• “nasıl düşünmek gerektiğini öğrenmek aslında neyi nasıl düşünmemiz gerektiğini kontrol etmeyi öğrenmektir. ancak klişeleşmiş olsa da şunu unutmayalım; düşünce iyi bir hizmetçi, kötü bir efendidir. yetişkinlerin çoğunun kendilerini başlarından vurarak intihar etmesi tesadüf değildir. böylelikle kötü efendileri vurmuş oluyorlar. bu intiharların çoğunda gerçek olan şu ki, aslında tetiği çekmeden çok önce zaten intihar etmiş oluyorlar... ne kadar üzücü.” diyerek intiharının sırrını çok önceden aciklayan yazar. ne kadar üzücü...
  • türkçeye çevrilmesi çok zor ve bir o kadar da elzem olan, infinite jest kitabının dahi yazarı... sanıldığının aksine dfw this is water'da bahsettiği intihar şekli gibi başından vurarak değil, kendini asarak intihar etmiştir, dolayısıyla zihninin kötü efendiliği değildi problem.

    ailesinin de ölümünden sonra açıkladığı gibi klinik depresyon hastası olan yazar, uzun süre çektiği acılara artık dayanamadığı için intihar etmiş. bu hissiyatı hiç bir zaman anlayamadım açıkçası, ta ki infinite jest kitabında klinik depresyon tasvirlerini okuyana kadar. bir örnek verecek olursak:

    "if a person in physical pain has a hard time attending to anything except that pain [(the big reason why people in pain are so self-absorbed and unpleasant to be around)], a clinically depressed person cannot even perceive any other person or thing as independent of the universal pain that is digesting her cell by cell. everything is part of the problem, and there is no solution. it is a hell for one."

    dandik çeviri:

    "fiziksel acı sahibi bir kişi, bu acı dışında herhangi bir şeye dikkatini veremiyorsa (acı içindeki insanların bencil olmasının ve etraflarında bulunmanın rahatsız edici olmasının ardındaki büyük neden), klinik depresyondaki bir kişi etrafındaki herhangi bir nesneyi ya da kişiyi, kendisini saran ve her bir hücresini sindiren bu acıdan bağımsız olarak algılayamaz bile. her şey problemin bir parçasıdır, ve de çözümü yoktur. tek kişilik bir cehennemdir."

    bu kadar büyük bir adamın bir hastalık yüzünden kendini öldürecek seviyeye gelmesi büyük bir trajedi gerçekten.
  • intihar etmenin nedenini ilk defa bu kadar iyi anlamamı sağlayan kişi. belki neden yaptı diye kendine soranlarınız varsa anlamanıza biraz da olsa yardımı olur diye çevirip paylaşmak istedim.

    "psikotik depresyonda denilen, kendini öldürmeye kalkışan kişilerin bunu yapmalarının nedeni 'umutsuzluk' klişesi veya 'hayatın getirileri ve götürüleri denk değil' tarzı soyut düşünceler değildir.
    ölümün birden cazip görünmesi de değildir kuşkusuz.

    yanan bir yüksek katlı binada mahsur kalan kişi en sonunda nasıl pencereden atlıyorsa, gözle görülmeyen ıstırabı katlanılamaz bir seviyeye gelen kişi de kendini aynı o şekilde öldürür.
    yanan pencerelerden atlayan insanlardan şüpheniz olmasın. onların çok yüksek bir yerden düşme korkuları ile sizin ya da benim aynı pencerede durup manzaraya baksak hissedeceğimiz eşdeğer büyüklüktedir.
    yani düşme korkusu değişmez.
    burada değişken olan ise diğer korkudur, ateşin alevleridir.
    alevler oldukça yaklaştığında iki korku içinden düşüp ölmek olanı nispeten daha az korkunç hale gelir.
    mevzu düşmeyi isteme değildir, mevzu alevlere duyulan korkudur.
    durum böyle iken aşağıda kaldırımda duranlardan hiç kimse yukarıya bakıp da "yapma!", "dayan!" diye bağırmaz, atlama gerekçesini anlayabilirler.
    aslında hayır. düşmenin ötesindeki dehşeti gerçekten anlayabilmeniz için bizzat mahsur kalıp alevleri hissetmeniz gerekir."
  • david foster wallace 32. yüzyılda dahi adı hörmetle anılacak büyük bir yazar. kendini deşmekteki titiz ustalığı, zihnini korkak alıştırmaması ve yazarken riya sularına milim girmemesi onu zamanın/insanın ötesine taşıyan şeysellerden yalnızca birkaçı. intihar edip yaşamına son verdiği için mutluyum diyebilirim. iyi olmuş. daha fazla midesi bulanmamış. daha fazla yok olamayış sıkıntısı çekmemiş. bir iki kitap daha okuyabilirdik belki ama olsun, bazen az daha çoktur (şu okur bencilliği yok mu, ah ulan). infinite jest de türkçeye bir an önce çevrilsin galan. neyi bekliyosunuz abi? bundan daha önemli ne işiniz olabilir? (kusura bakma dfw, acılarından edebiyat ayinleri yarattığımız için. aciz ve bencil varlıklarız işte).

    "okurunuzun karşısına gururunuzu %100 ayaklar altına alıp çıkmanız gerekir". *
  • sonsuz jest kitabının o kadar popülaritesine karşın türkçede olmaması bu ülkenin işsizlikle birlikte en önemli problemler listesinde dördüncülüğü paylaşıyor sanırım. dur bi araştırayım.
  • "quentin tarantino is interested in watching somebody's ear getting cut off; david lynch is interested in the ear."
  • “we're all lonely for something we don't know we're lonely for. how else to explain the curious feeling that goes around feeling like missing somebody we've never even met?”
  • nihayet türkçe ile tanışmış amerikalı dahi yazar.yazarın bu su isimli kitabını yayınlayan siren yayınevi bu yıl içinde brief interviews with hideous men (iğrenç adamlarla kısa mülakatlar) isimli kitabı da yayınlayacak.ama bizim dört gözle beklediğimiz kitap son yüz yılda yazılan en iyi kitaplar listesinde de olan, infinite jest.yazarın hayranlarının yayınevini arayarak ya da eposta yollayarak bu isteklerini dile getirmeleri süreci hızlandıracaktır.

    bu su isimli kitaptan kısa bir alıntıyla bitireyim;

    iki genç balık birlikte yüzüyorlarmış. yanlarından geçen yaşlı balık başıyla onlara selam verip, “günaydın çocuklar. su nasıl?” diye sormuş. biraz daha yüzdükten sonra genç balıklardan biri diğerine dönmüş ve sormadan duramamış:

    “su da neyin nesi?”
  • "eğer parayı ve eşyayı hayatının merkezine getirirsen asla yeteri kadar sahip olmayacağını düşüneceksin. eğer vücudunun güzeliğini ya da başka vücutların güzelliğini hayatının merkezi haline getirirsen asla güzel olmadığını ve ilerde güzeliğin gidince binlerce defa mutsuz olacağını göreceksin. eğer gücünü hayatının merkezi haline getirirsen zayıfladığın zaman tüm dünyadan korkacaksın." demiş bu büyük adam. this is water'da.

    yani buna benzer bir kelam etmiş çevirisi tam olarak doğru olmasa da.

    şöyle bir bakınca gerçekten de doğru olduğunu görüyorsunuz. insanların hedefleri hep güzel olmak, zengin olmak, güçlü olmak. hiç birisi hayatının merkezine mutluluğu koymuyor, huzuru koymuyor. taptığımız, inandığımız tanrı'ya sunduğumuz istek kağıtlarımıza hep "zenginlik, güzellik ve güç" kelimelerini yazıyoruz. bu yüzden de hiç bir şey yeterli gelmiyor.

    önemli olan hayatın merkezini doğru seçmek yani. neyi seçeceğimize de bizim karar vermemiz gerekiyor. işte zor olan şey de bu sanırım.

    belki de albert camus'ye bir cevap niteliği de taşıyabilir bu sorunun yanıtı. belki de hayatın amacı o merkezi bulabilmektir, belki de bunun için yaşıyoruz.

    ama bizim durumumuz, insanlığın durumu daima: "what the hell is water`?`" oluyor.
  • modern edebiyatı, her romanı kendi yarattığı özgül gerçeklik dahilinde değerlendirme üzerine bina etmiş olsak da, kimi yazarlar bu indirginmeye inatla direnerek, yazdıklarına kendi hareket eden gölgelerini organik bir biçimde yerleştirmeye gayret eder. satırlar arasında duyarlılık noktalarını, yaralarını, hafızasının yansımalarını gördüğümüz yazarın, kabiliyeti ve derinliğine göre, amacı ya yaratıcılık eksikliği olarak samimiyet tarafına düşer ya da peşine düştüğü o mistik, insanları birbirine benzeten 'büyük harfli gerçeklik' çiğliği ve kapsayıcılığı oranında, kurgunun arkasına saklanarak açığa çıkarılamaz addedilir.

    spektrumun hangi yönüne denk düşerse düşsün, bu tarz 'samimi' yazarlar kaçınılmaz olarak okuyucusunu polarize eder: bazıları özdeşleştiklerinden çok severken, bazıları hiç etkilenmez. david foster wallace da, buralardan oğuz atay, orhan pamuk'un birkaç romanı gibi schiller'in 'saf ve düşünceli romancı' tipolojisinin düşünceli tarafına benzetebileceğim bu romancı tarzını örneklendirir.

    bu açıdan infinite jest'i okuduğumdan beri ruh halime yakın bulduğumdan çok sevdiğim bir yazardı wallace. ki konunun uzmanı sayılmam, başka herhangi bir kitabını da okumuş değilim. geriye dönüp baktığım zaman, belki de o büyüyü bozup hayal kırıklığına uğramamak için bilinçsizce okumadığımı hissediyorum. bu tarz bir özdeşleşme üzerinden etkilenme şekli, romanın sayfalarında yazarın yüzünü görmeden mümkün değil.

    buna paralel benim için diğer insanları, dışımızdaki hayatı salt dışsal bir gerçeklik olarak değil de, öznel bir ruh hali dahilinde görmeye zorladığından; insanların salt ölçü farklılığı gösteren mutedil ilgisizliği içerisinde günlük yaşamın aptalca sürüp gitme haline anlam kazandıran, ümit veren bir yazardı -- 2008 yılında intihar haberini alana kadar. sanırım radikal'in son sayfasında küçücük bir haberde okumuştum intiharını, uzun saçlı gözlüklü sarışın bir adamın fotoğrafını da hatırlıyorum belli belirsiz haberle birlikte sunulan. üzüntüden çok kızgınlık ya da hayal kırıklığı arasında bir duyguyla karşıladığımı hatırlıyorum; daha önce bir yakınım intihar etmedi ama etse benzer şeyler hissederim sanırım.

    2005 yılında ölümünden 3 yıl önce yaptığı mezuniyet konuşmasını kısa filme çekmişler; hazır üniversiteler final dönemindeyken ve mezuniyetler yaklaşırken izlemekte yarar var:
    https://vimeo.com/65576562
hesabın var mı? giriş yap