• anahtar kelimeler: baraka, çıtır ali, çakır, 40 günlük fasülyesi, kepenk, eternit, betopan, vidanjör, foseptik, enez pazarı, dardanel domatesi, karpuz, gündöndü, emre lokantası, tuvaletçiler, kolyos, uskumru, tuz, çekirge, kurt örümceği, kurbağa, sivrisinek, çingen, kapkara bar, 90lar, liman, liman bakkal, 4 saat yol, sabah denizi, söğüt, duman arabası

    barakada kalırken genelde öğretmen olurdu komşikalar çünkü buraya ulaşım zordur (istanbuldan 4 saat), geldin mi kalman lazım. fakat benim babacığım ve dayıcıklarım her cuma akşamı gelir; her pazartesi sabah 5.00'da istanbul'a geri dönerlerdi; enez'in hüzünlü yanlarından biriydi bu. ikinci hüzünlü yanıysa 3 ay tatilin ardından istanbul'a dönmek; komşuların arkanızdan ağlaş meleş su dökmeleri ve eve yabancılaşmak. aslında evi özlersiniz; kokusunu falan ama enez bambaşkadır. eve dönerken arabada çalan müzikler bile içinizi ezer.

    okulun ertesi günü hemen gidilir barakaya. hatta anneanne ve dede önceden gider; barakayı açar. o muhteşem cumartesi sabahı saat 5.00'da anne en yumuşak sesiyle uyandırır sizi: "zallee hadi kalk enez'e gidiyoruz". sevine sevine uyanırsınız; yine de çorlu kavşağı'na kadar ayılamazsınız. teypte 90lardan doğuş, tarkan, mustafa sandal, hakan peker vb. bir kaset, gündöndü tarlalarını ve leylekleri seyrede seyrede varırsınız içinizi hop ettiren "enez" yazılı levhaya. sonra uzaktan barakalar görünür. henüz açılmamış çakır1, çakır2 ateri salonları, roma dondurmacısı'nın oradaki bayır.. nihayet tanıdıkların kepenkleri kapalı barakaları görünmeye başlar. arabadan inilir anneanne kahvaltı hazırlamıştır. yiyemezsiniz bile enez'in şahsına münhasır ot kokularını koklamaktan; ot seslerini dinlemekten. henüz kimsecikler olmadığından otlar uzun boyludur.

    enez'de bulunduğunuz ilk zamanlarda devasa çekirgelerden, kurt örümceklerinden, uğur böceği yağmurlarından, sizinle omuz omuza koşturan kurbağalardan, hatta denize inilen o otluk bayırlardan biraz tırssanız da bir hafta içinde hepsine alışır; yatağın altından sevinçle duvara tırmanmış, sizi uyurken seyreden kurt örümceğine selam çakacak kadar samimileşirsiniz bile.

    barakanız denize karşıysa (ki bizim öyleydi yalıda oturmuş insanım ben anlayacağınız, artık öğrendiğinize göre bana karşı hareketlerinizde dikkatli olun derim. ehem ehem.) sabahları verandanız gölge olur, krallar gibi kahvaltı edersiniz enez pazarından (gününü unutmuşum cumaydı sanırım) alınmış nefis yiyeceklerle. ancak kahvaltınızın enfes geçmesi adına enez insanının ritüeli olmuş, aç karnına sabah denizi vardır; bütün aile bellerde havlular ördekler gibi boy sırasına geçer. upuzun kumsalda ayakları yana yana denize ulaşır. çok uzun sürmeyen ancak insanı açan, dün geceden kalma sivri sinek ısırıklarını tuzlu suda cozlatabileceğiniz bir sabah denizi ibadeti yapılır. yine ayaklarınız yana yana sahildeki umumi duşta sıraya girilir. ana-baba sabah denizine inmiş diğer komşularla "sivriler gene yidi" nevinden sohbetler ederken siz de duşta yıkanan insanın şampuan köpüklerinden oluşturduğu küçük kanala ayağınızı sokar oynarsınız.

    yalnız baraka demişken süper lüks eve değişmem hala bile. enez deniz kıyısı olmasına rağmen havası kurudur. dolayısıyla başka bir beldede yaz geceleri terden havuzlar doldururken, enez'de (betopan ve eternitin duvara oranla çabuk ısınıp çabuk soğuduğu prensibini de hesaba kat) geceleri kalın-ağır bir yorgan örtünürsünüz ve belki de hayatınızın en doyurucu uykularını uyursunuz. sabahları genelde arka yoldan geçen şenlikli bir trakyalının bağıra bağıra söylediği "iki gemi yanyana aydayabilir misin?" nevinden türkülerle yahut sütçünün mobiletinin sesiyle uyanılır. rüzgardan kepenkler hafif hafif aralanır, kepenk aralandıkça oda bir aydınlık, bir karanlık olur. uyanır uyanmaz gidip kepenkleri açarsınız.

    enez'e ait bir başka konu ise liman ve amatör balıkçılık. yaz başında maaile tekneyi boyamak için limana gidilir. teknenin arkasındaki "l.enez" yazısından bile mutluluk duyarsınız. tekne deyince: lodos yoksa akşam üstü balıklarında yerli uskumru ve kolyos'u çapariyle yakalayabilirsiniz. (zaten gece lüfere çıkılmayacaksa yemliyle (bkz: zargana) (bkz: sülünez) kimse uğraşmaz) uskumruyla kolyosu enezde bulunmuş insanlar çok rahat ayırt eder. kolyos iri gözlüdür; eti ekşi, yani uskumruya göre 2. sınıf olduğundan balık bolsa bunlar salınır. yoksa bence kolyos da hoş balıktır ızgarada.

    gelelim vidanjöre. enezde lağım değil foseptik vardır. cin fikirli enez zenginleri olayı kapıp bir vidanjör edinerek (bkz: korkmaz vidanjör); bunu bir sektör haline getirmişlerdir. aslında bu foseptik davası da sonradan çıktı. barakaların yıkılma sebebiymiş hatta. barakaların ilk zamanlarında çingenlerin işlettiği umumi tuvaletlere giderdik biz.
    foseptik ile söğüt ağacı arasındaki mutualist ilişkiden de bahsetmek lazım. enez'de yetişebilen ağaç söğüttür ve foseptikler sayesinde coşar. foseptik de söğütler sayesinde geç dolar. baraka sahipleri genelde söğüt eker bundan ötürü. ama deniz kıyısında söğüt de yetişmiyordu, tuzdan yanıyordu hatırladığım.

    cuma akşamı koca bekleme ritüeline gelince. normalde denizden çıkan insanlar duru suyla tuzunu akıtır (bkz: tuzunu akıtmak). ancak cuma akşamları baba gelecek diye şampuanla yıkanılır, cici elbise giyilirdi. akşam üstü barakaların ana yolu kabul edilebilecek toprak yolda bulunan yengemlerin barakanın arkasında bizim sülalenin bütün kadınları toplanır. davul fırında yapılmış karnıyarık adamların gelmesini bekleyedursun; çay eşliğinde o zamanların yegane püsküütleri olan beyaz paketli ülker kremalı püsküüt, ortası delikli tatlı mı tuzlu mu belirsiz susamlı püsküüt ve çubuk kraker yiyerek beklerdi adamlarını sülalenin kadınları.

    denizden yeterince bahsetmemişiz. efendim enez'in denizi tuptuzludur ve lodos haricinde tertemizdir. kirpikleriniz bembayaz tuz olur, havlularınız 2 silinmede taş keser. kumu eşsizdir. denizin dibindeki kum da eşsizdir. böyle iri taneli küçük küçük taşlar falan. seyrine doyulmaz. bir de enez insanları genelde iyi yüzer. dalıp dalıp yedikleri küçük vurgunlar neticesinde 50sine gelmeden kollarda bacaklarda ağrı ve tutukluk yaşarlar ama neyse. göre gör siz de iyi yüzerseniz küçük yaşlardan beri oradaysanız. ancak iyi yüzdüğünüzü ancak başka bir beldeye gittiğinizde farkedersiniz. size normal gelir ama insanlar şaşırır zıpkın falan da kullanıyorsanız böyle: "kıza bak erkek gibi yüzüo" (erkek gibi yüzmek neyse?), dalıo malıo diye. yine bu başka beldede kaçan 1-2 top, panikleyip boğulacağını zannetmiş 1-2 insan kurtarırsanız çok ciddi söylüyorum tanrıçaya yakın bir mertebeye yükseltirler sizi, accayip havanız olur.

    bir de limanın arkası denen bir yer vardır enezde. sülünez çıkarmaya gidilir buraya. kumu normal sahilinin kıtırlı kumuna göre ipincedir. bir de git git hep sığıdır. deniz kabuğu için kopan kavgalar, en çok limanın arkasında bulunmuş enteresan deniz kabukları için kopar.

    sivrisineklere de değinmeden geçmemeliyiz. akşam serini denen, havanın kararmaya yaklaştığı zaman diliminde kudurur bu hayvanlar. hele de denizden çıkmışsanız her tarafınızı yerler. yine balıktan dönme vaktinde de balıkları ayıklarken, tekneyi bağlarken falan abartısız insanın gözünden yaş getirirler. bu sebepten enezde akşam olmaya yakın duman arabası geçer. bütün çocuklar yola atlar o beyaz duman bulutunun içinde coşar; duman arabasıyla ilgili tuhaf rivayetler çıkarılır (bir çocuk daha fazla koklamak için kafasını dumanın çıktığı yere sokmuş, zehirlenmiş, ölmüş rivayeti en meşhurudur). dumanın etkisi geçince herkes günlük hayatına geri döner. enezliler sivrisinek ısırığına karşı çareyi sirke sürmekte bulmuştur ve fakat bizzat sirke sevmediğimden şampuan sürerdim ben. kollarımda minik minik sivilceler çıkarırdı şampuandan ama sinkovdan çok daha uzun ömürlüydü koruma açısından.

    çıtır ali isimli çekirdekçiden, bir kesekağıdı aslen yağlık trakya çekirdeği olan ancak kavrulup çitleme çekirdeği olarak satılan kara, küçük çekirdeklerden bir kese kağıdı alıp gezilir geceleri yürüyüş yolunda. hatta bu çekirdekler genelde bitmez. kalanlar karınca yuvalarının yakınına dökülür; karıncaların bunları taşıması seyrelir. eve dönerken de roma dondurmacısı'ndan bir külah dondurma alınınır bir de. ebeveynler yazın bir kez (bilen bilir bunlar enez'in gay sanatçıları)adnan veya şafak'ın yerine gider. yine her yaz bir kez prefabrik lokanta "emre" 'de sülalecek, pilav üstü et döner temalı mönülerden yenir.

    barakada kaldığım son sene olan 2000 yazında enez popülaritesi hepten artmış; itten kopuktan, sahildeki bali kutularından geçilmez bir yer olmuştu ne yazık ki. elimde birkaç fotoğraf-video, birkaç deniz kabuğu, bir dahaki seneye asla kullanamayacağım tırtıklı çakır 2 jetonum dışında bir şey kalmadı. o zaman çok ağlamıştım ama iyi ki yıkılmış barakalar enez çocukluğumdaki gibi kaldı aklımda en azından diyorum şimdi. ve enez belediyesi, artık g*tünüzü de yırtsanız (bungalov yapılacak falan fıstık deniyor) asla barakalar dönemindeki kadar para kazanamayacaksınız. öperim.

    edit: tüm entrylerimi sildim bunu silmedim. artık enez ve barakalar olmadığı için silmeye elim varmadı.
  • gün 3...

    köpeklerle denize girdim dün. hiç insan yok.
    okullar açılmış, niye kimse söylemedi bana?

    geceleri yağmur yağıyor.

    sanırım yaşı 50'den genç bir tek ben varım.
    ha, bir de köpekler.
    her yer yavru.
    birini cebime koyarken annesi gördü, yerine bıraktım.

    deniz kumsala doğru girinti yapmış. kafam kadar yengeçler var.
    yosunlardan kıyafet yaptım. daha doğrusu sudan çıkarken oldu.
    biraz kaşındırıyor ama alışırım.

    kavuncu kötü bakıyor. zorla kavun alıcaz.
  • raid in ustune konacak kadar vahsi olan sivrisineklerin anavatanı
    rivayete göre kimyasal ve biyolojik silahlardan sonra enez belediyesi bu sene rusyadan uranyum almış
  • meriç'in ege'ye döküldüğü noktada kurulmuş olan edirne ilçesi. kışlık nüfusu 3000 civarında olduğu halde ilçe olmasının sebebi, civardaki ilçe olmaya en uygun yerleşim yeri olmasındandır. osmanlılar'ca 1456'da (yani istanbul'un fethinden 3 yıl sonra) ele geçirilebilmiş hafif yıkıntı haldeki bir kalesi vardır, ki bizans'ın son toprağı olarak kabul edilmektedir bu kale. içinde arkeolojik çalışmalar yapılan ve bir adet de bizans şapeli içeren bu kaleden batıya doğru bakınca bir kaç tek katlı taş evin ardından akan meriç'i görürsünüz, ırmağın diğer tarafında kalan çeltik tarlaları yunanistan'a aittir. yunanistan'a olan bu yakınlığı sayesinde uydu antensiz türk tv ve radyo kanallarını dinlemek de epey güçtür.
    bir de altınkum mevkii ya da plaj mahallesi denen bir kısmı vardır; bataklıkların üstündeki kenarlıksız dar köprülerden geçilerek gidilen. bu bölümde yaklaşık 9-10 km boyunca denizden sabit bir uzaklıkta uzanan asfaltı bozuk bir yol vardır ve bu yolla kumsal arası yazlık sitelerle doludur. bu sitelerde bulunan evlerin sahiplerinin kökenleri genelde edirne veya edirne'nin ilçeleridir; bir anlamda enez, edirne'nin topluca deniz kıyısına taşınmış halidir. bu altınkum mevkii çepeçevre kızıl çam ve fıstık çamı ormanlarınca kuşatılmıştır; bir kısmı bir kaç yıl önce yanmıştı hatta bu ormanın, ama tekrar ağaçlandırmışlar. ayrıca altınkum mevkii'nin girişinde istanbul üniversitesi ile trakya üniversitesi'nin dinlenme tesisleri yanyana bulunur; bir de bir kaç yıl önce dümdüz edilen barakalar adlı yapılar vardı oralarda, güney afrika'nın zenci townshiplerine benzerdi ortak tuvaletleri ve döküntü baraka-evleriyle.
    bu altınkum'un özellikleri de say say bitmez, enez'in bu kesiminde toprağın tuz vb sebeplerle tarımsal amaçlarla değerlendirilememesinden dolayı yollar hayvan geniştir, ama tabii asfaltsız ve hatta çakılsız-kum zemin olarak. yazlıkların yapıldığı yerlerde toprak değil kum olduğundan bahçe düzenlemeleri için dışarıdan toprak getirtilir. plaj da epey geniştir, kışları o kadar geniş (500 mt falan herhalde) plajın tamamiyle denizle kaplandığını söylüyorlardı. kumsalda tamamiyle kumda büyüyen fıstık çamları ve meşe ağaçları gördüğüm yegane yer de burasıdır.
    bir de ingiliz kışlası adı verilen tarihi bir yapı vardır; enez sahil kervansarayı adı da verilir, trakya üniversitesi tarafından açık hava kafe'si olarak hizmete sunuldu bu bina 2003 yazında. bir söylentiye göre bu binayı ingilizler kullanırlarmış, bölgede bolca bulunan, yerli halkça "kara meşe" olarak adlandırılan ağaçtan odun kömürü elde edip ingiltere'ye götüren tüccarlar bu binada kalırlarmış falan. günümüzde halen yazlık sitelerin aralarında ve kumsalda epey yaşlı meşe ağaçları görülebilir, soylarını tüketip bir kaç tane bırakmış gavur.
    yunanistan'ın semadirek adası da enez kıyılarından denizin ortasından fışkırmış hayvan gibi bir dağ olarak gözükür ve sanırım enez tarafındaki yamaçlarında hiç bir yerleşim yoktur.
  • roma ve bizans sefer güzergahının (via egnatia) en önemli noktalarından biri ve edirne'nin ege ile bağını sağlayan ilçe. osmanlı için edirne neyse, roma ve bizans için enez odur. bu bağlamda, enez, balkanlar'ın ve adriyatik'in roma bizans için anahtarı konumundaydı.

    nitekim bizanslılar, enez'e verdikleri öneme istinaden buraya bir ayasofya (fatih camii) inşa etmişlerdir ki, bizans geleneğinde bir şehirde ayasofya'nın inşa edilmesi oranın, çok önem verilen bir yer olduğunun kanıtıdır.
  • ali erbaş'ın enez'e camii açılışı için geleceğini öğrenen enez halkı erbaş'a tepki olarak kimsenin yönlendirmesi ve direktifi olmadan tamamen milli bilinçten gelen refleksle evlerine, dükkanlarına atatürk posterleri astılar.
    trakya istanbul'a, anadolu'ya benzemez. buradaki atatürk sevgisi, cumhuriyete bağlılık başkadır.
  • sahil kenarında ada yerlisi gibi komün hayatı yaşadığımız, bütün bir yazı televizyon ve radyo gibi icatlardan uzakta ( radyolar sadece yunan kanallarını çekerdi, televizyonu kim ne yapsın orda ), başka bir dünyadaymış gibi koca bir yazı hiç bir dakikasından sıkılmadan geçirdiğimiz, akşamları sinkov ve parfüm karışımı kokan, gece barları hınca hınç sabaha karşı sahilinde ateşler yanan, bar çıkışı sahile inilirken polis noktasının orda 24 saat sarhoş kokoreççiden kokoreç, gün aydınlanırken ise çorba içilmeden eve gidilmeyen, binlerce insanın barındığı bu yere sadece 2 polisin baktığı ve hiç bir dükkanın evin kapısının kilitlenmediği buna rağmen ne hırsızlık ne saygısızlığın olmadığı, zilyon çeşit balığına, midyesinden ahtapotuna acayip bereketli ve tertemiz, kendine has kokan bir denize sahip barakalar diye tabir edilen her biri bahçeli 2000 civarı konut 1999'da belediyenin kendi kendini bitirmeyi kafasına koyduğunun kanıtı olarak yıkıldı..

    ben hayatımın geri kalanında ne öyle bir yaşam ne öyle bir atmosfer ne o kadar tatlı insanlar görmedim. 2-3 yılda bir uğrarım, sonuç itibari ile semadirek hep orda karşıdan bize bakar, ayak basar basmaz ciğerlere dolan havası ve şimdiki görüntüsü can yakar iç burkar..

    vizyonsuz ve basiretsiz yöneticileri acaba şimdi oluşturdukları betonarme tatil sitelerinden memnunlar mı sormak lazım! acaba 2000 öncesi ordaki ekonominin ve sıcak paranın çeyreği mevcut mu? sadece enez değil çevre köy ve kasabaları bile kalkınırdı o popülasyon sayesinde. festivaller düzenlenir, enezde boş pansiyon bulamazdınız. yıkımdan sonra yıllarca savaş sonrası terkedilmiş kasabalardan farksızdı. son 3-5 senedir villalar ve yapılan siteler biraz hareket kazandırmış ama ne o insan yoğunluğuna, ne o ekonomiye sahip olması şu saatten sonra imkansız.

    hala bakir sayılır, seveni çok sever ama barakaları yaşamış ve görmüş insanların içinde derinlerde bir yerde her zaman buruk bir taraf kalacaktır. ne acayip yerdin sen enez.. kelebek boyunda sinek olur mu enez!
  • o barakaların olduğu dönemde orta sınıf ailelerin uğrak tatil yeriydi. her yaz okul tatil olunca orada bulurduk kendimizi. arabayla giderken mustafa sandal gidenlerden çalardı kasette. gençler yine baraka tipi barlarda sabaha kadar eğlenirdi. her şey gibi orası da zamana yenik düştü. son dönemde barakaların yerini alan villalar ile nasıl bi halde pek bilmiyorum ama eski samimiyetini korumadığı kesin.
  • http://vimeo.com/100313100 izleyiniz efenim nasıl da huzur dolu...
  • enez zaman zaman istilalara uğrar. devamlı sivrisinek saldırıları yanında sezonun belli bir döneminde uğur böcekleri, belli bir döneminde ise pervaneler akın eder. kumsal, şemsiyeler uğur böceği ile kaplanır. bu uğur böceği sürülerinin öncü kuvvetleri genelde sempati ile karşılanırlar. "ah! bak ne güzel uğur böceği" denip "uç uç" ezgisi mırıldanırken, birden "aa bak bir tane daha, bir tane daha, aha bir tane daha aaaaaa" ama bunlar ecdatları ile gelmişler. sonra bu sevimli böceciklerin ısırdıkları, arı gibi soktukları deneyimlenir. sanki hiçbir şey yoktur onlara karşı durabilecek. uğur böceği furyasından sonra pervane böcekleri bir esinti ile gelirler. pervaneler semadirek menşeilidir muhtemelen. yani biz öyle sanırız hep. denizden denizden gelirler çünkü:) tüm bu istilalar akla sık sık alfred hichtcook'un kuşlar filmini getirir. ama enez çok güzeldir.
hesabın var mı? giriş yap