98 entry daha
  • buyuk britanya ve daha genel olarak avrupa menseli bir alandir - ki abd'nin uluslararasi siyasetteki rolunun artisinin zamanlamasina baktigimizda bu durum pek de sasirtici degildir. dunyadaki ilk uluslararasi iliskiler bolumu ve dolayisiyla da bir akademik disipilin olarak uluslararasi iliskiler ilk kez 1919 yilinda galler universitesi, abersytwyth'de (bugunku adiyla aberystwyth universitesi) uluslararasi siyaset bolumu (department of international politics) olarak kurulmustur. esas olarak kuresel bir bakis acisina sahip olan siyasetci david davies'in bulundugu bagisla buyuk savas'ta hayatini kaybedenlerin ve yaralananlarin anisina ve boylesine buyuk bir yikimin tekrar yasanmamasina katki saglamasi maksadiyla kurulmustur. david davies cemiyet-i akvam idealine gonul vermis bir siyasetci olarak woodrow wilson uluslararasi siyaset kursusu'nun de kurulmasini saglamistir. bu kursuye 1936 yilinda david davies'in muhalefetine ragmen (bugunku uluslararasi iliskiler kuraminda liberalizmle ozdeslestirilen) idealizme ve cemiyet-i akvam'a olan elestirisiyle taninan edward hallett carr'in getirilmesi ise ironik olmustur.

    abd'de uluslararasi iliskiler ise yine avrupa'dan ozellikle de almanya'dan goc eden/etmek durumunda kalan akademisyenler sayesinde gelismistir. alman kokenli hans j. morgenthau, john herz, arnold wolfers gibi daha cok kotumser olarak nitelendirilebilecek muhafazakar siyaset felsefesinden ilham alan bu akademisyenler, uluslararasi iliskilerin abd'de yogun olarak realist cercevede gelismesine sebep olmuslardir. elbette woodrow wilson gibi idealist amerikan akademisyenleri (ki kendisi abd baskani olmadan once amerikan siyaset bilimi dernegi'nin baskanligini yurutmustur) unutmamak gerekir. kendisi gibi akademisyenler az sayida oldugu gibi uluslararasi siyaset bir disiplin yahut alt-disiplin olabilecek seviyede olmamistir abd'de zira siyaset bilimi olarak nitelendirilen calisma alani abd'de 19. yuzyilda ortaya cikmis olsa dahi bu akademisyenler cogunlukla ic siyaset pratigiyle ilgilenmislerdir.

    soguk savas'in baslamasi ve avrupa'nin abd'nin golgesinde kalmasiyla uluslararasi iliskilerin motoru atlantigin ote kiyisina gecmistir. bu aslinda buyuk bir talihsizliktir cunku "bilim" olma iddiasina kapilan abdli akademisyenler disiplini malesef 1980lere kadar kurtulamayacagi ve hala ozellikle de abd akademisinde kendini hissettiren bir kisirlik icerisine sokmuslardir. disiplinde dort buyuk tartismadan bahsedilmektedir tarihsel surece bakildiginda. ancak ben burada hepsini anlatmayacagim ve detaylandiramayacagim. ama abd'nin disiplini icine soktugu durumu gostermesi bakiminda az da olsa bir kismindan bahsetmek gerekir. uluslararasi iliskiler kuraminda ikinci buyuk tartisma diye anilan davranissalcilik-gelenekselcilik tartismasi ve aslinda diger iki buyuk tartismanin (paradigmalar arasi tartisma ve pozitivizm post-pozitivizm tartismasi) da esasi bilim olma kaygisi tasiyan amerikan akademisinden kaynaklanmistir. bu tartismalar bazi akademisyenelere gore aslinda gercek manada tartismalar degildir. zira tartismadan ziyade karsi iki goruste olan akademisyenlerin birbiriyle iletisim kurmaktan imtina etmeleri (ya karsidakini kiyasiya elestirip, kendilerine yapilan elestirileri umursamayarak ya da dogrudan kendi cemaatlerine kapanarak) cereyan etmistir. aslinda bu yorumun gecerliligi tartisma olarak nitelendirilen temalara bakildigi zaman kolayca anlasilabilir. mesela pozitivizm ve post-pozitivizm tartismasi esas olarak davranissalcilarla gelenekciler arasindaki tartismadan cok farkli degildir. ucuncu tartisma olarak soylene paradigmalar arasi tartisma ise bir tartisma degil uluslararasi iliskiler kuraminin temelini olusturan farkli anlayislarin varligindan ibarettir. birinci buyuk tartisma olan idealizmle realizm arasindaki tartismadan da ucuncu tartismanin buyuk bir farki soz konusu degildir. elbette ki bu tartismalar birbirlerinin aynisidir diyemeyiz ancak bunlari tartisma olarak nitelendirmenin sagladigi fayda cok belirgin degildir (en azindan benim gozumde).

    1980lerle birlikte ve ozellikle de soguk savas'in sona ermesiyle anaakim kuramlar ve anlayislar geri plana dustu ve boylece alternatif ve elestirel kuramlarin yayginlasmasi mumkun oldu. burada yine atlantik ayrimindan bahsetmek gerekir. abd'de de insaci (konstruktivist) yaklasimlar yukselise gecse de amerikan akademisinin bilimsellikle ilgili takintisi (ozellikle matematiksel modellemelere ve istatistiksel yontemlere olan takinti) alternatif bakis acilarinda bile avrupa'yla onemli olcude farklilik gostermesine sebep olmustur. ozellikle guvenlik calismalarinda bu ayrim cok belirgindir. 11 eylul ile birlikte geleneksel kuramlar tekrar akademide baskin olsa da artik geleneksel olmayan kuramlarin eskiden oldugu gibi asiri marjinalize olmadiklari da bir gercektir. en azindan ifade edilebilecekleri daha cok mecra vardir. tabii burda ken booth'un zihinlerdeki soguk savas bitmedikce soguk savas bitmez anlaminda soyledigi ve aslinda gunumuz uluslararasi iliskiler calismalarina isik tuttugu soz cok onemlidir. netice itibariyle hakikaten o soguk savas zihniyeti kirilmadikca esasen de geleneksel uluslararasi iliskilerde gelisme pek mumkun gibi degildir (john j. mearsheimer gibi anlamsız agresiflik içerisinde yazan ve uluslararası siyasetten kopuk akademisyenleri de bu bağlamda anmak yerinde olur herhalde. tabii unutmamak lazimdir ki dış politika konusunda yazdiklari kuramsal yazilarindan cok daha akli selim sahibiymis gibi gozukmesini saglamaktadir). geleneksel uluslararasi iliskiler (ozellikle de abd'deki hali) her ne kadar gerceklere uzak devam etse de (frankfurt okulunu esas alan)elestirel kuramlar da gitgide kendi terminolojilerinde kaybolarak gerceklikle alakalarini kaybetme tehlikesiyle karsi karsiya. bu yuzden biraz akademinin kisitlayici yapisinda kurtulmalari gerekiyor.

    bir de isin turkiye kismi var tabii. turkiye'de temel olarak amerikan ekolu hakim. az sayida avrupa ekolunden (avrupa derken asil olarak britanya, fransa, iskandinav ulkeleri ve kismen almanya'yi kastediyorum) akademisyenler bulunsa da ve genelde uluslararasi akademik camiada onlar daha cok kabul goren konumda olsalar da amerikan sisteminden gelen hocalarin agirlikli olmasi yeni yetisen nesillerin de malesef bu perspektifle sekillenmesine sebep oluyor.

    aslinda bu entryi bu kadar uzun yazmayi planlamamistim. ilk paragrafta birkac seyi yazdiktan sonra birakacaktim ama epey uzadi. tamamen nesnel bir ozet degil yaptigim bunun farkindayim. ve acikcasi uluslararasi politik ekonomiden bahsetmemis olmam bayagi eksik birakiyor. yine de benim algiladigim sekliyle bir ozet oldu. kaynak gostermedim cunku durust olmak gerekirse bir detaya bakmak ve bir tarihten emin olmak maksadi haric kaynak kullanmadim ama bir itiraziniz varsa ilgili kaynagi kisa surede bulabilirim diye tahmin ediyorum. ha bir de son soz olarak soylemek istedigim bir sey var: oyle cok buyutulecek bir bolum degil. bunu okumak yerine adam gibi birkac kitap okunursa kafi gelir bence. neticede siyaset calismalari, uluslararasi iliskiler gibi akademik sosyal calismalar bayagi sacmasapan seyler.

    edit: entryi ilk girdigim bilgisayarda malesef browserin dandikliginden oturu edit fasilitesini kullanamadim. gelisiguzel yazip da okumadan yolladigim icin de bircok imla hatasi ve anlatim bozuklugu vardi. farkedebildiklerimi duzelttim.
259 entry daha
hesabın var mı? giriş yap