• travnik'te (bugün bosna hersek'te) doğmuş, zagreb'te (bugün hırvatistan'da) okumuş, hayatının önemli bir kısmını belgrad'da (bugün sırbistan'da) geçirmiş, sırbo-hırvatça yazan yugoslav yazar.

    1941'de savaş yugoslavya'ya sıçradığında almanya'dadır. alman diplomatlarının isviçre'de sığınmacı olması önerisini kabul etmez, emekli maaşı almayı da reddederek memleketine döner ve bir arkadaşının evinde zor şartlarda yaşar. en önemli yapıtlarını da bu dönemde yazmıştır.

    osmanlı'yla ilgili yazdıkları, nice tarihçiyi kıskandıracak derecede titizdir. mesela ırgat simon'da yarıcılık sistemini neredeyse akademik bir kalitede anlatır.

    andriç'e sırp milliyetçisi demek için anakronik düşünen bir zihnin yanısıra epeyi bir cehalet gerekir.
  • mostar köprüsü'nü ilk bu adamın kitabından* öğrenmi$tim, sonra efsanelerini, hakkındaki bilgilerini ara$tırırken, büyük bir zevk aldım. bilimkurguya kar$ı çıkı$ım bu yüzdendir; metnin gerçeklikle bir bağlantısı olmadığı sürece metnin sağlamlığını, ya$anabilirliğini ve o büyülü mitosunu siz kurguluyorsunuz. ama bu tip tarihin üzerine yazılmı$ kurgular, içinize girmeniz için size sadece kahvenizi yudumlamanızı ve sigaranızı rahatlıkla içmenizi $art ko$uyor. bir tür sinema zevki.

    köprünün çevresindeki hayatı anlatmasıyla, yapıların sadece yapı olmadığını ve bir tarihi doğurduğunu, bu adam, ne tarihçi edasıyla, ne de romancı havasıyla söylüyor. hatta, bu yönüyle, ya$ar kemal'le bile benze$ebilir.

    sezai karakoç'un 86' basımlı edebiyat yazıları ii kitabı duruyor önümde. 1961 nobel ödülü'nün ivo andric'e verilmesinden üç sene sonra büyük doğu dergisinde yazılan bir denemeyi alıntılayacağım. az çok ivo andric'in nasıl bir tarza sahip olduğunu belki okuyanlara gösterecektir:

    --- spoiler ---
    1961 yılı nobel edebiyat armağanı osmanlı edebiyatına verilmi$ti denebilir. hattâ osmanlı romanına. çünkü: bu yıl nobeli alan ivo andriç, bir yugoslav yazarı, bir slav yazar, hattâ avrupalı bir yazar olmaktan çok, bir osmanlı yazarıdır. gönüllü olarak osmanlı tebaası bir yazardır sanki. yalnız romanlarının kahramanlarıyla değil, yalnız romanında örülen olu$lar ağıyla değil, batan bir dünyayı yava$ yava$ ortaya çıkarmayı deneme niyeti ve tarzıyla da, her biri bir yöne giden insan kütleleri içinde, imparatorluğun ağırlık merkezi olan bir bölgenin halkını değerlendirme ve bir medeniyet tazı olarak sunma, orijinal bir kadro yakalama ve bundan yeni bir estetik kurma farkıyla da osmanlıdır ivo andriç.

    dilimize çevrilen üç eserinden, drina köprüsü'nde, en parlak vaktinden çökü$ gününe kadar, osmanlı imparatorluğunun ve osmanlı insanının, osmanlı hayat tarzını ve osmanlı dünyaya bakı$ının, onu batıya bağlayan bir köprü ve o köprü çevresinde kümelenen bir kasaba halkındaki med ve cezri, kımıldanı$ı, saatlerinin tik takı tespit edilir. ha$metiyle, alçakgönüllüğü ile, gururuyla, ağırba$lılığıyla, kuvvetleri ve zaaflarıyla, yer çekimi kadar ağır gövdesiyle, $ırıl $ırıl kanayan yaralarıyla, ağır ağır dönen fil vücuduyla, bitmez tükenmez dayanma gücüyle tarihin sabrını dinamitleyen, yava$ yava$ sönü$ halinde koca imparatorluk. drina köprüsünde duran bir adam, dönüp de doğuya doğru bir baksa, bütün doğuyu sırtına yüklenmi$, batının kar$ısında çelik ayaklarıyla duran, etleri lime lime dökülse de bir anda yere yıkılmayan muhte$em devi görecektir, bu romanda. ali hoca, o artık macerası sona erdi, misyonu kapandı sanılan her defa yine birdenbire ortaya çıkan, insanda, bir yüzyıl yerine, birkaç yüz yıl ya$amı$ vehmini uyandıran o ali hoca, sanki imparatorluğun bir $ahıs haline geli$i, mücerret osmanlı insanıdır. drina köprüsü bir nevi, osmanlıların, ilyada ve odise destanıdır. ve ivo andriç, modern anlamda, imparatorluğun homeros'u.

    ivo andriç, drina köprüsü'nde, bir batılı olarak osmanlı imparatorluğuna batının bakı$ını değil, osmanlı halkından bir parça olarak, ona bir nevi kendi iç bakı$ını, kendine bakı$ını betonarmele$tirmektededir. $u farkla ki, bu bakı$, osmanlıların kendine, $ahdamarından ve en iç noktasından değil, çeperinden, bir uç noktasından bakı$ıdır. drina köprüsü, imparatorluğun, iç-beninin bir nevi otokritiği değil, dı$-beninin kritiğidir. ivo andriç, bir yandan osmanlı insanlarının üniversel yanını, bir insan olarak tabiatla olan alı$veri$ini, suyla, toprakla, ate$le ve soğukla olan serüvenlerini çizerken, öte yandan, onun iç ve yakalanmaz duygularını, en mahrem itiraflarını değilse bile, dı$a takındığı tavrı, batıdan farkını, osmanlının spesifliğini, osmanlı akı$ının lojiliğini tablola$tırır. osmanlının ''tarihi $artı'ndaki perspektifi arar durur. ve bunu yaparken, tam o olamasa da, o olmaya çalı$ır. ve yer yer o olur. osmanlı plüralitesini ve o çokyanlılığın içinden yükselen birlik türküsünü çağırır. doğuyla batının arka plânlarının, medeniyetlerinin kapı$tığı bir insan topluluğundaki dalgalanmalarının ve çalkantılarının nabzını ölçer.

    boris pasternak, doktor jivago'da batı insanına, rus ihtilâlinin içinden bir biyoloji bilgini tarafsızlığı, soğukluğu ve anlayı$ıyla bakar. o, ihtilâlde, ''hayat''ı görür. temel olan, ''hayat''tır, ya$ayı$tır. her $eyi bağlayan, kuran, yıkan, onaran hayat. bu bakımdan, bu eser, ne rusların korktuğunca ihtilâle bir yergi, ne de batılıların sevindiğince batıya bir övgüdür. o, ihtilâli övmediği için, ruslar alındı ve kızdı. ve yine o, ihtilâli övmediği için batılılar sevindi. halbuki pasternak, batı insanının çizgisini veriyordu bu eserinde. o da, bu insan için ''hayat''ın önemli olu$udur. andré malraux ise, insanın $artları isimli romanında, çin ihtilâli kadrosunda, doğu insanını tespit ediyordu. ruh durumları, dü$ünce, hayattan önce geliyordu. insanlar, dr. jivago gibi, hayat $artları içinde deği$miyorlardı. ilkin neyseler o kalıyorlardı. bir anlık bir davranı$la yok olabiliyorlar, yok edebiliyorlardı. bir tutamlık esrarın kurduğu vehim dünyası, bir insan için bir felsefe doğurabiliyor, afyon hayallerinin birbirine bağlanı$ından çatılan bir yapı, gerçek dünyadan daha gerçek, daha reel gelebiliyordu bu insanlara. ivo andriç ise, drina köprüsünde ve travnik kronikasında, doğu insanıyla batı insanını kar$ıla$tırıyor ve aradaki köprü insanı, osmanlı insanının görünü$lerini, hâtıralarını ve te$ebbüslerini zaptediyor. bu yüzdendir ki, pasternak, sosyo-biyolojik bir perspektif romancısı iken, malraux psikolojik gerçekliğin, ivo andriç ise, tarihî (historik) bakı$ın biçimlendiri$i oluyor.

    büyük doğu, 1964
    --- spoiler ---
  • seksenli yillarin baslarinda yurdumuzda pek meshur olan drina koprusunun yazari..
    darbecilerin komunizm korkusu sayesinde tanistigimiz bir yazar oldu kendisi, cocuklugumuzda..
    1980'nin ilk yarisinda kitabevi raflarini dolduran maksim gorkinin anasinin ardindan, ayni yilin ikinci yarisinda, ayni raflardaki drina koprusunun pesine takildik da ondandir ucubeligimiz..
  • genelde bilinenin aksine bosnak degil, sirp'tir. hatta bazi kesimler tarafindan asiri milliyetci oldugu iddia edilir.
    ugursuz avlu (prokleta avlija - ki ugursuz degil, yasak avlu demek) isimli romani bir turk hapishanesinde gecer.

    en meshur ve bence en guzel romani drina koprusu'dur.
  • "türk yönetimi etkisi altında bosna'da tinsel hayatın gelişmesi" adlı tezi, osmanlı tarihi için de hayli önemli olup, bu tez ilk kez ingilizce'ye duke university press tarafından 1990 yılında "the development of spiritual life in bosnia under the influence of turkish rule" başlığıyla john f.loud ve z. b.juricic'in editörlüğüyle çevrilmiş olup, halen dilimize kazandırılmış değildir.
  • drina köprüsünün yazarı ve 1961 nobel edebiyat ödülünün sahibi yazardır. balkan coğrafyasını başarılı bir şekilde eserlerine aktarmıştır. bununla birlikte osmanlının son dönemlerinde balkanlardaki durumunu eserlerinde bulabiliriz. ayrıca drina köprüsü okumaya değer, güzel bir şaheserdir.
  • 1961 nobel edebiyat odulunu kazanmistir.
  • hikayelerinde balkanlardaki osmanli idaresini genelde kotu yansitmistir. * sultanlar zorba * , pasalar hilekar * , vezirler rusvetci * , yeniceriler kadin duskunu ve alkoliktir. *

    mizah hikayeleri gercekten komik ve okumaya degerdir. *

    edit. nasil bu kadar osmanli bilgisine sahip diye merak ederken doktorasini osmanlinin bosnadaki yonetimi uzerine yaptigini ogrendim bugun. *
  • ankara'da görev yaptığı zaman, rahmetli pederim ve edebiyat meraklısı arkadaşları ile birkaç karşılıklı ziyaret yapmışlar. "dil tarih" e davet mi etmişler? dil tarih'li arkadaş grubuyla ziyaret mi etmişler öyle bir konular birkaç defa geçti, ama o sırada 16-17 yaşındaydım, aklım başka konulara gidiyordu, bu konuyu tam hatırlamıyorum. o zamanlar edebiyat meraklısı öğrenciler filan kendi aralarında programlar yapıyorlar, çevrede meşhur bir şair yazar varsa gidip ziyaret ediyorlar, dergisine gidiyorlar filan diye biliyorum. herhalde imza günü diye bir şey yoktu. kitap fuarı filan zaten çok sonra icad edilen bir şey. bugün nasıl ki belli internet sitelerine giriyorsak, o devirde de ancak doğrudan ziyaret yoluyla böyle bir iletişim kurulabiliyordu zahir. ivo andriç zannederim kültür ataşesi filan olabilir. belki başka bir görev. 50'lerin başları olsa, henüz nobel ödülü almamış olması lazım. ama demek ki milletlerarası ortamda bilinen bir yazardı.

    bize lise sondaki sosyoloji dersinde, drina köprüsü'nü okuyup inceleme raporu hazırlamamız istenildi. sosyoloji öğretmeni kadına helal olsun, sosyoloji alanını, lise öğrencisinin zihninde-dünyasında tam onikiden vurup çivileyen muazzam bir ödev-proje. ben kitabı türkçe tercümesinden birkaç ay boyunca dikkatle okudum, hala kütüphanemde duruyor. drina köprüsü cildini elimde farkeden rahmetli pederim, ivo andriç konusunda zaman zaman gelip birkaç cümle söylerdi. hacimli, geçtiği dönem(ler) itibariyle çok kapsamlı bir roman, köprü ve bölge çevresinde, dünya çapındaki muazzam siyasi, jeo-politik gelişmelerin, türbülansların vs köprü çevresinde ve bölgedeki yansımalarını, etkilerini ve bütün bunların paralelinde akan sosyal-kültürel değişim sürecini ince ince işlemiş bir çalışma, adeta bir sosyoloji belgeseli. diğer tarafından bir destan, diğer tarafından da ağıt gibi düşünülebilir. ben öyle düşündüm, düşünüyorum.

    peder komünistlerden hazzetmezdi, 70'lerin ortalarına kadar cumhuriyet gazetesi ve varlık dergisi okurdu-okurduk. ama tito'ya hayranlık duyuyordu. kısaca (başında ((the)) harfi tarifi var gibi düşünelim) mareşal diye bahsederdi. işin değişik tarafı, benim rahmetli büyükannem, yani babamın annesi çok ileri yaşında tip'li idi. doğrusunu söylemek icabederse, neredeyse tip militanı gibiydi rahmetli. pederimle beraber, eski yugoslavya'dan çok geçtik, kaldık tatil yaptık, sonraki senelerde ben de kendi başıma, daha sonra da ailemle gidip gezdim tozdum defalarca ve defalarca, adriyatik, lyubliana, bosna, belgrad, yine bizim üsküp, sancak, yakın zamanda yine bu defa karadağ vs vs bir çok yerini gezme-görme, halkın yaşantısını kurumların işleyiişini elbette bir turist ne kadar yapabilirse, dışarıdan izlemek, tanımaya çalışmak, deneyimlemek fırsatı oldu. ülkenin tamamı benim en çok sevdiğim yerlerden biridir. fukaralığı, hatta perişanlığı sayısız sorunları vs her şeyiyle aşinalığım vardır, severim. hatta lisede ilk defa abd'ye gideken o devirde bizim buradan direkt abd uçuşu yoktu. jat ile belgrad'dan gitmiştim. lafı uzattım. dönelim;

    milovan cilas buna sormuş, sen kendini sırp mı yoksa hırvat mı hissediyorsun? diye

    ivo andriç de, sana kendimi tam anlatamadım, ben yugoslav hissediyorum demiştir. aziz sancar'a sen mardinli imişsin, peki arap mı kürd mü diye soran geri zekalı bbc muhabirine, "ne o, ne öbürü ben türk'üm" diye cevap vermesini hatırlatan bir sahne.

    meşhur hair müzikalinin uzun seneler sonra, yani san francisco günlerinden 10 hatta 15 sene sonra filmini de çeken miloş forman, filmin ilerleyen aşamalarında (belki sinema meraklıları burada kullanılacak doğru terimi-ifadeyi daha iyi biliyordur, ben bilemedim, kusuruma bakmasınlar), bir masa etrafındaki samimi yemek sahnesinde kendisi de rol almıştır. o sahnede yemeğe katılan birkaç kişi kendilerini nasıl tanımladığını ifade ederken, miloş forman da "businessman, yugoslav" demişti. zannederim bu film bizde 90'larda vizyona girmişti. 95*96 filan olsa, tam hatırlayamadım şimdi, neredeyse yugoslavya diye bir siyasi birliğin ortada kalmadığı bir tarih, belki yugoslavya'nın küçülüp (sırbistan+karadağ) halinde son çırpınışlarını verdiği tarihe denk geliyor olabilir. dediğim gibi, şu anda hatırlayamadım. "yugoslav" kimliğinin umutsuzca ifade edildiği bir sahne olarak aklımda kalmış.

    burada keseyim artık.

    --

    edit 1:

    entriyi yazdıktan sonra kendisinin ankara'daki diplomatik görevi konusunu değişik biolardan baktım. ama ne görevi, ne de tarihi konusunda bilgi bulamadım. belki daha sonra bazı bilgiler tezahür eder bir taraflardan.

    --

    edit 2:

    ivo andriç'in ankara'daki görevi konusunda bilgiye rastlayamadığımı yazdıktan sonra, (rumuzunu özellikle belirtmediğim) değerli ve dikkatli beyefendi bir yazar'ın aktardığı bilgiye göre;

    ivo andriç 1953 senesinde ankara'da bulunmuş, buna göre;

    "...after the creation of yugoslavia he arrives to belgrade from zagreb where he gets a government position. he soon lands a transfer thus starting his diplomatic career. ıt takes him on both shorter and longer visits to major european cities: rome, bucharest, trieste, paris, madrid and berlin, where he was caught by the world war two. at the time between the two world wars he visited many other cities. sometimes he also used shorter vacations to see interesting places near the cities he was posted: subacio, ostia, venice, grado which he liked very much, constance, weimar (to see the birthplace of goethe). ın 1925 he visited athens and constantinople.

    from the letters he wrote to his friends while he was staying in the big cities we can see that he occasionally made excursions to florence, pisa, grenoble, frankfurt, naples, avignon, constance, toledo and segovia. andric spent the years of the world war two in the occupied belgrade. he created his great works – the novels that will bring him worldwide fame in the years after the war. he watched from his balcony in 1944 the allie bombardment of belgrade. after the war he visited many yugoslavian cities on different occasions. he also goes to vrcolav, leningrad, stalingrad, moscow, baka. he visits beijing and other chinese cities. he was also in athens, edinburgh and oxford. ın 1953 he went to turkey and visited ankara, ızmir, bursa and ıstanbul. he also visited bern and zurich and stockholm again. he left travel notes about lisbon, copenhagen and geneva. staying in the great cities andric frequented social events, art exhibitions, museums and archives. he is a widely knowledgeable man who spoke many languages (german, french, ıtalian, polish, russian and rumanian) so he could have indulge himself in an unperturbed investigation of the culture of the ancient times and to keep track of the modern events too. ..."

    kaynak:

    https://www.researchgate.net/…ze_winner_ivo_andric,

    kaynakta bu pasajların yeraldığı yer: sf. 151

    buna göre, ivo andriç, 1953 senesinde ankara'yı ziyaret etmiş, ankara'da bulunmuş.

    ben entride 50'lerin başları olsa diye yazmıştım, bu kaynak o yazdığım tarihi teyid ediyor. çünkü rahmetli pederimin dtcf'de bulunduğu seneler 51 52 53 54 olması lazım.

    ivo andriç'in ankara'yı ziyaret sebebi (çünkü kaynakta "visited" diyor) tam belli değil. belki bir tanıtım programı çerçevesinde gelmiştir. türkiye'de epeyice bir kaç şehri de gezmiş, ayrıca dünyanın her tarafında bir çok şehirde bulunmuş, sanat etkinliklerine sık sık katılmış ("frequented" diyor, sayılan birtakım sanat faaliyetlerinin müdavimi olmuş, bir defaya mahsus uğramak-katılmak değil yani). çin'deki bir çok şehir, sovyetler, edinburg, stokholm filan derken eski dünyanın bir çok bölgesine uğramış.

    tahmin: ivo andriç'in resmi görevde bulunan bir diplomat olduğunu düşünerek, bütün bu turların bir yugoslavya tanıtımı kampanyası kapsamında gerçekleştirilmiş olabilir.

    bizim rahmetli pederin bana anlattığı, benim de hatırlayabildiğim kadarıyla yukarıda yazdığım konu böyle birtakım hadisatın içinde yeralıyor olabilir. kültürel tanıtım toplantısı yaptılar, üniversite ziyareti filan mı oldu nedir artık bilemedim. bakalım belki başkaca bilgiler de çıkar.

    bu kaynaktaki bilgileri aktaran beyefendi yazara hassaten teşekkür ederim. kendisi okuyup geçmek yerine, dikkatli ve meraklı bir insan olarak araştırdı, somut ipucları buldu ve paylaştı. bir konuyu tuttuğu zaman neticelendirmeden bırakmayan böyle titiz insanlar vardır, tekraren teşekkür.

    - -

    benim ekşide yazdığım ilk entri, meşhur "pal sokağı'nın çocukları" kitabı hakkında idi. o entride de yine buna benzer bir tarzda çözdükçe açılan ama sonu gelmeyen birtakım çeviri konuları vardı. kitabın macarca orijinalinde olmayan, ama sonradan bazı dillerdeki çevirilerine sokuşturulmuş birtakım türk düşmanlığı unsurlarını araştırırken, türkçedeki birbirinden farklı çevirileri, ayrıca bir çok yabancı dildeki çevirilerini bulup macarca orijinaliyle mukayese ettik filan. ama biz didikledikçe sonu gelmedi. o entriyle ilgili bazı edit notları yazdım tabii, ama en son bulguları henüz ilave edemedim. bir ara ilave ederim inşallah. ne yapalım, benim tv dizim de bunlar işte.
  • daha önce bahsedilmiş dairesini gezerken bendenize eşlik eden ağır yugoslav, "bu fotoğrafın bir fotoğrafını çekebilir miyim." dediğimde, "ortadakinin kim olduğunu biliyor musun? " demişti kırık ingilizcesiyle. "tito'yu bilmeyen bu kapıdan giriyor mu?" diye sordum. gösterişli bıyıkları aralandı, gözleri ışıldadı. bu dediğim tarih öncesi yıllardaydı.
hesabın var mı? giriş yap