7 entry daha
  • en ulvi alan. alanım.

    şeyleri, gerçeklik diye çağırdığımız şeyi "anlayabilmek" için, onları neyin içinden anladığımızı olabildiği kadarıyla anlayabilmemiz gerekiyor.

    bir yerden başlamak lazım, bu başlanacak yer descartes gibi tikel ve sıfırdan mı yoksa spinoza gibi genel önermelerden mi, locke gibi dümdüz deneyime güvenmekten mi yoksa hume gibi deneyimin temelsizliğini düşünmekten mi gelmeli bir kenarda durmakla birlikte, temelde iki büyük yol vardır. başlangıçları bilinmez ufukta kaybolurlar bu yollar paralel bir şekilde.

    birisi bilgi, diğeri varlık.

    varlıktan başlar isen, elinde mecburi bazı varsayımlar olmak zorunda. bilgiden başlamak pek kolay değil zira bir tünelin içindeyken dışarı çıkıp neye benzediğini söylemek gibi.

    ama elimizdekileri değerlendirdiğimizde en makul görünen bir epistemolojiyle başlamak, bir ontoloji gerektiren bir epistemoloji. çünkü her epistemoloji belli bir çerçeve içerisinde kendine has bir ontoloji getirir kendi ile birlikte. ne oldu bu durumda? epistemolojiden ilerlemeye çalışırken bir ontoloji varsayımlarımın arasına düştü. ne yapmalıyım?

    açıkçası ben de bilmiyorum.

    genel resim böyle şekillenir hep düşünce tarihinde; bir şeyler hakkında konuşmaya başladığında bu konuşmanın nasıl gerçekleşebildiğini ve nasıl bir bilgi olduğunu sorgulamanın ardından gelen bir varlık teorisi ve sonrasında bu varlık teorisinin aslında pek de istenen kadar güçlü bir temelde olaya dahil olmadığı gerçeğinin farkına varılması.

    bu bir döngü. ve sonsuz olmaması için elimizde tek bir şey var. biraz içinde bulunulan tünel ve dışına çıkmanın dayanılmaz zorluğu analojisini hatırlatacak bir biçimde var olan bir şey. bir epistemoloji kurmak kadar zor olan bir çaba.

    zihin felsefesi.

    ne psikoloji, ne sinirbilim anlayabilir zihini. birlikte dahi tam olarak anlamaları pek mümkün görünmüyor. her ne kadar bir anti-realist olmasam da, kuhn'un neden bahsettiğini tam anlamıyla içselleştirebilirseniz, paradigma kavramının gerçekten varolduğunu ve bilimin bir noktada bunun bir parçası olmak zorunda kaldığını, yüzeyselliğin ötesine kimi noktalarda geçemediğini rahatlıkla görebilirsiniz. bu anlamda bilim konvansiyon dışına çıkma konusunda, pek başarılı olmamakla birlikte, çıktığı zaman da bunu bir ilerleme şemasının içinde yapmayabiliyor.

    çünkü kuhn'dan farklı olarak ben yapabildiği durumların olduğunu da düşünüyorum.

    ama bu durumlar genelde yapamadığı durumlardan çok daha az sayıda oluyor. ve yapabildiği durumlar çoğu zaman felsefenin ve felsefi düşüncenin konvansiyon dışı düşünebilmeyi başarıp perspektif, ve dolayısı ile paradigma değişimini tetiklemesi ile mümkün oluyor.

    bu bağlamda, zihni çalışan bilimlerin sundukları çok büyük önem taşısalar da, dikkatle yaklaşılmalı ve sezgisel olarak ilk akla gelenin doğruluğundan şüphe edilmeli. bugün hala type identityyi makul bulan insanlar var. type identity kısaca, beyindeki nöro-kimyasal aktiviyeyi zihinde var olan fenomenle eş tutar. aynı sayar. identify eder. evet yirminci yüzyılın ortalarında bu düşünce pek popülerdi ve yapay zeka gazıyla önemli bulunmuştu ve üzerinde pek derin düşünülmemişti. ama biraz inceleme, biraz kavramsal analiz bu anlayışın çok büyük sıkıntılar içerdiğini açıkça gösterdi. burada sadece multiple realizabilityden bahsetmiyorum. tonla büyük problemden bahsedebiliriz. bunları çözme yolunda da çok uğraş veren insanlar oldu ve görece başarılılar da mevcut ama günümüzde böyle düşünen bilim adamları bunu tamamen cahilliklerine borçlular.

    ilgilenenler smart ve place'in işlerine bakmalılar.

    her neyse, bu cahillik varsayım setlerinin sonucu olarak tezahür ediyor ve bu noktada başa tekrar dönüyoruz. bir şekilde, zihni ve zihnin mekanizmalarını, bu sebepten ötürü beyni ve beynin mekanizmalarını anlamak gerekiyor. dahası, beyini etkileyen unsurların analiz edilmesi, beynin aslında sınırlarının ötesinde bir güç barındırıyor olmasının anlaşılması ve bunun sebeplerine inilmesi ihtiyacı ortaya çıkıyor.

    zihnin doğası nedir diye sormayı bırakıp zihin nasıl çalışıyor sorusunu mevcut perspektifin dışına çıkarak yanıtlamak gerekiyor. bu imkanlı olup olmadığı üzerinden problematize edilse de, bu mevcut bakış açısı sebebiyle gerçekleşiyor. bir şeyin nasıl çalıştığını anlamak için doğasını bilmenize gerek yok. kısaca bir buharlı motorun çalışma mekanizmasını bilmeniz için onun metal mi plastik mi olup olmadığına inmenize ihtiyaç yok. metal ve plastik kavramlarına aşina olmanıza bile gerek yok. çünkü neden ya da nasıl açıklamıyor, sadece olanı ortaya koymaya çalışıyorsunuz. kepler'in gezegenlerin hareketlerini ortaya koyarken yaptığı gibi.

    bu analojiyi seviyorum çünkü bir parçası iken kepler, koca bir sistemin mekanizmasını çözmeyi başardı. iki odaklı eliptik yörüngeyi, bu yörüngede dolaşırken gezegenlerin nasıl davrandığını tamamen anlattı. bu büyük resimde heiddeger'in derinliğine inip bakarsak parça bütün ilişkisi dahilinde sorunlu bir nokta olsa da, zihin için de içinde olduğumuz, bazen aktif bazen pasif olarak kullandığımız bu fenomeni inceleyip mekanizmalarını ortaya koyabilirsek epistemoloji ve ontoloji konusundaki sıkıntıları daha bariz görebilir ve birçok açıdan daha ileri bir anlayışa ulaşabiliriz.

    zihnin ortaya konmasının epistemolojik bir statüsü olması gerekliliği ve bu açıdan kepler analojisinin zaten bir epistemolojik varsayım üzerinden temellenen bir unsura sahip olduğu vurgulanarak buna karşı çıkılabilir.

    katılıyorum. ama söylediğim gibi;

    bir yerden, en makul yerden başlamak lazım.
12 entry daha
hesabın var mı? giriş yap