7 entry daha
  • bu sabah thomas mann'ın nietzsche ve oscar wilde üzerine olan bir metninden birkaç sayfa okuduğumdan beri tekrar bu mesele üzerine düşünmeye başladım: estetizm ahlaka değil de ahlakçılığa karşı ortaya çıkan abartılı bir refleksten ibaret bir düşünce midir? bu yorumun wilde'ın düşünceleri için geçerli olabileceğini düşünüyorum. örneğin wilde ilkel bir insanı, sözgelimi kurosawa'nın dersu uzala'sını hangi argümanlarla eleştirecektir? ilkel insan rasyonel olmak zorundadır. yiyecek ve barınma gibi çok temel problemleri sık aralıklarla tekrar tekrar çözmesi gerekir. tüm bu karmaşanın içinde wilde'ın temalarına zaman ayırması neredeyse imkansızdır. wilde tipi bir karakterin ortaya çıkabilmesi için kapitalizmin, yani sömürü düzeninin oluşmasını ve sermayenin bazı kişilerin elinde birikmesini beklemek gerekir.öte yandan nietzsche ilkel insanla da barışıktır. onun derdi ahlakçılık iledir. estetizm ona göre ahlakçılık dışındaki her şeydir. insanın içinden gelerek yaptığı her şeydir. bu düşünce bana da yakın geliyor açıkçası. üzerinden ahlakçı baskıların kalkmış olduğu bir insan ahlakı da, yaşamı da en doğal ve verimli haliyle yaratacak güce sahiptir. kierkegaard'ın çok önemli bir tespiti dinin bu dünyanın dışından geldiği düşüncesidir. din bu dünyaya dışarıdan getirilmiştir demek onun yapaylığını, insan doğasıyla uyuşmazlığını da kabul etmektir bir anlamda. mistisizm hakkında düşüncelerim artık bir cümlede özetlenebilecek kadar berraklaşmış durumda: ben artık hiçbir zaman bir mistik olabilecek kadar egosantrik birisi olamayacağım. mistisizm bana göre kendi zihninin dehlizlerinse kaybolmuş bir egoistin kendini indirekt şekilde ilahlaştırmasından başka bir şey değil. nietzsche'nin estetizmini de bu yapay mistikliği yıkma, insanı özüne döndürme girişimi olarak okuyorum şahsen.

    thomas mann'ın sözkonusu metninin tamamını okumadım, belki o da bu ayrılıkları ele alıyor olabilir. fakat bu iki ismi aynı başlık altında toplamak benim kafama yatmıyor açıkçası. ben insanın sandığımız kadar kompleks bir varlık olmadığını düşünüyorum. zihnimizin içinde öyle saraylar, hanlar hamamlar filan yok. dünya çapında bazı zekalarla, dahi denebilecek birkaç kişiyle karşılaşma fırsatım oldu. inanın bana onların zihninde de böyle şeyler yok. zihin dediğimiz yapı bir refleksler ağı, bir alışkanlıklar örüntüsü. bunlar arasındaki birtakım alışılmadık bağlantılar kurabilen, benzerlikleri ve farklılıkları hızlı kavrayıp düşüncelerini bunlara hızla uyarlayanlara da zeki diyoruz. bu nedenle bana göre felsefi bir düşünce sisteminin değerlendirilmesinde her zaman sıradan insanlar, hatta insanla da sınırlı kalınmayıp tüm canlı türleri, yani kısacası doğanın kendisi kerteriz alınmalı. doğa ile sırıtan, kaynağını doğanın işleyişinden almayan yargıların, düşüncelerin ölü doğacaklarını düşünüyorum.

    öte yandan nietzsche ile ilgili de kum gibi soru işaretim var. sözgelimi dinin hayatımıza kattığı olumlu şeyleri, toplumsal düzenin ve insanın (en azından dış görünüşte) doğaya inatla kurduğu bir takım kurumların onu ne kadar medenileştirdiği gibi meseleler var. örneğin modern bir insan olarak ilkel insanın batıl inançlarından ve önyargılarından kurtulmuş olmamı doğaya değil, insanlığın tarih boyunca biriktirmiş olduğu entelektüel mirasından birazcık da olsa nasiplenmiş olmama borçluyum. bu gibi argümanları bu değerlendirmede nereye koyacağım bilemiyorum açıkçası. ne var ki bu sorular sistematik bir eleştiri olmaktan çok uzaklar. şu an için diyeceğim tek şey ahlakçı olmaktansa ahlakçılığın karşısında durmak insanlığa yapılacak en büyük faydalardan birisidir...
3 entry daha
hesabın var mı? giriş yap