7 entry daha
  • mostar köprüsü'nü ilk bu adamın kitabından* öğrenmi$tim, sonra efsanelerini, hakkındaki bilgilerini ara$tırırken, büyük bir zevk aldım. bilimkurguya kar$ı çıkı$ım bu yüzdendir; metnin gerçeklikle bir bağlantısı olmadığı sürece metnin sağlamlığını, ya$anabilirliğini ve o büyülü mitosunu siz kurguluyorsunuz. ama bu tip tarihin üzerine yazılmı$ kurgular, içinize girmeniz için size sadece kahvenizi yudumlamanızı ve sigaranızı rahatlıkla içmenizi $art ko$uyor. bir tür sinema zevki.

    köprünün çevresindeki hayatı anlatmasıyla, yapıların sadece yapı olmadığını ve bir tarihi doğurduğunu, bu adam, ne tarihçi edasıyla, ne de romancı havasıyla söylüyor. hatta, bu yönüyle, ya$ar kemal'le bile benze$ebilir.

    sezai karakoç'un 86' basımlı edebiyat yazıları ii kitabı duruyor önümde. 1961 nobel ödülü'nün ivo andric'e verilmesinden üç sene sonra büyük doğu dergisinde yazılan bir denemeyi alıntılayacağım. az çok ivo andric'in nasıl bir tarza sahip olduğunu belki okuyanlara gösterecektir:

    --- spoiler ---
    1961 yılı nobel edebiyat armağanı osmanlı edebiyatına verilmi$ti denebilir. hattâ osmanlı romanına. çünkü: bu yıl nobeli alan ivo andriç, bir yugoslav yazarı, bir slav yazar, hattâ avrupalı bir yazar olmaktan çok, bir osmanlı yazarıdır. gönüllü olarak osmanlı tebaası bir yazardır sanki. yalnız romanlarının kahramanlarıyla değil, yalnız romanında örülen olu$lar ağıyla değil, batan bir dünyayı yava$ yava$ ortaya çıkarmayı deneme niyeti ve tarzıyla da, her biri bir yöne giden insan kütleleri içinde, imparatorluğun ağırlık merkezi olan bir bölgenin halkını değerlendirme ve bir medeniyet tazı olarak sunma, orijinal bir kadro yakalama ve bundan yeni bir estetik kurma farkıyla da osmanlıdır ivo andriç.

    dilimize çevrilen üç eserinden, drina köprüsü'nde, en parlak vaktinden çökü$ gününe kadar, osmanlı imparatorluğunun ve osmanlı insanının, osmanlı hayat tarzını ve osmanlı dünyaya bakı$ının, onu batıya bağlayan bir köprü ve o köprü çevresinde kümelenen bir kasaba halkındaki med ve cezri, kımıldanı$ı, saatlerinin tik takı tespit edilir. ha$metiyle, alçakgönüllüğü ile, gururuyla, ağırba$lılığıyla, kuvvetleri ve zaaflarıyla, yer çekimi kadar ağır gövdesiyle, $ırıl $ırıl kanayan yaralarıyla, ağır ağır dönen fil vücuduyla, bitmez tükenmez dayanma gücüyle tarihin sabrını dinamitleyen, yava$ yava$ sönü$ halinde koca imparatorluk. drina köprüsünde duran bir adam, dönüp de doğuya doğru bir baksa, bütün doğuyu sırtına yüklenmi$, batının kar$ısında çelik ayaklarıyla duran, etleri lime lime dökülse de bir anda yere yıkılmayan muhte$em devi görecektir, bu romanda. ali hoca, o artık macerası sona erdi, misyonu kapandı sanılan her defa yine birdenbire ortaya çıkan, insanda, bir yüzyıl yerine, birkaç yüz yıl ya$amı$ vehmini uyandıran o ali hoca, sanki imparatorluğun bir $ahıs haline geli$i, mücerret osmanlı insanıdır. drina köprüsü bir nevi, osmanlıların, ilyada ve odise destanıdır. ve ivo andriç, modern anlamda, imparatorluğun homeros'u.

    ivo andriç, drina köprüsü'nde, bir batılı olarak osmanlı imparatorluğuna batının bakı$ını değil, osmanlı halkından bir parça olarak, ona bir nevi kendi iç bakı$ını, kendine bakı$ını betonarmele$tirmektededir. $u farkla ki, bu bakı$, osmanlıların kendine, $ahdamarından ve en iç noktasından değil, çeperinden, bir uç noktasından bakı$ıdır. drina köprüsü, imparatorluğun, iç-beninin bir nevi otokritiği değil, dı$-beninin kritiğidir. ivo andriç, bir yandan osmanlı insanlarının üniversel yanını, bir insan olarak tabiatla olan alı$veri$ini, suyla, toprakla, ate$le ve soğukla olan serüvenlerini çizerken, öte yandan, onun iç ve yakalanmaz duygularını, en mahrem itiraflarını değilse bile, dı$a takındığı tavrı, batıdan farkını, osmanlının spesifliğini, osmanlı akı$ının lojiliğini tablola$tırır. osmanlının ''tarihi $artı'ndaki perspektifi arar durur. ve bunu yaparken, tam o olamasa da, o olmaya çalı$ır. ve yer yer o olur. osmanlı plüralitesini ve o çokyanlılığın içinden yükselen birlik türküsünü çağırır. doğuyla batının arka plânlarının, medeniyetlerinin kapı$tığı bir insan topluluğundaki dalgalanmalarının ve çalkantılarının nabzını ölçer.

    boris pasternak, doktor jivago'da batı insanına, rus ihtilâlinin içinden bir biyoloji bilgini tarafsızlığı, soğukluğu ve anlayı$ıyla bakar. o, ihtilâlde, ''hayat''ı görür. temel olan, ''hayat''tır, ya$ayı$tır. her $eyi bağlayan, kuran, yıkan, onaran hayat. bu bakımdan, bu eser, ne rusların korktuğunca ihtilâle bir yergi, ne de batılıların sevindiğince batıya bir övgüdür. o, ihtilâli övmediği için, ruslar alındı ve kızdı. ve yine o, ihtilâli övmediği için batılılar sevindi. halbuki pasternak, batı insanının çizgisini veriyordu bu eserinde. o da, bu insan için ''hayat''ın önemli olu$udur. andré malraux ise, insanın $artları isimli romanında, çin ihtilâli kadrosunda, doğu insanını tespit ediyordu. ruh durumları, dü$ünce, hayattan önce geliyordu. insanlar, dr. jivago gibi, hayat $artları içinde deği$miyorlardı. ilkin neyseler o kalıyorlardı. bir anlık bir davranı$la yok olabiliyorlar, yok edebiliyorlardı. bir tutamlık esrarın kurduğu vehim dünyası, bir insan için bir felsefe doğurabiliyor, afyon hayallerinin birbirine bağlanı$ından çatılan bir yapı, gerçek dünyadan daha gerçek, daha reel gelebiliyordu bu insanlara. ivo andriç ise, drina köprüsünde ve travnik kronikasında, doğu insanıyla batı insanını kar$ıla$tırıyor ve aradaki köprü insanı, osmanlı insanının görünü$lerini, hâtıralarını ve te$ebbüslerini zaptediyor. bu yüzdendir ki, pasternak, sosyo-biyolojik bir perspektif romancısı iken, malraux psikolojik gerçekliğin, ivo andriç ise, tarihî (historik) bakı$ın biçimlendiri$i oluyor.

    büyük doğu, 1964
    --- spoiler ---
19 entry daha
hesabın var mı? giriş yap