• an itibariyle bu işin bir zanaat değil sanat olduğunu acı bir şekilde öğrendim. bir metinde şöyle bir cümle çıktı karşıma: "ce que nous appelons rose, par n'importe quel autre nom sentirait aussi bon." benim bu cümleye karşılık naçizane ve armutvari önerim şu olmuştu: "adına gül dediğimiz şey, başka bir şey deseydik de güzel kokardı." fakat metinde bu cümleye bir şiir kitabında rastlandığı söyleniyordu. ben de cümleyi google'da arattığımda çok ünlü bir alıntı olduğunu şaksiper'in* romeo ve juliet oyununda geçtiğini öğrendim. bu oyunda nasıl çevirilmiş diye bir göz atayım dedim ve kendimden utandım. "gülün adı gül olmasaydı, yine de böyle güzel kokmaz mıydı?" bir şu çevirideki zerafete bir de benimkindeki armutluğa bakar mısınız? ha ben yetişmesi gereken bir iş olduğu için çok acele, çok tempolu, ve orijinalinden değil de fransızcasından çevirmiş olsam da bu berbat çevirdiğim gerçeğini değiştirmiyor. benden en fazla zanaatkar olur bu kesin. he kardeş adına başka bir şey deseydik de güzel kokardı!
  • bazen çeviri konusunda kendimi üstad-ı azam seviyesinde görüyorum. sonra arada nasıl üfürdüğümü anımsıyorum da ayaklarım yere basıyor. bu arada ismi lazım değil bazı arkadaşlarım çeviri yerine üfürü ismini önerdiler benim yaptığım çevirilere. çok hosuma gitti bu adlandırma, hunharca kullanıp hunharca gülüyorum her seferinde.

    neyse son üç gündür ucu ucuna yetişecek ve detaylı olarak otomobil tamiratı anlatan bir çeviriyle uğraşıyorum. işin kötüsü, otomobil parçalarından zerre anlamıyorum. dün eskaza debriyajla ilgili detaylı bir anlatımı gayet güzel çevirince bir havaya girdim. ama bugün baltayı tam taşa vurdum. metinde butée diye bir kelime geçiyor. her zaman kullandığım sozluklere baktım, viki'ye baktım bir şey çıkmıyor, çıkan en yakın öneri wordreference'ın debriyaj bilyası önerisi. metnin başında özet gibi bir kısım vardı, ilk orada geçiyordu. google'da debriyaj bilyası diye arattım, çıkan parçanın görseli de gayet benziyor gibi göründü gözüme. ben de karşıma çıktıkça dayıyorum debriyaj bilyasını. ama metin ilerledikçe adam amortisörden bahsediyor ben hala debriyaj bilyası diyorum. tamam otomobilden anlamıyorum da debriyajla amortisörün de farklı parçalar, farklı mekanizmalar olduğunu da biliyorum en azından. ulan dedim fransızca sen mi büyüksün ben mi büyüğüm? amortisseur butée yazıp daldım tekrar google alemine, gelsin görseller gitsin siteler. bir şekilde yolum yedek parça satan fransız sitelerine düştü, bir baktım ürünün kodu var. kodu kopyalayıp yanına amortisör yazıp arattım karavana çıktı. ulan dedim bir kez daha deneyeyim, başka bir ürünün kodunu aynı şekilde arattım tak çıktı karşıma: amortisör takozu ya da amortisör tablası. bir saattir çevirinin efendisi olarak dolaşıyorum etrafta. gaza gelip yaprak kımıldamamış gibi deyimler üfürerek şov yapıyorum şu an.

    yalnız iş zaten ucu ucuna yetişiyordu, yarım saat de bunu ayırınca ipin ucu iyice kaçtı, hiç anlamadığım bir konuda, bok gibi bir halde teslim edilmiş dosyayı yetiştiremedim diye bir ton laf yerim bir de sabah. vel hasıl kelam, çeviri zanaati, tek bir kelime için bile saatlerce araştırma yapmayı gerektiren kanser bir iştir sevgili dostlarım, mümkünse uzak durun.
  • çeviri konusunda benim gibi takıntılı bünyeler için aşağıdaki bilgiler yararlı olabilir. kaynak olarak internetteki yorumlardan topladığım ortaya karışık bilgiler diyebilirim.

    çevirmen olarak:
    fransızca'da: cemal süreya, yaşar nabi nayır, sabahattin eyüboğlu, nesrin altınova, samih tiryakoğlu, hakkı süha zengin, şevket deniz, erdoğan alkan, ismail yerguz, roza hakmen ve tahsin yücel
    ingilizce'de: hamdi koç, seçkin selvi, sevin okyay
    rusça'da: mazlum beyhan, ergin altay, nihal yalaza taluy, ayşe hacıhasanoğlu, hasan ali ediz, leyla soykut ve mehmet özgül
    almanca'da: behçet necatigil, zeyyat selimoğlu, iris kantemir, ahmet cemal, gülperi sert, regaip minareci
    italyanca'da: şadan karadeniz, şemsa gezgin
    ispanyolca'da: roza hakmen

    aynı zamanda;
    avi pardo, ataol behramoğlu, ülker ince, yusuf eradam, fatih özgüven

    çeviri konusunda güvenebileceğiniz yayınevleri:
    hasan ali yücel klasikler dizisi
    meb tercüme bürosu
    can yayınları
    yapı kredi yayınları
    iletişim yayınları
    varlık yayınları
    metis yayınları
    kültür bakanlığı yayınları
    yaba yayınları
    mitos boyut yayınları
    sander yayınları
    altın kalem yayınları
    cem yayınları
    e yayınları
    everest yayınları
    sosyal yayınları
    adam yayınları
    doğan yayınları
    merkez yayınları
    plato yayınları
    mediacat kitapları
    iş bankası yayınları
    marka yayınları
    ayrıntı yayınları
    epsilon yayınları
    engin yayınları
    remzi yayınları
    parantez yayınları
    altın kitaplar
    6:45 yayınları

    uzak durulması gerekenler:
    kum saati yayınları
    timaş yayınları
    oda yayınları (zaman zaman)
    bordo siyah yayınları (zaman zaman)
    mercek yayınları
    mavi yelken yayınları
    armoni yayınları
    kitap zamanı yayınları
    alfa yayınları
    inkılap yayınları
    ithaki yayınları
    izmir ilya yayınevi
    iskele yayınları
    mustafa bahar
    indigo kitap

    not: yorumlar ve öneriler gelirse ekleme/çıkarma yapılır.

    ekleme için fdensyeordankya'ya, stabiliz'e, zephyrus'a, zach dawnbringer'a, blockperception'a, the zombie hunter'a, i am aysberg'e, high anchor bunget'a, riwi'e, tibetli rahip'e, korsan patates'e, jack oneill with two ls'e teşekkürler.
  • can yucel demis ki, ceviri kadin gibidir: güzeli sadık, sadıgı güzel olmaz.
  • birazdan aşağıda okuyacaklarınız, teknik çevirmenlik için geçerlidir.

    14-15 sene boyunca, kah diğer işimle birlikte, kah solo olarak teknik çevirmenlik yaptım. çevirmenliğe ilk başladığımda internet diye bir şey pratikte yoktu (sene 1997, heyt be), çünkü hem az insan erişebiliyordu hem de içerik sınırlıydı. yani inrush current ne demek, konu ile ilgili bilginiz yoksa bulmakta zorlanırdınız.

    internet içeriği kabardıkça ve insanlar okuyarak öğrenme şansına eriştikçe, fikir sahibi olmaya başladılar. bir metni çevirebilmek için dili iyi bilmenin yanında fikir sahibi olmak yeterlidir. konunun uzmanı olmanıza (en azından türkiye'de) gerek yok. bu durum çevirmen sayısında astronomik bir artışa yol açtı ve fiyatlar da astronomik olarak düştü. şöyle söyleyeyim; 1990'ların sonunda para dergisi, "karlı meslekler" konulu bir yazı dizisine çevirmenliği de dahil etmişti! dolarla iş yaptığımı hatırlarım.

    buradan ileriye saralım; günümüzde freelance (yani bürolara dışarıdan yapılan çevirmenlik) nominal fiyatları, 1000 karakter için, 5-6 civarındadır. 7 iyi bir rakamdır, 8 ve üstü de özel müşterilere verilir. mesela, türkiye'de iyi satan sektörel bir teknik dergi yurtdışı baskısı yapmaya karar verir. dergi, çeşitli uluslararası firmaların satınalma departmanlarına gönderilecektir ve içerdiği makalelerin türkçe'den ingilizce'ye çevirilmesi lazımdır. dergide yayınlanan yazı ve makaleler sektörün duayenleri tarafından yazıldığından (niye buna vakit harcıyorlar derseniz iki sebebi var, reklam ve prestij) chicken translate kabul edilemez. bu gibi kritik durumlarda, eğer rüştünüzü ispatlarsanız ve araya çeviri bürosu sokmazsanız iyi fiyat çekersiniz.

    öte yandan, böyle müşteriler özel müşterilerdir ve özel olan her şey gibi korunmaları gerekmektedir. bu fiyattan iş yaptığınızı öğrenen bir çevirmen derhal fiyat kırma yoluna gidip müşterinizi kapmak isteyecektir. aynı zamanda dergi hep çıkacak, her ay aynı yazı yoğunluğu olacak diye bir şey de yoktur. dergi sahibi sigortanızı da yapmaz, onu başka bir yerden hallettirmeniz lazım. çeviride getiri yüksekse risk de yüksektir. evden yapılan bir işte bunun geçerli olabileceğini düşünmemiştiniz değil mi? ama öyle.

    şu anda piyasada, piyasadan kasıt, teknik çeviri piyasasında, fiyatları düşüren birkaç oyuncu var, bunların çoğunun adını biliyorum ama söylemem. bu oyuncuların satış ve proje departmanlarında, dikkat, doğru düzgün ingilizce dahi bilmeyen, ancak satmak konusunda duayen olmuş, farklı sektörlerden gelen insanlar çalışır ve iş yaptıkları firmalarla ilişkilerini, bir beyin işçisi olan çevirmenden asla bekleyemeyeceğiniz bir kıvraklık ve çakallıkla yürütürler. bunları övmek için söylüyorum. bu insanlar kırıklık derecesinde cesurdur, bir tanesinin yüklü bir hukuk çevirisini kapabilmek için, mütercim tercümanlık bölümünden yeni mezun olmuş bir cıvırı avukat diye yutturmaya çalıştığını biliyorum. cıvıra da "bana bak avukat gibi davran ha" diyormuş. çevirmen kardeşim, sen iş bulacam diye götünü yırtıp, gecenin onikisinde bin karakteri altı tl'den aldığın çevirine kastırırken, bu adamlar devasa şirketlerin satın almacıları ile dürüm yiyor, işleri bağlıyor ve ucuza çevirmen çalıştırıyor. sen işini çok iyi yapıyor olabilirsin ama senden çok var. piyasanın bakış açısı bu.

    örneklerden devam edelim. taksim'de metro durağının çıkışlarından birinin hemen önündeki bir handa bir çeviri bürosu var. bu büronun sahibi, projecisi ya da her neyse, bir cumartesi sabahı trados eğitimi vermiş olduğu bir grup kelli felli çevirmenin gözlerinin içine baka baka "çeviriden para kazanılmaz" demiş bir adamdır. bu "sizi üç kuruşa çalıştıracam söylemedi demeyin" demek. ben dahil bir allah'ın kulu postasını atıp çıkamadı, çünkü biliyorduk ki adam haklı beyler. bunları yazıyorum çünkü piyasanın işverenlerinize / müşterilerinize nasıl bir cesaret kazandırdığını görmenizi istiyorum.

    bir de trados gerçeği var tabi. bilmeyenler için anlatalım. trados bir çeviri hafızası programı. ana metni segmentlere (parçalara, parçadan kasıt çoğu zaman cümle) bölüyor. siz her segmenti bu programın tag editor denen bir kısmında tek tek çeviriyorsunuz. yani çevirilecek cümle üstte, çevirisi için de altta boş bir hane var, o bitti hoop gelsin diğer segment. bu şekilde çeviriyi bitirdikten sonra clean up yapıyorsunuz, karşınızda cillop gibi çevirilimiş metin. ayrıca metin formatı da korunuyor, dolayısı ile çeviri bir nebze daha pratikleşiyor.

    bu programın (ve türevlerinin) asıl özelliği, bu çevirdiğiniz her bir segmenti translation memory (tm) denen bir yerde saklı tutması ve o tm aktif olduğu sürece çevirdiğiniz her segmenti öncekilerle karşılaştırması (bu yüzden çeviri programları çok ram yer). mesela vakt-i zamanında şunu çevirdiniz: "ali çok güzel sevişiyordu", yarın öbür gün "ayşe çok okkalı ve hayvani sevişiyordu" segmenti geldiğinde bir öncekininkinin çevirisi önünüze konur. aynı değil ama benzer, çeviri kolaylaşıyor. biz buna fuzzy match diyoruz. %50 fuzzy match, %70 fuzzy match gibi cümlelerin benzerlik oranına göre yüzdesi değişiyor.

    bir başka örnekte "dün akşam 3 posta seviştik" diye çevirmiş olun. bi iki hafta sonra "dün akşam 5 posta seviştik" diye bişey çıkarsa program rakamı (ve benzer şekilde tarihleri, tanımladığınız özel kalıpları) algılar ve şak diye 5 postalı cümlenin çevirisini önünüze koyar. bu da %100 match oluyor.

    şimdi kardeşlerim, çeviri firmalarının hayvan gibi, onbinlerce sayfadan mürekkep çeviri hafızaları olur (ve hafızayı yürütmemeniz için ellerinden geleni yaparlar) ve çeviri yaparken bunu kullanırsınız. %70 ve yukarı fuzzy match ve tabi ki %100 match için beş kuruş vermezler ya da en fazla beş kuruş verirler. %70 benzer cümleyi de düzelteceksiniz sonunda di mi? ali yerine ahmet yazacaksınız mesela. o emek boşa gidiyor işte. fuzzy ağırlıklı bir metinde saatlerce çalışıp eşek ölüsü kadar para kazanma riskiniz var. buna itirazınız varsa da sizin yerinize çalışacak bir çevirmen her zaman bulunur, teknik çeviri için, yurtdışı dergi gibi istisnalar dışında ülkemizde çeviri kalitesi pek önemsenen bir şey değildir. anlaşılabilir bir türkçesi dursun yeter.

    ha, bunun dışında no match yani ilk kez çevirdiğiniz kısım için verilen fiyat mı? bilmeyin daha iyi.

    yukarıdaki paragraflardan çıkan sonuç:

    1) yağlı müşterinin iş garantisi yoktur.
    2) çeviri bürosunun iş garantisi ve sigortası (çoğu yapmaz) olsa bile, birim fiyatları hakaret derecesinde küçüktür.

    eğer illa teknik çevirmenlik yapacam diyorsanız, sigortası olan bir çeviri bürosundan %60, yağlı müşteriden %40 gibi bir getiri sepeti oluşturarak hayatınızı idame ettirebilir, çocuk bile büyütebilirsiniz. ancak çeviri bürosu dışarıya iş yaptığınızı öğrenirse sizi sepetleyebilir. ben bokunu çıkartıp ofise iş getirmiştim ve hayır yakalanmadım, ama o ofise de çok sağlam işler çıkardım onu da söyleyeyim. çevirmenin hayatı dr jeykll ve mr. hyde gibidir. böyle bir hayat sizi heyecanlandırıyorsa çeviri sizin kaleminiz. yok istediğiniz düzenli bir iş, kariyer, bazı sıkıntıları göze alarak yükselme vb. ise ya hiç başlamayın ya da asıl mesleğinizle birlikte ek iş olarak yapın. o zaman yağlı müşteriyi yakaladınız mı hayat standardınız yükselir, ama gelin görün ki onu da işverene çaktırmamak gerek! bi şekilde hem jeykll'sınız hem hyde. karar sizin.

    resimhane tecrübelendirme merkezi gururla sundu.
  • bir meslek olarak pek de fazla para getirmeyen, arzın talepten çok çok fazla olması nedeniyle, ve kriz ortamında kimsenin konuyla ilgilenmemesi nedeniyle kaliteden ödün verildiği için emeğin karşılığının alınamadığı meslek.

    bu özensizlik ve vurdumduymazlık sonucu olmayacak işler olmayacak sürelerde istenir. kimse ne dediğini bilmez. ağzından çıkanı kulağı duymaz. ilginç diyaloglar yaşanır

    - x hanım/bey günde 45 sayfa çeviriyor
    - kaç tane klonu var?

    - bu 80 sayfa yarına biter mi?
    - ne kadarı yarına biter mi?

    - size bir faks gönderdim 3 sayfa, 10 dakika sonra elimde olması lazım
    - siz hemen alın elinize isterseniz

    büroda maaşla çalışırsınız, ananızdan emdiğiniz süt burnunudan gelir.
    büroda sayfa başı çalışırsınız iş maaşlılara gider
    freelance takılırsınız iş gelsin diye ağlarsınız, feryadınız biri duyduğunda hepsi iş gönderir sözleşmiş gibi. yarısını kaybedersiniz.
    akıl karı bir iş değildir.
  • sene iki bin on iki, nobel edebiyat ödülü'nü alırken yaptığı konuşmasında mo yan "çevirmenler olmasa dünya edebiyatı da olmazdı" diyordu.

    kaç farklı dil bilebilir ki insan, kaç farklı dilde üretilmiş eser okuyabilir ki? dostoyevski okuyabilir miydik mesela, ya da balzac? dante'nin boynu bükük kalmaz mıydı, ya da goethe'nin? ya saramago ne derdi? en çok da homeros üzülmez miydi çeviriler olmasa? peki ya diğerleri?

    bugün dünya çeviri günü, hayatta en çok saygı duyduğum mesleklerin başında gelen çevirmenlere, emek emek yaptıkları bütün çevirilere çok borcum var. nerede nasıl öderim bilmiyorum, sadece bugünü hatırlatmak istedim.
  • elinize bir yargıtay ilamı verilir, sadece 3 sayfacık. bir an önce çevirmeniz istenir.
    bir hukuk sözlüğü ve gerektiğinde soru sorulabilecek bir avukat da yakınlarınızdadır.
    tam çeviriye başlarken bir hatırlatma gelir. genellikle ingiltere'deki ana merkezleriyle ile temas içinde olan şirket bu çeviriyi şablon olarak kullanacak ve ana merkez ile olan yazışmalarında sürekli olarak bu çeviriyi değiştire değiştire kullanacaktır. bu sebeple de çevirinin büyük bir özenle yapılması gerekmektedir.

    çeviriye büyük bir hevesle başlayan co2s2, çok kısa bir süre sonra ilk sayfanın ortasındaki bir cümleyi okumaya başlar, okur, okur, okur, okur, okur, okur, okur, okur, okur. ikinci sayfanın ortasına geldiğinde nihayete erer bu 28 satırlık dev cümle. bu arada co2s2 fark eder ki; okuduğu cümleyi sadece ve sadece nereye kadar devam ettiğini merak ederek okumuştur; bu türkçe olduğu iddia edilen cümlenin içinde ne anlatıldığı hakkında bir fikri yoktur. bir kaç kere daha okur, bir kaç kere daha okur, bir kaç kere daha okur. en sonunda birşeyler anlamaya başlar. bir şekilde cümlenin bir yerinden tutar, başlar çevirmeye ve en sonunda biter cümle. o arada gün değişmiştir, öbür gün olmuştur.

    co2s2, çok mutludur artık. bu 28 satırlık dev cümle, hayatında okuduğu en uzun cümle olmakla kalmayıp, çevirdiği en uzun cümle de olmuştur. o şevkle, o mutlulukla diğer cümleyi okumaya başlar co2s2.

    hüsran
    rezalet
    hayal kırıklığı

    bu cümlenin uzunluğu da 26 satırdır. anlamak yine mümkün değildir.

    edit: tam çeviri biter, bir şekilde sakinleşir insan, kafası biraz dağılmıştır haliyle. tam o anda önüne yeni bir çeviri gelir.

    bir otopsi raporu

    keşke şöyle biraz neşeli birşeyler olsaydı..

    edit 2: otopsi raporundan sonra gelen başka bir çeviri yine 20'den fazla satırlık cümleler içermekte olduğu için bünye isyan eder. çeviri içeriye geri gönderilir, bir stajyer avukat tarafından cümle parçalara ayırılır. tabii avukata stajyer diyerek hakaret etmek istemem, kendisi çok güzel bir bayan arkadaşımızdır, ancak stajyerlikle güzelliğin ne alakası vardır? normal avukatlar güzel olamaz mı? ally mcbeal izlemiş bir bünye için cevabı çok mu zordur?
  • ek iş gibi başlanıp sonra kendi işine dönüşen, adama vergi levhası hayalleri kurduran, dengesiz aşklarda olduğu gibi onla da onsuz da olmayan, ayak bağı, antisosyalleştirici, bilgisayar başına mahkum ettiren, yokluğunda boşluğa düşürten, sonsuz sırt ağrılarına rağmen cümleler ilerleyip metnin içine daldıkça sayfa sayısı artıp da son cümle bitince mazoşistçe bir tat veren iş.
    ayrıca kredi ödemesine destek olur, evin en olmadık zamanlarda çıkan abuk subuk masraflarını kapatır, yara bandı gibidir bu bağlamda, evdeki herkesin ruhuna sinsice sirayet eder (örnek mühendis koca teknik çeviri yapmaya başlar), konu komşu misafir ve arkadaşlar size ziyaretlerini ve sizinle yapmayı planladıkları sosyal aktivitelerini "çevirin yok di mi?" sorusuna göre şekillendirir.
    ertesinde gelecek çeviriyi biliyorsanız ve arada iki günlük bir boşluk varsa; o iki gün, hafta içinde cumartesi pazar keyfi yaşatır size, bütün gün işte olsanız da bütün gününüz boşmuş gibi gelir eve geldikten sonra yapacak işiniz yok diye. seneler geçip de uzmanlaştıkça hoşunuza gider, bir unvan daha eklemek adınızın önüne.
    çok şey öğretir, ele emeği göz nurudur nitekim.
  • ... çeviri yapmak, kömür küremeye benzer, küreğe doldurur, sobanın içine atarsın. her kömür parçası bir sözcüktür, her kürek dolusu kömür de bir cümle; sırtınız ağrımazsa ve bu işi ara vermeden sekiz-on saat götürecek kadar dayanıklıysanız sobanız sönmez...

    paul auster. yanılsamalar kitabı'ndan.
hesabın var mı? giriş yap