• evet, aldım ve 2 günde okuyup bitirdim bunu. güzel yazılmış. sürükleyici. zaten 500 küsür sayfalık bir kitabın 2 günde okunabilmesi ancak sürükleyici olması ile mümkün.

    --- spoiler ---
    olayların bir kısmı zaman yolculuğu ile gidilen ortaçağ'da diğer kısmı ise 2054/2055'te geçiyor. her şey iyi güzel de 1992'de yazılmış kitapta 2050 için iyi bir projeksiyon yapılamamış. bütün roman kitlenen telefonlardan hat alamayıp bir yeri arayamayan, sonuç olarak kös kös oturan bilim adamları ile geçiyor. bilgisayar resmen kırk yolda bir kullanılıyor. internet, e-mail vs zaten yok. telefonların telesekreteri bile yok. işte bunlara yok daha neler demezseniz, böylesi teknoloji yoksulu ve yoksunu 2050li yılları kabul edebilirseniz çok güzel.
    --- spoiler ---
  • connie willis'e ait olan kitabın konusu çok ilgi çekici, üstelik harika bir anlatım dili var, 570 küsür sayfayı içer gibi bitirdim. son yıllarda okuduğum en etkileyici iki kitaptan biri.

    diğeri için: (bkz: hyperion)
  • ne hikmetse çok satanlara girmiş ve 2. baskıyı yapmış kitap. hayırlı olsun.
  • connie willis'in zaman yolculuğu üzerine yazdığı çok güzel bir roman.

    geçmiş ve geleceği birleştirmiş yazar bu kitabında. bilimkurgu türünden ziyade tarihi roman vasfı, benim daha çok ilgimi çekti. okumanızı tavsiye ederim.
  • connie willisin nebula ve hugo ödülleri kazanmış zaman yolculuğu temalı romanı
  • film hakkinda elle tutulur duzgun bilgi bulmak cok guc.
    trailer'i surada: http://www.youtube.com/…ayer_embedded&v=i7bi7bffngq

    asian wiki sayfasinda ve wikipedia'da benzer seyler var. buralardan sunu ogrendim. film 2006 mayisinda cekilmeye baslanmis. ilk iki segment cekilmis. 3. segment cekilecekken butce problemlerinden proje rafa kalkmis. 2010 yilinda tekrar butce bulunarak kim ve yim son bir segment yazip ortak cekmisler.

    neticede 3 segmentten olusan bir film var elde.
    tek basina ji-woon kim'e kefilim (4 filmini izledim hepsi de iyi islerdi) ama film tek bu arkadasa ait degil. diger yonetmen pil-sung yim'i hic tanimiyorum. fragmandan garip bir etkilesim aldim. gitsem boyle surprizli guzel bir sey de cikabilir verdigim paraya yazik edebilecegim bir sey de.

    isin en garibi bu filmin ulkemizde vizyona girmis olmasi. sanirim daha bitmeden dagitim anlasmasi yapilmis. madem zarar ettik, ne kurtarirsak kardir mantigiyla gosterime sokmuslar. lakin kac kisi, nasil gider bu hakkinda neredeyse hicbir bilgi bulunmayan filme, iste onu bilemiyorum.
    belki de muhtesem bir var ortada, gitmeden bilemeyecegiz. olm biriniz gidip iyi ya da kotu desenize lan!
  • ithaki'den çıkan baskısının çevirisi çok kötü olduğu için sürekli dur-kalk yaparak okumak zorunda kaldığım roman. öyle ki, çeviri bittikten sonra kitaba ne bir redaktör ne bir editör eli değmiş gibi. ithaki, yapma ithaki...
  • son zamanlarda yaşadıklarımızdan dolayı sıklıkla aklıma düşen, connie willis’in 1992 tarihli bilim-kurgu romanı.

    arthur c. clarke ve bsfa ödüllerine aday olmuş; oldukça saygın hugo, nebula ve locus ödüllerini bileğinin hakkıyla almış.

    öncelikle kitaba adını veren domesday book, 1086 yılında 1. (fatih) william’ın emriyle gerçekleştirilen nüfus ve arazi araştırmasının belgelerine verilen bir isim. nüfus kütüğü gibi bir tutanağa neden “kıyamet kitabı” adı verilmiş bilemiyorum ama bahis konusu kitaba, hem tarihi hem de tematik olarak anlam katmış.

    (romana göre) uzak bir gelecekte (2054!), geçmişe yolculuğun artık bir muamma olmadığı ingiltere oxford’da, ortaçağ araştırmalarından sorumlu akademik kürsü, 1348 yılında ingiltere’de yaşanmış kara veba salgınını değerlendirmek için bir zaman yolculuğu planlar. kivrin adında genç bir akademisyen, uzun süren ön çalışmalar, dil ve kültür egzersizleri, gerekli aşılanma ve immünite desteği sonrası bu yolculuğu gerçekleştirmek için hazır hale gelmiştir. 22 aralık yani noel akşamı transferin gerçekleşmesinden hemen sonra, monitör başındaki teknisyen gizemli bir hastalığın bulgularını vererek şuurunu kaybeder. benzer semptomları veren insanların varlığı, sağlık çevrelerinde bir alarma sebep olur; menşei belli olmayan bir salgın vardır. oxford ve çevresinde apar topar bir karantina uygulanırken, yüzyıllar öncesinde olanlardan habersiz veba ile baş etmeye çalışan kivrin’in ne olacağı meçhuldür.

    tahmin edilebileceği gibi iki farklı zaman aralığında paralel ilerleyen iki farklı salgın örgüsü mevcut. ben, kitabın ilk bölümünde, hızlı ve heyecanlı kurgusu nedeniyle modern dönemde geçen bölümleri daha çok sevdim; ortaçağ’daki olaylar daha hantal ilerliyordu zira.

    gelgelelim, roman ilerledikçe, kitaba asıl değerini veren kusursuz ortaçağ temsili, hiç bir tarih kitabında okuyamayacağınız bir gerçeklikle gözler önüne seriliyor. o saatten sonra, modern oxford dönemini göz ardı ettim ve kendimi o kadar kaptırdım ki 500 küsür sayfa ellerimden su gibi akıp gitti; bitmiş bir kitabın ağırlığıyla boşlukta buluverdim kendimi. bu kitabı okuduktan sonra, ortaçağ denince ister istemez burada resmedilen günlük rutinler akıyor zihnime; öyle bir referans değeri var bende.

    her şey bir yana, kitabın çok acı bir ironisi var. ortaçağ’da kivrin, cahillikleri neticesinde veba’nın mikrobik bir hastalık olduğunu bilmeden, ona bir tür ceza gözüyle bakan ev sakinlerinin çaresiz ölümlerini küçümseme ile karışık bir acıma duygusuyla seyreylerken; tıp ilmindeki ilerlemelere rağmen hızla ilerleyen bir salgında sapır sapır dökülen çağdaşlarından bihaberdir!!

    tam zamanı! bu kitabı okumak için şu anki durumumuzdan daha iyi bir dönem olamaz!

    edit: @21hacim adlı kişiden şöyle güzel bir bilgi geldi, domesday book hakkında:
    “ kıyamet olarak adlandırılmasına şöyle bir tahminim var. kutsal kitap içinde bulabilirsiniz. kral davut'a şeytan fısıldar nüfus sayımı yapması için. çevrede bilen kişiler durdurmak istese de kral davud aldırmaz. son bir kabile dışında sayım yapılır. bu büyük bir günahtır aslında. sonra krala bir peygamber gelir. tanrının onun yaptığı bu yasak işin cezası için iki bir birinden beter cezadan birisini seçmesi istenir. davut seçer bir tanesini. bir hastalık kırıp geçirir halkını. bunu seçmiştir”
    bunu domesday book başlığı altına yazsa da herkes bir fikir edinse kötü mü olurdu?
  • baskısı olmayıp nadir kitap'ta bin liralara satıldığını görünce türkçe çevirisi olan kıyamet kitabı'nı epub şeklinde okuyabildiğim ödüllü kitap. kitap 1992'de yayımladığı için gelecek yılların teknolojisindeki yüzeysellik beni o kadar rahatsız etmedi-yazar hanım hiç değilse görüntülü görüşmeyi tahmin etmiş ayrıca covid salgınının da bu zamanlarda vuracağını ön görmüş- ama karakterlerin yüzeyselliği ve iletişimsizliği için aynı şeyi ben de söyleyemeyeceğim.
    gerçekçi zaman yolculuğu sevenlere tavsiye edebileceğim bu romanda tarihçiler tatile çıkar gibi geçmişte geriye gidip, gözlemleyip geri dönmektedirler. hesaplamalarda olan bir yanlışlık sonucu yanlış zamana-ortaçağ veba salgını zamanı- giden ve geri dönüşü gelecekte de bir salgın-bu salgının geçmişe gittiği zaman ve yerle bir bağlantısı var ama spoiler olacağı için okuyunca anlayacaksınız-baş gösterdiği için,engellenir. bu süreçte, şahit oldukları ve yaşadıklarını anlatan kahramanımız okuyucuya böyle zor zamanlarda insanlığın vereceği gerçekçi tepkileri sunuyor: korku ve bencillikle gerçek yüzleri ortaya çıkanlar,kötüler ve ucunda felaket de olsa kurtuluş da olsa umuda ve iyiliğe dört elle sarılanlar, gerçek fedakarlar.

    "belki bizim zamanımızın sorunu da budur ,bay dunworthy. kurucuları maisry (cahil),piskoposun elçisi(bencil ve korkak) ve sir boet(saf kötü) ne de olsa. roche(fedakar ve iyi) gibi, kalıp yardım etmeye çalışan tüm insanlar vebaya yakalanıp öldüler."
    kitabın bu yönleri ve bazı dini karakterleri yüzünden yazarın dindar biri olup olmadığını düşündüm ama kesin bir bilgi bulamadım . sadece bir röportajında "bence yazarlar gerçeği bildikleri gibi anlatmalıdır. öte yandan, gerçekten dindar olan her insanın özünde bir sapkın olduğunu düşünüyorum çünkü yerleşik bir gündeme sadık kalamazsınız. ne düşündüğünüze sadık kalmalısınız. bence madeleine l'engle ve c.s. lewis'in yazar olmaktan ziyade din savunucusu oldukları zamanlar olmuştur. ben her zaman bir yazar olmak istiyorum ve eğer dinim gitmesi gereken bir şeyse, öyle olsun. hikaye her şeydir. " diyordu,demek ki dindardır demek doğru olmayacak. ama aynı zamanda şunu da söylemiş: "tüm inançlarımı, özellikle de beni sürekli şaşırtan, hayal kırıklığına uğratan ve hayrete düşüren dünya ile ilgili deneyimlerimi uzlaştırmakta her zaman zorlanıyorum. bununla birlikte, bana evrendeki gerçek bir planın ve zekanın en şaşırtıcı tezahürü olarak görünen (aslında tek, çünkü insanlar kesinlikle buna dair herhangi bir belirti vermiyor) din ve bilimi uzlaştırma konusunda hiçbir sorunum yok."
    buraya kitaptan da bir çıkarım yapacak olursak, tanrının peygamberini göndermesi gibi ,bizim tarihçimiz kivrin'i de geçmişe(dünya'ya) yollayan bir hocası(tanrı) vardı. kirvin sonlara doğru,çektiği onca zorluk ve acıdan sonra geriye dönemeyeceğini ve ölebileceğini anladığında bir yerde tanrıya-hocasına da- isyan etse de -
    "merak ediyorum,tanrı orada mı,yoksa kendini,aşılması imkansız,zamandan daha beter bir yere mi kapadı?"
    -sonunda " çok garip... seni bir daha asla bulamayacağım kadar uzakta görünüyordun. ama şimdi biliyorum ki sen hep buradaydın ve hiçbir şey, ne kara ölüm, ne yedi yüzyıl, ne ölüm, ne gelecek şeyler, ne de başka bir yaratık beni senin şefkatinden ve ilginden ayıramazdı. her dakika benimleydin." diyordu.
    yazar connie willis'in aynı evrende geçen-oxford time travel serisi- ve iki kitapta da bulunan bir karaktere sahip olan-dunworthy(hoca)-to say nothing of the dog isimli ve zaman yolculuğu temalı bir kitabı daha var.
    bu serisinden önce okumayı düşündüğüm passage-flatliner filmleri gibi sanmıştım ama tam öyle değilmiş- ve bellwether isimli bilim-kurgu kitapları vardı ama kısmet bununla başlamakmış.
    epub'ını isteyen olursa atarım.
  • orijinal ismi "nryu myeongmang bogoseo" (report on the destruction of mankind --- wiki'nin yalancısıyım) olan güney kore yapımı film

    birbirinden bağımsız -ve farklı yönetmenlerce çekilmiş- 3 hikayeyi barındırıyor film. genelde böyle birden fazla yönetmenin işlerini barındıran antoloji tarzı filmler belli bir kaliteyi tutturmakta zorlanıyor. bu tarz fimlerin bazı bölümleri çok iyi bazı bölümleri de çok kötü olabildiğinden, filmin genel seviyesi vasat veya ortadan hallice oluyor.

    doomsday book da bundan muzdarip. bütçe ve prodüksiyon problemlerinden dolayı film planlanan süresinden daha uzun sürede bitirilebilmiş fakat bu problemleri hissettirmeyecek kadar güzel bir prodüksiyon. ama ne yazık ki, her ne kadar fantezi film festivallerinde ödül almış olsa da, ortaya çıkan sonuç bu kadar senenin ürünü olabilecek bir iş değil.

    film, modern çağda kendini yok eden insanlık ve kıyamet teması üzerinden, insanlığa yeni bir tür "umut" vadetme noktasında birleşen 3 farklı hikayeyi anlatıyor.

    ilk bölüm, brave new world, nerd bir genç adamın çerçevesinden, çürük, toksik bir elmanın besin zincirine katılması sonucu zombilere dönüşen insanları anlatan bir tür zombie-apocalypse. bazı enteresan ve gülünç sahnelere sahip olması dışında pek orijinal sayılamayacak bir hikaye. içerdiği incil referansları ve hikayenin sonundaki "elma" ile "adem ve havva" göndermesi de ne yazık ki yetersiz ve biraz absürd kalmış.

    üçüncü film, happy birthday, gizemli bir web sitesinden kendine doğum günü hediyesi olarak bilardo topu ısmarlayan küçük bir kız ile, dünyaya çarpacak olan dev bir meteor (aslında gezegen büyüklüğünde bir bilardo topu) hikayesinin harmanlandığı felaket filmi tadında bir bölüm. hikayenin gerçeküstü yapısı batılı seyircinin pek tanıdık olmadığı kore yaşamı ve medyasına yapılan gülünç göndermelerle birleşince apocalyptic comedy haline dönüşmüş. filmin bence en zayıf bölümü.

    doomsday book'un en dikkat çekici -ve bence filmi kurtaran kısmı ikinci bölüm heavenly creature. günlük yaşamın aşırı bir şekilde otomatize olduğu yakın bir gelecekte geçen hikaye, budist manastırında çalışan bir hizmetçi robotun manevi bilince kavuşup aydınlanması ile bunu farkeden teknisyen ve robotu tehdit olarak görüp yok etmek isteyen şirket etrafında dönüyor. aşırı derecede blade runner ve artificial intelligence (biraz da 2001 a space odyssey) kokan hikaye kulağa pek orijinal gelmese de budist düşüncesinin temelini oluşturan noktalar hikayeye farklı bir bakış açısı katmayı başarmış.

    melankolik bakışı ve tekdüze sesiyle "fill your mind with nothingness", "we mistake perception as permanent truth and such delusions cause us pain", "perception itself is void as is the process of perceiving. as i am a perception of this void" gibi zen aforizmaları söyleyen bir robot, bölümün sonunda yaptığı konuşmayla filmin vermek istediği en umut dolu ve insancıl mesajı veriyor (kimileri bu kısmı fazla idealist bulabilir ama filmin ve bölümün genel işleyişi içinde tam olmuş bir fragman bence).

    sahip olduğu tema ile "doomsday" noktasına en az dokunan heavenly creatures, filmin en yavaş ilerleyen ve en ağır diyalogları içeren bölümü olmasına rağmen aynı zamanda filmin en güzel ve en unutulmaz bölümü de. sırf bu bölümden sağlam bir uzun metrajlı bir film çıkarmış aslında.

    genel olarak biraz dengesiz ve yer yer absürd kalmasına rağmen sırf bu ikinci bölümü yüzünden seyredilmeyi hakediyor doomsday book.
hesabın var mı? giriş yap