5 entry daha
  • bulutsuzluk özlemi hani sözlerimi geri alamam diyor ya, bresson daha ta 1951'de "sözlerimin geri alınamayacağını ve bunu sonuna kadar kavramam gerektiğini biliyorum." demiş. ben bunun altında şunu dediğini duyuyorum: "sessizce dinlememi geri alamam."

    gene bir unutulmaz katolik-sinematografik vecize: "birinin sahip olmadığı bir şeyi başkasına vermesi ne kadar tuhaf? ah! boş ellerimizin mucizesi."

    bu filmdeki genç taşra papazı aynı anda hem çömez bir terapist, hem kendisi dolambaçlı hasta; hem öğrenci, hem öğretmen. ne zamancık papazdan karamsar doktora dönüşüverdiğimize şaşırıyoruz. filmdeki tüm karakter ve durumlar aynı tek ruhun istasyonları ve halleri. danışmaya gittiği yaşlı/deneyimli papaz terapi pratiğindeki süpervizör-danışman aynı. ama bir yandan da tüm olguları ve içe bakışını, kendi duygularını, itiraflarını bu danışmanlığı bütünlemek, tamamlamak için kullanmak zorunda. cemaatindekilerle aynı soru işaretleri, şüphelerden geçmek, ilerleyeceğine inanmak, kalbini açmak durumunda. eleştiriden, yanlış veya doğru değerlendirilmekten, tefe konmaktan kaçınamaz. fizik yasalarından da kaçınamaz, kaçınmadan.

    türk filmleri için biçilmiş kaftan veremli oyuncu triplerini bir yere kadar oturtup sürdürdükten sonra, genç papaz için beklenmeyen mide kanserine çeviriveriyor yönetmen. mide kanserinin tipik ete karşı tiksinti belirtisini de gözden kaçırmamış.

    not-ek-edit: bu arada robert bresson'un bu bir taşra papazının güncesi filmi daha açılıştan şahmat gibi müthiş, başyapıt, küçük çaplı da değil; destan, ruh destanı gibi geldi. oyunculuk da şaşırtıcı olağanüstülükte. sürrealist ve gerilim unsurları var. resim ve fotoğraf sanatçısı olması yansımış. müthiş inanç ifadesi, iç kararsızlık, inanç şüpheleri var. ben psikoterapi ve terapist eğitimi açısından da okudum. danışmanlık kurumu hakkında. yaşamdaki kararsızlık, değişkenlik, akışkanlık, çaresizlik, saf iyi ve kötünün olmayışı. bresson hem özgün, hem ingmar bergman ve andrey tarkovski'yi haber veriyor, önceliyor. adamın öbür filmlerini beğenmemekten, düş kırıklığına uğramaktan çekiniyorum. rastgele balthazar da kendi başına sessiz başyapıttır onu önceden biliyorum. başka hiç film çekmese bile unutulmaz yönetmen olurmuş.

    aslında 1930 veya 1950'lerde yazılmış bir kitabın başyapıt oluşuna şaşırmayıp 1950'li sinema filminin başyapıtlığına şaşırmak da başka bir ilginçliğimiz, ilginçliğim. o kadar sevdiğim sinemayı bütün doyuruculuğu ve yetkinliğine karşın ikinci sınıf, yan veya çocuk sanat görüşümün çifte standardı.
21 entry daha
hesabın var mı? giriş yap