• cok derinden etkileyen bir hermann hesse hikayesi. otobiyografisini pek arastirmadim, ama büyük ihtimalle kendinden cok fazla iz tasiyor. bu kadar icten yazilamazdi diger türlü.
    bir cocugun hayati nasil mahvedilir onu anlatiyor kitap özetle.

    --- spoiler ---

    yolu önceden cizilmis bir cocuk var kitapta, zevk veren her seyden uzak tutulan, baskilardan dolayi asiri azim ve basari arzusuyla yasayan.
    yasamaktan bile yavas yavas zevk almayi unutan, baskalarinin istedigi hayati zorla yasayan, pili bitine kadar.
    babasini kizdiracak bir sey yapmaktan ölesiye korkan kücük ürkek bir cocuk yaratirlar.
    heilner isimli arkadasiyla olan sohbetinde heilner'in gemilerden ve bulut olmaktan bahsetmesi o kadar masum o kadar cocuksu bir o kadar da hayat dolu ki, hans'in ona karsi hissettigi baglilik hic de sasirtici gelmiyor. istedigi gibi yasamasi, kurallara uymamasi, karsi gelmekten cekinmemesi ve düsünmekten korkmamasi kendi dünyasina o kadar yabanci ki.
    oysa ki hans rüyalarinda bile özgür olamayan bir köle.
    belki de heilner sayesinde cizgilerin disinda da bir hayat oldugunu fark ediyor ve soruyor kendisine "tüm bunlar ne icindi" diye. yasanilmamis cocuklugunun acisi kapliyor ruhunu. farkli olmak, digerlerinden üstün olmak icin cirpinmisti yillarca, bu kadar önemli miydi peki?
    kendini üstün görmesine sebep olan özellikleri yok olmustu teker teker, varliginin sebebi neydi?
    kalmis miydi?
    intihar etmeye karar verdiginde bile babasinin korku dolu hali incitiyordu onu.. ölüme bu kadar yakinken bile sadece kendini düsünemiyordu, ölümle burun burunayken bile kendi hayatinda figurandi..
    eve döndügünde babasina balik tutmak icin bile izin isteyemeyecek kadar tutsakti kendi hayatina.
    güzel olan her seyin nasil da teker teker hayatindan kayboldugunu görüyordu, aldatilmis cocuklugunu düsündükce.
    ölümden sonra bile hic bir sey anlamamis insanlar birakti ardinda..
    kimse suclu degildi ki, kimse farkinda degildi, sadece bir soru isaretiydi fazlasi degil.
    --- spoiler ---
  • çarklar arasında, öğütülmeye karşı duruşlarla..aynılıklarda yeralmayanlara.alamayanlara belki de(ğil). söz hakkı tanımak gerekmez mi hayattan sürgün etmek yerine. siyah takım elbiseleri içinde birbirleri ile konuşma telaşındaki kalabalıkların curcunasında ben küçük bir çocuk yaşımın sayısal olarak ifade ettiklerine aldırmadan elime tutuşturulmuş şemsiyeyi açmadan yüzümü yağmura açıp bakamaz mıyım göklere? yağmuru hissedişlerime bile müsaade tanımamak niye, onlarca bakışın rencide ediciliği ile..çarkların arasında, öğütülmeye karşı duruşlarla burdayım! yağmurun ölmüş gözlerimden akmayan yaşları yerine dökülmesini istiyorsam?kokusunu duymalıyım diyorsam? griliklerimi siyahlıklarla kapatmak istemiyorum diyorsam?bunlardan sizlere ne, çarklar arasında öğütülmeye razı, razı olmuş belki de(ğil) ruhlar!şemsiyemi sen al, ben yok..um bu kandırmacalarda..
  • (bkz: unterm rad)
  • her eğitimcinin okuması gereken ergen psikolojisi üzerine zibilyon tane akademik araştırmadan çok daha kıymetli tespitler barındıran kitap. kitapta bir paragraf var ki tüm hikayenin özeti gibidir.

    --- spoiler ---

    bir ağaç budanıp da tepesi kesildi mi, köke yakın bir yerinden yeni filizler, sürgünler verir; bunun gibi, henüz ömrünün baharında hastalanıp ölüm yatağına düşen bir ruh da çokluk ilk yaşam günlerine ve sezgilerle kıpır kıpır bir çocukluk çağına döner sık sık, sanki orada yeni umutlar keşfedecek ve kopan hayat ipliğini yeniden birbirine tutturacaktır. ağacın kökünden fışkıran sürgünler bir solukta boy atar, büyür, özsularla donanır ama yalancı bir yaşamdır ortada görünen, sürgün gelişip de eskisi gibi doğru dürüst bir ağaca dönüşemez artık.
    --- spoiler ---

    ah be hans! ah be çocuğum...
  • nobelli yazarlardan hermann hesse'nin 1906 tarihli ikinci romanı.
    rus kökenli bir almandır hesse. yazdıklarında rus klasiklerindeki iç sıkıntısı ile nazi romanlarındaki hüznün karışımı gibi bir tat var. kendisinden bahsederken herhangi bir olumsuz eleştiriden itina ile kaçınacağım; çünkü çok güçlü bir yazar olduğunu okurken buram buram fark ediyorsunuz. sadece çarklar arasında romanı özelinde konuşacağım, bu kadar doğa tasvirine gerek var mıydı diye düşündüğüm sırada hesse'nin baş kahramanının başına getirdiklerini görünce tasvirin sebebini anlamış bulundum. hiç spoiler butonu ile uğraşamayacağım şimdi, gidin okuyun.

    okuyun da şu sürekli muhabbetini ettiğimiz aslında okulların öğrenciyi geliştirmek yerine köreltmesi meselesine hesse'nin nasıl dikkat çektiğini fark edin. evet sıradan bir konu, evet yapaylığa düşüldüğü anda kişisel gelişim zırvasına dönüşmesi an meselesi olan bir konu; ama bunu yazan adam sezen aksu'nun “acıdan geçmeyen şarkılar biraz hissizdir” deyip şarkı söylemesi gibi kitap yazmış. yani adamın kendisi yazdıklarından bizzat geçmiş. romanda çok fazla otobiyografik iz, hesse ile hans giebenrath arasında çok fazla benzerlik var. diğer türlü 1900'lerin başı için belki ses getiren ama 2020'leri yaşayan bizler için çok sıradan olan bir konuda söylediklerinin ve anlatma biçiminin hala bu kadar etkili olması mümkün olmazdı.
    yazdıklarında yaşanmışlıklar varsa yazdıkların evrenseldir, bu edebiyatın şaşmazıdır.
    ve benim bu konuda vereceğim örnekler var.

    vadideki zambak'ı yazan balzac kendisinden yaşça büyük bir kadına aşık kalmıştır yıllarca.
    insancıklar'ı yazan içimin beyfendisi dostoyevski ciddi geçim sıkıntıları çekmiştir hayatının belli dönemlerinde ve bilmem kendisinin aslında bir kumarbaz olduğunu söylememe gerek var mı?
    şimdi anna karenina'daki levin'in, karısı kitty doğum yaparken geçirdiği sancılı süreci, tedirginliğini ve tolstoy'un bundan sayfalarca nasıl bahsettiğini hatırlayın. bahsetmiştir; çünkü tolstoy'un kendisinin doğum sırasında kaybettiği çocukları olmuştur. burada örnekleri uzatabilirim ama başlık şaşmasın.

    özetle hans'ı hesse'yi okur gibi okuyun. sadece birinin ömrü diğerinin 5-6 katı kadar sürmüştür.

    şimdi romandan çok güzel alıntılar bırakacağım ki adamın kaleminin kuvvetine saygı duyalım:

    “….çünkü teolojide de öbür bilim dallarından değişik değildir durum. bir teoloji vardır, sanattır; bir teoloji vardır, bilimdir, en azından bilim olmaya çaba gösterir. eskiden böyleydi, şimdi de böyle. ve her zaman teolojiye bilimsel açıdan yaklaşanlar yeninin sevdasıyla eskiye boş vermiş, sanat gözüyle bakanlar ise, içine düştükleri kimi yanılgıları fazla umursamayarak pek çok kişi için bir teselli ve kıvanç kaynağı olmuşlardır. eleştiri ile yaratı, bilim ile sanat arasında öteden beri sürüp gelen bir savaştır bu, birbirine denk sayılmayacak güçlerin savaşı; öyle bir savaş ki, bilim hep zaferle çıkar ama bunun kimseye yararı dokunmaz; oysa sanat dönüp dolaşıp inanç, sevgi, teselli, güzellik ve edebiyat sezgisinin tohumlarını saçar çevreye ve her zaman için de karşısında verimli topraklar bulur. çünkü yaşam ölümden daha güçlüdür, inanç ise kuşkudan daha kudretli.”

    “ bir ağaç budanıp da tepesi kesildi mi, köke yakın bir yerinden yeni filizler, sürgünler verir bunun gibi, henüz ömrünün baharında hastalanıp ölüm yatağına düşen bir ruh da çokluk ilk yaşam günlerine ve sezgilerle kıpır kıpır bir çocukluk çağına döner sık sık, sanki orada yeni umutlar keşfedecek ve kopan hayat ipliğini yeniden birbirine tutturacaktır. ağacın kökünden fışkıran sürgünler bir solukta boy atar, büyür, özsularla donanır ama yalancı bir yaşamdır ortada görünen, sürgün gelişip de eskisi gibi doğru dürüst bir ağaca dönüşemez artık.
    hans'ın durumu da böyleydi işte…..“
  • hermann hesse'nin sevdiğim bir eseri olup hüzünlü bir kitaptır. hans, adına okul denen öğrenci fabrikalarında, hepimize yapıldığı gibi şekil verilmeye çalışılan öğrencilerden biridir ve bir noktaya kadar sisteme itaat etmiştir. ama vücudumuzun mükemmel bir algısı var. bi insan bir yere ait değilse, daha belki de kendisi bile bu durumun farkında olmadan, vücudumuz bizi, burada daha fazla kalamazsın diye uyararak maraz doğuruyor. manastırın öğretmenleri sayesinde hans'ın sinir sistemi etkileniyor ve evine dönüyor.
    beni çok sevdiğim “per aspera ad astra” sözü ile tanıştırmıştır anlamı “zorlukların içinden yıldızlara doğru” demekmiş.
    sonuç olarak kitabın ana fikri “nazar insanı mezara götürür”, hans'a nazar değdi çok açık.
  • tüm hayatı boyunca manastır okulunu kazanmak için sürekli ders çalışmak zorunda kalan, çocukluğunu asla yaşayamayan, kazandıktan sonra olayların çok farklı gelişmesi ile başka dünyalara dalan bir gencin öyküsünün anlatıldığı kitap.
  • küçük bir kasabanın başarılı ve mutlu küçük çocuğu hans giebentrath'ın gönderildiği manastır okulunda, çalışkan ama mutsuz bir çocuğa hızla nasıl dönüştüğünü anlatan herman hesse kitabı.

    --- spoiler ---

    dinsel dogmalarla katı bir disiplinin bedenleri kuşatması gerektiğini, bunun tanrısal bir buyruk olduğunu düşünen aşkıncı rahipler, doğa/tanrı'yı tanımaktan onu hepten alıkoyunca, okula gelmeden önce balık tutan, çayırlarda dolaşıp canlıları keşfeden hans, giderek hüznün ve melankolinin pençesine düşer. öğretimi, çocukların olabildiğince etkide bulunan varlıklar olarak doğa/tanrı'yı öğrenme devinimleri değil de, rahiplerin ve diğer yetişkinlerin etkilerine uğrayarak edilginleşme süreçleri olarak anlayan bu bağnaz aşkıncılar, hans'ın kederli duygulanışlarının temelini atar.
    --- spoiler ---

    (bkz: spinoza'nın sevinci nereden geliyor?)
    (bkz: kendime notlar)
  • kendisi olamayan ölür demek istemiş gibime gelen hermann hesse kitabı. kendi olma çabasındaki insanın yolları sistem, ebeveyn, çevre vs tarafından el birliği ile tıkanırsa önce ruhu ölür insanın, ardından belki bedeni. bazı ruhların kendi olma çabası diğerlerinden daha farklı; ya olur, ya ölür demek istemiş hermann hesse.

    okuduğum diğer kitaplarında da (bozkırkurdu, siddharta, narziss ve goldmund) satır aralarında hep kendi yaşamı üzerinden dünyayı sorgulama var. muhtemelen kendisi de zorla papaz okuluna gönderilen hermann hesse öz yaralarından bolca yararlanmış. bir de okuduğum kitaplardan hem narziss ve goldmund hem de çarklar arasında maulbronn manastırı ana mekânlardan biri. ve cidden almanya'da böyle bir manastır varmış.
hesabın var mı? giriş yap