• kaliteli bir mini-seri.

    ---spoiler---

    illuminati goygoylarını geçeli 6-7 sene falan olmuştu ama bu dizi o sisteme dair öyle üçgen, beşgen tarzı göndermeler ile uğraşarak vakit kaybetmiyor. direkt adamların evren anlayışı ve kıyamet beklentileri odaklanarak çekilmiş bir dizi. uzaylıların dünya'ya geldikten sonra "new world order" ı kurmalarını mı istersin, tüm savaşları bitirdikten sonra "world government" adı altında tek hükümdar, tek devlet sistemini kurmalarını mı istersin, öğretilerinde sürekli tekrarlanan ve insanlığın ulaşabileceği uç nokta olan "golden age" e onların gözetiminde ulaşmamızı mı istersin, dünya'yı pasifize etmekle görevli olan ve olası tüm direniş ihtimallerini çeşitli taktikler ile yıktıktan ve bizi rahata alıştırdıktan sonra gökten inen "baphomet" figürünü mü istersin, hepsi var.

    deccal figürü olan küçük kız aynen onların kültüründe açıklandığı gibi babasız bir şekilde uzaylıların müdahalesi ile doğuyor ve en sonunda morning star lucifer'ın yani dizide geçtiği haliyle tüm bilinçleri kaplayan tek büyük ortak bilinç olan o beyaz ışığın aracısı olarak dünya'daki yaşamı zerresine kadar yok ediyor, kıyameti bizzat getiriyor. ama onun yolu ile ve ona bağlı olan nesiller bu dünya planından kurtularak bir sonraki aşamaya yüksek bilinçli varlıklar olarak geçiyor ve kendi cennetlerini lucifer'ın bilincinde bir parça olarak elde ediyorlar. ayrıca dizinin başlarında karellen isimli baphomet figürlü arkadaşın insanlar ile iletişim kurmak için onların geçmişte kaybettikleri, çok sevdikleri ölmüşlerini bir illüzyon aracılığı ile hayata getirilmiş gibi göstermesi de çok önemli bir mesaj. deccal'in alametlerinden birisi, hz. isa'nın allah'ın nasib ettiği bir hikmet ve mucize olarak mesih olmasının bir alametifarikası sayılan ölüleri diriltme yeteneğini taklit ederek insanları mesih olduğunu yönünde kandıracak olmasıdır. dizide de karellen bu taktiği kullanmakta ve insanların zihinlerini alt üst edip onların dinsel öğretiler sayesinde edindikleri mesih imgesini kendi amaçlarına hizmet eder hale sokmaktadır.

    dizinin en net göndermelerinden birisi de uzaylılar başa geçtikten sonra bilimin, sanatın ve akla gelebilecek diğer her şeyin durması, lucifer'ın bilgeliğinden ötesini aramayacak şekilde kandırılan ve uyuşturulan bir insanoğlu portresinin çizilmesi ve kendi sonumuzu hazırlasınlar diye kendimizi onlara koyun misali teslim etmemiz (dizi bir yerde mezbahaneye giderken mutlu olan ama sonunda eve sosis olarak dönen domuzlar ile göndermesini yapıyor) ve bu baskıcı süreçten son an gelip de her şey netleşene kadar çok mutlu kalmamız. gerçek bir illüzyon kurup, bizi domine etmeleri, herhangi bir savaş olmadan bizi zihin planımızda mat etmeleri. bu kansız hükümdarlık kurma taktikleri hep illuminati goygoylarında geçen şeylerdi.

    dizide sürekli üçgen, her şeyi gören göz figürleri etrafta dolanıyor, sadece onlarla yetinselerdi sahne yönetmeni falan eğlenmiş, illuminati takipçisi tayfayı alay malzemesi yapmışlar derdim ama koca senaryo o mantık üzerine kurulu olunca gerçekten şaşırdım.

    bilim kurgu diye başladığım dizi çok garip yerlere gitti. hayırlısı.

    arkadaşlar ile goygoy editi: yazdığım bu entariyi okuyan bir dostum direkt olur mu öyle şey dediği için fark ettiğim illuminati göndermelerinden birisini daha eklemek istiyorum.

    deccal figürünün küçük kız yorumlanması olan jennifer daha anne karnındayken yaratılış amacını anlamak ve bunu kabullenmek adına lucifer yani dizimizdeki yüksek evrensel yüksek bilinç (beyaz ışık sütunu ile aktarmayı seçmişler) ile iletişime geçiyor ve bunu elbette ouija tablası yoluyla yapıyor ki bu tahta kökenlerini mısır'dan almaktadır. şöyle düşünün bizden bilmem kaç bin yıllık ileri bir medeniyet dünyamıza geliyor ve anne karnındaki bebek ile iletişime geçmek için bildiğimiz ruh çağırma mevzularında kullanılan tahtaya muhtaç kalıyorlar, swh. tahtanın oradaki varlık nedeni sembolik (iletişimin ruhsal boyutuna dikkat çekiyor, sadece illuminati göndermesi amaçlı değil). devamında kızımız uzaylıların gezegenini merkez üs bellemiş üst bilincimiz (lucifer) ile bu tahta sayesinde bağlantı kurup ne yapmasına gerektiğine, kim olduğuna dair bilgileri (deccaliyet) benliğine işlemektedir (baphomet kılıklı abi gereken aracılığı yapıyor sağolsun). üst bilincimizin bir çeşit tahtının bulunduğu gezegenin birebir cehennem tasviri olması ve tüm sözde bilgeliğine rağmen sadece yıkıma hizmet etmesi ise aşikâr göndermeler. insanoğlunun sunabileceği en iyi tohumları aldın ve onları bir sonraki aşama için hazırlamak üzere nereye götürüyorsan götürdün, neden diğer tüm insanları kısırlaştırıp evren sahnesinden insanlığı siliyorsun ki ? ilahi dinler kıyamet olgusunu yeni bir başlangıç için ilk adım olarak işlerken (umudu öldürmezken) bu şeytani overlord'lar direkt yok ediliş olarak sundular bize. umudumuzu yok ettiler ve bizi mutlak hiçliğe mahkum ettiler, sonsuz evrenler içindeki ufacık mavi bir gezegene ve içindeki akıllı yaşam formlarına tahammül edemeyen varlıkların bilgeliğinden ve iyi niyetinden dem vuruyor dizi.

    ---spoiler---
  • bu bilim-kurgu filmlerinde ve dizilerinde insanlık, dünyamız yok olma tehlikesiyle karşı karşıyayken her şeyin dönüp dolaşıp sevgi, aşk vs.'ye bağlanması klişesine çok kıl oluyorum lan. bu sevgi olayı çok açık bir şekilde deus ex machina olarak kullanılıyor çoğu filmde. ''insanlık yok olacak ama o iki kişinin arasındaki sevgi sizi ayakta tutacak :( sevgi, aşk boyutlar ötesi, her şeyin ötesinde çok büyük bir güç dünyalı karşim :( '' ya bi siktir git. kardeş biz fanusta büyümedik, sevmek sevilmek güzel şeyler de evrenin bütün işleyişini, bilimsel geçekleri hiçe sayıp olayı ''e ama sefgi :((''ye bağlayınca ağzını yamultasım geliyor. üç beş cebinizi de doldurdunuz zaten. artık lütfen vazgeçin bu yılışıklıktan. neyse konuyu bu diziye nereden bağlayacaktım onu da unuttum bak yazarken amk. dizide de öyle bi noktaya geliniyor gibi hissetim bi ara ancak beni şaşırtıp güzel getirdiler bence sonunu. izleyin. kurtarıcı diye yanlış adamlara gönül verdik, bel bağladık. affet bizi ya demon ya tywin lannister!
  • çocukluğun sonu: bir arthur c. clarke başyapıtı

    zaten biliyorsunuzdur ama ben ne olur ne olmaz değinmiş olayım: ithaki’nin bilimkurgu klasikleri serisi’nin içerisinde gerçekten çok güzel kitaplar var. insanın göl kenarındaki bir dağ evine kaçıp, geceleri semadaki yıldızlar ve ay ışığına eşlik eden cırcır böcekleri ile birlikte art arda hepsini okuyası geliyor.

    bu birbirinden güzel kitapların bulunduğu serideki eserler arasında, bilimkurgunun büyük üçlüsünden birisi olarak anılan sir arthur c. clarke’ın çocukluğun sonu (childhood’s end) kitabı da yer alıyor. bu yazıda sizlerle ütopya ve distopyanın iç içe geçtiği bilimkurgu romanı çocukluğun sonu üzerine biraz laflayacak ve büyük ustanın bize bu kitapla ne gibi bir mesaj vermek istediği üzerine sohbet edeceğim.

    bir büyük üstat: arthur c. clarke

    çocukluğun sonu üzerine konuşmaya başlamadan önce nobel barış ödülü’ne aday gösterilmiş, hugo ve nebula ödüllü yazarımızdan bahsetmemek ayıp olacaktır. 1917 doğumlu clarke, çağının çok ilerisinde eserler bırakmış ve günümüzde dahi bilimkurguya yön vermiş yazarlar arasında sayılan bir isimdir. ısaac asimov ve robert heinlein ile bilimkurgunun büyük üçlüsü arasında adının anılması bunun en büyük kanıtıdır.

    clarke’ın çocukluğun sonu dahil çok sayıda önemli bilimkurgu eseri olmasına rağmen, onun isminin tüm dünyada bilinir olmasını sağlayan çalışmasının 2001* olduğunu söyleyebiliriz.

    hatırlayacağınız gibi clarke’ın 1951’de yayınlanan “sentinel” isimli kısa öyküsü, 2001: a space odyssey adıyla sinema tarihinin en kült yönetmenlerinden olan stanley kubrick tarafından 1968 yılında sinemaya uyarlanmış, dört oscar adaylığı kapmış ve görsel efekt dalında ödülü kazanmıştı. 2001: a space odyssey, özellikle unutulmaz sanat tasarımı ve bilimkurgunun teknoloji ayağını çok iyi öngören esrarengiz atmosferiyle günümüzde dahi eşi benzeri olmayan bir film olarak anılıyor.

    çocukluğun sonu üzerine konuşmaya başlayabiliriz

    sir arthur c. clarke’ın çocukluğun sonu romanını okurken, kitabın bilimkurgu tarihindeki konumunu göz önünde bulundurmayı bir an olsun aklımdan çıkartmadım. hikayesi, karakterleri ve kurgusuyla bilimkurgunun insanlara ne gibi ufuklar açabileceğinin canlı bir ispatı adeta çocukluğun sonu. her bilimkurgu hayranının mutlaka okuması gereken bir eser.

    çocukluğun sonu’nun temellerini ilk olarak 1950 yılında guardian angel isimli bir öyküyle atan clarke, 1952 yılında öyküsünü romana çevirdi ve 1953 yılında da yayımladı.

    çocukluğun sonu üç kısımdan oluşan bir roman. insanlığın evrende yalnız olup olmadığına dair asırlardır sorduğu soruya aldığı beklenmedik yanıt ile okuyucuyu daha kitabın en başında müthiş bir ikilemde bırakmayı başarmış clarke. insanlığın kendi küçük sorunlarının önemsizliği ile uğraşırken devasa bir problemin çıkagelip her şeyi anlamsız bıraktığı bölüm gerçekten mükemmel anlatılmış. orayı okurken ne kadar etkilendiğimi anlatamam. zaten son derece akıcı bir dille yazılmış olan romanın dünyasına girmekte hiç zorlanmıyorsunuz.

    roman, evrende yalnız olmadığı gerçeği ile yüzleşen insanlığın değişimini ve içinde bulunduğu yeni duruma ne kadar çabuk adapte olabileceğini (ya da olamadığını) sorgulayıp, hükümdarların varlığının kökenine inerek devam ediyor ve işte tam da bu noktada insanoğlunun en temel duygularının ve içgüdülerinin (hayatta kalma ve varlığını sorgulama) yüzeye çıktığı vurucu bir finalle noktalanıyor. kitabı bitirdiğinizde aklınızda sayısız soru belireceğine emin olabilirsiniz.

    bir referans kitabı olarak çocukluğun sonu

    çocukluğun sonu’nu okuduktan sonra günümüzde karşımıza çıkan birçok bilimkurgu eserinin 1953 tarihli bu romandan esinlenmiş olduğunu fark ettiğinizde ise ister istemez şaşıracaksınız. yakaladığınız bu benzerlikler daha da ilginizi çekecek ve bilimkurgu türündeki eserlerin aslında bilimsel ve teknolojik ilerlemede görmeye alıştığımız gibi, kendinden önceki çalışmalardan beslendiğini fark etmenizle birlikte zirve yapacak. ısaac asimov’un eserlerini okuduktan sonra star wars’u daha iyi anladığınızı düşünmeye başlamanız gibi bir durumdan bahsediyorum… keza, frank herbert’ın dune’u için de aynı şeyi söyleyebiliriz pekâlâ… hepsi birbirinden farklı ama aslında hiçbiri diğerinden bağımsız düşünülemez…

    çocukluğun sonu’nun bir dizi uyarlaması olduğunu ama eleştirilerin pek de matah olmadığını da eklemekte fayda var.

    bu noktada ithaki’nin de hakkını teslim edip, çok iyi bir çeviriye imza atmış olduğunun altını çizmek gerekiyor. çevirmen ekin odabaşı ve dizi editörü alican saygı ortanca gayet temiz bir iş çıkartmışlar. tebrik etmek lazım.

    toparlarsam, bilimkurgu edebiyatından hoşlanan herkesin ilgisini çekeceğini düşündüğüm çocukluğun sonu, usta işi kurgusu, sade ve akıcı dili, uzaylı kavramına dair açtığı yenilikçi kapılar; insanoğlunun davranışsal kalıpları ve geleceği üzerine yaptığı tespitlerle son derece önemli bir eser. sir arthur c. clarke gibi bir ustanın en iyi kitapları arasında gösterilmesi de cabası.

    bilimkurgu güneşinin battığı ufuklara yelken açtığımız başka bir kitap incelemesinde görüşebilmek dileğimle…

    altını çizdiklerim

    yazıyı bitirmeden kitaptan altını çizdiğim yerlerin bir bölümünü de sizinle paylaşmak istiyorum:

    +pieter her zamanki gibi duraksayıp, termostata kınayan bir bakış attı. herkesin bildiği üzere genel sekreter’in odası derin dondurucudan farksızdı.

    +bildiğim kadarıyla kimse zeus’un ya da thor’un varlığını çürütmedi, fakat günümüzde ikisinin de pek müridi kalmadı. wainwright’lar, inançlarının kökenini bilmemizden korkuyor. ne kadar zamandır insanlığı izlemekte olduğumuzu merak ediyorlar.

    +muhammet’in hicret’ine tanıklık ettik mi? veya musa’nın ibranilere on emri sunmasına? inandıkları hikayelerin asılsız tüm yönlerine vakıf mıyız?

    +dünya üzerinde göklerde ışıldayan gümüş rengi gemilerin görülemediği çok az sayıda şehir bulunsa da, bir zaman sonra güneş, ay ya da bulutlar kadar kanıksanır olmuşlardı.

    +bireylerde olduğu gibi, uluslar da, altından kalkamayacakları bir güçlükle karşılaşınca şevklerini yitirebiliyordu.

    +batılılar, tembelliğe kaçmadıkça aheste yaşamanın bir günah olmadığını yeniden hatırlamıştı.

    +hükümdarların muhtemelen çağlar öncesi keşfettiği sırları açığa çıkarmak için ömür boyu çabalamak anlamsız geliyordu.

    +hiçbir ütopya, toplumun bütün bireylerine sonsuz dek tatmin sağlayamaz.

    +jan babasını hiç sarhoş görmemişti, ancak içinden bir his tam aksine hiç ayık görmediğini söylüyordu.

    +işte bu yüzden, insanlık kendi gezegenine hapsolmuştu. yüz sene öncesine göre çok daha renkli fakat bir o kadar da küçük bir gezegendi dünya. hükümdarlar savaş, açlık ve hastalıkları ortadan kaldırdıklarında, maceracı ruha da bir son vermişlerdi.

    +olaya ilkel bir dini töreni izleyen antropologlar gibi mi yaklaşıyordu acaba?

    +tarih öncesi çağlardan beri kadınlar zaman zaman -kimi durumlarda planlı bir şekilde- bayılırdı ve erkekler her seferinde tam olması gerektiği gibi tepki verirdi.

    +kişi yeterince istediği sürece bilim ve teknolojinin dünya üzerinde konforlu bir yaşam alanı sunamayacağı yer kalmamıştı.

    +toplumu oluşturan bireylerin davranışları, ayrı ayrı ele alındığında öngörülemez. ancak yeterli sayıda temel birim incelenirse, sigorta şirketlerinin çok önceden keşfettiği üzere belli başlı kurallar şekillenmeye başlar.

    +yetenek bahşedebiliriz, ama ortaya bir deha çıkar mı, bilemeyiz.

    +işin sonu nereye varacaktı? tabii ki son aşama, izleyiciye izleyici olduklarını unutturmak, onları aksiyona dahil etmekti.

    +ama içinde bulunduğumuz modern dünyada önemli olan bir ideal sahibi olmak. o ideali elde etmek geri planda kalıyor.

    +bu zihnin henüz doğmamış olması önemli değildi, çünkü zaman, sandığınızdan çok daha garip işler.

    +medeniye bitmişti, insanlığın zamanın başlangıcından beri sürdürdüğü mücadele sona ermişti. birkaç gün içinde insanlık geleceğini yitirmişti, çünkü bir ırkın çocukları elinden alınırsa bütün tutkuları yok olur, hayatta kalma istekleri tükenirdi.

    +anladı ki, modern bir şehirde ya da binada kaybolmuş bir mağara adamı kadar çaresizdi.

    +jan yavaş yavaş fark etti ki, kanatlı bir ırkın psikolojisi, dünya canlılarından tamamen farklıydı.

    +hükümdarların asıl gezegeni burası değildi. çok daha küçük bir yerde evrilmişler, sonra da burayı ele geçirmişlerdi. sırf atmosferini değil, yer çekimini bile kendilerine göre ayarlamışlardı.

    çocukluğun sonu hakkındaki düşüncelerimi okuduktan sonra bilimkurguya doyamadığınızı hissediyorsanız 4. yerli bilimkurgu yükseliyor kısa öykü yarışması’ndan birincilik ödülüyle dönen öyküm zeplin’i okuyabilir, george orwell’in muhteşem distopyası 1984’e dair düşüncelerime göz atabilir, edebiyattan biraz uzaklaşıp müthiş bir uzay draması olan battlestar galactica’yla tanışabilir ya da kendinizi video oyun dünyasına ve harikulade bir rol yapma oyunu olan mass effect 2’nin kollarına bırakabilirsiniz.

    blog: https://duslerdengercege.com/…r-c-clarke-basyapiti/
    medium: https://medium.com/…c-clarke-başyapıtı-83ad8538e647
  • dünyanın en iyi piyanisti olmak için, okuyunuz.
  • pink floydun parçasının sözleri şöyledir.

    you shout in your sleep.
    perhaps the price is just too steep.
    is your conscience at rest
    if once put to the test?
    you awake with a start
    to just the beating of your heart.
    just one man beneath the sky,
    just two ears, just two eyes.

    you set sail across the sea
    of long past thoughts and memories.
    childhood's end, your fantasies
    merge with harsh realities.
    and then as the sail is hoist,
    you find your eyes are growing moist.
    all the fears never voiced
    say you have to make your final choice.

    who are you and who am i
    to say we know the reason why?
    some are born; some men die
    beneath one infinite sky.
    there'll be war, there'll be peace.
    but everything one day will cease.
    all the iron turned to rust;
    all the proud men turned to dust.
    and so all things, time will mend.
    so this song will end.
  • arthur clarke'in guzel bilim kurgu romani.

    kitap yaklasik 150 senelik bir zaman dilimini anlatiyor. karakterler degisiyor ama kurgu sabit. akici bir dili var. bir cok duyguyu arka arkaya yasatiyor, kizginlik, korku, nese, umut, sikinti, huzun... insanoglu hic bu kadar savunmasiz ve aciz gelmemisti gozume.

    "baska gezegenlerde hayat var mi? olsa nasil olurdu? neye benzerlerdi? nasil karsilasirdik?" gibi konularda kafa yormayi seven okurlar icin bulunmaz hint kumasi.
  • bir yıl sonra time la selam sallanmış , hayatın buruk realitelerini yüze vuran pink floyd şarkısı.

    (bkz: time) : time has come, song is over, thought i'd something more to say.
    (bkz: childhood s end) : and so all things, time will mend, so this song will end.
    şeklinde biterler..
  • çok güzel bir kitap, aşırı boktan bir dizi.

    arthur c. clarke, "bilimkurgunun 3 en büyüğünden biri" olarak anılır. bilimkurgu edebiyatına meraklı olan kişi kendisini zaten bilir, onu anlatmaya gerek yok.

    fakat sevgili arkadaşlar, rica ediyorum, arthur bey'i bu diziyle bilmeyin. gidip doğru düzgün kitabını okuyun.

    çünkü

    1. dizinin kitapla alakası yok. based on diyor ama based bile değil, güzelim romanı piç etmişler resmen.
    2. kitabı bilmiyorsanız bile, dizi zaten güzel bir dizi değil.

    ilk bölümünün ne kadarını izledim bilmiyorum da yarısına gelmemişimdir.

    klişesini falan zaten boşver de, lan pezevenk, insanları sevdikleriyle sınayan karellen mi olur, sen romanı nerenle okudun piç? ayrıca da ne demek lan evlenmek üzere olan adamın unutamadığı eski karısını önüne koymak, overlord'luk bu değil allah allah ya. bak sinirlendim ya.

    bir sürü uyarlama film var, kitabına uyan var uymayan var, ama karakteri alıp bambaşka biri haline getirmek, hikayeyi olmadık bir hale sokmak, uzay eliyle toplumsal dönüşüm kurgusunu kalkıp "genç yakışıklı kendi halinde ama kasabanın da yıldızı olan mısır çiftçisi" üzerinden klişeleştirmek?

    aaaa resmen sinirlendim.

    izlemeyin bak izlediğinizi görürsem vallahi kırarım kemiklerinizi!
  • bir sinema filmiyle taçlandırılması gereken arthur c. clark romanı.

    --- spoiler ---

    mini dizi versiyonu ise kitaptan bağımsız değerlendirilince fena değil.

    sadece karellen ağbiye gıcık oldum biraz.
    yahu koskoca uzaylısın illa ki milo mu söylemeliydi "kültürümüzden birşey kurtar" diye? aklın nerde senin?
    aldın o müziği de uzayın orta yerine bıraktın gittin.
    yok mu sizin galaktic kütüphaneniz?
    toplasana bütün yazılı görsel eserlerimizi, koysana kütüphaneye.
    üstakıl'a hizmet edeceğine azıcık kendi aklına hizmet et, lucifer kılıklı seni.
    --- spoiler ---
  • genel olarak bakıldığında arthur c. clarke bilimin sorgulanmadan kabul edilen bir din, dogma olmasına tepki göstererek parapsikoloji, metafizik, parafizik hatta panteizm gibi ögeleri kendi yarattığı evrende bilimin karşısına koymuş.

    --- spoiler ---

    kitapta bahsedilen zihindarlarla insanların evrildiği şeyin birleşmesi, özleşmesi hatta gelecekte maddeyi tamamen yok edecek olmaları bahsettiğim panteist anlayışın özeti. hatta buna tasavvuf, vahdet-i vücut dahi diyebilirsiniz.

    öte yandan arthur c. clarke zihin ile fiziksel beyni keskin bir şekilde ayırıyor. jean'in yaşadığı o gece, çocukların başka gezegenleri galaksileri gördükleri rüyalar -belki de astral seyahat-, evrilen çocuk neslinin zihinlerinin birbirlerine bağlanması vs buna da bir kanıt.

    ayrıca bebeğin telekinezi ile eşyaları kaldırması, sonrasında zihinlerini birleştiren çocukların ayın yörüngesini değiştirmeleri, dünyayı yok etmeleri vs parapsikolojiyi bir nevi kitabın merkezine koyuyor.
    --- spoiler ---

    arthur c. clarke şu anda yaşıyor ve bu romanı günümüzde yazıyor olsaydı parapsikoloji anlayışını kitabın bu denli merkezine koyar mıydı tartışılır.

    gün geçtikçe verdiğimiz tepkilerin, gördüğümüz rüyaların, hissettiğimiz duyguların metafizik ya da parapsikolojik açıklamalardan ziyade beynin çeşitli bölgelerindeki uyarılmalarla, hormonlarla, kimyasal salgılarla hatta bağırsaklarımızla bile alakalı olduğunu keşfediyoruz.

    elbette bilim yaşama dair her şeyi açıklamaya yetmiyor ve sorgulayıcı tarafımızı bırakıp kendimizi tamamen bilime bıraktığımızda da bilim bir dogma haline geliyor şüphesiz. ancak kuşku yok ki astral seyahat, karabasan vs gibi bazı parapsikolojik olduğu iddia edilen olayların bilimsel olarak açıklamaları da, bilimin karşısına koyacağımız şeyde de bizleri biraz daha kuşkucu yapmalı.

    aldous huxley'in de lsd kafasıyla yazdığı algı kapıları adlı bir eseri var mesela. sanırım biraz bulunduğu zamanın ruhuyla da alakalı bir durum bahsetmek istediğim.
hesabın var mı? giriş yap