• 1934 baharında arnold samuelson adlı 22 yaşında bir genç hayranı olduğu ernest hemingway'i görmek için otostop ile minneapolis'ten key west'e doğru (3.000 km'lik bir) yola çıkar.

    yolda biraz para kazanmak için yanına bir çift saç kesme makası ve derme çatma orkestralarda çalmak için kemanını alır. kendi ağzından:

    “ernest hemingway ile tanışmak için minneapolis'ten key west'e doğru otostop çekmeye başladım. davet edilmemiştim. daha sonra to have and have not'un ilk bölümü olacak olan, "one trip across" adlı kısa öykülerinden birini okumuştum. bu hikaye bana yazarıyla tanışmak için iki bin mil seyahat etme dürtüsü verdi. en iyi ihtimalle, yazarlık hakkında konuşmak için bana birkaç dakika ayırır diye umuyordum.

    "son derece aptalca bir iş gibi görünüyor, ama büyük buhran sırasında yirmi iki yaşındaki bir serserinin yapacağı şey için pek bir nedeni olması gerekmiyordu. diğer serseriler kuzeydeki kuşları takip ederken ben güneye gidiyordum. en azından vahşi kaz avımın bir hedefi vardı…”

    samuelson uzun yolculuğunu tamamlayıp hemingway'in yanına vardığında beklediğinden iyi karşılanır. "belki benimle birkaç dakika sohbet eder" diye düşünürken, hemingway'in yanında tüm bir yılı geçirir ve bütün bu deneyimi el yazması olarak kaydeder.
    samuelson'un 1981'deki ölümünden sonra kızı tarafından keşfedilen bu el yazmaları daha sonra, with hemingway: a year in key west and cuba adıyla yayımlanır.

    hemingway, birlikte geçirdikleri sürede samuelson'a el yazısıyla yazılmış bir kitap listesi
    verir ve ona hepsini okumasını salık verir.

    hemingway, mark twain'in the adventures of huckleberry finn'ini bir amerikalının şimdiye kadar yazdığı en iyi kitap olarak görüyordur ve amerikan edebiyatının başlangıcına işaret ettiğini düşünüyordur. ancak hemingway'in hayranı olduğu başka kitaplar da vardır. samuelson'a şunları söyler:

    "işte her yazarın eğitiminin bir parçası olarak okuması gereken kitapların bir listesi… bunları okumadıysan, eğitimli değilsin demektir. bunlar farklı yazı türlerini temsil eder. bazıları seni sıkabilir, bazıları sana ilham verebilir ve bazıları o kadar güzel yazılmıştır ki, yazmaya çalışmanın senin için tamamen beyhude olduğunu hissettirebilir."

    işte 16 kitaptan oluşan hemingway'in her yazarın okuması gereken kitaplar listesi:

    - the blue hotel, stephen crane
    - the open boat, stephen crane
    - madame bovary, gustave flaubert
    - dubliners, james joyce
    - the red and the black stendhal of human bondage, w. somerset maugham
    - anna karenina, lev tolstoy
    - voyna i mir, lev tolstoy
    - buddenbrooks, thomas mann
    - hail and farewell, george moore
    - karamazov kardeşler, fyodor mihailoviç dostoyevski
    - the oxford book of english verse the enormous room, e. e. cummings
    - wuthering heights, emily brontë
    - far away and long ago, w.h. hudson
    - the american, henry james

    en iyiler listesine girmek için bir kitap yazmayla ilgili hemingway'in bazı tavsiyeleri vardır. işin kilit noktası, yalnızca ölülerle rekabet etmektir. şöyle demiş:

    "asla yaşayan yazarlarla rekabet etme. iyi olup olmadıklarını bilmiyorsun. iyi olduğunu bildiğin ölülerle yarış. onları geçebildiğin zaman, iyi gittiğini bilirsin. neler yapıldığını bilmek için tüm iyi şeyleri okumak gerek, çünkü başka birinin yazdığı gibi bir hikayen varsa, daha iyisini yazamadığın sürece seninki iyi değildir."

    ve okuduklarından çal. hırsızlık iyidir. amerikalı film yapımcısı jim jarmusch'un dediği gibi: “hiçbir şey orijinal değildir. ilham veren veya hayal gücünüzü besleyen her yerden çalın.” hemingway de hemen hemen aynı şeyi savunur:

    "...herhangi bir sanatta, daha iyi hale getirebilirseniz, herhangi bir şeyi çalmanıza izin verilir, ancak eğilim aşağı değil, her zaman yukarı doğru olmalıdır. ve asla kimseyi taklit etme. tüm üsluplar, bir yazarın bir gerçeği ifade etmedeki beceriksizliğini de içinde barındırır. kendine has bir tarzın varsa şanslısın ama başka biri gibi yazmaya çalışırsan, kendininki kadar diğer yazarın beceriksizliğine de sahip olursun..."

    "...yazmakla ilgili öğrendiğim en önemli şey, asla tek seferde çok fazla yazmamaktır... asla içindeki yeteneği son damlasına kadar kağıda aktarma telaşına düşme. ertesi gün için biraz bırak. önemli olan ne zaman duracağını bilmektir. yazarak kendini bitirmeyi bekleme. yazdığın şeyde o an iyi gidiyorsan ve ilginç bir yere geldiysen ve bundan sonra ne olacağını da biliyorsan, işte o an durmak için en iyi zamandır. o an onu kendi haline bırak ve hakkında düşünme; bırak bununla bilinçaltın ilgilensin..."

    kaynak: https://flashbak.com/…rt-of-their-education-456898/
  • “hayattaki en güzel şey;
    tüm kusurlarınızı bilmesine rağmen sizin hala muhteşem olduğunuzu düşünen birisinin olmasıdır.”

    sözlerinin sahibisi
  • geçirdiği ağır depresyon yüzünden 1960 yılının aralık ayında mayo kliniğine yatırılmış ve burada onun da onayıyla bir dizi elektroşok tedavisi görmüştür. 1961 yılının ocak ayında tedavi nispeten işe yaramış gibi göründüğü için hastaneden taburcu edilmiştir ki o dönemlerde psikolojik sebeplerle hastaneye yatanlardan pek azı hastaneden çıkabilmiştir. zira her ne kadar normal davranışlar sergileseler de hastaların iyileşmesine imkansız gözüyle bakılmıştır. (bkz: pat deneyi)

    onun taburcu edilişindeki temel sebep ise elbette ünlü bir yazar olmasıdır. ama ne yazık ki kırılganlığını bir türlü aşamamış, aynı yılın nisan ayında kliniğe geri dönmeye karar vermiş ve bu sefer daha yoğun bir şok tedavisine maruz kalmıştır.
    30 haziranda taburcu edilmiş ve bilindiği üzere iki gün sonra intihar etmiştir ancak buradaki en önemli nokta, klinikten ilk kez taburcu edildiği ocak ayından sonra biyografi yazarı aaron edward hotchner'a söyledikleridir.

    ''bu şok doktorları yazarların nasıl insanlar olduklarının ve onlara ne yaptıklarının farkında değiller. kafamı mahvetmenin, sermayem olan hafızamı silmenin ve beni işsiz güçsüz bırakmanın ne anlamı var ? harika bir tedaviydi ama hastayı kaybettik..''

    (bkz: papa hemingway a personal memoir)
  • lozan toplantilarini sirasinda ismet pasayla roportaj yapip gazetesine "ismet pasa hic iyi fransizca konusamiyor, bunu gizlemek icin de sagir ayagina yatiyor" diye yazan nobel odullu yazar.
  • yazıyla kurulan bağda hemingway gibi olmak lazım.

    “bir kitap ya da öykü yazmaya başladığımda her gün sabahın ilk ışıklarıyla çalışmaya başlarım. çalışma ortamımı bozacak hiç kimse yoktur o saatlerde, hem sabahın serinliğinde yazdıkça ısınırsınız. bir sonraki sahne kafanızda canlanınca ara vermek en iyisi, hem yazdıklarınızı okursunuz o arada. bir sonraki sahne hâlâ kafanızdayken yani bir anlamda esin pırıltılarını tüketmeden ara vermeli, bir sonraki gün yine aynı duyguyla ara verene kadar günü yaşamalı insan.

    diyelim ki sabahın altısında başladınız çalışmaya ve daha erken bitmediyse yazarak öğleni edersiniz. ara verdiğinizde büyük bir boşluk olur ve aynı zamanda sevdiğinizle sevişmişcesine bir doyum hissiyle dolar içiniz. o ruh halindeyken hiçbir şey size zarar veremez, size dokunamaz, bir sonraki gün aynı süreç yeniden başlayana kadar her şey boş her şey anlamsızdır. ertesi günü beklemektir asıl zor olan.”
  • nasıl yazıyorsunuz, sırrı ne diye sormuşlar babaya. demiş ki; sarhoşken yazın ayıkken düzeltin.
  • bu adamin intihar ettigi evin yanindaki evde yasamistim bir sene. gol kenari harika bir yerdir.
  • 1961 yılında bir sabah vakti intihar etti. 1954'te nobel yazın ödülü'nü*, 1953'te de pulitzer ödülü'nü* kazanmıştı. çalkantılı yaşamı süresince boksörlük, futbolculuk, birinci dünya savaşı sırasında italya cephesi'nde, sonraları, ispanya iç savaşı'nda, ikinci dünya savaşı'nda savaş muhabirliği yapmıştı. birinci savaş'tan sonra paris kahvelerinde sürtmüştü, dünyanın birçok ülkesini gezmişti, dünya yazınına unutulmaz yapıtlar bırakmıştı. yaşarken ünlü olmuş, sevilmiş ender yazarlardan biriydi. hemingway de birkaç tavırdaşı yazar gibi ya yaşayacağı bir şey kalmadığından kıymıştı canına, ya da yazacağı bir şey kalmadığından. çanlar kimin için çalıyor'un* başkişisi robert jordan, romanın sonunda ölürken, şöyle mırıldanmaz mı kendi kendine: "böylesine iyi bir yaşam sürdüğün için amma şanslısın ha!" böylelikle ölümü taçlandırır.

    hemingway, 1898'de oak park, ıllinois'de doğdu. ilk yazılarını savaş sonrası paris'inde yazdı ve kısa zamanda ünlendi. in our time, (zamanımızda, 1924) ve men without women (kadınsız erkekler, 1927), özgeçmişsel özellikler taşıyan ilk yapıtlarıdır. hemingway 1926 yılında ilk romanı the sun also rises (güneş de doğar ya da fiesta) ve a farewell to arms (silahlara veda, 1929) ile birdenbire büyük bir okur kitlesi buldu karşısında. ilk romanda, birinci dünya savaşı'nın genç kuşak üstündeki trajik etkilerini de ele alıyordu. bu kuşak, sinirleri yıpranmış, düşleri yıkılmış, ruhsal ve cinsel açıdan kısırlaşmış iğdiş edilmiş, "yitik bir kuşak"tı. gertrude stein'ın deyimiyle, paris'in kaldırım kahvelerinde, ispanya'nın arenalarında avuntu arayan, artık yemekten, içmekten, iletişimsiz yatıp kalkmalardan başka hiçbir şey düşünmeyen bir kuşak: bir savaş sonrası kuşağı.

    bu umutsuzluk fırtınası içinde, dostluğu, aşkı hemingway kadar coşkuyla kutlayan, yücelten bir başka yazar az bulunur diyebiliriz. kimilerine göre, "iflah olmaz bir romantik"tir o, kimilerine göre de bir "primitivist"tir, çünkü fiziksel zevkle fiziksel acıya ilişkin ilksel ve evrensel her türlü duyumun yaşamda da sanatta da baş köşeyi tuttuğuna inanır. amacı, "duyması gerektiği öğretilen şeyleri değil bir yazar olarak gerçekte neler duyduğunu" anlatmaktır. uzun boylu ruhsal çözümlemelere, dil ve biçim oyunlarına yüz vermez. kısa, vurucu tümcelerle, bir gazeteci anlatımıyla yazar. onca, edimdir önemli olan. kısa öyküleriyle romanlarındaki kişiler, dünyanın ve kendi toplumlarının geçirdiği değişikliği kendileri de bir değişiklikten geçerek kavrarlar çoğu kere; doğrudan, ilk elden öğrenirler, okuyarak değil. zaman zaman çok önemsiz sayılabilecek bir deney, onları aydınlatan bir olay niteliği kazanır. yaşanan karabasandan ussal bir olumlama, bir yarın-düşü doğuverir; bireysel bir kaygı, toplumun esenliğine yönelik bir inanç doğurur. yazar, bu değişmeyi uzaktan gözlemlemez; dahası o da okurla roman kişileriyle birlikte yaşar, paylaşır.

    baba hemingway'in to have and have not (sahip olmak ya da olmamak*, 1937) adlı romanla fifth column (beşinci sütun*, 1939) adlı oyunla bir çöküş dönemine girdiği söylenir. eleştirmenler bu çöküşü, yazarın yeni devrimci dünya görüşünü yapıtlarına eski ustalığıyla yedirememesine bağlarlar. ama across the river and into the trees (ırmağın ötesi*, 1950), hele hele türk okurunun asla unutamayacağı for whom the bell tolls (çanlar kimin için çalıyor, 1940) ve the old man and the sea (ihtiyar adam ve deniz*, 1953) yazılacaktır daha. ayrıntıları en aza indirmekten, onları "katışıksız", "simgesel" olarak kullanarak okuru "dördüncü hatta beşinci boyuta" hazırlamaktan yana çaba gösteren hemingway, kişinin öz benliğiyle giriştiği hesaplaşmaları, felsefi tartışmaları artık büyük bir rahatlıkla yedirecektir anlatımına.

    bir başka ülkede'nin, yazarın bütün özelliklerini taşıdığı, çoğu romanın çekirdeği sayılabileceği ileri sürülür. öyküde ustaca kullanılan simgesel ayrıntılar, yalnızca bu yapayalnız bırakılmış öykü kahramanlarının adım atamadığı "başka ülke"leri, "savaşın, barışın, doğanın, ölümün ülkeleri"ni çağrıştırmakla kalmaz, onları başka ülkelerde, sözgelimi türkiye'de başka başka koşullar altında yapayalnız kalanlara bağlar. ölüm, sona erdirmez öyküyü, taçlandırır.

    kaynak: kitapla direniş/tomris uyar
  • “birine güvenip güvenmemek gerektiğini anlamanın en iyi yolu ona güvenmektir” demiş büyük yazar.
  • "herzaman alkollü iken söylediklerinizde kendinize hakim olmaya çalışın, bu size çenenizi kapalı tutmanızı öğretir" demiş kişilik
hesabın var mı? giriş yap