• su ana kadar cesitli film festivallerinde 6 odul kazanmis, baslangic jeneriginden, son sahnesine kadar tamamen ustalikla uretilmis, son yillarda yapilmis en iyi belgesellerden biri. seyrettiginizde sizi derinden sarsan ve icinde bulundugunuz uygarligi (ve de insanliginizi) sorgulamaniza yol acan bir yapit.

    spoiler falan ama olsun... acilis sahnesinde, ucmakta olan bir ucagin tarih oncesi dev bir canavar kusu andiran, golun uzerine dusen golgesini izleyerek filme davet ediliyorsunuz. yavasca focusunu golden yukariya, ucaga dogru kaydiran kamera sayesinde bir anda gunumuzun modern, canavar kusuyla karsilasiyorsunuz. birden tanzanya'nin basit ve ilkel havaalaninda calisan gorevliyi sahneye getiren filmde, normal isini yapmakta olan adamin kontrol kulesinde hapis kalmis, disari cikmaya calisan ama pencerelere takilip kalan ari ile verdigi savasima sahit oluyorsunuz. elindeki gazete ile bir yandan kendisini sinir eden ariya duydugu ofke, bir yandan da gorevini yapmaya calismasi esmasinda, pencereye sikistirdigi ariya indirdigi darbe ile savasi kazandigini goruyorsunuz. aniden de pencereye yapismis arinin cesedine zoom yapan kamera, arkadaki piste inmekte olan ucagi da sahneye getiriyor. ve film basliyor.. darwin s nightmare!

    acilis sahnesinde hemen evrimin ve gelisimin ilk kurali seyircilerin beynine isleniyor. orman kurallarinin isledigi , guclu olanin gucsuzu yendigi bir dunya bu. ve insan alet kullanmayi ogrenmis, gelisimin ust basamagindaki bir canli olarak digerlerinden daha ustun. ama filmin geri kalaninda balikcilarla, fahiselerle, ucak pilotlariyla, fakir koylulerle, balik fabrikasi sahibi hindistanlilarla, gazetecilerle, sokak cocuklariyla yapilan roportajlari izlerken bu konuda supheye dusuyorsunuz. gercekten ustun bir canli miyiz? yarattigimiz sistem doganin dengesini bozarken, bir yandan da sosyal yapiyi temelinden zedelemekte. guclunun hayatta kalmasi mantigiyla isleyen cikar ve kar iliskisine dayali ekonomik yapinin, zayiflarin elenmesinin yaninda bir yandan da kendimizin bile hayatta kalmasini engelleyecek bir sonuca dogru bizi goturmesi, evrimin son basamaginda oldugumuzu ama bu son basamagin tahmin ettigimiz gibi olmadigi etkisini yaratti bende.

    filmin geri kalaninda ekonomik esitsizligin ve somurge sisteminin bir kulturu ve dogayi nasil vahsice katlettigine tanik oluyorsunuz. uygarlik (altini cizeyim, beyaz uygarlik) bir yandan kendi gelisimi saglarken bir yandan kendi kuyusunu kazmakta aslinda.

    kapitalist sistemin ve globalizmin ulastigi seviyeyi, gelecegimiz acisindan olusturdugu tehlikeyi bu kadar carpici isleyen cok az yapit vardir. michael moore tarzi provokatif, manipulatif belgesel tarzindan cok uzak, sadece yalin bir sekilde gercekleri gozunuze sokan, bana belgeselden cok korku filmi havasi veren bir eser. ne yazik ki korku filmlerinin fantezi urunu oldugunu bilirsiniz. gercekci belgesellerin olumsuz yani ise bu fanteziden eksik olmalari. daha da urkuncu, gercek olmalari...

    filmde roportaj yapilan, angola'ya tank gibi agir askeri ekipman goturup, donuste johannesburg'dan uzum yukleyerek avrupa'ya donen rus pilot, icinde yasadigimiz ve hepimizin ister istemez payi oldugu sistemi en iyi sekilde ozetliyor: "afrikali cocuklara noel hediyesi olarak tank veriliyor, avrupali cocuklara ise uzum".

    [edit: bu konuda bir aciklama yapmam gerek, belgesel olmasina ragmen silah endustrisinin oyunlari gibi hassas bir konuda teorilerini kanitlayacak somut veriler vermemekte bu film, ama amaci da bu degil acikcasi (gerci bazen cok kucuk bir kanit, hikayenin tamamini anlamaniz icin yeter).. her onune gelen eline kamerayi alip, herhangi bir ucuncu dunya ulkesinde sokaktaki herkesle roportaj yapip "bak iste ne kadar fakirler, nasil somuruyoruz bunlari" diyerek, ucuz duygusallik mantigiyla prim yapan bir film yapabilir. darwin's nightmare'in bundan farki, gorsel olarak basarili bir belgeselin isledigi konuyla nasil uyum saglayabilecegini de gostermesi. yani sadece belgesel olarak degil bir film olarak da cok basarili uretilmis. simdi boyle cok hassas bir temayi kendine secmesi ama bu konuda somut bir kanit ortaya koymamasi elestirilebilir ama icinde bulundugumuz sistemin bazi noktalarina dikkatimizi cekmek isteyen bir film olarak gorevini iyi yapiyor. yonetmeni "bu filmi her hangi baska bir urunle, her hangi baska bir ucuncu dunya ulkesinde de yapabilirdim" gibi bir demec vermisti, bu da globalizm dedigimiz olgunun diger bir yansimasi seklinde geldi bana.]

    [edit 2: tabi bu filmi gorup "gordunuz mu ben dunya olaylarina ne kadar duyarliyim. diger insanlar gibi kafami kuma gommuyorum. cikartiyorum, bakiyorum etrafa ne olup ne bitiyor" diye dusunup sistemin parcasi olan ama boylece sahip oldugu sorumlulugu biraz olsun azaltip rahatlayan insanlar da vardir. acaba bu film bunun icin mi uretilmistir? sistemin bir parcasi, sistemin kendi savunma mekanizmasinin da bir urunu olarak.. tabi burada bu suser yorumlariyla, komplo teorileriyle almis basini gitmistir, o kadar ciddiye almayiniz]
  • avrupaya nil levregi ihrac etmek zorunda kalan, o tonlarca levregin sadece kurtlu artiklarindan faydalanma sansi olan bir tanzanya, bir yandan "avrupa birligi'nin getirdigi kriterler sayesinde pek leziz pek hijyenik balik yiyoruz canim, bu vesileyle tanzanyaya tesekkur ediyoruz supersiniz" derken ote yandan savas halindeki afrika ulkelerine tanzanya uzerinden silah satabilme yuzsuzlugunu yapmaktan cekinmeyen beyaz adam, o beyaz adamin yalakasi ve yasadigi ulkedeki acliktan bihaber levrek fabrikasi sahipleri, 10 dolar icin kendini kargo ucaklarinin pilotlarina satan ama bir bilgisayar okuluna gitme hayali olan gencecik(kimi cocuk) hayat kadinlari, sokaklarda yatmaya mecbur, kendilerini guclu gostermek icin sigara icmeleri gerektigini sanan, bir avuc lapa icin biribirini doven, levreklerin geldigi kopuk ambalajlari yakip dumani icine ceken, kendinden gecen, trip halindeyken tecavuze ugrayan, oldurulen cocuklar, aids ve diger bilimum salgin hastaliktan cokmus kadinlar, savas iyidir cunku askere iyi para veriyorlar diyen ve koca fabrikayi ancak yay ve oklarla koruyan guvenlik sorumlusu, onun pilot olmayi hayal eden oglu...ve tum o kasvetin, umutsuzlugun, yasamanin degil hayatta kalma mucadelesinin karanligini cocuklugunun aydinlik hayal gucuyle alabildigine parlak renklerle kagida aktaran, bir resminde yerde olu yatan adamin yuzune belki de tum bunlardan kurtulmanin verdigi sonsuz huzuru yerlestirerek cok seyi aciklayan jonathan...darwin'in kabusu bu olabilir ama boyle bir dunya'da kim tanriya inanmak ister ki zaten?
  • avusturyalı belgesel sinemacı hubert sauper in afrika nın nasıl yağmalandığına, muazzam bir zenginliğin nasıl ve niçin eşi görülmemiş bir sefalete, yıkıma dönüştüğüne ayna tutan filmi. yer tanzanya, zaman şimdiki zaman. dünyanın ikinci, afrika nın en büyük gölü olan victoria nın kıyısındaki mwanza kentinin havaalanında iki uçak. biri 45 bin ton nohutla yüklü, diğeri 50 bin ton taze balık. nohut, bm kamplarındaki sığınmacılara gelmiş, taze balık ab ülkelerine gidiyor. balığı götüren uçak dönüşte silah getirecek. o silahlar iç savaşta kullanılacak, çatışmalardan kaçıp bm kamplarına sığınan talihli insanlar nohutla karın doyuracak... tonlarca levrek çıkarılan victoira gölünün kıyısında açlıkla boğuşan insanların payına düşen, balık sanayiinin artıkları sadece. ve o balık sanayii ki, geleneksel tarımı ve balıkçılığı yok etmekle kalmamış, levrek dışındaki balık türlerini bitirmiş. zira o levrek, bildiğimiz levrek değil, etobur "lates niloticus" , diğer balık türlerinin amansız düşmanı. victoira gölünün doğal sakini değil. üretim amacıyla getirilip "bırakılmış". en az elli kilo çekiyor, karlı mı karlı. kargo uçakları haftada ortalama 400 ton levreği avrupa ülkelerine taşıyor. bu sanayi tanzanya yı zenginleştirmiyor, aksine, alabildiğine yoksullaştırıyor. dahası var: 200 balık türünü yok etmesi bir yana, victoria gölü için de ölümcül bir tehdit...
    (kaynak: express dergisi, temmuz 2005)
  • tanzania'nin victoria golunde avlanan baliklarin avrupa ulkelerine satilmasiyla, burada ikamet eden ailelerin aclikla bas basa birakilmasini konu alan 2004 yapimi, ingilizce, rusca ve tanzanya resmi dili olan swahili dilinde cekilmis 107 dakikalik belgesel.
  • tek kelimeyle muhteşemdir. bir o kadar da acı.
    derhal işi gücü bırakın seyredin bunu.
    eğer başkasının yanında gözlerinizin dolmasından rahatsız olursanız, yalnız seyredin mümkünse.
    çünkü,
    nil levreklerinden afrikalıların payına düşenleri,
    anne babaları aids'den ölmüş çocukların
    nasıl sokak köpekleri gibi sokaklarda yaşadıklarını,
    hele içlerindeki bir bacağını kaybetmiş çocuğu,
    atılan yanlış hatırlamıyorsam pirinç tanelerini
    nasıl kuşlar gibi kapıştıklarını görünce,
    ve başka birçok şeyi görünce,
    dayanamayacaksınız.
    bence yalnız seyredin, kendinizi hiç sıkmadan doya doya ağlayın. insanın tüm fizyolojisini harekete geçirerek vicdanını uyarıyor, acıtıyor, kanatıyor.
  • 2006 akademi odullerinde en iyi belgesel dalinda adayligi olan film.

    silah getirip nil levregiyle donen rus pilotlar, yerel halki olusturan balikcilar, fahiseler ve cocuklar.. balikhane muduru, havaalanindaki iletisim memuru, ok ve yayla gece bekcilik yapan adam, victoria golundeki habitatin kotu gidisatini anlatan belgesel icin 'ben golumu satmakla mukellifim' diyen dis isleri bakani ve uretim kalitesini denetlemek icin avrupa birliginden gelen gorevliler..
  • madalyonun karanliga bakan yuzunu akil almaz carpicilikta gosteren belgesel. kabus olsa bunlar film bitince tas devrinde uyaniversem dedim.
  • afrika'nın kaynaklarının nasıl sömürüldüğüne, zengin kaynaklara rağmen halkın niçin açlık, sefalet, yoksullukla boğuştuğuna ışık tutan başarılı belgesel. temmuz 2005 sayısında belgeseli kapak konusu yapan express dergisi'nde yönetmenle söyleşilere yer verilmiş ve belgesel hakkında şunlar yazılmış:

    "tanzanyada, afrika'nın en büyük gölü olan victoria nın kıyısındaki mwanza kentinin havaalanında iki uçak. biri 45 bin ton nohutla yüklü, diğeri 50 bin ton taze balık. nohut, bm kamplarındaki sığınmacılara gelmiş, taze balık ab ülkelerine gidiyor. balığı götüren uçak dönüşte silah getirecek. o silahlar iç savaşta kullanılacak, çatışmalardan kaçıp bm kamplarına sığınan talihli insanlar nohutla karın doyuracak… tonlarca levrek çıkarılan victoria gölünün kıyısında açlıkla boğuşan insanların payına düşen, balık sanayiinin artıkları sadece. ve o balık sanayii ki, geleneksel tarımı ve balıkçılığı yok etmekle kalmamış, levrek dışındaki balık türlerini bitirmiş. zira o levrek, bildiğimiz levrek değil, etobur “lates niloticus” , diğer balık türlerinin amansız düşmanı. victoria gölü'nün doğal sakini değil. üretim amacıyla getirilip “bırakılmış”. en az elli kilo çekiyor, karlı mı karlı. kargo uçakları haftada ortalama 400 ton levreği avrupa ülkelerine taşıyor. bu sanayi tanzanya yı zenginleştirmiyor, aksine, alabildiğine yoksullaştırıyor. dahası var: 200 balık türünü yok etmesi bir yana, victoria gölü için de ölümcül bir tehdit."
  • bir iki yerde çalan bir iki rus halk ezgisinden başka müzik yok. gösterileni açıklayan, izleyiciyi belgeselin fikir ekseninde tutmaya çalışan bir dış ses yok. sorular var; kendi kendinize sorup durduğunuz. ama en önemlisi gerçekler var; bu soruları kendinize sormanızı sağlayan. bir ustura soğukluğu ve keskinliğinde gerçekler var. nefes kesen, boğazı düğümleyen, yutkunmayı zorlaştıran cinsten. bunlar öyle gerçekler ki hem de...

    muazzam bir emekle çekilmiş, sinema tarihinin en çarpıcı belgesellerinden biri bu...
  • dunyadaki fakirligin aslinda kendiliğinden olusan degil yaratilan bir olgu oldugunu anlatan çarpıcı belgesel.
    somurgenin gercek tanimi canli ve belirgin bir örneği.
hesabın var mı? giriş yap