• cpu ne kadar yeterli olursa olsun ram'in yetmediği, çalışan her programın harddisk'ten çaldığı, arkaplanda (ve bazen esas pencerede) gerekli gereksiz sürüyle programın sürekli çalıştığı nörogelişimsel hastalık. (bkz: biri beynimin içindeki zıpırı sustursun)

    bu hastalığa sahip insanların aynı anda bir kollarıyla yemek yiyip, diğer kollarıyla deadlock ii oynarken, bir gözleriyle ders çalışıp diğeriyle ayak parmaklarıyla çevirdikleri çizgi romanı okuyabilme yeteneğine sahip olmalarına rağmen, ramlerinin yetmemesi sebebiyle başladıkları işi bitirmeye çalışırken mavi ekran verebilme sorunları vardır. kısa süreli hafıza kapasiteleri çok küçük olan bu insanların, başladıkları işi bitirmek için dışarıdan bir stimülasyon yoksa patolojik erteleme (bkz: procrastination) denen bir kısır döngünün içine girmeleri mümkündür. bu insanlar bu durum sebebiyle dağınık, tembel ve işe yaramaz olarak nitelendirilebilirler, ancak bu sıfatlar bu insanların karakter özelliği değil, hastalığın kendisine ait, tedavi edilebilir şeylerdir, dolayısıyla üzerine yapıştırılmış tüm bu sıfatlarla 25-30 yaşına kadar gelmiş olan kişinin bu sıfatları ve bu sıfatlardan dolayı azalmış olan benlik saygısı, doğru tedavi ile düzeltilebilir. önemli olan hastanın tanısını ve tedavisini alabilmesidir.

    sıklıkla bilgisayar oyunu, internet ve televizyon alışkanlığı olan bu insanların bir başka özelliği de hyperfocus olabilmeleri, yani, bir şeye daldıkları zaman, zaman ve mekandan bağımsız bir şekilde sadece ve sadece o işle iştigal edip yemek yemek, su içmek ve tuvalete gitmek dahil tüm fizyolojik ihtiyaçlarını unutabilmeleridir. yani, aslında sorun dikkat eksikliği değil, dikkat bozukluğudur. sevdikleri işe aşırı konsantre olup sevmediklerine ne kadar kendisini zorlasa da konsantre olamamaları halidir.

    bu hastalığın moleküler temelleri arasında, santral sinir sisteminin inhibitör bir molekülü (bkz: inhibitör nörotransmitter) olan dopaminin, yüksek işlem kapasiteli olan prefrontal korteksteki yetmezliği, dopaminin varlığını algılaması gereken reseptörlerin (bkz: drd4) ve dopaminin sinaps aralığına salınımını kontrol eden çeşitli moleküllerin (bkz: snap25) mutasyonları sayılabilir.

    tahmin edilen odur ki, dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu yoğun genetik temelleri olan bir hastalık olduğu için, bir kişinin çocuğuna dehb tanısı konmuşsa, o kişinin kendisinde de bu hastalığın aslında var olma olasılığı %50ler civarındadır. (bkz: lynette scavo)

    bu hastalığa sahip olan insanların konsantrasyon bozuklukları için sinüs tomografisi, kranyal mr, gaytada parazit testleri, görme alanı ve işitme testleri gibi on yüz bin testten geçirilmelerine rağmen hiç bir organik bozukluk bulunmaması, kafası çalışan bir psikiyatristi hatta bu testleri istemiş olabilecek nörolog, kulak burun boğaz ve göz doktorlarını da dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu'na yönlendirmelidir. 8 yıllık depresyon ve konsantrasyon bozukluğu anamnezi veren hastayı eline antidepresan tutuşturup "hadi bunu iç, birşeyciğin kalmaz" diye evine göndermek abesle iştigaldir, yanlıştır, öyle yapan psikiyatrist olmaz olsundur.

    tanı aşamasında gidilecek olan psikiyatristin konu hakkında adı sanı duyulmuş birisi olmasına dikkat edilmeli, bakış açısı şizofrenler ve depresiflerle kısıtlı bir psikiyatriste pek de güvenilmemelidir. ayrıca tanı alırken mutlaka komorbiditelere (bkz: bir hastalığa eşlik eden diğer hastalıklar) ve ayırıcı tanıya dikkat edilmelidir (bkz: tip 2 bipolar bozukluk)(bkz: majör depresyon)(bkz: borderline kişilik bozukluğu)(bkz: diğer her türlü psikiyatrik bozukluk)

    her ne kadar, erişkinlerde adhd'yi kesin olarak kanıtlayacak tanı kriterleri, herhangi bir psikolojik test veya kan testi bulunmasa da (bkz: dsm iv'ü hazırlayan insanların öngörüsüzlükleri) (bkz: hiperaktif çocuklar büyüyünce ne oluyor sandılarsa), tanı aşamasında, tanıyı koyacak olan psikiyatristin mümkünse birçok nöropsikolojik testin sonucunu da değerlendirmeye alıp ona göre tedaviye başlaması tercih sebebidir. ancak, zaten poposunu yerine koyup da oturamayan hiperaktif bir insana 600 soruluk minnesota kişilik envanteri yapmaya çalışan da kendisine gelsindir. başka test bulsundur.

    hastalığın tedavisine gelince... prefrontal kortekste var olmayan bir nörotransmitteri ilaçsız yerine koymak, yoktan birşeyleri var etmeye çalışmak anlamına geleceği için, terapist=allah önermesi doğru olmadığı sürece imkansızdır, dikkat eksikliği olan bir hastaya terapiyle sadece "normal rolü" yaptırılabilir, ama gerçekten normal olması sağlanamaz. halbuki düzgün tedaviyle (bkz: ritalin) (bkz: dexedrine)* (bkz: adderall)* (bkz: strattera)* (bkz: concerta)* hastanın odasını toplamayı, ders çalışmayı, tez yazmayı, internetin başından kalkmayı kendisinin istemesi de sağlanabilmektedir, ancak maalesef bu ilaçların hepsi, gözü bozuk bir insana verilen bir gözlük gibi, sadece kullanıldıkları sürece yarar sağlamaktadır, ilacın etkisi geçince yine eski hale dönülmektedir. gerçi zekası normal hastalar, bir süre sonra ilacın kendilerine getirdiği düzene ilaçsızken de uymaya alışabilecektir, ama asla ilaç etkisi altındaki gibi olunmamaktadır. *

    türkiye'de, adhd (bkz: attention deficit and hyperactivity disorder) hastalarının henüz erişemediği çok imkan vardır (bkz: add coaching) (bkz: disability accomodations) bunun sebebi türkiye'de henüz erişkin hiperaktivitesinin yeteri kadar tanınmamasıdır.

    adhd'nin henüz buraya yazılamamış olan birçok başka özellikleri de vardır (bkz: impulsivity) (bkz: total chaos) (bkz: adhd types) ilham gelince onlardan da bahsedecek birileri çıkacaktır elbet.

    bu sırada adhdliler için yararlı olabilecek birtakım web adresleri şunlardır
    http://www.addresources.org/…lt_hallowell_ratey.php
    http://www.addforums.com/
    http://helpguide.org/…adhd_add_adult_strategies.htm
  • bokun seyrek düşmesidir dehb.
    parlak bir zekadan fışkıran yaratıcı fikilere rağmen bir arpa boyu yol gidememektir.
    üç tavşan peşinden koşup hiç birini yakalayamamaktır.
    şeker deyip lokum yemektir.
    patinaja sarıp yarışı kaybetmektir.
    gece yatarken dünyayı kurtarıp sabah uyandığında hatırlamamaktır.
    huzursuz bacaktır

    dehb bir şansızlıktır
  • muzdarip oldugum, hayatimi cehenneme ceviren, kendi kendimden illallah dememe sebebiyet veren hastalik.. kim bilir belki de kendi kendime buldugum bahanem, kalkanim.. isim hatirlayamam, adres numara hatirlayamam, iki dakika once bana soyleneni hatirlayamam, dinlemem bile ama 20 senelik devekusu kaberenin butun skeclerini ezbere hatirlarim, yapmam gerekenleri, sorumluluklarimi hatirlayamam, hatirlarim gecistiririm, hatirlarim eyleme gecinceye kadar unuturum, hatirlarim basladiktan sonra baska isle ugrasmaya dalarim unuturum, baslarim sikilir birakirim, uyuyamam, kendimi uykuya gitmeye ikna edemem, uykuyla savasirim, uyuyunca uyanamam, uyanirim uykum vardir, yorgunluk daimidir, konusurken daldan dala atlarim, atlarken ilk ne anlatmaya basladigimi unuturum, ders dinleyemem, insan dinleyemem, dinlerken besinci dakikadan sonra baska hayal alemlerine dalarim, dinliyomus gibi yaparim, araba kullanirken yola dikkat edemem hayal alemindeyimdir, mutemadiyen fast forward dusunceler gecer kafamdan, hic birine odaklanamam, yakalayamam..

    isin en kotusu ise bu farkindalik.. ha ne?!
  • dikkat dağınıklığı ve hiperaktivite bozukluğu. toplumda yüzde beş oranında görülür. yani solaklık kadar normaldir.
    beynin kimyası ilginçtir adhd'lilerde. alkolün, uyarıcıların etkileri daha farklı olur.
    kesinlikle bir deficit olduğuna inanmıyorum, nitekim adhd'lilerin çoğunlukla parlak zeka dediğimiz türde bir şansları vardır.
    aşk konusunda kimse ellerine su dökemez çünkü dürtüsel yaşarlar.
    organize sözcüğü onlar için bir şey ifade etmez.
    bütün mal varlıkları halının üstünde durur.
    zorunlu şeyleri unutabilirler sık sık, ama insanı sinir edecek kadar ince detaylar onların beyninde bakidir.
    yaratıcılık ve estetik duyguları normalin çok üstündedir.
    ecstasy vs gibi şeylere ihtiyaç duymazlar çünkü zaten serotonini salgılamayı bilir beyinleri, o yüzden gözbebekleri kocaman olur çoğu zaman.
    adhd kutsaldır. adhd'si olan şanslı olduğunun farkına varırsa zaten deficit durumunu da atlatacaktır.
  • hayatı çok etkileyebilen bir rahatsızlık....

    bir ara sürekli düşünürdüm... beynime gelen imgeler akar, coşar.. ben onları yakalayamadan ilham perilerinin kanatlarında uçar giderlerdi..
    hala geliyorlar ve gidiyorlar...*

    bir ara sürekli projeler üretirdim.. fikirler, değiştirilecek koca bir dünyayı aydınlatırdı... ama hepsi yarım kaldı,
    kalmaya devam ediyor...

    bir ara sürekli kendimden nefret ederdim.. ne yaparsam yapayım hiç bir şey bana iyi, ya da yeterli gelmezdi...
    hala kendimden nefret ediyorum... ama bir egosentriklik maskesi ardına saklanarak.

    bir ara zamana inanmazdım.. zamanın kendim için farklı olduğunu düşünür, ders saatlerinin belirlenmiş olmasına kızardım..
    hiç bir derse erken girmedim, hala daha giremiyorum...

    bir ara bağımlılıkların * kollarında, beynimi uyuşturmaya çalışırdım, birazcık olsun dinlenmek için...
    hala uyuşturuyorum...

    ben add'liyim...
    zaman bana uymuyorsa, onu kendime uydurmaya çalışan bir bireyim...

    edit: yıl 2020, bunları yazdıktan on beş yıl sonra teşhisim konuldu. adhd'yi unutup 'evet ben işlevselim' diye kendimi kandırıp, aşırı-telafi yöntemleri benimseyip, anksiyeteden iş bağımlılığına pek çok şey yaşadıktan sonra, 'bu davranışsal değil, nörolojik bir durum'u anlamanın verdiği rahatlık bi on beş sene daha yeter, ilaç almaya da sonra başlarım diye düşünüyorum. *
  • her işi yarım bırakanlar kabilesi.

    intihar bile edemezler muhtemelen. herkesin ciğerini yakacak bi intihar mektubu bile hazırlayamazlar, mektup yarıda kalır, "dur hele aklıma iyi bi cümle gelsin de öyle yazayım" derken intihar edeceği günün üzerinden bir hafta geçtiğini fark edebilirler.

    bir işte kusursuza yakın sonuç elde edebilmek için yüksek motivasyona ihtiyaçları olur. "bu sınavdan geçemezsen bir atom bombası bu şehri yok edecek" gibi bir sebep yeterli olmaz. o atom bombasını sallayacak uçağın semadaki karaltısını, bombanın süzülerek inişini görmek zorundadır eyleme geçmek için , maalesef.

    aydınlanma çağında yaşayan düşünürlerin tamamına yakını bu dertten muzdarip olsaydı eğer (neticeye bakılırsa değiller sanırım) takriben fransız ihtilalini yaşayalı 50 yıl falan olmuş olacaktı. yahut ne bilem, dosyoyevski "yeraltından kısa notlar" isimli bir kitaptan fazlasını yazmayacaktı.

    "24 temmuz saat 2:30'da muammer bey'le görüşeceksiniz" biçiminde belirtilmiş randevu tarihi not edilmemişse, eksik dikkatlinin hafızasında iki gün sonra "23 temmuz saat iki de mustafa bey'le miydi lan" haline dönüşür. dönüşecektir.

    sıkıntı, sinsi illet.
  • tanıdığım insanların çoğunun yaşam deneyimi genel olarak belediyenin yeni kurduğu pürüssüz bir kaydıraktan kaymak gibiyken, benim deneyimimin neden rendeden kaymaya benzediğini 37 yaşımın dolmasına 2 ay kala, 2 farklı doktordan aldığım tanıyla öğrendim: yaşıma rağmen hiç de hafif seyretmeyen adhd.

    sabahtan beri ekranın başına geçip bunu yazmak için kendimle mücadele halindeyim. şimdi oturup bu entriyi yazmazsam, daha önce kafamda yazıp buraya geçirmeye üşendiğim yüzlerce şey gibi hiç yazılmadan eriyip gidecek. 30 sene gecikmese belki hayatımı değiştirecek olan teşhisten evvel yaşadıklarımı 16 senedir yazar olduğum bu mecrada olanca açıklığıyla paylaşmak, benzer deneyimden geçenlere fayda sağlamak istiyorum.
    bana dışarıdan bakıldığında, ambalaj son derece janti. hep iyi okullar bitirmiş, işinde uzman, çok başarılı, kendi hayatının yularını sıkı sıkı tutan, ilk gittiğim doktorda bile şeklime şemalime, özgeçmişime bakınca sırf ritalin yazdırmak için teşhis almaya gelmiş bir uyanık ilk izlenimi (yüzüme söyledi test sonuçlarından sonra) yaratan bir profil. gel gelelim, bu kişiyi bu izlenimi yaratacak kişi yapmak için neler çektim, nasıl taşlı ve uzun bir yoldan sürünerek geçtim, ayda 2 defa neden aynı kabusu görüyorum, kendimi yapamadıklarımla nasıl gaddarca yerden yere vuruyorum bir ben bilirim bir de birkaç yakınım. bu yazıyı bana yazdıran motivasyon da, benzer problemleri yaşayan her yaş grubundan arkadaşların kendilerini benim beni hırpaladığım gibi hırpalamasının bir nebze önüne geçebilmek. kafamın içindekiler düzensiz elektronlar gibi dönüp durduğu için geç tanılanmış dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğunun hayat kaliteme etkisini başlıklar halinde anlatacağım.

    - okul hayatı, akademik başarı (beni en çok kanırtandan başladım):
    sanki sınav kağıtları dağıtılmış ama bir tek benim kağıdıma "l'hospital kullanmak yasaktır" notu düşülmüş gibi, çoğu şeyi en meşakkatli yoldan çözüp öğrenmemle geçen onca sene. belki de "sen kız çocuğusun, okuyacak meslek sahibi olacaksın, kocanın eline bakmayacaksın" baskısı, başarılı kız çocuğu maskelemesi olmasa yaptıklarımın hiçbirini yapamazdım. 5 yaşındayken sefiller'in çizgi filmini izlediğimde babamın "kitabı da var bunun, ileride okursun" demesi üzerine o ileriyi asla bekleyemeyecek olma sabırsızlığıyla susam sokağı'ndan okuma öğrendim. ama sadece okuma; yazmayla işim yoktu. bu bendeki hiperfokusun belki ilk belirtisiydi ama kimse fark etmedi ve tüm eğitim hayatım 2 düstur üzerine temellendi: hiperfokus - sıfır fokus, sınav meydan okuması. masanın başına hep zorla oturtulan, ağlayarak ders çalışan, sevmediği derse çalışırken bir anda uyumaya başlayan, özel derse gittiği hocanın evinde sandalyede sabit oturmayı bile beceremediği için babasına 2 sandalye parası ödeten, bu sebeple etraftaki eğitimcilerin "bu kızdan hiçbir şey olmaz" dediği fakat lise giriş sınavı, üniversite giriş sınavı, mesleki uzmanlık sınavı vb. denince millete tükürdüklerini yalatma ve kendini kendine ispat etme hırsıyla adeta şov yapan bir sınav challengerı. örneğin, lise boyunca fizik ders notu 5 üzerinden max. 3 (o da 1 dönem, genelde 2) olan biri, üniversite sınavında fizik ve komple fen bölümünden full çekebilir mi? çektim. çünkü o büyük bir meydan okuma ve tam dişime göre. okulları kazanıp kazanıp sonrasında gebeş gibi yatmak, anneye babaya bu dengesizlikle saç baş yoldurmak, derslerden aniden çıkıp gitme isteği, dikkatini çekmeyen şey 2+2 kadar basit olsa da kendini öğrenmeye tamamen kapatmak, sonra ben gerizekalı mıyım acaba diye düşünmek, üniversitede 4 saatlik blok proje dersinden deli dürtmüş gibi "hocam benim bi doktor randevum var" yalanıyla çıkıp, hiç üşenmeden metroya binip cevahir avm'de gezip dersin son saatinde geri dönmek, vizesinden şansa 60 aldığım dersin finaline ve hatta hoca arayıp büt'e gir bari dediği halde bütünlemesine bile kalkıp gitmemek, hepsini çatır çatır yaptım. doktor randevum var diyerek her dersinin 2 saatini ezdiğim hoca durumu fark edince "senden hiçbir şey olmaz, hayatta her şeye geç kalırsın, bir baltaya da sap olamazsın" demişti. bu laftan 2 sene sonra, hiperfokusun dibini yaşadığım bir dersin hocası ise bana iş teklif etti. bir ben varmış da benden içeri, okula ikimiz ayrı ayrı devam ediyormuşuz gibi bir dengesizlik hali, yüz yıl uzayan bir okul ve sadece aa'lar ile dc'lerden ibaret, ara not bulunmayan bir transkript.
    dikkatimi cezbeden derste biraz varlık gösterip takdir mi gördüm? ooo, bayılana, hatta ufak sakatlıklar geçirene dek çalışmak, en yüksek notu almak, en iyi paftayı jüriye çıkarmak. ders asla dikkatimi çekmedi ama kalırsam yaz okulunda da açılmıyor, okul 1 sene daha uzayacak öyle mi? uzarsa uzasın, umrumda değil çünkü "benim kafam almıyor, öğrenemiyorum". giden yıllar hiç umrumda değil, al sana mis gibi dürtüsellik. işte bu korkunç dengesizlikle geçen yılların sonunda her şeyi bitirdim. bende bıraktığı ağır mental hasara rağmen gemimi ölmek pahasına ümit burnu'ndan geçirdim. bir yanım da galiba gerçekten öldü. adhd teşhisi erken konsaydı, benim için farklı olacak olan şeyleri düşünmekten kendimi alamıyorum.

    - özel hayat, ilişkiler (genel):
    "sevemez kimse seni, benim sevdiğim kadar (ve unutamaz da benim unuttuğum kadar zaaa)". benim ilişkiler özet. dürüst olacağım, çok severim, tutkulu severim, karşımdakini altın paralar gibi sevgi saça saça tahta culüs eyletirim. nasıl havaya sokarım var ya, yok bu kadın kimseyi beni sevdiği gibi sevemez zanneder. aslında yaptığım şey, muhabbet ve ten uyumu biraz tuttuysa beğenilen bedene hayali ruhları koyup aşk sanmaktan ibarettir. karşılığında donukluk, ilgisizlik, çok sevilmekten arsızlaşma, küntlük sezdiğim an sonuç spontan remisyon. sorry mario, görünmez yeniçeriler tarafından derdest edilip yedikule zindanlarına kapatıldın.
    bundan seneler evvel yine böyle bir ilişkide o zamanlar bu tür havalı adları olmayan love bombing, gaslighting, zaman zaman ghosting ve kara toprak sıralamasını yaşatan beyefendi yüzünden önce her zamanki gibi kendimi yerin dibine sokup "ben daha şöyle olsam böyle olurdu" diyerek aylar geçirdikten sonra bir sabah kalktım ki duygularım yok. içimdeki kocaman evi arıyorum, koltukların altına, dolaplara, sandıklara, baharatlıkların içine dahi bakıyorum, ona dair ne sevgi, ne tutku, ne nefret, hiçbir iz yok. adam buna öyle bir inanamadı ki, önce başkasını buldum sandı (kendisinden sonra 4 sene hayatımda kimse olmadı), sonrasında da kafamı bir yere çarpıp travma geçirdiğimi ve hafızamı kaybettiğimi. 50 first dates'deki lucy muamelesi yapıyor bana yıllardır; "hatırlıyor musun bana şurada şöyle demiştin", "filanca filme gittikten sonra sana çiçek almıştım ne kadar sevinmiştin". bazılarını hatırlıyorum, çoğunu hatırlamıyorum bu anıların, ama bana hiçbir şey hissettirmiyorlar. anlatamıyorum. dikkatimi olumlu yönde onda tutacak hiçbir aksiyon almadığı için, odağımı ondan çekip aldığıma adamı inandıramıyorum. arkadaşlıklarımda da böyle bu, biri beni aramazsa adını dahi unutuveriyorum. misafir çağırmakta çok zorlanırım, çünkü kişilerle o kadar saat ne konuşacağımı, kendimi yatak odama çekilip kitap okumaktan nasıl alıkoyacağımı bilemem. misafir benim için inanılmaz bir strestir, keza uzun konuşacağını bildiğim insanları aramak da öyle. kalabalık ve her gün konuşulan whatsapp gruplarından çıkarım, aynı toksik ilişkinin 150. perdesini anlatan bir arkadaşımı dinlemeye çalışırken kafede küt diye bayılmışlığım var. kalabalık ve gürültü beni mahveder, kalabalık sofralarda ne yediğimi asla anlamam, ne konuştuğumu ise unuturum ve günün sonunda dayak yemiş gibi yere serilirim. gece kulübü tarzı yerlere 40 yılda bir zorla gittiysem tüm tuğlaları tek tek çekilen bina gibi hissederim. çift buluşmalarından, topluca yapılan tatillerden ürkerim. çocuğunuz yahut arkadaşınız kalabalığa karışmakta aşırı zorlanıyorsa onu asosyal, huysuz diye damgalamak yerine lütfen yardıma yönlendirin. lütfen.

    - gündelik hayat
    eğitim geçmişimin aksine işimde oldukça başarılıyım. okuldan sonra, millet amelelik olarak görse de sürekli next next next oluşuyla beni mental ve fiziksel olarak hep odağında tutacak bir dala yöneldim. uzmanı da oldum. kriterim şuydu: takım çalışması olmayacak (sıfır yatkınlık), düzenli ofis yaşamı olmayacak, toplantı olmayacak. çünkü toplantıya giremiyorum, girsem de yerimde oturamıyorum, anlatılanları dinlemekte büyük zorluk yaşıyorum, bir iş üzerinde ekiple çalışamıyorum, yanıma stajyer almıyorum, ofise gittiğim günler içeride çingene vapuru gibi gezmekten 1 saatlik işi 4 saatte yapıyorum. uzun süreli projeleri parası daha iyi olsa da almıyorum. çok şükür bu konuda tesadüfen de olsa kendimi çözmüşüm, doğru alana yönelmişim. daha çok imkan vb. için huzur bulduğum ortamı canım sıkıldı diye bırakmayacağımı düşünüyorum *. başlamak benim için daima zordur, treni doğru raya oturttuğumda ise gerisi gelir. ama başlamak bir işkencedir, adhd'den muzdarip olanlara her şeyden önce başlamayı öğrenmelerini öneririm çünkü ben bu konuda çok acı çektim.
    kabinlerde 3 kıyafet dahi deneyemem, atm kuyruğunda önümde 3 kişi varsa beklemem giderim, inanılmaz son dakikacıyımdır, çok ani ve dürtüsel kararlar veririm, kontrolsüz para harcamalarım ve mal kıymeti bilmemelerim vardır; avm lavabosunda yakut yüzük unutup benim canım sağ olsun demek, iade kargoların zamanını geçirip elimde hiç kullanmayacağım ürünlerle kalmak gibi. yıllarca yaktığım zaman ve para miktarına bakınca birkaç gündür içime içime çöküyorum, anlayamazsınız.
    benim kuşağım tatilya'yı iyi hatırlar, 11 yaşındayken okul gezisiyle ilk kez gittiğimde alaborada uzun kuyruklar vardı. alaborayı bilen bilir, sırt üstü ve bacakların arasından geçen ikili mekanizmayla düşmemeniz sağlanır. sıra bize geldiğinde benim önden geçen - adı her neyse - o kapanmadı. öğretmenine seslen, in, tekrar bin değil mi kızım? belki bir daha sıra bana gelmez diye inmedim. alabora döndükçe öndeki demir çük gibi sallana sallana bindim ve indiğimde öğretmenim kriz geçiriyordu. çocukluğumda komşunun torununu beni sepetle balkondan sarkıtmaya ikna etmek gibi nice manyaklığım da oldu. kapıya tırmanmak, sürekli amuda kalkmış vaziyette durmak, şifoniyerlerin çekmecelerini kademeli açıp tırmanma parkuru oluşturmak, namaz kılarken eğilenlerin sırtına atlamak, salıncağı döndürecek kadar yüksek irtifaya ulaşmak vb. klasik hareketlerimdi. yıllarca arayıp bulduğun ilk çocuğun hakkında seni defalarca "deli gönül şu kızı camdan aşağı fırlat diyor" deme noktasına getirdiğim için senden çok özür dilerim anne, lol. (bkz: #13989623)

    işte benim yıllarca mizacım zannettiğim, sözlükten bir arkadaşım fark edene dek kalabalığın da "böyle mizaç mı olur be" demeden o da biraz öyle biri işte diyerek bana eşlik ettiği hikayem böyleydi. ilk doktordan tanı aldığımda hastane bankına oturup 15 dakika duraksız ağladım. tanı erken konulsaydı hayatın farklı olabilirdi lafına, olmuş ve olmamış her şeye, çok sevildiğim halde yıllarca kendimi biraz weirdo görmeme, kendi ruhumda bıraktığım kırbaç izlerine ve tüm bunların geride kalmasına ağladıkça ağladım. sonra hastane bahçesine cenaze aracı girince ağlamam durdu tabi çünkü dikkatim dağıldı.
    iki doktor tarafından da önerilen tedavi, düşük doz ilaç, nefes egzersizi ve terapi. artık benim için geriye bakıp bakıp neden böyle olmuştu senin yapacağın işi ... demeyi ardımda bırakma zamanı. tedavi sürecimde editleyeceğim, sizinkine benzer yaşam pratikleri bulduysanız lütfen bir profesyonelle görüşmekten de, derdinizi anlatmaktan da çekinmeyin. bu duyguları ve kafa karışıklığını okuduysanız teşekkür ederim, muhtemelen 100 defa editleyeceğim çünkü bu olayın tabiatı böyle. sağlıcakla.
  • insanın hayatını karartır.

    insanların gözlerinin içine bakarak konuşamazsın çünkü o an dün akşamki diziyi düşünüyorsundur.
    çok ciddi bir meselede dahi olaya kendini kaptıramamışsındır çünkü o sırada etraftaki insanları izliyorsundur.
    defanstan sürekli adamları geçiriyorsundur çünkü o an topun sende olduğunu hayal ediyorsundur.
    sinirlenip duvarı yumrukluyorsun fakat o sırada acıyı hissetmek yerine acının ne garip bir şey olduğunu düşünüyorsundur.
    küçükken hep deli diye çağrılmışsındır çünkü oynanan oyun kısa bir süre sonra sıkıcı geldiğinden saçma sapan hareketler yapıyorsundur.

    en kötüsüyse bunların hep farkında olmanız fakat elinizden bir şey gelmemesidir.

    en başlarda dersler veya diğer şeyler ilgimi çekmediği için sürekli hayaller kurduğumu düşünürdüm.yalnızca kitap okumak veya bir şeyler izlemek isterdim.insanlarla konuşmak çok basit gelirdi.bir işe odaklanmak istediğimde daima saçma sapan şeyler hayal eder dalıp giderdim küçüklükten beri.

    üniversite sınavına hazırlanmam gerektiği sene gerçekten ders çalışmam gerekiyordu fakat o seneye kadar hiç oturup yarım saat dahi ders çalışamadığım için kendimi beş para etmez bir insan gibi hissederdim.her kitabın başına oturuşumdan kısa bir süre sonra kendimi bambaşka bir dünyada bambaşka bir insan olarak düşünürken bulurdum.

    bir süre sonra hiç bir zaman iyi bir eğitim alamıyacağımı düşünmeye başladım.psikolojim iyice bozuldu.yalnızca uyumak iyi geliyordu.artık hayattan hiçbir beklentim de yoktu.
    hep kendi sorunlarına çözümler üretmeye çalışan biri olarak belki de tıkandığım tek nokta buydu.kiminle konuşursam konuşuyim bana tembel olduğumu veya kendimi kandırdığımı söyleyip durmuştu bu konuda.sürekli vitamin eksikliğidir veya fazla bilgisayarla uğraşmaktır diyip geçiştirildim.

    ailemle konuşup bir psikiyatriste gitmek istediğimi söyledim.belki bir ilaç verir de mutlu olurum diye.benle konuştuktan sonra psikiyatr şöyle bir şey olabilir sende dedi ve birkaç test uyguladı,sorular sordu ve en son bastırılmış hiperaktivite ve dikkat eksikliği tanısını koydu.

    concerta denilen ilacı yazdı.hemen internetten baktım ne işe yarar bu ilaç diye.ilk başladığımda baya iyi bir etki yapmıştı.büyük ihtimal bir kısmı plasebodur fakat iyi hissettirdi.
    normalde hiç yapamadığım halde saatlerce ders çalışabiliyor yada başka şeyler ile uğraşabiliyordum.bir kaç gün sonra yan etkisi çıkmaya başladı.ne yaparsam yapayım uyuyamıyordum.uykusuzluk yüzünden bırakmak zorunda kaldım.sınava hazırlanmam da zordu böyle olunca.

    fakat en azından durumumun o kadar da kötü olmadığını anladım.belki ileride düzenli bir hayatım olunca tekrar kullanmaya başlarım.insanın kendini bazı şeylere kaptırabilmesi ne güzel.

    not:bu kadar uzun bir yazı yazmak bile ne kadar zahmetli bir şey benim için.sürekli silip tekrar yazıyorum.
  • benim hastaligim,... hic olmadik seyleri unutur. onemli seyleri onemsiz gorursunuz. sorumluluklar agir gelir ve bosveeer demek daha kolay gelir. her isi son ana birakirsiniz. sorada kendinizden nefret eder oturur care ararsiniz.
  • teshisi önce rahatlatıp sevindiren, sonra merak uyandıran, kücük seyleri değiştirdikçe mutlu eden, konu arada kaybedilen zamanı ve yetenekleri geri kazanmaya gelince panikleten, panikleyince sizi kronikleşmiş olumsuz davranış alışkanlıklarınıza geri çeken, bazen geçmiş yıllar için hayıflanmanıza bazense gelecek icin umutlanmanıza sebep olan, yer yer parçalı bulutlu bazen sağanak yağışlı ama zemheriden ötesinin bahar olacağını hissettiren bi hastalık. (2024 editi: 2015’te hastalık demişim, teknik olarak öyle olsa da uzun yıllardır böyle ifade etmediğim kayıtlara geçsin.)

    illa uyumsuz aksi madde bağımlısı uçlarda yaşayan falan filan olmaya gerek yok. işler her zaman kötü gitmez süreç performanslarınız bok gibi olsa da sıkıştığınızda son dakika performanslarınızla kurtartmış olabilirsiniz. genel resim iyidir. o zaman işte hep depresyon sanarsınız yarım bırakılan devam ettirilemeyen başlanamayan ya da değiştirilemeyen şeyleri. sonucta her seyin bi sebebi vardır. istemediğiniz bi bölümü okuduğunuz için çalışamıyosunuzdur mesela, tez konunuzu kendiniz seçseniz yuksek lisans 3 yıla uzamazdı mesela, hipogliseminiz yuzunden kilo sorununuz vardır mesela spor salonu eve uzak olduğu için binlerce lirayı yakmışsınızdır mesela filan falan...

    anadolu liseleri sınavında ve öss'de sıçtığınız için 28 yaşınızda bile terapilerde hala zırıl zırıl ağlamaya başlasanız da insanlar size baktığında anadolu lisesi mezunu, bir vakıf üniversitesinin (alanında kendini ispatlamış) hukuk fakültesinde öss burslu okuyup tek ders sınavıyla 4 yılda bitirmiş başarılı birini görürler. yetmez bi de akademisyen olursunuz. herkes sizi tebrik eder, size gıpta ederken, siz son gececilikle ömrünü geçirmiş bi insan olarak bu işi asla hak etmediğinizi düşünür, sürekli kendinizi yetersiz hissedersiniz, tabii bu arada bu zamana kadar insanların başarı addettiği her sey için sizin açıklamanız 'sansınız yaver gitmesi'dir kapasitenizle hiiç alakası olamaz.

    hele bir de sizi sık boğaz etmeyen bir hocanız varsa, 'kendi kendinizin patronuysaniz' yani, o zaman işte idari işleri tıkır tıkır yapan ama bireysel akademik çalışmaları sürüncemede kalıp vicdanen, ruhen, fiziken her dakika kemirilip mide ağrıları sırt ağrıları çeken birine dönüşür, istifa planları yaparken bulursunuz kendinizi, oysa işin öğrencili, sınıflı kısmı sizi ne çok mutlu etmektedir.

    illa depresif antisosyal uyumsuz kaba saba küfürbaz agresif olmanız gerekmez. aileniz ve arkadaşlarınız arasında sevilen, sorunsuz, uyumlu, enerjik, neşeli bi insan olarak anılırsınız. öyle enerjiksinizdir ki sabah kahvaltısında ilkokul arkadaşlarınızla öğlen orta-lise tayfasıyla buluşup saatlerce sokaklarda gezip gece kalabalık ve karmakarışık bi arkadaş grubuyla sabaha kadar eğlenip ertesi gün kalkıp o günün über sosyal programına başlarsınız. bunları yaparken sıkılmak üşenmek filan yoktur. oysa ders çalışmanız gerekse 3. sayfada uyuyakalırsınız.

    geriye dönüp baktığınızda sınıftaki düşüncesizlerin sorduğu saçma sapan sorular yüzünden ders dinleyemediğinizden yakındığınızı fark edersiniz. sizin dikkatinizle iligli bi sorun değil de onların sorduğu salak sorulardır sizin dinlemenizi zorlaştıran. meğer sormasalar da dağılacakmışsın.

    düzen! devamlılık yani! en önemlisi bu. bırak nemlendirici sürmeyi dişini bile 'her aksam' düzenli fırçalayamamak... spora gidememek, diyet yapamamak, yarım bırakılan onlarca hobi, su içememek mesela su ya bu su! kendini 'sorumsuz' 'iradesiz' saydığın, sandığın, günden güne özsaygını yitirdiğin uzuun yıllar.

    beynin... kendi kendine kanal değiştiren televizyon!
    yeterince gözlemci arkadaşlarım -özellikle aşık olduğum zamanlarda- kendi kendine kanal değiştiren bi televizyona benzediğim yakıştırması yaptığında keşke aklıma gelseydi.

    ya da üniversitedeki o eski sevgilim duvarıma asmam icin kar ve kaplan filminin afişini üstüne büyük puntolarla kon-san-tras-yon yazdırarak bastırdığında...

    iki üç yıl önce gevezeliğimin insanların ömründen çaldığını fark edip yakın arkadaşlarıma sizin zamanınız benim zamanım değil çok dağıldığım zaman beni toplayın demiştim. e olayını anlatmak için tüm detaylarıyla a b c ve d'yi anlatmama gerek yoktu. yine de kısa cümleler kurmak ya da kabaca anlatmak gibi bir sey yok benim için.
    tedaviden sonra ilk etkiyi konusmamda fark ettim. daldan dala atlamalarım 876487364'den 6487364'e indi. 87364'e ineceği günlerin ihtimali bile umut veriyor.

    evde oturabildiğim için seviniyorum. henüz verimli geçmiyor zaman ama en azından sokaklardan uzak durabiliyorum. her hafta 3 etkinliğin katılanıysam bile hala, en azından 3 de kendim organize etmiyorum çok şükür. evet ders çalışamıyorum ama 'bazen' çalışabiliyorum. sonra mutlulukla annemi dedemi filan arıyorum 'biliyo musun 3 saat sadece çişe giderek çalıştım!' sonra en az bir hafta geçmesi gerekiyor aynı mutluluk için.

    3 kere filan kalktım su entriyi yazarken hem yeter diyo bi yanim hem de bütün ızdırabımı dökmek istiyorum.

    etraftaki hhheeeeerr şeeeyi fark edebilir biriydim. boyle biri nası dikkat eksikliği yaşayabilir ki? meger mevzuuya odaklanamadığım için heeerrr seeeye odaklanıyormuşum. bütün bu teraneden bihaberken kendimce bi yöntem geliştirmiştim. arkada olan biteni takip eden fıldır fıldır gözbebeklerim yüzünden sürekli karşımdaki insanların dikkatini dağıtıyodum da sanki bi şey varmış gibi arkalarına dönüp bakmaya başlıyorlardı. ben de böylece masa ya da koltuk secimlerimde ayna/kapı/tv karşısı olmayan sakin, duvara karşı yerleri secmeye başladım. hep dinliyordum ama dinlenmediklerini hissettiriyormusum. bunu duyunca cok uzulmustum. neyse ki yöntem işe yaradı.

    okumadan ölmek istemediğim 7658590 tane yarım kitabım var. belki 35 tanesi yanlış seçimdir de ondan yarımdır peki ya kalan 7658555 tanesi? okumak istediğim bunca kitap varken sosyal medya hesaplarında alemin yazdığı kıçıkırık postları okurken ya da aman ne mutluyum suraya da gittik bunu da yedik ayse de geldi ali de burdaydi falan tadında paylasımlara bakarken 5 saat geciriyordum. yüksek lisans falan neyse böyle kotardım. doktora ders dönemine gelince kurtarmadı tabii, zaten bildirimleri kapalı olan sosyal medya hesaplarımın sifresini kadim bir dostuma değiştirttim, uygulamaları telefonumdan sildim. whatsapp'ta 10'a yakın gruptaydım. şimdi az konustugumuz iki şahsi grup bir de iş grubum var. bildirimleri kapalı. işe yarıyor.

    bundan 4 yıl once bi sabah ders çalışmak için ofise gidip sabah 8:30'da ayakkabı almıştım markafoniden... o günden sonra bütün alışveriş sitesi mail üyeliklerimi sildim. markafoni aktif ama yakın arkadaşım kullanıyor hesabımı. girmedim yüzyıldır. işe yarıyor.

    dağınığım evet ama hiçbir zaman önemli hiçbir seyimi(ehliyet pasaport emar tahlil sonucu diploma vs) aramam gerekmedi. kendince bir düzenim var. çalışma masam gardrop gibi olabilir bu evine gittiğimde arkadaşımın kaşık çekmecesini tasnif edip bardaklarını eş eş dizdiğim (o söylemese fark etmezdim) gerçeğini değiştirmiyor.

    uyumluyum demiştim ya, baskalarına karşı sorumluluklarım neredeyse hiç aksamaz, son ödeme tarihlerini kaçırmam. ögrenciliğim boyunca cok masrafsızdım. su anki maaşımın neredeyse dörtte birine gayet sosyal yaşıyordum. ne zamanki kendi maaşımı kazanmaya başladım bütçe kontrolü diye bir şey kalmadı. masrafsız öğrenciliğimin bedelini ailebank ödüyordu.ha bu arada mutevazi bi hayatim var. kokoş değilim vs. tedavi basladıktan sonra artıya geçmedim evet ama eksi 500-800 yerine 300-500e indi. bu ay belki 0-300 olacak...

    dür-tü-sel-lik!

    hayatımın her alanında ağzıma sıçmış. ama en çok birinden hoşlandığım zaman sevgi pıtırcığına dönüşmemin bedelini ödedim düşününce. ne flörtler 'asktr bu kız aşkımdan ölüyo' sanıp ayakları kıcına vura vura kactı. oysa sadece ici icine sığmayan yüreciği pırpır ama oldukça rasyonel bi kadındım o kadar. asla sinsice nikaha götürecek bir kezban değil.. kısmet değilmiş. tedaviye başladıktan sonra 6 ayı bitmiş düzenli ve düzeyli bi 'flört' içerisindeyim vefakat ilişki istemiyorum. önce kim olduğumu bulmam lazım.

    öfkeyle kalkınca zararla oturuyorum.

    bi davet aldığımda önce refleks olarak kabul ediyorum, yılların alışkanlığı. tedavi basladıktan sonra kabul ettiysem bile bi durup kendimi bi köşeye çekiyorum. hopp kızım dur ya ne konusmustuk! rasyonel davranacaktık hani? kendime geliyorum. sonra, özellikle davet samimi olduğum birinden geldiyse hemen geri arıyor böyle böyle dedim ama gelmemeliyim. di mi? evet evet.

    asla ptesi cars cuma spora giden biri olamayacığımı kabul ediyorum ama bunu hiç spor yapmayan biri olmak için bir bahane kabul etmiyorum. ben tedaviden sonra 5 ay boyunca haftada üç gün düzenli spora gittim. bazen ptesı cars cuma bazen pers cuma ctesi bazen ctesi ptesi sali. aferin lan bana! (iki aydır hiç gitmedim belki ama bunlar hep doktora'nın sucu yine yine yine gidicem) ha bunu nereye bağlayacaktım demem o ki eskiden olsa spor yapamıyorum ben iradesizim sorumsuzum bok püsür der sızım sızım sızlanırdım denemezdim bile bak şimdi artık yaptığım kadarına aferin diyorum. yavas yavas özsaygım geliyor yani.

    hala okuyor musunuz bilmem helal olsun. aslında her seyi bir yere bağlamak için yazdım ama kaynayanlar oldu. zamanla editlerim.

    teknolojiden faydalanın. anımsatıcaları alarmları kurun aldığınız güzel ve üç satır yazılıp bırakılmış defterler sizi seviyor ama sizin icin uygun değiller. size o defterleri açmanızı hatırlatacak bir seyler lazım. gözünüzün önüne listeler yapın.

    kendinizi önemseyin. kendinizi sevin. hayat müsveddesi olmayan tek şey. günlük resimlerdense büyük resimde ne görmek istediğinizi hatırlatın kendinize. mesela yanındayken cok mutlu oldugunuz sevgi dolduğunu o adam var ya. geçen x yıla baktığınızda elinizde olmasını istediğiniz seyler yoksa, zihninizdeki anılar belirsiz ve silikse, o geçen x yıl sizi görmek istediğiniz büyük resme yakınlaştırmadıysa bırakın onu gitsin.

    uyku mevzuu var bi de! deliksiz uyku nedir bilmezdim. bazen 30-40 dakikada bir uyanırdım zilyontane yorucu rüya da cabası... bunu doktrinde belirtiler arasında hiç görmedim ama bence eklenmeli. uykumu alamadığım için tüm gün mal gibi gezerdim. kahve kazanını içsem uykum kaçmazdı.. concerta sonrasi tüm gece hiç uyanmadan uyuyabilmeye başladım. büyük lüks kıymetini bilin.

    işbu entri iki saatte yazılmış olup baştansona bir kez bile okunamamıştır.

    edit medit: 28 aralıkta yeterlilik sınavım var. şu an yazılıyı geçemeyeceğim hissi çöktü tam üç gündür jiç çalışamıyorum. 4 gün evden çıkmadığım zaman verimli çalışabildim geçen hafta. düzenli 54 mg concerta artı opsiyonel ritalin alıyorum. ritalin'in hiçbir zaman uyanıklık hali ve dağılmadan konusma harici belirgin bi etkiaini hissetmemiştim. şimdi içip dirensem de 2 saat sonra uyuyorum.

    çok daha iyiyim. özellikle özsaygı konusunda epey yol kat ettim. insanlara sınır koyabilmeyi düşe kalka öğreniyorum. ilk kez çok ama çok heyecanlandığım bir kariyer planım var. kendime hatırlatmazsam unutuyorum yine. yukarda bi yerde "büyük resim"den bahsetmiş olmalıyım. büyük resimde görmek istediklerinizi kendinize hatırlatmaktan vaz-geç-me-yin. size heyecan veren bi iş seçin. kendinizi sevin. geçmişi boşverin. geleceği de kontrol edemiyoruz nasılsa... di mi canım?

    kızım sana söylüyorum gelinim sen anla oldu bu da işte.

    "uzanıp kendi yanaklarımdan öpüyorum." *

    2 ekim 2017 edit: http://www.chadd.org/…-disorder/apps-for-adhd.aspx# daha gidecek çok yolumuz var güzel ülkem.

    2019 eylül edit:

    28 aralık 2015'te doktora yeterliliği geçtikten bir süre sonra "artık tez için 2.5 yılım var kendim kotarabilirim sanırım. bi deneyeyim diyerek concerta ve ritalini bıraktım."

    time-blind olan ben değilmişim gibi bunu yaptım. haftalar gün aylar hafta yıllar ay gibi geçip gitmiş.

    2017'de hala hiçbir şey yapmadığımı fark ettim. ilaca başlasam mı başlamasam mı derken, sene oldu 2019, ocak gibi yine bi geldiler başlasam mı başlamasam mı...

    fonksiyonel tıp uzmanı doktorum "ben tavsiye etmem ama onsuz yapamayacak gibiyseniz başlayın tabii" dedi. solgar, rhodiola root denememi önerdi. ilaca yine direndim. takviyelerime rhodiola'yı ekledim. 2019 mart'ta salya sümük psikiyatristime gittim, "tansiyon hastası olsanız düşünür müydünüz? neden böyle zamanlarda destek almayasınız" dedi. reçetemi aldım. yine direndim. sabah sekizlerde ofise geldim akşama kadar oturdum çalışamadım. haziran sonu gibi yine reçeteyi aldım. yazdan çok umutluydum. yine direndim ilaca başlamadım. eylül 2019 oldu tekrar başladım. şimdi fonksiyonel tıp uzmanı doktorumun önerisiyle yurt dışından phosphatidylserine getirteceğim. tr'de bu etken maddeden içeren tek takviye sharp blue, epey pahalı, bu ay ek olarak ona başladım. 54 mg concerta artı ritalinle bıraktığım maceraya 36 mg concertayla geri döndüm. hala çalışamıyorum. doz arttırmayı önler belki diye fosfatidilserin takviyesi deneyeceğim. siz de bilin. siz de deneyin.

    ayrıca d vit, magnezyum çinko vırt zırt periyodik bakımlarımı asla ihmal etmiyorum.

    tez benim bölüm sonu canavarım oldu. hayatımın en bariz belirleyicisi oldu. koyvereceksem bile bitirince koyvereceğim.

    demem o ki ilaç hayat kurtarabiliyor. zira 4 yıl geçmiş ve elde var sıfır. çocuk yapaydım en kritik 0-3 yaşını onla ilgilenerek geçirmiş olurdum en azından. iç ses başlıyor "sen daha bi tezi yazamıyorsun çocuk sorumluluğunu nasıl alacaksın" diye. sizin sesler de kimbilir neler diyordur. susturmanın yollarını bulmamız lazım.

    the bullet journal diye bi ajanda sistemi var onu deneyin.

    ben yapamıyorum ama siz düzenli meditasyon yapın.

    spor yapmayı asla ihmal etmeyin.

    vitamin mineral eksikliklerinizi takip edin.

    kendinize hoşgörülü olun.

    kendinize hoşgörülü olun.

    rutinleriniz olsun ve onlara sahip çıkın.

    güvenilir bir terapist bulun. terapiye inanın.

    davranış değiştirebilmek için ısrarla çabalayın. olmadı mı bi süre bırakın. sonra yeniden deneyin. denemeyi bırakırsak mahvolacağız. bırakmayalım.

    kendinize hoşgörülü olun.

    içinizde bık bık eden ebeveyni susturun, içinizin bi köşesine sinmiş çocuğu sarıp sarmalayın. onu potansiyelini gerçekleştirebileceğine inandırın, en azından denemeye...

    may the force be with us canımlar.

    en son 10 eylül 2019’da yukardaki edit’i eklemişim. şimdi 20 kasım 2020 edit:

    fosfatidilserinler hala kutusunda duruyor. 3 kutu ilacı içmeyi bile beceremediğim bir yıl daha geçmiş.

    doktoranın 7. yılı. son bi gayretle kendimi dış dünyaya kapattım. covid resmen tezi yazayım diye uzadıkça uzuyor. concerta’da 54’e çıktım. gerekirse ritalin alıyorum. yanına antidep eklendi çünkü çıldıracağım az kaldı. hareketsizlik çok zor. spor yapmayı bırakın o günlük sıradan hareketler bile hiperaktivite için ne faydalıymış, biliyordum da, geceleri tepinmekten uyanıp geri uyuyamamaktan şimdi anlıyorum.

    geçen gün 25 dakikalık üç set çalışabildim. nası mutluluk anlatamam. sonra aney baba covid oldu. iyiler çok şükür ama odak kaydı tabii bambaşka yerlere. ben de negatifim ama 10 gündür evdeyim. tedbiren. sağlık olsun.

    4 gundur tv açmıyorum, tv derken yayın yok zaten. netflix mubi ve amazon bataklarına düşmüyorum diyeyim.

    instagramı yine kapadım. app’i sildim.

    iki gün önce bi cinnet anında beni en çok oyalayan whatsapp’ı da sildim. doktora yeterlilik zamanı çok iyi gelmişti. umarım yine iyi gelecek. şimdilik çalışamıyorum. günler dersleri asiste ederek yemek yaparak ara ara twitter’a ya da buralara düşerek veya telefonla konuşarak geçiyor. geçsin.

    biliyorum ki çalışabileceğim günler yakın. biliyorum ki buraya kadar geçtiğim eşikler gibi bunu da geçeceğim. belki bu defa 2-3 ayla olmayacak ama geçecek. kendime çalıştığım zaman çok mutlu olduğumu ve dünyanın en harika tezini yazmak zorunda olmadığımı her gün 6876889655 kere tekrar etmem gerekecek ama geçecek. 2020’inin kasımından kendime şefkat yolluyorum.

    ben bu mücadeleyle buraya gelebilmeyi başarabildiğim için bile koca bir aferini hak ediyorum. bunu da kendimden başka kimse hakkıyla veremez çünkü ne çektiğimi en iyi ben biliyorum.
hesabın var mı? giriş yap