60 entry daha
  • felsefe yapılacaksa demiyorum, okunacaksa orjinal metinler tercih edilmeli. bunun için de belli başlı dilleri üst seviyede bilmek değilse de, en azından aşinâlığa sahip olmak gerekiyor. aslına bakılırsa sadece felsefe sahası için de değil, her türlü sahada kaynaklardan sağlıklı bir biçimde yararlanabilmenin yolu orjinal metinleri okuyabilmekten geçiyor. bir noktadan sonra çeviri hataları ya da özensizlikleri metnin, orjinal yazarın elinden çıktığı hâliyle (yani lâyıkıyla) anlaşılabilmesinin de önüne geçiyor. en ufak bir özensizlik bile okuyucuyu ya da araştırmacıyı metinden uzaklaştırabilir. bir metni sadece bir kelimeden ya da bir cümleden dolayı bile sevebilir ya da ona düşman kesilebilirsiniz. bu kadar basittir bu iş.

    o hâlde orjinal metinden okuyamayacak olanlar için çeviri bir "denize düşen yılana sarılır" anlâmını taşımamalı; aksine umudun tükendiği anda atılmış can simidi olmalı. bu entiride size benim için çok mühim olan üç dikkatsizlik/bilgisizlik (orjinal dilin inceliğini ya da türkçede nasıl ifade edilebileceğini bilmeme durumu) örneği vereceğim. eyyamdan kaçınmak adına, eser adlarını ve çevirmenlerini olduğu gibi vereceğim, eşi dostu burada olanlar varsa alınmasınlar, ya da alınsınlar umrumda değil.

    1/ lenin, materyalizm ve ampirokritisizm (1. kitap), çev.yüksel güvenç, çağrı yayınevi, ankara 1975.

    genelde modern dillerden yapılan çevirilerde latince/yunanca/ibranice gibi dillerde aktarılmış motto ya da alıntılarda, "ben bu kitabı türkçeye lâyıkıyla çevirebilirim" diye düşünmüş olan çevirmenlerimiz bu dillerde uzmanlaşmış kimselere danışmayı zulüm olarak saydığından söz konusu mottoları ya da alıntıları olduğu gibi verip küçük bir dipnotla doğru türkçesini sunamayabiliyorlar. küçük alıntının ikinci dilden çevirisi de hâliyle orjinal metnin yazarının tam olarak aksettirmeye çalıştığı manayı her zaman tam olarak vermeyebiliyor. bu duruma güzel bir örneğe lenin'in materyalizm ve ampiriokritisizm'inde rastladım. şöyle çevrilmiş:

    "... örneğin r. willy, avenarius'un 'bön gerçekçiliği' kabul etmeye vardığı şeklindeki yaygın iddianın cum grano salis (şüphe ile) karşılanması gerektiğini söyler." (sf.84)

    noktasına virgülüne çeviri böyle. "cum grano salis" ifadesine bakmanızı istiyorum. metnin orjinalinde lenin'in de aynen bu şekilde yani latincesi tırnak içinde yanında da ("şüphe ile" manasını verecek ölçüde) rusçasının yazılıp yazılmadığını, parantez içi ifadenin çevirmene ait olup olmadığını bilmiyorum. ancak her iki durumda da "cum grano salis"in yorumlu-manaca doğru olsa bile, yapıca eksik/hatalı bir aktarım yapıldığını biliyorum. zira "cum grano salis" ifadesinin tam türkçesi "tuz tanesiyle"dir. bu bir deyimdir ve türkçemizdeki "kılıkırk yarmak", "bin dereden su getirmek" deyimlerine karşılık gelmektedir. yani titiz bir şekilde sorgulayacak ölçüde şüphe etme anlâmı vardır içinde. şimdi bunu "şüpheyle" diye aktardığınız vakit, (velev ki) motto ve yabancı deyim canavarı olan ben bunu bilmeden böyle kaydedebilir ve bu şekilde öğrenebilirim. diyeceksiniz ki, "kumsalda bir kum tanesi bu ifade" olabilir, başta da dediğim gibi bazen bir kelime hatta sadece bir harften oluşan bir hayret ifadesi (örneğin ben halikarnas balıkçısı'nın "a!"larını hatırlıyorum "burdan bodrum'a gidemeyecekmişiz.. olmaz a!" gibi) sizi metnin içinden geçirerek yazarına ulaştırır. belki onunla bir puro yakarsınız, belki kayıkla açılıp balık tutarsınız. hiç belli olmaz; yazar metinde hangi harfi ya da harfler bütününü kullanmışsa, siz onu güzel türkçemizle o şekilde anlâmaya yazgılısınız. aksi durumda, çevirmen hiç çevirmesin, o kitabı yeniden yazsın daha iyi.

    diğer örneğe geçmeden şunu da söylemem bir borçtur: bu, gerek anlaşılması gerekse yorumlanması açısından oldukça zor bir yapıttır. lenin'in kaleminden çıkmış en yetkin felsefe derlemelerinden biridir. yüksel güvenç'in çevirisi, felsefî kavramları ve lenin'in yaptığı yorumları türkçeleştirme konusunda fazlasıyla yetkin; hakkını asla yememeliyim.

    2/ giordano bruno, küllerin şöleni, çev. hüsen portakal, cem yayınevi, istanbul 2004.

    bazı çeviriler var, çevirmeni nasıl olur da böyle bir sorumluluğu üstlenmiş olabilir, dedirtiyor. hüsen portakal'ın felsefe-bilim tarihine merak salmış bir beyefendi olduğunu ve ara sıra bizim klasik filoloji kürsüsünü ziyaret ettiğini, toplantılarımıza katıldığını vs. biliyorum. ancak maalesef hüsen portakal'ın bu çeviride yapmış olduğu hataların benzerini çok az çeviride görmüş olmalıyım. asla şüphe duymadığım iyi niyeti bir kenara, bu çalışmasının bizzat kendisinin içine sinip sinmediğini merak ediyorum. burada say deseniz, sayfalarca yazı yazarım hakkında. bu kadar kötü bir çeviriyi, az evvel dediğim gibi, evvelce görmemiştim. ancak bunda sadece hüsen portakal'ın haddini aşan samimi gayreti (evet bazen samimiyetimiz de haddini aşar, hybris'e saplanır!) suçlu değil. -hayranları kusura bakmasın, tümüyle subjektif bir laf edeceğim şimdi- batı yazın camiasında tutunamamış, okunmamış onca abuk sabuk eseri türkçeleştirme gayreti içine giren can yayınları gibi onca yayınevi bir tane doğru dürüst giordano bruno çevirisi okuma imkânını tanımamışsa türk okuyucusuna, asıl uzmanlık alanı felsefe-bilim olmayan hüsen portakal ne yapsın. o "bir katkım dokunsun" diye belki de hybrise kapıldı, "ben batıda bu denli tartışmalara neden olmuş, içerikçe inanılmaz yoğun bruno metnini çeviririm" dedi. gel de kritik et, mümkün mü? piyasada bin tane balzac, yirmi bin tane sokrates'in savunması çevirisi varken bir allahın kulu da giordano bruno çevirmemişse, masa başında dirsek çürütmüş hüsen portakal ne yapsın. fazla uzatmayacağım bu konuyu ama piyasada bir tane giordano bruno çevirisi olmadığının da altını yeteri kadar çizmiş olayım.

    dediğim gibi, çeviri baştan aşağı hatalarla dolu. excursus'a düşmeden edemiyorum, bilimsel nitelikli bir çeviri de değil, ne önsözü ciddiye alınabilir, ne kaynakçası kaynakça. yalnız bahsettiğimiz de, giordano bruno, bunu unutmayın. neyse bahsedeceğim hataya geleyim fazla uzattım. çeviride şöyle deniyor:

    "nolite fieri'nin[1] iki türü vardır: at ve katır. insan imgesine göre ve insana benzeyen iki hayvan yaratılmıştır." (1. sağduyudan yoksun at, katır-olma, mezmurlar xxxii.) (sf.48)

    burada da "nolite fieri" ifadesine dikkatinizi çekiyorum. kullandığım 1. örnekten farklı olarak burada çevirmenin yani hüsen portakal'ın hatası düştüğü dipnottadır. yukarıda da gösterdiğim gibi "nolite fieri"ye, hüsen portakal "1. sağduyudan yoksun at, katır-olma, mezmurlar xxxii." dipnotunu düşüyor. oysa "nolite fieri"nin türkçesi "olmasın(lar)"dır, salt bu ifadenin içinde ne katır var, ne sağduyudan yoksunluk var! burada büyük ihtimalle hüsen portakal'ın çeviride kullandığı edisyonda da benzer bir dipnot vardı ve onu da çeviriye dahil etti. bunda da bir problem yok görünüyor ancak noktasına virgülüne dokunmadan aktardığım gibi yazdığı için, biz okuyucular sanki "nolite fieri"nin tam karşılığı " sağduyudan yoksun at, katır-olma" imiş gibi düşünmeye mahkum edilmiş oluyoruz. oysa yine dipnot düşülebilir yukarıda verdiğim "olmasın(lar)" anlâmı verildikten sonra mezmurlar'ın neresinde geçiyorsa orası da o şekilde ayrı bir açıklamayla sunulabilirdi. ben hüsen portakal'ın kullandığı edisyonda böyle olduğundan adım gibi eminim, çünkü böyle bir karmaşaya ciddi bir giordano bruno edisyonunda rastlanamayacağını düşünüyorum.

    ilk ateşli copernicusçulardan giordano bruno'nun bu müthiş eseri (ve diğer eserleri), ehil ellerde çevrilmeyi bekliyor. umarım beklenti ağır bir bohçaya dönmez.

    3/ erasmus, deliliğe övgü, çev. nusret hızır, kabalcı yayınevi, 7. baskı 2002.
    (bu örneği beyoğlu'nda, ismini hatırlamadığım bir kafede, erasmus uzmanı sayılabilirliği bulunan, -sözlükte- arnold layne mahlaslı ağabeyimle birlikte keşfetmiştik.)

    bu örnekte özel bir durumla karşı karşıyayız; zira erasmus'un eseri latince, ancak nusret hızır eseri orjinal dilinden yani latinceden değil ikinci dilden çevirmiş, kapak içinde şöyle yazıyor: "thibaut de laveaux'un 1780'de basel'de yayımladığı fransızca çevirinin armand hoog tarafından gözden geçirilmiş metninden çevrilmiş ve almanca çevirisiyle karşılaştırılmıştır."

    eserin orjinal dilden okunmaması bir kenara, okunan çevirisi de orjinal dilden değil ikinci dilden yapılmış. yani yazarı erasmus'la siz okuyucular arasında bir tane değil, iki tane anlâm duvarı var. birini geçtiniz diyelim, ya ikincisine takılırsanız? nusret hızır'ın felsefe tarihi üzerine yapıtlarını, denemelerini asla küçümsüyor değilim; zamanında özellikle de çağdaş yayınları'ndan çıkan "felsefe yazıları" başlıklı çalışmasından az yararlanmadım. ancak kendisinden beklediğim şey, böyle bir çevirinin metin üzerinde kapsamlı araştırmalara girişecek olan araştırmacılar için -bilimsellik bazında- yetkin olmasıdır. eserde ne doğru dürüst bir önsöz var, ne doyurucu dipnot var ne de kaynakça. orhan pamuk'un eserlerini ingilizceye, yaşar kemal'inkileri de fransızcaya çevirmeye benzemiyor erasmus'u türkçeye çevirmek. eserde futurama'yı aratmayacak ölçüde satır başı ironi ve gönderme var; hatta öyle ki ironiden asıl metni bile kaçırabiliyorsunuz; bu durumu morias enkomion seu laus stultitiae/@jimi the kewl entirilerinde fazlasıyla irdelemiştim. erasmus, diğer tüm nitelikleri yanında müthiş bir dil yeteneğine sahip; renaissance'ın en büyük humanitas yolcularından biri. yememiş içmemiş adagia toplamış, kitleleri peşinden sürüklemiş, yunanca ve latince deyimleri, incelikli sözleri derleyip toparlama konusunda öyle tutkuluymuş ki (j. michelet erasmus'un bu tutkusunun neticesini şu sözlerle dile getirmişti: "hollanda'da bir aşk tesadüfünden doğan latinceyi inceden inceye bilen, italyan ruhlu olan serseri hayatında, öğretmenlikle, matbaa yazılarının tashihleriyle, dergi tertibiyle geçimini sağlıyan erasmus, 1500 yılında paris'e gittiği sırada, eski devre ait ata sözlerinin bir dergisi bastırmıştı. halk, bu derginin üzerine atıldı; bu kıymetli cildin bulunduğu saint-jacques sokağındaki dükkan hiç boşalmıyordu; herkes eski devrin pratik küçük bilgisini, halk ihtiyatlılığını gösteren bu dergiyi satın almakta ve cebinde taşımakta acele ediyordu." j. michelet, rönesans, sf.358-359, çev. kazım berker, meb yayınları, istanbul 1989), deliliğe övgü'nün neredeyse tamamı bu sözlerin incelikli bir biçimde bir araya getirilmesinden oluşmuş. en ufak hata ya da eksiklik bile erasmus'la türk okuyucunun arasını açabilir. örneğimiz şöyle:

    "hatta bazen plautus'un iyi ihtiyarı gibi yapar: o tatlı seni seviyorum sözünü söylemeyi öğrenir." (sf.32)

    şimdi burada, orjinal dilden çevirmemek gibi özel bir durumla karşılaştığımız için orjinal dilinde eserde ne dendiğini de burada paylaşmam gerekir; bu cümlenin latincesi şöyle:

    "nonnunquam cum sene plautino ad tres illas literas revertitur, infelicissimus si sapiat:"

    öncelikle şunu söylemem gerekiyor: nusret hızır'ın türkçesinde ve latince orjinalinde altını çizdiğim ifadelere bakınız. "seni seviyorum" ve "tres illas literas" burada şu açıklamayı yapmazsam, hatanın/eksikliğin nerede olduğunu aktaramamış olurum: "tres illas literas" ifadesinin tam türkçesi "şu üç harfi"dir, "seni seviyorum" değildir; dahası "tatlı bir seni seviyorum" durumu da yoktur. peki nusret hızır bunu nasıl böyle çevirdi? cevabı basit. erasmus'un burada "üç harf" derken kastettiği şey latincedeki üç harften oluşan "amo" kelimesidir. yani türkçesiyle söylersek "seviyorum". nusret hızır, erasmus'un yazdığı şeyi değil kast ettiği şeyi çevirmiş oluyor böylece. onun kullandığı edisyonda da böyle çevrilmiş olabilir latinceden, bilemem bana kalırsa o da yanlıştır, zira erasmus'un kullandığı yapıyı tümden görmezden gelen bir çeviri olmuş oluyor. yani nusret hızır'ın buradaki durumu, sınav esnasında hata yapan öğrenciden kopya çeken diğer öğrencinin durumuna düşüyor. nerede kaldı erasmus'un incelikli dili ve onun kullanmayı tercih ettiği "tres illas litteras" ifadesi? o hâlde nusret hızır veyahut kullandığı edisyonda çeviri sahibi kimse o hiç böyle bir işe girişmeyip, kendileri yeni bir eser yazsalarmış daha iyi olurmuş. okuyucunun bir kelime bile yanlış yönlendirilmemesi, çevirmenin namusu değil midir?

    erasmus'un aynı eseri, çiğdem dürüşken üstadımız (üstadiye de denebilir mi acaba) tarafından türkçeye latince orjinalinden çevrildi (erasmus, deliliğe övgü, çev. ç. dürüşken, kabalcı yayınevi, 1. basım 2009). bakın hoca aynı kısmı nasıl çevirmiş:

    "zaman zaman plautus'un ihtiyarı gibi o üç harfi yeniden telâffuz eder; ama anlâmını hâlâ biliyor olsaydı nasıl mutsuz olurdu..." (sf.63)

    gördüğünüz gibi orjinal metinden yapılan çeviride "tres illas litteras" ifadesi de olduğu gibi çevrilmiş oluyor. zaten örneğin dışında, bütün olarak cümlenin içerdiği anlâm farklılığı bile nusret hızır'ın çevirisine güvenmememiz gerektiğini ortaya koyuyor. şimdi diyebilirsiniz ki, "yahu okuyucu 'o üç harf' ifadesinden bir şey anlamayabilir" evet anlamayabilir; ancak hoca zaten "o üç harfi" dedikten sonra bir dipnot düşerek şöyle demiş:

    "125. amo: seviyorum, aşığım" (sf.296)

    ikincisinde yani çiğdem dürüşken çevirisinde eser çift dilli basıldığından okuyucu hem latincesini görüyor, hem türkçesini. beri yandan da yazarın söz ustalığıyla kast ettiği neyse onun açıklamasını dipnotta buluyor. şimdi soruyorum, yazarla arasına mesafe koymak istemeyen bir okuyucu olarak, hangi çeviriyi tercih ederdiniz?

    'tercihleriniz yolunuzu aydınlatır' diye bir laf vardı, onu hatırladım. buraya öyle güzel oturuyor ki, galiba yazılabilecek daha iyi bir sonsöz yok bu entiriye.
146 entry daha
hesabın var mı? giriş yap