• başkalarının hayatları üzerine yapılmış en etkili filmlerden biri. konu o kadar akıcı şekilde işlenmiş ki, filmin nasıl bittiğini anlamıyorsunuz bile.

    --- spoiler ---

    bir anda kapı aralığından claude'la birlikte artole ailesini izliyorsunuz, ardındaki sahnede evin içine giren germain sizi bu histen uzaklaştırıveriyor.

    claude'un çekmeceleri karıştırırken bulduğu röntgen filmini izlerken, bir yandan hepimiz aklımızın derinliklerinde kimlerin röntgenlerini çektiğimizi düşünüyoruz. germain, claude'un bu veriyi hikayede kanser olarak işlemesini istemiyor, bunun hikayeyi ucuzlaştıracağını düşünüyor, tıpkı parkta sarı yapraklar üzerinde dansetme fikrini ucuz bulması gibi.

    aslında claude'un aklında kanser yok, nitekim daha sonra esther belinden olduğu ameliyatı, sadece artık dansedemediği sonucuyla ilişkilendiriyor. germain'in başarısız bir romancı olmasının nedeni burada işte; kanserle sarı yapraklar arasında kalan çizgide claude dans ediyor, germain ise neyin ucuz olduğu saplantısına takılıp kalıyor. bu yüzden claude'lar hep konuşmalı, yazmalı, evin içinde değil elbet ama etrafta olmalı.

    --- spoiler ---
  • cok guzel islenmis, yerli yerinde ve doyurucu bir film. ilk basta tempo biraz dusuk kalmis olsa dahi, hikayenin ne zaman sizi icine cektigini anlamiyorsunuz. festivalde gormek gibi bir sansa muktedir olamayacagimdan kelli hemencik indirip izledim ve notumu da verdim 8/10.

    --- spoiler ---

    germain'in matematik sorularini calmasinin seyirciye daha iyi gecmesi gerekiyordu. seyrederken yok artik sorulari da calmaz heralde dedim ve garipsedim cunku henuz claude un yazilarinin devam etmesini ne kadar arzuladigi (veya bunu yapacak kadar arzuladigi) yeterince vurgulanmamisti.

    claude gercekten cok iyiydi. koca adami parmaginda firildak gibin nasil dondurdu sıbyan.

    --- spoiler ---
  • konu françois ozon olunca iş ilginçleşiyor. bir kitaptan uyarlama yapmış. edebiyat ve hayatın garip ve bir hayli gerçekçi bir şekilde iç içe geçmiş bir kurgusunu yapmış. ayrıca sinemanın edebiyat karışısındaki geniş manevra alanı, konuyu çoklu bir şekilde anlatma çeşitliliği ve araçları ve de edebiyatı da içine alabileceğini gösteriyor.

    ilginç bir film olmuş. anlatmış ama taraf olmamış. hiç bir karakterle bağ kurmamanı da sağlamış ozon. herkesten bir biraz nefret edip biraz da özdeşlik kurabiliyor seyirci.

    fena halde ortasınıfa taktığı kesin ama. bir de "dikizleme", özel olana sızma arzusu. alt sınıftan olan çocuğun orta sınıfı hem arzulayışı hem de kafaya alışı var. ozon da bunu yapmış. ciddi bir orta sınıf ironisi. velet rapha'nın claude'u dudağından öptükten sonra "gidip banliyödeki insanlar gibi araba yakmak istiyorum" demesi mesela. bir de ortasınıfın pragmatist vicdanı meselesi var.

    esther'le ilişki kurmak için "annem bizleri terk etti, babam sakat" demesi ve bununla ilişki kurmayı başarması var ki bence inanılmaz gerçekçi. ortasınıfin haleti ruhiyesi tam da bu küçük ayrıntıda gizli. ortasınıfın zavallı yaşamına anlam katan, onu var eden ve sürdüren öteki (altsınıf) değil mi? altsınıftan biriyle bağ kurmaları için onun zavallı oluduğunu ve bu zavallılığını onların "huzurunda" söylemelerini isterler. dlayısıyla ortasınıf hem bir unutuş (altsınıf) hem de bir hatırlayıştır (boktan yaşamlarından sıkıldıklarında).
  • filmle ilgili şahsi tezim şöyle:

    --- spoiler ---

    birkaç yazar arkadaş da 'mevzu acaba germain'in zihninde mi geçiyor yoksa claude ve diğer kahramanlar gerçek mi' diye şöyle bir düşünüp meseleyi çok üstelemeden kapatmış. benim tezim, bu filmin tek bir kahramanı olduğu, onun da germain olduğu ve adamın kitap yazma sürecinde yaşadıklarını izlediğimizdir.

    hocanın claude ile konuşmaları aslında eserini yazarken kendisiyle yaptığı edebiyat tartışmaları. oturur bir roman yazarsınız, sonra da gelebildiğiniz bölüme kadar hep başa döner ve baştan okursunuz. ya da her yeni bölümü tekrar okursunuz ve tıraşlarsınız. işte claude'un germain'e verdiği kağıtlar, her bölümün ilk kopyaları. germain sonra yazdığı şeyi baştan okuyor ve neyi düzeltmesi, nereleri değiştirmesi gerektiğine yönelik tartışma yürütüyor. filmde germain'in kafasının içindeyiz ve bu tartışmaları claude üzerinden izliyoruz.

    claude dört beş kez, "tamam ama benden bunu siz istediniz, kendi arzumun peşinden gitmem gerektiğini söylediniz, şimdi de ayak yapıyorsunuz hıamına" şeklinde konuşuyor. bunlar, yazarın, bir eseri yazarken yaşadığı değişimlerin aktarılmasından başka bir şey değil aslında. bir kitap yazma meselesi tutarlılık gerektirir. bir şeyi yazarken, başta farklı düşünürsünüz, sonra aklınıza bir sürü şey gelir ve bu sefer de en başa dönüp ona göre yazma belasıyla karşılaşırsınız. germain, arzuların peşinden gitme meselesini öne sürüp, sonra da fikrini değiştirirken ya da niye böyle yaptın ki diye sorarken işte kendisiyle bu tutarsızlık üzerine tartışmaktadır.

    yine bazı sahnelerde germain'in belirmesi ve "orta sınıf bir kadını şiirle mi tavlayacaksın aq ya" gibi müdahalelerle claude'a kızması, tam da yazarken "burası olmadı lan" diye silip silmemek üzerine düşündüğünün gösterilmesi. claude, sikerler arzunun peşinden gitmemi sen söyledin deyip pompaya başlıyor. germain müdahale ediyor ve o da ne evin çocuğu annesiyle arkadaşını öpüşürlerkene görüyor. bunlar, bir yazarın bir metni kurgularken düşündüğü ve o anda "şuraya bir bulut çizelim" şeklindeki müdahaleleri aslında. örneğin birkaç sahne yine müdahale ile değişiyor: claude evde kaldığı gece önce çocuğun odasına giderken, germain'in müdahalesiyle, sahne başa dönüyor ve claude yatak odasına gidiyor: burası olmadı diye silinen ve baştan yazılan bölümler işte bunlar.

    peki bundan nasıl bu kadar eminim? öncelikle meraklısı için, filmin sonunda, karısının germain'in kafasına vurduğu kitap, louis ferdinand celine'in "gecenin sonuna yolculuk" kitabı. yazmak gibi bir derdi olan hemen her insanın onu okuduktan sonra iflah olmayan bir yola girdiği bilinir. örneğin hakan günday'ın, kendisini hiç sevmem ama, bu konuda çok güzel bir sözü vardır: "louis ferdinand celine için ölür ve ölürürüm." her neyse, celine, birçok insanın hayatını iki türlü mahveden bir adam: bir) yazar olacağım tutkusunu kişinin aklına kazıyarak yapıyor bunu. yazmaktan başka hiçbir şey istemiyorsunuz, eğer başaramazsanız tarihin çöplüğünde bir hiç olarak gömüleceğinizi biliyorsunuz. iki) insanın en karanlık yönlerini, iğrenç bir açıklıkla ifade ettiği için kitaptan isteseniz de sağ çıkamıyor, belli bir travmatik duygu yaşıyorsunuz. filmde, birinci maddenin yarattığı cehennemi görüyoruz. germain, tam olarak "kafana celine kadar taş düşsün, seni de sikeyim yazacağın kitabı da sikeyim, hayatımızı bir tutku uğruna mahvettin" dayağı yiyor karısından. sonuçta gerçekten terk ediliyor ama bunun tek nedeni herifin kitap yazmak için delirmesi. karısı şunu diyor: iyice kafayı yedin germain. bunu, otobiyografik özellikler taşıyan kitabında, eşiyle çocuğu seviştirmesinden anlıyoruz ve karısına saldırdığında "bana onunla yattığını söyle" demesi ile olayı daha iyi anlıyoruz. germain, karısından bunu duymak ve kitabının havasına iyice girmek istiyor. karısı bu yüzden ona "iyice kafayı yedin" diyor ve kaçınılmaz son; işsiz, kadınsız bir adam.

    filmin son sahnesindeki şu replik ile taşlar iyice yerine oturuyor aslında, claude efendi diyor ki: "germain, işini ve karısını kaybetti ama ben onun yanındayım." işte, tutkuları uğruna her şeyi boşlayan, başarısız olduğu anda da kaçınılmaz olarak yalnızlığa sürüklenen bir yazarın elinde kalan şey de sadece budur: kitabı ve karakterleri.

    edit: dr cal lightman nickli yazar mesaj attı, kendisi şunu söylüyor: filmin başlarında, germain, en arka sıralarda oturuyor diyor. karısı sen de arka sırala otururdun diyor. germain buna cevap olarak en güzel yer orasıdır değil mi diyor. yani senin teorini destekliyor bu sohbette bence.

    --- spoiler ---

    filme 7 puan vermiştim bittiğinde fakat üzerine düşününce, "tabii ya" diye diye bu puanı 8'e çıkartmaya karar verdim. çünkü biliyorsunuz ben bu konuda bir otoriteyim asdjak. evet. neyse, güzel film. 8 puanı hak ediyor. izleyin.
  • ''mutsuz insanların hikayeleri vardır.'' savına karşılık, ''herkesin hikayesi vardır-olabilir'' savını öne sürer. bazen önemli olan hikaye değildir, onu anlatma tarzınız sıradan yaşantıları şiirsel yapar. sıradan olayları birer trajedi yapan da bu anlatımdır.

    film boyunca özellkle vurgulanan 'farklı normallik' kavramı bundan ileri gelir.. çünkü artık herkes 'değişik' e 'farklıdır', bunun yanında artole ailesi bütün farklılara karşılık oldukça normal ve ortalamadır.

    anne, ortalama her kadın gibi, dekorasyona oldukça düşkündür ve o veya bu şekilde ertelediği hayallerini gerçekleştirme tutkusunu taşır içten içe. baba, ortalama her erkek gibi, işine düşkün ve şikayetçidir, küçük sırları vardır ve bencildir. çocuk, ortalama her çocuk gibi, derslerinde ortalama bir başarıya sahiptir, ailesiyle arası iyidir, babasıyla maç izler ve arada ders konusunda sıkıntı çeker. tümüyle ortalama , sıradan bir yaşantı.. ama bazen ihtiyacınız olan tek şey sıradanlıktır. bazen sadece o sıradanlığın, güvenli sakinliğin parçası olmak en iyisidir. garcia oldukça hareketli ve sinir bozucu yaşantısından kaçıp bu güvenli sakinlik yuvasına kaçıyor, bu evin bir parçası olmak istiyor. garcia'nın esther'e olan yaklaşımı da oedipus karmaşından ileri bir hareket. o evin sınırları dışında esther garcia için birşey ifade etmiyor, hatta onunla seks yapacaksa bile evin içinde olması gerektiğini dile getiriyor. o ev, garcia için hayatının tamamlanmamış en büyük parçası. garcia bunu üstün yazım tekniği ve hayal gücüyle daha über boyuta taşıyor. öyle ki o hikaye anlatılmaya başladığı andan itibaren, ne siz ne de hocası germain buna kayıtsız kalabiliyor.

    germain'in hayatının eksik parçası ise garcia.. germain her ne kadar teknik bilgilere ve vurucu zamanlamalara hakim olsa da, hayal gücü ve heyecan açısından hep eksik. bu heyecan garcia'nın hikayeleriyle tamamlanıyor. o ve eşi daha son sayfası yazılmamış bir romanı okumaktan, ve işin sonunun herhangi bir şekilde bitebilecek olmasının verdiği heyecanla hikayeye bağlanıyorlar.. ve evet; sonuç onların da hesap etmedikleri bir şekilde oluyor. romanın sonu onlara bağlanıyor. artole ailesi bu hikayeden tertemiz çıkmayı başarırken ( artole ailesine ait son sahne raphael'in 'matematik hocası tutalım' sözünden sonra karşılıklı birbirine gülümseyen aile resmidir). germain ailesi ilişkilerinin sıradanlıklarını fark eder, ve karı koca farkında olmadan garcia'dan etkilenmişlerdir. öyle ki, zaten bayan germain garcia ile yatar, bu da hepimizin en büyük fantezisi olan; roman karakteriyle sevişmek olayının nihayete kavuşmasıdır.

    germain sonu olmayan bu romanın , diğer tüm ''sonlu'' romanlardan farklı olduğunu görür, hayatın getirdiği sürprizler ve zamanın tek yöne akışı ve kendi tercihlerimizle kendi sonumuzu getiriyor oluşumuz gerçeği germain'e büyük bedeller ödeterek verilir.

    son sahnede germain ve gracia , izlediğim tüm filmlerde gördüğüm en iyi 5 sahnenin içerisine girebilecek bir görüntüyle, apartmana bakarlar. her dairede farklı bir senaryo döner; tv izleyenler, sevişenler, doğum günleri, cinayetler, fahişeler...

    ve şöyle birşey;

    ''herkesin hikayesi vardır''
  • my friends hot mom sendromu yaşayan bir ergenin müthiş yazarlık yeteneğinin işlendiği oldukça sürükleyici ve enteresan bir ozon filmi.
  • 32. istanbul film festivali'nde gala bölümünde izlenebilecek fransız yönetmen françois ozon'un filmi. sanırım son yıllarda çektiği en iyi film. film zeki, film gizemli, film bir harika.
    mayıs ayında vizyona girmesi bekleniyor.
  • orta sınıf eleştirisi, röntgencilik, edebiyat, oedipus kompleksi, postmodern sanat, eleştirmenlik (- iyi biliyorsan neden yazmıyorsun!?), eğitim sistemi, cinsellik, seigner - ks thomas'ın bir kez daha aynı filmde olmaları (vb) üzerine ayrı ayrı bir şeyler yazmayı mümkün kılan bir film. claude var mıydı yoksa germain'in alter egosu muydu filan diye ilerlemek de mümkün. film tamamen belirsizlikten mamul. hem de öyle david lynch gibi, sembollerin uçuştuğu, yönetmenin tutunacak en ufak bir çıkıntı vermek konusunda çok cimri olduğu bir durum da yok. bir nevi holdem gibi, kartlar neredeyse açık. fozon sanki, "sinema ve edebiyat ihtimaller yumağıyla şekil verilen bir kurgudan ibaret, bu film de dahil, kendinizi kaptırmanıza gerek yok" demek istiyor finalde... aldık, kabul ettik.
  • baba oğul ilişkisi, eve dönüş, fabrika köylü mücadelesi, denizdeki eşsiz başarılar, yaşlanınca olacaklar derken yaşa be ozon! dedirten bir konuya sahip şahane festival filmi. kısaca bir edebiyat hocasının garip hikayeler yazan öğrencisi ile yaşadığı çıkmazı anlatıyor. film boyunca türlü çeşitli yazarlara değinilir, tam bir edebiyat şöleni de olmuş diyebilirim. kurgu şahane, oyunculuk şahane ..çıkmaz yolların tabelasısın ozoncuğum. sana puanım dokuz kanka
  • istanbul film festivali kapsamında, atlas sineması'nda izlediğim ve hayran kaldığım film.

    genel olarak filmi yorumlayacak olursak; çok fazla, çeşitli olaylar olmamasına ve az sayıda karakter barındırmasına rağmen bir dakika bile sıkılmanıza izin vermeyen türden bir film. belli başlı birkaç mekanda, çoğunluğu diyalog olarak geçiyor ama gözlerinizi bir an bile alamıyorsunuz ve hikayeye kendinizi kaptırıyorsunuz. oyunculuk kalitesi gayet yerinde, atmosfer seyirciyi içine alabiliyor, hikaye ilgi çekici ve merak uyandırıcı, karakter tahlilleri leziz ve tempo muazzam.

    --- spoiler ---

    film boyunca izleyici olarak kafada "claude ile esther ne zaman sevişecek?" sorusunun dönmesi ilgiyi üst seviyede tutuyor. filmin sonlarında işler biraz boka sarıyor ve olayların hangisi gerçek, hangisi kurgu şaşırıyorsunuz. ama bu şaşkınlık, sizi olayı çözümlemeye ittiği için bambaşka bir keyif.

    germain claude'u yönlendirirken aslında claude'un germain'le oyun oynamasını anladığınız an duyduğunuz haz anlatılamaz. sonunda jeanne'in germain'i terk etmesi, claude'un günlük hayatı hakkında çok az şey bilmek, çocukların paso matematik çalışması, claude'un paso yazması ve çok iyi yazması yer yer abartı gelebilir ancak bunun bir film olduğunu kabullendiğinizde her şey yerli yerinde.

    --- spoiler ---

    baba-oğul ilişkisi ilginizi çekiyorsa, karakter çözümlemelerini beğeniyorsanız, bir de yazmaya meraklıysanız kaçırmamanız gereken bir başyapıt.
hesabın var mı? giriş yap