyucunun ilgisini çekmek için söylenmiş sözler yahut da çelebinin başkalarında duyduğu nüktelerden ibarettir. bu yüzden mübalağalı cümleleri genellikle "...derler, ...diye anlatırla, ...duydum" gibi hükümlerle son bulur.

    evliya çelebi'nin erzurum'un kışıyla ilgili kedi hikayesini hemen herkes bilir ve onun mübalağalı üslubuna örnek gösterir. şimdi erzurum'u anlattığı o satırları bizzat kendi dilinden veriyoruz. hakikat hangisi, mübalağa hangisi, karar verin diye.

    "...hatta efvâh-ı nâsda(halkın ağzında) darb-ı meseldir, kim bir dervişe "kenden(nereden) gelirsin?" derler; "berf(kış) rahmetinden gelirim." der. "ol ne diyardır?" derler; ere zulüm olan erzurum'dur." der. "anda yaz geldiğine rast geldin mi?" derler; dervüş eydür(söyler): "vallahi onbir ay yigirmi dokuz gün sâkin oldum, cümle halkı "yaz gelir" derler, ama görmedim" der. hatta bir kerre bir kedi bir damdan bir dama pertâp iderken (atlarken) muallakta(boşlukta) donup kalır. sekiz aydan nevrûz-i harzemşahî (ilkbahar) geldikten mezkur kedinin donu çözülüp "mirnav" deyüp yere düşer. meşhur latîfe-i darb-ı meseldir. "
    "
    (iskender pala-kahve molası-s. 99)
  • seyahatnamesinen :

    bu sozlukeksi denen yer takriben 350 haneli kucuk sirin bi kasaba. kuheylanyoruldugu icin burda mola vermek zaruriyetini hissettim. bu koyde belli basli bi kac sey nazarima intikal etti.

    oncelikle muhtar cok misapirperver bi zat. ahirinda misafir etti bizi. bize sarap ikram etti, "evellallah muslumaniz" dedik reddettik.

    ihtiyar heyeti nerde dedim. "sozlukte ornek alinmasi gereken yazarlar dedi. bi anlam veremedim ama cok gec bi saati herhalde yorulmustu.

    bu ilginc koyde tabelalar cok gelismisti. her yerde uzerinde bkz harfleri olan tabelalar vardi. helaya gidebilmek icin bes tane "bkz:hela" tabelasi kullandim.

    bu cok sicakkanli halk beni bir piknikle ugurladi. gelenekselmis galiba. giderken de bana tek bi sey soylemek kaliyordu zaten : (bkz: gule gule)
hesabın var mı? giriş yap