• bu albüm türk pop müziği tarihi içinde gerçek bir devrimdir ancak arkasını kimse getirememiştir. kadın ensest de dahil hayatında ne bok varsa dökmüştür ortaya, dinlerken sizi de silkeler, dökülenleri toplayın bakalım kolaysa...
  • nispeten kalabalık bir grupla cd çaları bir arabada uzun bir yolculuğa çıkma arifesi herkesi mutlu edecek bir cd ararken, ve nazan öncel şarkıları adlı saygı albümünü gördüm. farklı tarzdan sanatçılar ve tarz bir şarkı yazarı. tabii döndüre döndüre dinledim. bazı yorumlar iyi, bazıları orijinalinin aynısı, bazı yorumlar eh işte, bir tanesi de kötü. ama asıl bahsetmek istediğim bu albüm değil. albümde beni en çok etkileyen nazan öncel'in şarkı yazarlığının ne kadar güçlü olduğuydu. özellikle 90'larda yayınladığı şarkıların pek bir benzeri yok; çok dobra, şiirsel, vurucu, ağzı bozuk, eğlendirirken bile alttan alta lafını esirgemeyen bir kalemi var. müzikal olarak da yelpazesi çok geniş. imaj olarak da dikkat çekici, kendinden emin. bunun belki de en belirgin olduğu albüm ise demir leblebi.

    demir leblebi'den birkaç adım geri dönelim bir süre için. bendeki en eski nazan öncel görüntüsü aynı nakarat şarkısı ve klibi. türkiye'nin çoğu da kendisini o zaman tanıdı. ama öncel'in müzikal geçmişi bence çok ilginç. kendini 1970'lerde izmir'in canlı müzik hayatının cafcaflı dönemlerinde sahneye atan, bir arabesk söyleyen, bir tango söyleyen, bir alaturka söyleyen, bir pop söyleyen bir şarkıcı öncel. tüm bu tarzların içiçe geçip, bir de disko sosu yedirildiği yağmur duası ile 1982'de ilk uzunçalarını yayınladı ama müzikal olarak çok dikkat çekmemişti. bugün geriye bakıp öncel'den zalimin zulmü ve damarımda kanımsın dinlemek çok acayip. sanki bambaşka bir şarkıcı dinliyoruz. zaman zaman bugünkü öncel'den teknik olarak daha iyi performanslar gelse de albümde kendi rengini bulamamış. ama o dönem özellikle kadın şarkıcılar arasında çok ender rastlanan bir şey yapıyordu öncel ve çoğu şarkısını kendi yazıyordu. ama bu da dikkat çekmedi. albüm tutmayınca öncel müzik hayatına bir süre ara verse de 90'larda patlayan pop müzik onu heyecanlandırdı ve dönemin genç yeteneği iskender paydaş ile bir hadise var'ı yayınladı. albüm kapağı çok alaturka dursa ve aynı plak şirketinden o sene çıkan emel sayın'ın albüm kapağının neredeyse aynısı olsa da kapağın altındaki şarkılar dönemin pop ruhuna uygundu. tekerleme gibi sözleri cin gibiydi, şakacı ama derindi. hüzünlendirmek istediğinde ise tokat gibi çarpıyordu. öncel'in üçüncü albümü ben böyle aşk görmedim'i onun deli kızın türküsü'süydü. şarkıcının hem kaleminin hem de müziğinin ne kadar yaratıcı olduğunun bir göstergesi bir albümdü. dönemin ruhuna çok ters duran, akustik ve içten göç ise tam bir kış albümü. yumuşacık. sokak kızı da bir öncekinin tam tersine sert ve isyankâr. yani her albümde öncel, kendini yeniliyordu. bu sırada 90'lar neredeyse bitmekteydi ama öncel'in bohçasında ise bir büyük bomba daha vardı.

    satış rakamlarını bilmiyorum ama erkekler de yanar, ben sokak kızıyım ve a bu hayat o dönem bol bol çaldığına göre sokak kızı albümü ile öncel popülarite olarak kendi zirvesindeydi. hem de yazdığı şarkılar öyle kolay yenilip yutulacak şarkılar olmamasına rağmen. ama pop müziğin zirvesi yıllardırsezen aksu'ya aitti. aksu ve öncel'in ilişkisi sıcak başlamıştı. keza aksu, sokak kızı albümünde nazan öncel'e geri vokal bile yapmıştı. ama iki şarkıcı da kendi şarkılarını yazan, hafif çatlak ama güçlü kadın imajinda olunca birbirleri ile karşılaştırılmaları kaçınılmazdı. hülya avşar, öncel'i konuk ettiği şov programında bu benzerliği öne çıkarınca öncel oldukça sinirlendi ve bu olay öncel'in bu konuda ne kadar hassas olduğunu ortaya çıkardı. medya da bunu hassasiyeti kaşıdı durdu. kısa süre sonra sezen aksu'nun seni yerler'e çektiği klibin erkekler de yanar'ın klibine benzerliği gazetelere çıktı ve bu haberler ikili arasındaki ilişkileri daha da gerdi. son olarak da nazan öncel, dönemin önemli siyaset dergilerinden nokta'dan cumartesi anneleri ile ilgili bir proje teklifini samimi bulmayıp reddederken, sezen aksu aktüel dergisinde promosyon olarak yayınlanacak "cumartesi anneleri" şarkısını kaydetti. öncel, daha sonra roll dergisine verdiği röportajda bu olayı anlatırken aksu'dan "adını vermek istemediğim yapay bir insan" olarak bahsetmekteydi. bir de kendi özel hayatındaki sıkıntılar, öncel'in biraz daha karanlık ve sinirli bir havaya bürünmesine neden oldu. arası çok iyi olmadığı babasını 1998'de kaybetti. belki hem kariyerinde hem özel hayatındaki gelişmelerin de etkisi ile öncel, sınırlarını biraz daha zorlamak istedi. kalemini keskinleştirdi, seçtiği konularda toplumun tabularını hiç sallamadı, elektronik müziği daha fazla kullanmaya başlarken, farklı müzikal tarzları bir araya getirmekten çekinmedi.

    demir leblebi de öncel'e müzikal anlamdaki kankaları iskender paydaş ve hamit ündaş destek çıkmaya devam etmiş. bu nedenle öncel'den duymadığı alıştığımız tarzda şarkılar duymaya devam ediyoruz. "sokak kızı"ndan kalan bir rock havası bir miktar devam ediyor. ama "ben böyle aşk görmedim"in elektronik havası ile "göç"ün hüznünden de yansımalar var. albümün son şarkısına kadar müzikal bir sürpriz yok. kayıtlar, müzikal pasajlar, enstrümanlar, hepsi on numara. albüm kitapçığındaki resimler şarkıların anlattıkları ile çok uyumlu. albüm kapağını da sempatik bulurum.

    albümün açılışını yapan beni söyletme, oldukça tatlı bir pop rock şarkısı. yukarıda bahsettiğim o sert dilden, keskin kalemden çok fazla nasibini almamış bir eser bu. e adından belli. öncel, "beni söyletme" dese de albümün devamında lafini sakınmayacak. sert bir albüme yumuşak bir giriş yapıyoruz aslında. "başlarım senin gönül çarkına" sözü burada tek istisna olabilir. rock altyapısı şarkıyı bir önceki albümün sound'una yaklaştırıyor. özellikle "mümkünse gönderme" kısmını dinlemesi aşırı zevkli geliyor. ama asıl güzelliği yaylılı, darbukalı, alaturka havası. sözlerindeki içmek ve unutmak teması ile şarkının ortasına bir çilingir sofrası kuruluyor. aslen louis aragon'un dillendirdiği "mutlu aşk yoktur" sözünü (ki zülfü livaneli de bu sözü kullanmıştı) de nazan öncel, bu çilingir sofrasının ortasına yerleştiriyor. bestesinde olmasa da sözlerdeki üzüntünün üstüne tuğlalar koyarak albüm ileriyor.

    of of.. bu havada gidilmez nasıl güzel bir şarkıdır yarabbim. öncel, bildiğimiz gibi "gitmek" ve "kalmak" hakkında çok söz söylemiş ve gitgeller yaşamış bir şarkı yazarı. bu şarkıda gönlü kalmaktan yana. ama zamanında gitme kal bu şehirde derken biraz daha sade ve direkt iken, öncel bu sefer isteğini daha şiirsel bir şekilde iletiyor: "beni bırakıp gitme bir yere, gidersen unutursun, dilerim böyle olmaz, bu havada gidilmez, güneşli günde gidilmez, aslında hiç gidilmez". ilyas tetik'in çaldığı ud yüreğe işliyor. işin ilginci bu alaturka nameler, şarkının elektronik altyapısı ile çok iyi bir uyum içinde. bu elektronik altyapı, şarkının çok damar ya da çok ağlak olmasının da önüne geçmiş. dinlemeyi daha zevkli kılmış. şarkının benim için tek nazar boncuğu "son günüme kadar, kalp durana kadar, aşk mezara kadar" kısmında öncel'in cümle ortasında es vermesi. en başından beri bu tercihe pek alışamadım. oralar hep bir miktar tekliyor gibi geliyor. manuş baba'nın yorumunda bu kısım bence olması gerektiği hale gelmiş. onun dışında ise çok etkileyici bir şarkı. şarkı albümün ilk basımlarında yer almıyor. ama iyi ki öncel ve ekibi üşenmeyip, bu şarkıyı ekleyerek albümü tekrardan basmışlar.

    hep yalnız ile bir hüzün denizinde yüzmeye devam ediyoruz. öncel'in albümlerinde sadece söz ve düzenlemenin değil, melodinin de çok öne çıktığını görürüz. şarkılara çok özel introlar ya da solo performanslar eklenir. bu şarkının da introsuna özenildiği çok belli. kıtası ayrı güzel, nakaratı ayrı güzel. kıtaların sakinliği, nakaratta yavaş yavaş artan vokal, kıtalar, nakarat derken dalga dalga dinleyiciye vuran bir şarkı gibi geliyor bana. vokalin, kelimelerin anlatmak istediğini çok iyi yansıttığını düşünüyorum. mesela "bu aşk benim bedenime göre değil" derken öncel'in hayal kırıklığını, "bugün kötü günümdeyim" derken öncel'in içindeki sıkıntıyı duymak mümkün. biraz kıyıda köşede bir şarkı gibi gözükse de bence albümün en iyilerinden.

    albümün en acayip şarkılarından biri kunduram, sandukam, zembilim. ismi öncel'in şakacı şarkılarından biri gibi gözükse de (ya da ben "eveleme, geveleme, develeme" şarkısı ile gereksiz bir benzetme kuruyorum) aslında şarkı öncel'in en orijinal bestelerinden ve vokal performanslarından birine sahip. eğer duysaydı kızardı ama bu şarkıdan bir ışık doğudan yükselir albümü havası alıyorum. modern bir türkü formatında olmasından böyle bir benzetme kurmaktaydım. "varamıyom", "göremiyom" gibi halk ağzı çekimlerin yanında, potuk, göynek, zembil gibi kelimelerin kullanılması ile bana bu şarkıyı kafasında yemenisi ile bir köy kızı söylüyormuş gibi geliyor. şarkıyı taşıyan bağlamanın da bu türkü havasının oluşmasında rolü var. ama şarkının düzenlemesi klasik halk müziği formatında hiç değil. elektronik enstrümanlarla beraber bir sentez ortaya çıkarılmış. şarkıda çok ağır bir hasret var. birbirleri ile sadece rüyada görüşebilen bir çifti anlatan şarkının "bir özgürlük çayına hasret mi öleceğiz" kısmını ne zaman duysam, sözler kulaklarımı pas geçer ve direkt kalbimi sızlatır.

    bu noktada bir ağır şarkı daha gelse bilekleri yatay keserdim herhalde ama nazan öncel hayatımı kurtarıp albümün en hareketli şarkılarından aşıklar parkı'nı patlatıyor. şarkının bestesi aslında öncel'in ilk albümü yağmur duası'nda yer alan ben yalnız seni sevdim'in bestesi. orijinal beste ve düzenleme soft arabesk diyebileceğimiz bir tarzda. sözlerinde de çok dikkat çeken bir şey yok. böyle düz bir şarkıdan aşıklar parkı gibi başarılı bir şarkı çıkarmak çok büyük yetenek. albümün ilk şarkısı "beni söyletme" ile bazı benzerlikler var. düzenlemede yine yaylılar, yine darbuka, aynı zamanda da elektro gitar var. ama bu şarkı müzikal olarak ilk şarkıdan çok daha fazla numara içerdiği için kulaklarım için daha doyurucu. çok kıpır kıpır bir girişi var. şarkı boyunca da bu giriş melodisini sık sık dinliyoruz. özellikle şarkının orijinalinde olmaya nakarat kısmı çok eğlenceli. öncel "of dedim of of dedim" derken hafif bir gülümseme ile bir of da biz çekiyoruz. "sen bir mikropsun sen", "hadi kızım kalk git evine, zıbar dedim" kısımları da hem gülümsetiyor hem de öncel'in kendine has bozuk ağzının da hoş örneklerinden olarak dikkat çekiyor.

    zor dünya ile tekrardan karanlık bir havaya bürünüyoruz. biraz garip bir eser. bunda nazan öncel'in vokal performansının büyük etkisi olduğunu düşünüyorum. bazı yerlerde sesini sanki gereğinden fazla titretiyor. kötü değil ama rahatsız edici. büyük ihtimalle şarkıdaki ölüm temasına uygun olarak bilinçli bir şekilde yaratılan bir rahatsızlık bu. bir yandan eller üzerindeki son yolculuk, yalanlar, anlaşmazlıklar anlatılıyor, bir yandan da öncel sesini farklı farklı şekillere sokuyor. klavye, şarkının boşluklarını doldururcasına yoğun bir şekilde şarkıya eklenmiş. uzunca da bir şarkı bu. 5,5 dakika sürüyor. bu kadar karanlık bir şarkıyı bu kadar uzun tutmak da cesur bir hareket. sonuç olarak müzikal olarak belki o kadar olmasa da hissiyat olarak sert bir şarkı ortaya çıkıyor. albümdeki favori şarkılarımdan olmasa da yapmaya çalıştığı şey anlayıp , takdir de ettiğimi söylemem lazım.

    bu arada burada belirtmem lazım ki demir leblebi albümünü daha önce baştan sona hiç dinlememiştim. ilk kez dinlerken de ayıptır söylemesi uyuyakalmışım. hızlı yaşarken başladığı anda uyanıp "yuh ya uyumuşum, albüm bitmiş, spotify shuffle'a geçmiş, hatta dee çalıyor" diyerek gözlerimi açmıştım. tabii sonra öncel'in vokali başlayınca bir an afalladım. sen git, randy rhoads babanın mükemmel eseri dee'yi al, intro yap. bunun hikayesini öğrenmek isterdim doğrusu. internette gitarları kimin çaldığını da öğrenemedim ama çalan çok iyi çalmış. müzikal olarak çok tatlı, akustik bir eser. akustik gitarlar çok güzel notalar ve oldukça kaliteli bir solo çalarken, gitar ile çok uyumlu notalar çalan bas gitar da düzenlemede oldukça öne çıkarılmış. nazan öncel'in ses tonu bu şarkıda çok naif ve sevimli. ama böyle pamuk şeker bir müziğin üstüne nazan öncel pek bir ters köşe sözler yazmış. sözlerin bir eski sevgili/yeni dosta yazıldığını düşünmüştüm ama deniyor ki oğluna yazmış, o daha da ters köşe bir durum. hangi türk pop şarkıcısı rahatlıkla piyasa bir pop şarkıya çevirebileceği bu bestenin nakaratını "onu nasıl becerdiğini anlatma" diye başlatır? elbette nazan öncel. bu "becerme" muhabbeti, "beni gerçekten istiyorsan, kendine biraz hükmet" ya da "hızlı yaşarken genç öleceksin ne yazık korkarım" gibi sözlerin insanın kendi oğluna söylemesi tuhaf. şairin de dediği gibi "sigmund freud analyze this".

    albümün tek sevmediğim şarkısı kötülere bi'şey olmaz. bu şarkıda diğerlerinde olduğu gibi alaturka pop rock havası vermek istemişler ama biraz fazla mı kaçmış, bilmiyorum ki. herhangi bir popçunun herhangi bir albümünde olabilecek bir beste bu. söz olarak da öncel'in şarkıda gereksiz agresif olduğunu düşünüyorum. "şanslı köpek", "yuh sana", "domuzsun sen" diye hakaretleri sıralamış. onun dışında ne söz ne müzik anlamında pek bir numarası var. eğlenceli desen çok değil, protest desen değil, pop desen değil, alaturka desen değil. fazlasıyla düz bir şarkı.

    geldik albümün en kışkırtıcı üç şarkısına. kız bebek ile açılışı yapıyoruz. müzikal olarak oldukça sempatik şarkılardan biri bu. kemanlar, zamanında beyoğlu'nda çalan enstrümantal müziklere benziyor. avrupai ve pozitif. çok da hoş bir keman solosu var şarkıda. gel gelelim sözler memleketin karanlık yüzünü yüzümüze yüzümüze vuran bir otobiyografik hikaye. aslında öncel ailesi izmir'de yaşayan, eğitimli, modern diyebileceğimiz bir aile ama gel gelelim kız bebek doğunca ilkellige dönülüyor. öncel'in babası eşini ortada vahim bir hata varmış gibi suçluyor, eve gelmiyor ve kızına isim vermiyor. işin acısı bugün bile bu hikayeye "bu nasıl bir şey?" diyemiyoruz çünkü biliyoruz ki hala bu ülkede böyle şeyler yapacak azımsanamayacak kadar baba var. öncel, bu anıyı anlatıp, "ben bir kadınım ama önce insanım" diyerek asıl mesajını doğrudan veriyor. şarkının ikinci kısmında kadınlık ile anneliği bir araya getirmesi belki bazı feministleri kızdırıyordur ama öncel burada daha doğar doğmaz aşağılanmasına, ona "kötü kadın" denmesine rağmen tek başına bir çocuk büyütecek kadar güçlü olduğunu anlatarak mücadele etme arzusunu başarıyla vurguluyor. şarkının sonunda öncel'in "istemem istemem ona baba demem" demesi bence çok acıklı. ahmakça bir nedenden dolayı küçücük bir kıza baba sevgisinin gösterilmemesi ne kadar trajik. o küçük kızın üvey babasından da darbe yemesi işi daha da dramatik yapıyor ama o hikayeye biraz daha vakit var.

    albüm çıktığında, sokarım politikana şarkısı çok büyük olay olmuştu. hortumlanan bankalar, ekonomik buhran, susurluk, derin devlet, darbe, 28 şubat, tarikatlar vs. derken, millet o dönem politikadan artık iğreniyordu. böyle bir dönemde, "sokarım politikana" denmesi çok ilgi çekti. şarkının ara ara olacak o kadar'da kullanıldığı gibi hafiften silik bir anı var kafamda. ama genele baktığımızda şarkının üstündeki çok da pozitif bir ilgi değildi. evet, millet politikadan nefret ediyordu ama bir şarkının adında "sokarım" olmasına da kimse hazır değildi. bu nedenle öncel'i sansasyon yaratmakla suçlayan çok oldu. haklılardı da. öncel, elbette insanları kışkırtmak istiyordu. ama bilinmeyen bir şey daha vardı ki bu şarkı aslında politika ile ilgili değildi. şarkı bir aşk şarkısıydı. ağır ağır ilerleyen, rock esintili bir melodinin üstüne nazan öncel yine bütün siniri ile aşkta kaybetmesinden, karşısındakinin oyunlarından bahsediyor ve aşkı doğru dürüst yaşamadan, aşkta "politika" yapanlara saydırıyordu. hatta şarkının sonunda şöyle içten bir "hasss" diyordu da gerisi gelmiyordu. şarkı ismen çok bilinse de çoğu kişi şarkının kendisini bilmez. bu da üzücü çünkü altyapısı, düzenlemesi ve "kışkırtma" derken çıktığı tizleri ile bence çok leziz. ama tabii ki şarkının tavrı, şarkının müzikalitesinin çok daha önünde ve bu tavır çok daha konuşmaya değer.

    bir albümde "sokarım politikana" diye bir şarkı olacak bu bu şarkı albümün en çok konuşulan şarkısı olmayacak. ne kadar saçma, değil mi? ama bahsettiğimiz albüm "demir leblebi" ve albümü, hatta nazan öncel'in bir dönemini, kapayacak şarkı ise demirden leblebi. şarkı, pop müzik endüstrisini geçtim, türkiye'de hiçbir müzik tarzında duyamacağımız kadar dürüst, sansürsüz ve rahatsız edici sözlere sahip. müzik olarak da oldukça avangard. şarkıyı bir hiphop beat'i taşıyor, arada yaylılar giriyor. vokal bazen tek ilerliyor, bazen çift oluyor. bu çiftler bazen uyumlu, bazen ayrı tellerden çalıyor. bazen vokal cümle ortasında duruyor. fısıldıyor. şarkı söylüyor, konuşuyor. karman corman. bu yüzden sadece müzik ve vokal performansı olarak baktığımızda şarkı hiç güzel değil. ama "zor dünya"da da dediğim gibi bu şarkının güzel olmaması bilinçli bir tercih. bu şarkı neden güzel olsun ki? hele konu bu kadar can acıtıcıyken. zaten farklı tarzlara kapısı açık duran öncel, 90'larda türkiye hava sahasına giriş yapmış rap müziğin cesaretini, hikaye anlatıcılığını kullanarak yıllarca içinde saklı tuttuğu hikayeyi şarkıya yansıtıyor. şarkı dinleyiciye değil, öncel'in annesine söyleniyor. küçük nazan, kardeşine annelik yaparken üvey babası tarafından uğradığı tacizi açık açık bu şarkıda annesine (dolaylı olarak da bize) anlatıyor. olay sadece tacizin kendisi değil, onun öncel'in hayatına uzun vadede nasıl kötü bir etkide bulunduğu ve de en yakınından bile bu küçük kızın destek göremiyor oluşu şarkının en az taciz kadar can acıtıcı temalarından. bir önceki şarkı gibi bu şarkı da "öncel, sansasyon yaratıyor" suçlamasını doğurdu. ama ben bu şarkının arkasında bir matematik, plan, program, gizli istek olduğuna inanmıyorum. şarkı o dönem haberlere, köşe yazılarına konu oldu ama öncel hatırladığım kadarıyla hiçbir zaman bu tacizi reklam malzemesi yapmadı. gerçek bir sanatçı gibi şarkısında söyleyeceğini söyledi, orada noktayı koydu. elbette ilerleyen yıllarda öncel, kadın cinayetleri, tacizleri, tecavüzleri konusunda sesini çıkarmamazlık etmedi ama tavrını bu şarkıdan bağımsız gösterdi. halbuki istese bu şarkının ekmeğini yerdi, yemedi. "annesinin sütü, babasının çükü" diyerek dokuz yaşındaki bir kızın hayata ne kadar acı bir şekilde başladığını tarihe kazıdı.

    demir leblebi, nazan öncel'in en iyi albümü müdür, bilmiyorum. olmama ihtimali yüksek. ama şarkıcının en otobiyografik albümü desek doğru, en agresifi desek doğru, en sıradışısı desek o da doğru. türk müzik tarihinde kendine has bir yeri var. ha, müzikte bir devrim mi yarattı? hayır. nazan öncel'in 90'lardaki tavrı, 2010'larda ceylan ertem, mabel matiz, manuş baba gibi alternatif popçulara örnek oldu ama bu isimlerden hiçbiri demir leblebi gibi cesur bir albüm kaydetmedi, kaydedemezdi. keza böyle cesur başka bir albüm için gerekli siyasal ve toplumsal ortam hiç olmadı. albüm çok da satmadı. büyük kitlelere ulaşmadı. öncel, bir de hülya avşar ile yine avşar'ın şov programında kavgaya tutuştu. elbette halk, sokak kızı nazan'ın değil, assolist hülya'nın yanındaydı. çok itici bulundu, medya da öncel'i daha da itici göstermek için elinden geleni yaptı. ağustos 99 depremi sonrasında albüm iyice kayboldu gitti. öncel de bir süre sessizliğe büründü. 2001'de geri dönüşü tarkan ile oldu. tarkan, hem sezen aksu ile avrupa'da büyük başarı kazanan şımarık'ın telif hakları yüzünden kavga etmesi, hem de artık farklı şarkılar söyleme isteği nedeniyle aksu ile yollarını ayırmıştı. bu dönem öncel ve tarkan bir araya geldi ve hüp, her nerdeysen, dudu, bu şarkılar da olmasa gibi tarkan adına başarılı şarkılar ortaya çıktı. demir leblebi ile eteğindeki taşları artık tamamen dökmesi sonrası rahatlayan öncel, tarkan'a verdiği şarkıların getirdiği piyasa başarısıyla yan yana fotoğraf cektirelim albümü ile kendini 90'lardeki alternatif havasından çok uzak, şıkır şıkır bir pop müziğe yönlendirdi. albümü sevdim mi? hayır. bu entry'nin başında adı geçen cd çalarlı araba ile gidilen başka bir uzun yolculukta maalesef saatlerce dinlemek zorunda kaldığım o albümden hiç zevk almamıştım. şimdi dinlesem de seveceğimi sanmıyorum. ama öncel'in hep acı çekmesini, hep karanlık albümler yapmasını isteyecek kadar da bencil değilim. sanatçı çok iyi albümler kaydetti, demir leblebi ile zirve yaptı, bundan sonra daha pop şarkılarla mutlu ise ve para da kazanıyor ise bana diyecek bir şey düşmez. nasıl olsa demir leblebi her zaman orada, dinlemeye hazır olacak. kolay kolay da etkileyiciligini kaybedeceğini sanmıyorum.

    4/5 verdim gitti.
    albümü en iyi anlatan şarkılar: aşıklar parkı, hep yalnız, sokarım politikana
  • demir leblebi kelime ikilisinin türkiye'de popüler olma nedeni,
    salak sağcı zırvalarından biri sayesinde olmuştur.
    80li yılların ortalarında, anap'ın adını hatırlamadığım ve bundan da gayet memnun olduğum bir milletvekili, avrupa muhafazakar parti ve liderlerinden -çok anlarmış gibi- bahsederken dönemin ingiltere başbakanı margaret thatcher için, gururla, demir leblebi, demiş siyaset literatüründeki yerini almıştır.
    (bkz: demir leydi)
  • türk pop müzik tarihinin en kara, en ağır, en asi albümü demir leblebi'dir. adına yarasması iyi midir kötü müdür tartısılır ama yenilir yutulur bir albüm degildir, isminin hakkını en layıkıyla verendir.
    nazan öncel, demir leblebi'yi cıkarmak istedigi vakit, bu albümde dile getirdigi protest soylemlerle, kimi tabuları yıkacagını düşünmüş ve aslında "kız bebek" sarkısında soyledigi halkın diliyle "kötü kadın" imajını, onu sevenlerce ise "bilir kadın" konumunu bir damla pekiştirip yasadıgı yeri oldugundan daha iyi bir yere getirmeyi düşlemiştir, [ya da acısını paylasarak hafifletmeyi?] fakat basına gelen onca karalama, yuhalamadan sonra yıllar sonra verecegi bir roportajda der ki: "`anladım ki, türkiyede her sey yıkılır, tabular yıkılmaz`"
    bu albüm cıktıgı vakit nazan öncel 43 yasındadır, askları her daim onunladır, kocaman kalbinde her yas için yazılmamıs sözler durur ama artık "aynı nakarat"la, "nazinla dunya sazinla dunya"da biraz alaycı biraz igneleyici eleştirici tavrını sivrileştirmenin zamanı gelmiştir. fakat bunu asla ünlü olmak, sivrilmek adına sert sarkı sözleri ile piyasaya cıkan yeni yetmeler gibi değil, kendisine yarasır, yasadıgı cografyanın sorunlarını ele alır sekilde duyurma vakti gelmiştir. ne var ki ruhu yasadıgı cografyanın sınırlarını asan "yalnız değilsin, yanlış yerdesin"in hep yalnız kadınına aittir nazan öncel'in.

    işine basladıgı ilk günden devam ettigi son gününe kadar yaptıgı her işe kalbinin imzasını attıgından, bu albümün de kartonetinden, sözlerine kadar her şey nazanca'dır, sokarım politikana'da cektigi hassiktir'den tutun, kız bebek'de soyledigi "istemem, istemem, haksızlık istemem" deyip kova kadının o muhtesem esitlikciligi, özgür ruhu, demirden leblebi'de soyledigi, "sıkıyorsa kalkıp biri bişey soylesin" derken cektigi dobra resti, ona aittir, populer olma aşkına değil. ki zaten bunu o donemin buhranını attıktan sonra defalarca dile getirecektir, "bu konuyu sansasyonel olmak için işlemedim, boyle dile getirmek istedim ama bu konu beni cok yaraladı ve üzerine konusmak istemiyorum." sonraları aziza a, demirden leblebi'yi tekrar soylemek için nazan öncel'in kapısını calınca nazan öncel bu albümde yasadıklarını tekrardan yasamak istemedigini ve bunun dogru olmadıgını soyler, geri cevirir aziza a'yı.

    kötülüklerin anlatılmasıyla iyilik bulacagını sanan nazan, aslında dogru yoldadır ama yasadıgı yer yanlıslara oyle gomulmus, oylesine büyük at gözlükleri takıp, oylesine devekusu sendromuna bulanmıstır ki, 9 yasında üvey babasının cinsel tacizine ugrayan bir kadının haykırdıgı
    "baba ne demek anne? bu kelime bana inan çok yabancı. çok üzgünüm çok... çok ne kadar az bir laf... hiçbir şeyi anlatmaya yetmiyor.." kalp agrısı cümleleri ile oynayacak, kendilerine oyun cıkaracak, onu bir cember içine alıp birbirinden bir digerine fırlatıp acılarını kendilerine oyuncak yapacaktır. bu insaniyetsizlik ve haysiyetsizlikle onemsizleştirerek sanki baska nazanlar yokmus gibi sanacak, dogruları soyleyen bir kadının aslında kötü kadın olmadıgını haykırdıgı "kız bebek" sarkısındaki "kötü kadın" sıfatına layık gorecek ve onu tam yüzyıllık yalnızlıklara terkedeceklerdir. muhtesem bir albümle gelen trajedi nasıl olur diye sorarsanız ben iki kelime ile özetlerim, demirden leblebi derim.

    ne var ki, her daim büyük kırıklıklar sonrasında kendisini, kalbiyle tedavi edebilen güclü kova kadının içindeki özgür cicek ölmemiştir ve bu albüm sonrasında kendisini toparlayıp yeni yeni cicekler verebilecektir.
    nazan bu albümde yine yeniden yalnızdır, bir soyle bir boyledir, sevgilisine cok kırılmıstır, kalk kızım eve git zıbar demiştir kendisine, baslarım senin gönül carkına diyip delirmelerini sergilemiştir, sanslı köpek koca bebek diyip, hem sövmüş hem kimseye laf ettirmemiştir, bildiginiz nazandır işte ama bir farkla, bu albüm kendisinin olgunluk dönemi albümüdür ve o dinlemeye cesaret edilemeyen son nazan sarkılarını barındıran albüm olmustur. cesaret edilemeyen derken kalp agrısı sokan, midenize kramplar girdiren cinsten. yoksa ensestmiş, bilmemneymiş, artık televizyonların her ogle kusagında gozumuzun içine binbir seviyesizlikle sokulan sıradanlıklar haline gelmedi mi? keske türkiye nazan'dan ogrenseydi evlerde yasanan minik kalp katliamlarını, 37 gün boyunca bırakılmayan kız cocugu isimlerini.

    tanrı seni bize bagıslasın nazan.
  • sözlerini de yazayım tam olsun;

    söylenmese de olurdu
    ama şimdi söylemek
    söylemek istiyorum
    belki kalbin kırılır
    gözyaşına boğulursun
    gözyaşını sakla
    ben ölürsem ağla
    bunu senle hiç
    hiç konuşmadık biz
    tek tanığım sen
    tek çarem sendin
    beni anlamak istemez miydin
    bu acıyı ben tam yüz sene taşıdım
    içimdeki bu acıyla hamal gibi yaşadım
    şimdi bana sarıl
    sadece sarıl
    ve lütfen artık beni dinle
    lanet olası bir gündü
    kapı açıldı ve o geldi
    yüzünde pis bir ifade vardı
    koynunda yılan beslediğin o yatakta
    kardeşime süt veriyordum o anda
    doğru odaya daldı
    ve buyurgan bir sesle
    beni yanına çağırdı
    kolumdan çekip
    kucağına aldı
    "otur" dedi kısaca
    evet bu öyle sıradan bir gün değildi
    gözyaşlarını sakla
    ben ölürsem ağla
    sonra "bu yana bakma başını çevir" derken
    elleri bacaklarımda
    geziniyordu anne
    "babacığım yapma" dedim
    bir hayvan gibi soluyordu
    iki bacağının arasında
    beni mengeneye almıştı
    sonra nasıl olduysa
    kurtulmayı başardım
    bir odaya kaçtım
    ve o anda sadece haykırıyordum
    "defol defol git burdan"
    o kapıyı yumrukluyor
    ben ağlıyorum kardeşim ağlıyordu
    her şey bir kabustu
    her şey bir kabus
    kalbim kırık öleceğim
    bilmem ne halt edeceğim
    benim kalbim yaralı
    bu cehennem azabı
    senin kızın hayatla
    işte böyle tanıştı
    "baba ne demek anne"
    bu kelime bana inan çok yabancı
    çok üzgünüm çok
    çok ne kadar az bir laf
    hiçbir şeyi anlatmaya yetmiyor
    gözyaşlarını sakla
    ben ölürsem ağla
    artık için rahat olsun
    sen bir meleksin anne
    yediğimiz her lokmayı
    kuruş kuruş ödedik
    nasıl ödenirmiş öğrendik
    demirden leblebi
    ne yenir nu yutulur
    bazı şeyler belki
    belki unutulur
    unutmak var ya
    demirden leblebi
    demirden leblebi
    demirden
    kalbim kırık öleceğim
    bilmem ne halt edeceğim
    elimden alınan hayatım
    çalınan masumiyetim
    sıkılıyorsa biri kalkıp bir şey söylesin
    dokuz yaşında bir çocuk
    hayatı böyle tanıdı
    annesinin sütü
    babasının çükü
    bu çocuk senin kızındı anne.
  • nazan öncel'in rock'tan türkü kokan şarkılara, kendi müziğinin sınırlarını zorladığı, ve bunu büyük bir ustalık ve samimiyetle yaptığı, kartonetinden şarkılara, düzenlemelerdeki en küçük ayrıntılara kadar türkiye'de çıkmış en özgün albümlerden biri.
  • ne soğuk bir kelimedir, gerek paronayak, gerek algofobik kişiliğimden midir nedir, böyle o bilyeyi zorla çiğnettiklerini, dişlerimin katır kütür kırıldığını ve acının elmacık kemiklerime vurduğunu düşünürüm.
  • "hanif kureishi’ nin güzel bir sözü var: “asi mücadele alanı popüler kültürdür.” popüler kültürün asıl renklerinden bin olan popüler müzik, türkiye’de bugüne dek popüler kültürün diğer öğelerine tâbi oldu, onların renklerine büründü; onları yankılamakla yetindi. bir elin parmaklarını geçmeyen şarkı yazarları kureishi’nin vurguladığı anlamda, popüler hissiyata ters düşmeyi göze aldı; popüler kültüre tãbi olmayı değil, “kendisi olmayı” seçti, hakim değer yargılarına, düşünce ye müzik kalıplarına hapsolmadan -popülist olmadan- popüler olmayı basardı. nazan oncel, bu bakımdan erkin koray, bülent ortaçgil, mazhar alanson, fikret kızılok misali bir “istisna”. dahası, “kaide”leri bozmaya yönelen bir istisna. popülizm yapmadığı gibi elitizme de düşmeyen, popüler kültüre “içerden” müdahale eden, kadın olmanın bütün malum dezavantajlarına rağmen piyasanın tuzaklarına düşmemeyi, tavizkâr olmamayı, kendisini istismar ettirmemeyi bilen, “bu dünya” ile anlaşamadığını beyan eden, yeri geldiğinde lafını esirgemeyen, neşenin de öfkenin de hakkını veren nazan oncel’in son albümü, sözleriyle, müziğiyle türkçe popüler müziğin bir donum noktası. nazan öncel, “doğu-batı sentezi” gibi megalo iddialarda bulunmadan alaturkayla alafrangayı harmanlıyor~ “gelenekle henüz tam manasıyla rüştünü ispat etmemiş de olsa pekalâ var olan “yerli rock geleneği” de dahil buna- bugün arasında sağlam bir asma köprü kuruyor, meramını sade, gündelik bir dille anlatıyor, gündelik olandaki sun bulup çıkarıyor, kâh herkesin paylaşabileceği bir öykü anlatıyor, kãh özel bir anin resmini yapıyor... ve bunları benzerine pek rastlanmadık ölçüde bütünlüklü bir biçimde albümüne aktarıyor. “demir leblebi”, en kestirme ifadesi ile, türkçe popüler müziğin eşik atladığı bir albüm. “sokarım politikana” ise henüz emsali olmayan bir şarkı."

    cumhur canbazoğlu (cumhuriyet/1999)
  • nazan öncel'in son albümü. öncel'in artık sesinin ve sarkı yazarlığının oturduğunu, türkiye'de böyle albümler de var dedirten, içinde (cd de sürpriz) 'kötülere bi şey olmaz' ve 'hep yalnız' gibi inanılmaz şarkılar barındıran, özellikle babasının tacizini anlattığı, albüm ismi olan şarkı (ki düzenleme iyi ve lirikler kuvvetli) yüzünden ülkedeki hülyayavşar önderliğindeki ahlakçılar tarafından horlanan /hırpalanan albüm.
  • bu nazan öncel albümünün piyasada olan baskılarından birinin iç kapağında şarkılardan biri eksik yazılmıştır. ikinci şarkı olan bu havada gidilmez yazılmamış, onun yerine yedinci şarkı hep yalnız geçmiştir. iç kapakta böylece on şarkı görünürken, arka kapakta ve tabii cd'de 11 şarkı bulunur.
hesabın var mı? giriş yap