51 entry daha
  • (3. bölüm)

    kötülük problemi, tanrı'nın mutlak kudret sahibi ve mutlak iyi olduğu inancı üzerinden şekillenir. bu yüzden, bu iki kavramda hemfikir olmadan, problemi tartışmak mümkün değildir. mutlak kudretten ve mutlak iyilikten ne anladığımız bu yüzden önemlidir, ancak ortak bir tanımda uzlaştıktan sonra tartışmaya geçebiliriz.

    mutlak kudret kısmı görece daha kolay. thomas aquinas bu mevzuya yeterince doyurucu bir şekilde eğilmiş, ve kendisinin düşüncesi hem hristiyan, hem de islam teolojisinde genel olarak paylaşılagelmiştir. mutlak kudretten anlamamız gereken şudur: tanrı, mantık sınırlarında, her şeyi yapmaya muktedirdir, bu kudretin tek sınırı, mantıktır. yani mesela tanrı'dan, kare şeklinde bir üçgen yaratması beklenemez, yaratamaması da, tanrı'nın kudretinde bir eksiklikten ileri gelmez, kare şeklinde bir üçgenin mantıken muhal olmasından ileri gelir. veya tanrı, hem dahi hem de gerizekalı bir insan yaratamaz, çünkü bir insan hem dahi hem de gerizekalı olamaz. "tanrı kaldıramayacağı taşı yaratabilir mi" sorusunda da, benzeri bir mantık problemi, bir dil problemi vardır, dolayısıyla "saçma" bir sorudur. aquinalı tom amca, önemli bir amcadır, kendisine daha sonra da değineceğiz.

    mutlak iyilik kısmı ise, biraz daha komplike. öyle ki, misal mutlak iyiliğin ne olduğunu hiçbir zaman idrak edemeyeceğimizi, dolayısıyla yapacağımız her türlü iyilik ve kötülük tanımının belirsiz ve anlamsız olacağını iddia eden bir görüş, kendisini direkt olarak tartışma sınırlarının dışına çıkarır. mutlak iyiliği bilemeyeceğimiz sürece, neyin iyi ve neyin kötü olduğunu da belirleyemeyeceğimiz iddia edilirse iş daha da karışır.

    misal, tanrı mutlak adaletlidir, ama tanrı'nın adaletinin nasıl bir adalet olduğunu biz bilemeyiz dersek, kötülük probleminin sınırlarından çıkar, bambaşka bir tartışmaya dalarız. şu halde, tanrı'nın adalet kavramı ile bizim adaletten anladığımız, aynı şey olmayabilir, bu durumda tanrı'yı adaletsizlikle suçlamak için gereken kavram zemininden mahrum oluruz. ki bu tartışma, eşarilik açısından şöyle bir zemine oturur; gazali'nin belirttiği üzere, tanrı yarattıkları üzerinde mutlak söz sahibidir, ve mülkünde istediği şekilde tasarruf eder. kimsenin tanrı'ya ''şunu niçin şöyle yarattın'' diye hesap sormaya hakkı yoktur, aksi takdirde, işin ucu tanrı'nın niye kimi mahlukatı taş, kimisini fare, kimisini de insan olarak yarattığını sorgulamaya kadar gider, her şeyde bir adaletsizlik görülebilir.

    ilk bakışta gayet makul duran bir açıklama, fakat dediğim gibi, tanrı yarattıklarının mutlak sahibidir, dolayısıyla istediği gibi davranabilir demek, bizi kötülük probleminin dışına çıkarır. eğer tanrı her ne şekilde davranırsa davransın, hiçbir şekilde adaletini sorgulayamayacaksak, adalet ve adaletsizlik kavramları anlamını yitirir, bu yüzden tanrı'nın ''mutlak adalet'' sahibi olduğunu iddia etmek de anlamsızlaşır. bu durumda söylenmesi gereken, ''tanrı tanrıdır, ne adaletlidir, ne de adaletsizdir'' demektir. ama eğer böyle söylenilmiyorsa, tanrı bizzat kendisinin mutlak adalet sahibi olduğunu söylüyorsa, tekrar tartışmaya döneriz, ve mutlak adaletin tanımlanmasına ihtiyaç duyarız.

    eğer mutlak adaleti tanımlayamayacaksak, tanrı'nın adalet kavramından anladığı ile bizim adalet kavramından anladığımız şey aynı değil ise, aynı zeminden konuşamayız demektir. ki buradan yola çıkılarak mevzu çok daha derinleştirilebilir, bambaşka tartışmalara yelken açılabilir: tanrı'nın adaletli olması ne demektir? tanrı adaletli olmak zorunda mıdır? tanrı'nın adaletli olmak zorunda olduğunu söylemek, tanrı'nın üstünde ve onu aşkın bir ahlak yasasının bulunduğunu varsaymayı gerektirir, böyle bir ahlaki zemin tahayyül edilebilir mi? tanrı'dan üstün ve tanrı'yı önceleyen bir ahlak yasası nasıl var olabilir? tanrı'yı tanrı yapan, ahlakın, yani iyiliğin ve kötülüğün zemini olması değil midir? neyin iyi, neyin kötü olduğunu yalnızca tanrı belirleyebilirse, tanrı'nın davranışlarını neye dayanarak yargılayabiliriz? tanrı kendi belirlediği yasalara uymak, yani ahlaklı olmak zorunda mıdır? sorularınız bunlar, süreniz başladı, başarılar.

    devam edelim. tanrı'nın mutlak iyiliğine dair bize güvence veren nedir? kendi sözü mü? tanrı yalan söyleyemez mi? tanrı verdiği sözü tutmak zorunda mıdır? tutmazsa, yalan söylerse ne olur? kim neye dayanarak tanrı'yı ahlaksızlıkla itham edebilir? az önce de dediğimiz gibi, bunu diyebilmek için, tanrı'nın üstünde ve ondan bağımsız bir ahlak yasasını kabul etmek lazım gelir, bir mümin için böyle bir şey imkansızdır. tanrı ahlakın, iyinin zeminidir, ondan bağımsız bir ahlak yasası düşünülemez. fakat, ''tanrı iyidir, çünkü kendisi iyi olduğunu söylüyor, iyi olduğunu söylüyorsa doğrudur çünkü iyi olan yalan söylemez'' gibisinden totolojinin allahı bir çıkarım da, tanrı'ya güvenmek için çok da anlamlı bir zemin değildir.

    buradan geleceğimiz yer şudur, ya da bana göre, gelinmesi gereken yer şudur: böyle bir tanrı'ya güvenmek için, hiçbir, ama hiçbir gerekçemiz yoktur. aslında bu ifade de durumu tam izah edemiyor, doğru ifade şu olmalı: böyle bir tanrı karşısında, ''güven'' kavramı anlamını yitirmektedir. davranışlarını, davranışlarının arkasındaki motivasyonları kestiremeyeceğimiz, hiçbir şekilde idrak edemeyeceğimiz, ve hiçbir şekilde yargılayamayacağımız bir tanrı karşısında, ''güvenmek'' fiili anlamsızlaşmaktadır. tanrı, kendisine inanıp salih amel işleyenleri cennetine koyacağını söyleyebilir, fakat daha sonra bu kulların hepsini cehenneme, kendisine inanmayanları da cennetine koyabilir, bu durum da ayniyle adalete uygun olur, hiç kimse tanrı'nın böyle davranarak ''kötülük'' ve ''adaletsizlik'' yaptığını iddia edemez.

    kimisi bu çetin sorunu çözmek için tek bir çıkış görmüştür: tanrı doğası gereği iyidir, iyilik zatında mündemiçtir, verdiği sözü tutmaması bu yüzden düşünülemez.

    ve elbette, bu da çok haklı bir soruyu kışkırtır: doğası gereği iyi olan, yani iyi olmak ''zorunda'' olan, istese bile kötülük, adaletsizlik, merhametsizlik yapamayacak olan, daha doğrusu, kötülüğü isteyemeyecek olan bir varlığa ''iyi'' demenin neresi anlamlıdır? ayrıca, bu, tanrıyı tahdit etmek, sınırlandırmak değil midir? tanrı'yı kötülük isteme imkanı olmayan bir varlık olarak kurgulamak, onun kudretini ve iradesini sınırlamak anlamına gelmez mi? bu nasıl bir tanrıdır ki, nasıl bir kadir-i mutlaktır ki, bütün kudreti bir etik tarafından sınırlanmış?

    ha yok, tanrı isterse kötülük yapabilirse, yapmamasını sağlayacak olan nedir? tanrı neye göre iyi ile kötü arasında seçim yapar, niye yapar? bu noktada, tanrı'nın ''özgür irade''sini tartışmaya girmek durumunda kalıyoruz, daha insanın özgür iradesini halledemedik, tanrı'nın özgür iradesini sorgulamak epey kasar.

    bu spekülasyonların sonu gelmez. o yüzden, bu tartışmayı burada kesip, kötülük problemine dönmek için, tanrı'nın mutlak iyi olduğu, ve adaletsizlik yapmayacağı varsayımına geri dönüyoruz. aynı zamanda, tanrı'nın adalet kavramı ile bizim adaletten anladığımızın aynı şey olduğunu kabul etmek durumundayız, yani tanrı'nın bizimle aynı dili konuştuğunu kabul etmek zorundayız, çünkü tanrı adalet sahibi olduğunu söylerken, bizim bu adaleti ne şekilde anlayacağımızı bilerek söylemektedir, eğer bizim sahip olduğumuz adalet kavramından farklı bir şeyden bahsediyorsa, tanrı bizi resmen kandırıyor demektir, bu da, elbette, adaletle ve iyilikle bağdaşmaz. (aslında, ibrahimi dinlerin ödül-ceza mantığı üzerine kurulu adalet anlayışı, kötülük probleminin zirvesine tekabül eder, buna çok sonra geleceğiz.)

    bu mevzuyu da hallettikten sonra, probleme getirilmeye çalışılan çözümlere geçebiliriz.
182 entry daha
hesabın var mı? giriş yap