• normalde yazarların en popüler kitaplarını sevmem, abartılmış olurlar ve içleri genelde boş çıkar çünkü. oysa josé saramago' nun körlük' ü böyle değil. körlük saramago' nun en güzel kitabı değil belki, (hatta kesinlikle değil), fakat kesinlikle bir başyapıt.

    ben birçok insanın aksine onu körlük'le tanımadım. bir yıldan biraz uzun bir süre önce, a viegem do elefante' yi okudum ve kelimenin tam anlamıyla çarpıldım. bu bir yıl içinde saramago' nun bütün kitaplarını deviren bendeniz, bugün onu ustam olarak görüyorum. herkesin böyle gönül bağı taşıdığı bir veya birkaç yazarı vardır. benimkilerden biri de saramago. en temiz duygularımla söylüyorum ki elini öpmek isterdim.

    her neyse, konu saramago' ya olan saplantım değil. fakat körlük' ü anlayabilmek için saramago' yu, yazış stilini biraz tanımak gerekiyor.

    saramago zor okunan bir yazar. bunda en büyük etken noktalama işaretlerini kullanmayışı ve uzun cümlelerin bol kepçeden kullanılmış olması. fakat ben onun bunu zor okunmak için yaptığını düşünmüyorum. misal, bizde elif şafak bunu kasten yapar. zaten ingilizce yazdığı abuk subuk cümleleri aynı abuklukta çevirttirir türkçe'ye, nuh nebi zamanından beri kullanılmayan osmanlıca kelimeleri kullandırtır çevirmenine. sonuçta çığlık yerine vaveyla diyen bir metinle karşılaşırsınız.

    fakat saramago nedense kısa cümle kurmaktan kaçınır. kendisiyle olan deneyimlerime bakarak ben, ne kadar doğrudur bilinmez, onun kendini kısa cümlelerde kısıtlanmış hissettiğini düşünüyorum. cümleleri uzadıkça anlatımı rahatlar ve bir kez alıştıktan sonra josé saramago sizin için pamuk gibi bir yazardır. bu sebepten körlük ve devamı görmekten önce daha rahat okunan bir kitabıyla, sözgelimi filin yolculuğu ile başlamalı okuyucu saramago'ya. ben öyle yaptım, ama bu tastamam şans eseriydi.

    yine de körlük' ü okumak beni zorladı. çok kitap okuyan birisiyim, klasik kitaplara aşığımdır adeta. ilkokuldayken en sevdiği kitap "savaş ve barış" ile "antikacı dükkanı" olan bir çocuktum, inat edip de o yaşta tam metinlerini okumuştum ki bu iki kitap da külliyat niteliğindedir. her neyse, beni bile zorladı körlük. bir kere, dediğim gibi, noktalama işaretleri kullanmıyor ve cümlelerini uzattıkça uzatıyordu. bir de bir huyu vardı kendisinin, sık sık anlatısını kesip okurla konuşuyordu.

    bu teknik romantik yazarların eserlerinde sık sık karşımıza çıkıyor. moby dick bu konuda kusursuz bir örnektir. balina ile ahab' ın savaşının en kızıştığı yerde yazar hikayeyi durdurup balıkçı ağlarının yapılışını anlatabiliyordu. tabi, romantik eserleri okurken insan buna hazırlıklı oluyor, fakat çoktan ölüp gitmiş bir edebiyat akımını yüzlerce yıl sonraki bir yazarda görmek insanı şaşırtabiliyor.

    bu son anlattığım teknik körlükte bol bol kullanılmış. dikkatinizi vermezseniz kendinizi birden konuyla alakasız şeyler okurken bulabilir ve buraya nereden geldim diye düşünebilirsiniz. bu saramago' nun tuzağıdır, okuyucuyu bu şekilde "körlük" salgınının içine çeker. bir insan sadece yazarak okuyucunun kendini kör hissetmesini sağlayabilir mi? saramago yapıyor.

    gelelim kitabın içeriğine.

    aklımıza takılan ilk soru şu olmalı. neden beyaz körlük?

    bu arada, kitaptaki körlüğün silme beyaz bir renk olmadığını söyleyelim. körler bunu bir süt denizinde yüzmek olarak tanımlıyorlar. hareket eden bir şeyleri görüyorlar diye tahmin ediyorum. ya da şu şekilde ifade edebilirim, sanırım beyaz rengin dalgalanışını görüyorlar. ben bunu karakterlerin aslında görüşlerini kaybetmedikleri, yeni bir görüş haline geçtikleri şeklinde yorumluyorum. kitapta da belirtildiği gibi körlük bir ışıksızlık veya ışığı algılamama halidir, beyaz ise ışığı algılamak demektir. yani demem o ki, belki de bu insanlar "kör" değildiler, durumlarını adlandırmak için daha iyi bir sıfat bulamadıklarından kendilerine kör dediler. bu bir detay gibi gelebilir ama kitabı anlamakta bura bence çok önemli. nitekim göz doktoru doğuştan "kara kör" olan, salgın sonucu kör olmamış bir adama "sen körsün" diyordu. demek ki o da kendini "kör"den farklı bir durumda görüyordu.

    bu noktadan devam edersek, romandaki kara körü de irdelememiz gerekir. bu beyaz körlük gözün yapısıyla ya da sinirlerle ilgili bir şey değil, bu durumda acaba kara körün körlüğü ak körlüğe dönüştü mü? burada, pek huyum olmasa da devam kitabından referans almam gerek, görmek kitabında hastalıktan kurtulan tek kişinin doktorun karısı olduğu belirtiliyor, bu durumda kör adam da hastalığa yakalanmış olmalı, kör birini tekrar kör eden bir hastalıktan bahsediyoruz, demek ki bu insanların gözlerine çekilen süt beyazı örtü aslında körlük değildi. (doğuştan kör olan biri renkleri göremeyeceğine göre) bu insanlar benim de iddia ettiğim gibi yeni bir görüş haline geçtiler.

    doktorun karısının neden kör olmadığını şu şekilde açıklayabilirim sanıyorum, bu benim tahminim tabi. körlüğün yayılışına bakarsak insanların birbirinden çıkar sağladıkça kör olduklarını görüyoruz. hırsız birinci körün arabasını çaldı ve kör oldu. doktor birinci körden para alacaktı veya onunla bilimsel merakını doyuracaktı ve kör oldu. çocuk, koyu renk gözlüklü kız, tek gözü kapalı adam doktordan şifa alacaklardı ve kör oldular. yani benim teorim doğruysa bu üç kişi hastalığı birinci körden değil, birinci körden hastalığı kapmış olan doktordan kaptılar. eczacı kalfası kızı beğenmişti ve ondan para kazanacaktı, taksiciler bu insanlardan para kazanacaktı, hizmetçi kadın gözlüklü kızı kurtarırken otelde rezalet çıkmasını önlemeye çalışıyordu vs. bu çıkar teorimi biraz daha destekleyecek bilgilerim ise, birinci körün karısı ve çocuğun annesi. bu insanlar da kör oldular, ama biz görmedik değil mi? birinci körün karısı hırsızı saymazsak birinci körle en başından beri temas halinde, ama çok daha sonra kör oldu. neden? çünkü kocasıyla bir çıkar ilişkisi yoktu. anneye gelirsek eğer, onun çok çok çok sonra kör olduğunu, belki de olmadan öldüğünü söyleyebiliriz. neden derseniz, o da kitaptaki ilk karakterlerden biriydi ve mutlaka karantina hastanesine getirilmiş olması lazım. sonraki birkaç gün içinde kör olsaydı birinci koğuşa getirilmesi söz konusuydu, ama onu hiç görmeyişimiz kadının belki de hiç kör olmadığını ya da çok geç kör olduğunu kanıtlıyor. ve biliyoruz ki kadın hiçbir körümüzden çıkar sağlamadı. bir anne ile çocuğunun ilişkisi çıkar ilişkisi elbette değildir. sıra bekleyen diğer hastaların hiçbirinden de bir çıkarı yoktu. doktordan da bir çıkar sağlamadı, tedavi olarak asıl çıkar sağlayan oğluydu ve o kör oldu. bu arada çıkar sağlamak' ı kötü ya da iyi bir anlamda kullanmıyorum, herhangi bir şekilde kazanç elde etmekten bahsediyorum.

    ve doktorun karısı kimseden çıkar elde etmedi, bunu biliyoruz. tüm bunlara katlanmasının ilk ve en önemli sebebi kocasına duyduğu sevgiydi, ki biliyoruz (tıpkı anne ve çocuğunda olduğu gibi) sevgi çıkardan ve beklentiden en uzak, en arınmış duygudur. birini sevdiğiniz için bir şey beklemez ya da elde etmezsiniz. ilerleyen bölümlerde de kadının kör olmadığını açıklayarak kendini tıpkı üçüncü koğuşun kralı gibi kral ilan etmesi mümkündü; ama o insanlara sessizce yardım etmeyi seçti. bir çıplak ya da sevişen bir çift gördüğünde bakmadı, çünkü onlar görülmediklerini sanıyorlardı, bunun gibi işte. ben kilit noktanın çıkar olduğunu düşünüyorum. büyük resme bakarsak eğer, çıkarlar üzerine kurulu bir dünyada, çıkarlar üzerine kurulu bir sistemi (kapitalizmi) yaşıyoruz. yazarın bu çıkarlar sistemini bir körlük olarak düşündüğünü söylemek sanırım ileri gitmek olmaz. kitabın finalinde doktorun da dediği gibi, biz kör olmadık zaten kördük.

    çıkarları peşinde koşan insanlar, aslında körler. kitabın ilk anafikri bu. sonra yazar bu kör insanların üstüne beyaz bir örtü atıyor. bu ikinci körlüğün, yani beyaz körlüğün, ne olduğunu bilemiyoruz. bu durumda bize üçüncü koğuş biraz yardımcı olabilir. başlarına büyük bir felaket gelmiş olmasına rağmen, bu koğuşun yaptıkları bize durumu açıklayabilir. düşünün ki karantina altındasınız, etrafta harcayabilecek hiçbir yeriniz yokken para kazanmaya çalışıyorsunuz. üçüncü koğuş neden insanların paralarını topladı ki? burada anlatılanın kazanma hırsı olduğunu düşünmüyorum, daha ziyade insanların kör olmayı umursamamalarıyla ilgili bu. aslında hiçbiri kör olmaya büyük bir tepki vermiyor. birinci kör hastaneye gitmek yerine evine dönüyor, doktor uyuyor vs. demek ki durumlarında fazla bir değişiklik görmüyorlar. bu insanların bu türden hareketleri yapmaya devam etmeleri "zaten kör oluşları" ile açıklanabilir. yazar bize hepiniz körsünüz. öyle ki gözlerinizi alsam ve sizi gerçekten kör yapsam bile bunu umursamazsınız. ani bir şok geçiren birkaç karakter dışında hepsi bu durumu olağan karşılıyor ve kabulleniyorlar. bunların hepsi bizim kör oluşumuzu anlatmak için konmuş detaylar. üçüncü koğuşa dönersek, bu insanlar nasılsa bizi görmüyorlar diye o işleri yapıyor değil onlar kör umursamıyorlar. para kazanmak, seks yapmak, güçlü olmak istiyorlar. tıpkı kör olmadan önce ne istiyorlarsa... demek ki hayatlarında bir şey değişmemiş, demek ki önceden de körmüşler.

    ve bu insanların yeniden görmeye başlamaları. kitap burada bittiği için ne olduğunu bilmiyoruz; ancak tahmin edebiliriz. (ikinci kitaptan destek almazsak tabi) bu insanların eski hayatlarından vazgeçmeleri mümkün değil biliyoruz. yine o çıkarcı, kapitalist hayatlarına dönecekler. belki de bu körlük yaşanmamıştı bile diyecekler. burası önemli değil. yazarın bu insanları "iyileştirmesini" ben şöyle yorumluyorum: onlar iyileşmediler, çünkü hiç hastalanmamışlardı. görüşlerini kaybettiler ve sonra tekrar kazandılar, ama hayatları hiç değişmedi. hiç kör olmadılar; çünkü zaten kördüler.

    kitapta değinilmesi gereken bir nokta da kadınlar. kitapta kör olmayan tek karakter bir kadın. diğer karakterleri de bu kadının şefkati kurtarıyor. kadınlar, erkeklerin karnı doysun diye kendilerini satıyorlar yeri geldiğinde. buradaki erkeklerin kadınları biraz da bunu yapmak zorunda bıraktıklarını söyleyebiliriz. çok ilginçtir burada erkeklerin hiçbiri kadınlara seçme şansı vermiyolar, hemen hepsi kadınların bu işi yapmak zorunda olduğunu düşünüyor. çünkü kadınlar erkeklerle sevişir, bundan zevk alırlar ne var yani bunu karın doyurmak için yapsalar? bir tek birinci kör, karısının yapmasına karşı çıkıyor; ama o da ona sormuyor. kararı karısına bırakan tek erkek doktor, o da karısının bunu yapması gerektiğini düşünüyor. erkeklerin hiçbirinin aklına madem öyle biz de gidelim, biz de ekmek kazanalım gibi bir düşünce gelmiyor. insanlığı yaşatma görevinin kadınlara verildiğini ve erkeklerin sorumluluk üstlenmediğini görüyoruz ki buradan da çıkartılması gereken dersler var. kitaptaki ikinci kadın karakter, yani koyu renk gözlüklü genç kız da böyle biraz. erkeklerin yapmadığını yapıyor, yemeğini çocukla paylaşıyor, onunla ilgileniyor. kitabın sonunda da yaşlı adamla birlikte oluyor. tüm karakterler içinde bence olaydan ders çıkaran ve değişen tek karakter de o, burada dediğim gibi kadına fazlasıyla görev yükleniyor. toplu tecavüz sahnesi de bunu anlatıyor, doktorun karısının kitaptaki amacı da bu... insanlığı kadın kurtaracak mesajını vermek, biraz ucuz bir şey oldu bu "insanlığı kadın kurtaracak," ama demeye çalıştığım şeyi daha basit kelimelerle ifade edemezdim.

    tabi bir de doktorun şu son sözleri var, biz zaten kördük. bunu yukarıda biraz anlattım; aslında hiçbir şeyin değişmediğini vs... öylesine basit bir şey ki bu, görmek ya da görmemek değil, elde etmekle öylesine övünüp durduğumuz şey, medeniyet var ya... onun aslında nasıl da bir hiç olduğunu anlatıyor işte bu sözler ve kitap. "başkaları görmüyor diye" medeniyet en temel gerekliliklerinden vazgeçebiliyoruz. koridorlara işeyip dışkılamaktan tutun da çıplak gezmeye kadar... bu da medeniyet dediğimiz şeyin içimizde bir şey olmadığını, göstermelik bir şey olduğunu kanıtlamıyor mu? başkası görmüyor diye bir şeylerden vazgeçebiliyorsan, o bir şeyler sende hiç olmamış demektir.
  • "bu kitabi yazma fikri birgun bir cafede siparisimi beklerken geldi. ya hepimiz bir anda kor olsaydik diye dusundum." demistir jose saramago bu muhtesem kitap icin.
  • --- spoiler ---
    bonbon şekeri gibidir öykü. neden kör oldukları ya da neden tekrar görmeye başladıkları değil körleşme dönemindeki kısa bir süre zarfında yaşananlar anlatılır, şekerin orta kısmı gibi. insanın insanlıktan çıkıp bedensel ihtiyaçlarını görmesi esnasında yaşanan ilk utanç, sonra kimsenin görmemesinden ötürü bir utancın azalması, utancın yerini alan çaresizlik. görülmekve utanç duymak arasındaki ilişki hayret verici kadar kuvvetlidir. herşeye rağmen yaşama güdüsü. bir çok boyutu olan görmeseydiniz ne olurdunun en önemli boyutu olan beslenmek, bedensel boşaltım o kadar güzel anlatılır ki. karantinada yaşananlar, şiddet anları insana animal farm ile azcık da olsa lord of the fliesı anımsatmıştır. körler dünyasında gören olmanın, insanın insanlıktan çıkışını izlemenin ne denli acı verici olduğu bir başka boyut olarak dile getirilmesi harikadır

    (bkz: kimse gormek istemeyen kadar kor olamaz)
    --- spoiler ---
  • hayatımda okuduğum en güzel kitaplardan biriydi kuşkusuz. insanlar birbirlerini görmemeye başlayınca bir anlamı kalmayan ahlaki ve insani değerlerin, sosyolojik ve psikolojik deney ortamına benzer bir ortama dönüşen toplumun harika bir dil ve kurguyla anlatımı.. özellikle bir kilise sahnesi vardı ki, sanki filmde izlemişim gibi aklıma kazındı, saramago'nun bütün bir kitabı tek bir metaforla özetlemesine hayran kaldım, kendisine bir kez daha saygı duydum.
    --- spoiler ---
    kilisedeki heykellerin ve resimlerdeki insanların gözlerine beyaz bant çekilmiştir. ancak yalnızca tek bir kadının gözleri bantlı değildir, ama bu gözler yerinden oyulmuş ve kadının elinde tuttuğu tepsiye konulmuştur. bu kadın elbette ki doktorun karısı'nı simgelemektedir, kadının elinde tepsiyle sunduğu gözleri ise doktorun karısı'nın gören gözlerini körlere sunmasını, körlerin onun gözleriyle görmesini ve onun yardımı sayesinde hayatta kalmış olmalarını simgeler.
    --- spoiler ---
  • gecikmeli de olsa okuduğum roman. haliyle epey hayıflandım, zira elimden bırakamadığım, notlar aldığım, hatta yan okumalar yapmamda kılavuz görevi gören bir kitap oldu.

    romanda bir yerde bir kahraman şöyle der:

    "asıl zor olan, insanlarla birlikte yaşamak değil onları anlamak..." (kırmızıkedi yayınevi, çev. ışık ergüden, s. 303)

    buradan hareketle saramago'nun da vakur bir bilgelik ve öngörüyle yeryüzü insanlarını anlamaya çalıştığı ve geleceğe dair uyarılarda bulunduğu mimlenebilir. roman boyunca anlatının kendi iç sorunlarına referanslar verişi de bu yüzden. bir tanrı bilici gibi değil, körlerden biri gibi davranıyor bazen, gören göz oluyor kimi zaman, kimi zaman da kahramanlarının ruhunu ve bilincini tarıyor, her şeye hakim konuma geri çekiliyor.

    nitekim romandaki yaşlı yazara kulak verilirse:

    "...bir yazar, yazabilmesi için gerekli sabra hayatta her zaman sahiptir." (s. 293)

    saramago da sabırlı bir yazar, körlük hadisesini metaforize ediyor, sosyolojik ve mitsel yananlamlarını kuşatıyor, felsefi-metafizik tafsilatlara girişiyor, körlüğün en bayağı haliyle ademoğlunu nasıl ele geçirip iyiden iyiye yozlaştırıp kötücül kıldığını araştırıyor. kalıp sözlere, deyimlere, atasözlerine başvurarak evrensel bir kod yakalamaya çalışıyor. şiirsel bir üslupla imgelerin kapısını çalıyor. etkilenmemek, hayran kalmamak, ilham almamak mümkün değil.

    felaket duygusundan toplumsal kaos ve anarşiye, katastrofiden kara distopyaya uzanan saramago, hafıza, rüyalar, hümanizm, kardeşlik, dayanışma, beraberlik, cinsellik, aile, çocukluk, aşk, barbarlık, delilik, zulüm, sömürü, tecavüz, anomi, hiçlik, iktidar, militarizm, faşizm gibi birçok kavram, ideoloji ve meseleyi kazıyor, neşter atıyor, yol gösteriyor, teğet geçiyor, derinleştiriyor, gözlemliyor, bazen de ima etmekle yetiniyor, inanılmaz bir sözcük ustalığıyla.

    her şeye rağmen romanın finali beni şaşırttığı kadar sevindirdi:

    --- spoiler ---
    tüm iğrençlik, vahşet, cinayet, sefillik ve hiçliğe rağmen ademoğlunun geleceğine inanıyor saramago. bu yüzden tıpkı bir mucize gibi, peş peşe kör olan insan yığınları gene bir bir görmeye başlıyorlar. bir tek kişi hariç: doktorun karısı. o zaten her şeyi başından beri görüyordu. bunu iyice sorgulamak gerekir. neden bir erkek değil de kadın? işte saramago'nun inancı: yaşama hayat verenin aslı esasında kadınlar, anneler olduğunu işaret ediyor.
    --- spoiler ---

    özcesi övgüye doymuş, tüyler ürpertici olduğu kadar şiirsel, trajik olduğu kadar cezbedici bir roman, körlük. 2017'de okuduğum (bkz: suna no onna /@hanging rock) ve (bkz: pedro paramo /@hanging rock) ile birlikte en iyi üçüncü kitap oldu; hatta belki de en iyisi.

    edit: imla
  • hayatimda okudugum en carpici kitap.

    turceye korluk adiyla cevrilmis bu kitap icinde asla isim kullanilmiyor. kimin kim oldugu onemli degil, statusu, yasi hicbir seyi onemli degil, sadece var, kor ya da degil, onemli olan tek sey bu. konusma cizgisi yok, tek kisi haric kimsenin duygularini bilmiyoruz, her sey goruntuden ibaret fakat, herkes kor. ara vermeden okunduktan sonra o kadar muhtesem bi tat kaliyor ki, bir yandan da afallatiyor, ilk gordugunuz kisiye kor muamelesi yapiyorsunuz.

    --- spoiler ---

    kadin erkek okuyucu ayirt etmeksizin herkesin kendisiyle ozdeslestirebilecegi tek karakter doktorun karisi, aralarinda tek gorebilen kisi, fakat aralarinda anlaticinin gosterdiginden cok sey bildigimiz tek kisi ayni zamanda.

    --- spoiler ---

    insanlarin bu kadar yasama durtusune bagli olarak zarar ziyan verebilecegi, gormenin -bakmanin degil- bu kadar onemli oldugunu anlatabilen muhtesem bir kitap.

    yazarinin, jose saramago nun, 98de aldigi nobel odulunu sadece bu kitapla bile hakettigini dusunduren saheser.
  • elime aldığımda çoktan bitirildiğini bildiğimden kıvrılıp bırakılmış sayfaya bir anlam veremeyip, okurken o sayfaya ulaştığımda bırakılan mesajın önemini keşfettiğim jose saramago kitabı.

    "yapacağımız her hareketten önce ciddi olarak düşünmeye başlasak, vereceği sonuçları önceden kestirmeye çalışsak, önce kesin sonuçları, sonra olası sonuçları, sonra rastlantısal sonuçları, daha sonra da da ortaya çıkması düşünülebilecek sonuçları düşünmeye kalksak, aklımıza birşey geldiğinde, bulunduğumuz yere çakılır, hangi yöne olursa olsun bir adım bile atamazdık.sözlerimizin, hareketlerimizin iyi ve kötü sonuçları, kuşkusuz, ileride yaşayacağımız günlere, hatta bizim bu sonuçları doğrulamak, kendimizi kutlamak ya da başkalarından özür dilemek için artık bu dünyada bulunmayacağımız günlere göreceli olarak düzgün ve dengeli biçimde dağılır, zatan kimi insanlar da bu durumun ölümsüzlük denen ve çok sözü edilen şeyin ta kendisi olduğunu ileri sürer."
  • sahip olduğu ileri düzeydeki gerçekçi üslubuyla insanı bir çırpıda okuyup bitirmeye iten bir kitaptır bu. okumayı sevmeyen bir insanı kitap kurdu edecek kadar kitap okuma merakı uyandırır. ancak insanın tırsmasına da sebep olur az biraz. *
  • nöroloji kliniğinde sağ gözüm görmez, yüzümün sol tarafında da kısmi felç var iken sol gözümle okuduğum kitap. kitabı bitirdiğim sırada durumum düzelmeye başlamıştı, iki gözümle ensaio sobre a lucidez'i okudum sonrasında.

    hastanede canım sıkılmasın diye arkadaşımdan kitap getirmesini istemiştim. o da bunları getirmişti. artık bilinçli olarak mı seçti yoksa denk mi geldi bilmiyorum. cuk oturdu.
  • yazar:jose saramago
    çeviren: aykut derman
    tür: roman
    sayfa: 296
    özgün dili: portekizce
    yayıncı: can yy.
    yayın yılı: özgün-1995, türkçe çeviri-1999

    körlük, 1998 yılı nobel edebiyat ödülü' sahibi portekizli yazar jose
    saramago'nun son yıllarda yazdığı en etkileyici kitap. araba
    kullanmakta olan bir adam, yeşil ışığn yanmasını beklerken ansızın
    körleşir. körlüğü, başvurduğu doktora da bulaşır. bu körlük, bir
    salgın hastalık gibi bütün kente yayılır; öldürücü olmasa da tüm
    ahlaki değerleri yok etmeyi başarır. toplum, görmeyen gözlerle
    cinayetlere, tecavüzlere tanık olur. ayakta kalabilenler, ancak güçlü
    olanlardır. koca kentte körlükten kurtulan tek kişi, göz doktorunun
    karısıdır.

    portekiz'in yaşayan en önemli yazarı olan jose saramago, bu çarpıcı
    romanında körlük olgusunu bir metafor olarak kullanmış, basit
    imgelere, sıradan sözcük oyunlarına başvurmadan, yoğun bir anlatımla,
    anlatıcının ve kahramanları konuşmalarını ortaklaşa bir monologa
    dönüştürerek, kurgunun evrenselleşebilmesi açısından kişilere ad
    vermeksizin liberal demokrasinin insanları sürüklediği sağlıksız
    ortamı olağanüstü bir ustalıkla yaratmıştır.
hesabın var mı? giriş yap