• ahmed hikmet muftuoglu'nun mensur şiirlerinden oluşan bir kitaptır.ahmed hikmet'in 1911-1922 yılları arasında ve millici bir anlayışla yazdığı metinleri içerir.
  • alparslan efsanesinin yaratılmaya çalışıldığı eser. henüz totem hayvanın hangisi olacağına o dönemde karar verilmediği için, alparslan'ı önce kartal yuvasına gönderir, yükseklerde uzun süre yaşayamayacak yaşa geldiğindeyse bir arslan ailesine karışarak büyür. kurt toteminin oluşmadığı döneme aittir.
  • rahmetli'nin kitabından aşağıdaki alıntıyı aktaralım:

    "çile çekmeyen varlığını duyamaz... bundan sonra duy ve anla ki uygarlık denilen büyük gürültünün anlamı makinedir ve makineyi avrupa'nın elinden aldığında zaman, senin ruhun onunkinden daha asil, senin kalbinin onunkinden daha temiz olduğunu meydana koyacaksın. senin de dükkanını, tezgahını dabrika ile, sabanını, tırpanını makine ile, pazının emeğini, öküzünün gücünü buhar kuvveti ile değiştirdiğin zaman alnının onunkinden daha yüksek olduğunu göreceksin. bunu göstermeye çalışmalısın. rahat bırakırlarsa..."

    anlaşılan geride kalan zamanlarda avrupa'nın elinden alınmış makineler içinde ferrari ve playstation daha fazla önem arz etmektedir.

    romantik bir türkçü akımdı geldi geçti işte...

    romantik ve idealist insanlarmış.

    güzel bir rüya görmüşler. ama bugün kendilerini takip eden torunları bile türkçülüğü ve milliyetçiliği dillerinden düşürmezken bu kitabın önünden bile geçmemişlerdir ayrı mevzu.
  • vatan millet istanbul (evet, istanbul) aşkı aşılama misyonu güden kitap.

    yazar, 1911- 1930 yılları arasında memleketin haleti ruhiyesini yansıtan kısa hikayelerle ''burası güzel bir ülke. biz güzel bir milletiz. sevin ülkemizi. sevin birbirinizi.'' şeklinde kabaca özetleyebileceğim ana konulara yer vermiş.

    aslında bakınca, bugünkünden çok da farklı sayılmaz. sokaklarda yabancı dillerin etkisi altında kalmış mağaza isimlerinden yakınmış mesela. kendi müzik türünü, dansını, yerel motiflerini küçümseyen türkleri kınamış.bunların yanlışlığından bahsetmiş.

    ah benim güzel ve yalnız ülkem.

    http://birazkitap.blogspot.com/…07/caglayanlar.html
  • içerisinde çeşitli hikayeler bulunan ve ahmet hikmet müftüoğlu'nun yazdığı milliyetçi şiirlerin toplandığı kitaptır. kitapta şahsen en beğendiğim hikaye üzümcü'dür. aynen aktarıyorum:

    "bugün uçuk benzinle, yırtık cepkeninle bir vatan kurbanı teslimiyetiyle girdiğin devlet kapısından, as­ker ocağından, yarın yeni libasımla, kızıl fesinle bir amir kurumuyla çıkarsın! o zaman, bugünkü zayıf, yarın kavi bir kahraman olur; bastığın yerleri titre­tirsin!... atın dizginini kavrayıp, kılıcını çektiğin, tü­feğini omzuna vurup, süngünü taktığın vakit bugün­kü köylü, yarın korkunç bir asker olur; asileri sindi­rirsin!... tarlanı çapalar, davarını güderken hakaret görürsen bugünkü koyun, yarın yırtıcı bir kaplan ke­silir; yuvanı bozanları ezersin!... seni böyle bir an içinde değişmiş görenler sanırlar ki bu sağlam vücut yalnız asker libası giymek, bu sert pençeler yalnız si­lah kullanmak, bu kalın ses yalnız siper olmak için yaratılmıştır.

    senin o tabur halinde bir pulat kitlesi katılığında yürürken takındığın o salabet, o vakarı görüp de, sa­na güvenmemek, seni sevmemek kabil değildir.

    sen gürbüz ninenin, gür ve temiz sütünü daha emerken azamet-i nefs, sebat ve tahammül, itaat ve tahakküm gibi amir olmak için yaratılmış bir cinsin faziletlerine malik olmuşsun. bu hakimiyet esasla­rını başka milletler mekteplerde, medreselerde anlarlar. sana bu meziyetleri ninenin iri siyah bakışı, ba­banın kükreyen dik sesi, kur'an'ın esrarengiz ahengi öğretmiş.

    yırtık poturunla da vakursun; mahkum olsan da hakimsin; temellükten ziyade tecebbüre meyyalsin; fikrinde azmin gibi sabitsin; sertsin, sertliğinde ka­balıktan ziyade amiriyet kuvveti, necabet laubaliliği vardır. hiddetle yıldırım gibi gürlediğin halde rikkatle bir bulut gibi ağlarsın; safiyette bir melek, ısrarda bir devsin... onun için dünyada eşi bulunmaz bir millet olmuşsun. düşündüğün zaman bir arslan temki­niyle ağır ve sakin duruşundan, kızdığın vakitki azim ve şiddetin anlaşılmaz. uzun kirpiklerin altında utan­gan ve durgun düşünen iri gözlerin bir kere açılmasın; kalın kaşların bir kere çatılmasın; o zaman varlığın, benliğin köpürür, taşar; o zaman ceberutun, haşmetin parlar, yükselir. o zaman cebbar olursun. bu acayip sırr-ı hilkatini bilmeyenler; yanılırlar.

    büyüklere karşı saygın bizzat sayılmağı sevdiğin­dendir; muti' olman, muta' olmak istemendendir.

    ince işlere alışmağa vaktin olmasa bile, zor-u ba­zuya bağlı teşebbüslerden lezzet alırsın. kara toprak­tan, ak ekmeğini çıkarırsın.

    fikrinde muannit, muhabbette muannit, muhare­bede muannitsin. yeniliğe çabuk alışmazsın, fakat bir defa da alışırsan bırakmazsın. safsın; seni çekemeyen­ler böbürlenmekle değil, ekseri sana yaltaklanmakla seni ızrar ederler. ayakların, kolların bir boğa gibi ağır ağır kımıldarken tavrından tükenmeyen bir ta­hammül, yılmayan bir azim aşikar olur. o engin de­nize benzersin ki yavaş yavaş coşar ve coşunca da pek hırçın olursun.

    maddi menfaate ehemmiyet vermezsin. para de­nilen maden parçasına itibar etmezsin. suçun budur. müsrifliği asalet icabı sayarsın.

    vakarın benliğe galebe eder. cananını canına ter­cih edersin. ekseri başkaları için yaşar, başkaları için çalışır; başkaları uğruna ölürsün. başkaları seni be­ğendiği halde sen kendini sevmezsin. ne zaman kö­yünde, önüne bir önlük koyup makine başına geçecek, ne vakit eline pergel alıp masaya yaslanacaksın? ne zaman dükkânının tezgâhında sermayenin faizini he­sap edeceksin?.. senden bunu bekliyorlar... fakat va­kit kalıyor mu? keseni doldurmak için değil, karnını doyurmak için kullandığın sapanın demirini tarlanın ortasında bırakıp tüfeğin çeliğine sarılıyorsun... o ser­hadden bu hududa koşuyorsun.. bulgaristan'da ölüyor, yunanistan'da ölüyor, acemistan'da ölüyor, sırbistan­’da ölüyor; yalnız yurdunda, köyünde ölemiyorsun. sev­gilin ayşeciği doya doya öpemiyor, yavrun mehmetciği seve seve büyütemiyorsun..

    bir ulu çınarsın ki kırılır, iğrilmezsin, ölür, inle­mezsin.. kanınla çorak kumlukları sularken ekmeği­ni alnının terine batırır yer, yine düşman karşısına yaralarınla beraber her yerde bir istihkam gibi çıkar­sın. .. sen, zalim heybetinde bir mazlumsun, ninenin, atanın bucağında bir garip, ananın, babanın kucağın­da bir yetimsin...

    dul analarla dolu olan şu anadolu bir üvey nine kadar sana cefakardır. sen şarkın kınına giremeyen bir kılıcısın; döğüle döğüle, tavlanır, vurula vurula; kırılırsın. yine her parçandan bir kıvılcım, her kıvılcımdan bir şimşek çıkar! ilahi bir kuvvetin, ebedi bir feyzin var, ey türk!..."

    aşırı milliyetçi, ülkücü, faşist, komünist, ulusalcı vs değilim. kaldı ki milliyetçi olmak kötülenecek bir şey değildir arkadaşlar. dünya siyasi tarihinin bir dönemine damga vurmuş, çağ açıp çağ kapamış bir ideolojidir milliyetçilik. ülkemizde de bu akımdan etkilenen romantik şair ve yazarların bulunması edebi zenginliğimizdir. üstelik üzümcü'yü okurken yazarının hangi duygular içerisinde bu satırları yazdığını anlayabiliyor olmak belirli bir entellektüel seviye gerektirmektedir. yani sırf adamın biri milliyetçi bir şeyler karalamış diye okumadan etmeden konuşan konur sokak komünisti olacağıma, milliyetçi damgası yerim daha iyi. biliyorum kötüleyecekler yine, o yüzden bu paragrafı peşin edit sayınız.
  • türk edebiyatının mütevazı eserlerinden biri olduğunu ve bazı tarihi olaylarda bilgilendirilmemizi sağlayan bir kitap olduğunu düşünüyorum
  • ahmet hikmet müftüoğlu'nun 1911-1922 arasında kaleme aldığı öykülerini derlediği, 1922'de yayınlanmış eseri. genel olarak milliyetçi-türkçü çizgide; daha doğru bir ifadeyle mehmet akifvâri, islamî hatları da belirgin millicilikteki çizgide kaleme alınmıştır. (bu yönüyle sadece türkçü ya da hayalperest bir turancılık görülemez esasen, daha karmaşık ve farklıdır.)

    çağlayanlar, aslında bizzat yazarının elinden bir derleme olarak görülmelidir. dediğimiz üzere, 11 yıllık süreci kapsayan seçme öykülerden oluşmaktadır. bu kitabı değerli kılansa, osmanlı imparatorluğu'nun çalkantılı çöküş döneminden millî mücadele'ye kadar uzanan dönemi, en doğal hâliyle yansıtıyor olmasından kaynaklanmakta. ahmet hikmet müftüoğlu'nu ise, bu çöküşe çözüm arayan, gazetelerde halka moral veren, yönlendirmeye çalışan halkçı bir aydın olarak görmekteyiz: kâh trablusgarp savaşı, kâh batı-doğu çekişmesi, kâh turancılık, kâh cihan harbi; hepsi türk insanının gözünden, bizzat halka hitap edecek şekilde, yer yer didaktik, yer yer fazla masumâne bir dille aktarılmaya çalışılmış. bu uzun periyotta, konular ve temalar değişmiş olsa bile, en temelde milliyetçi ve islamî motifler belirgin kalmış. bu dönemin pek çok çatışmasına, tartışmasına cevap niteliğinde öykülerle karşılaşıyorsunuz okurken: romantik-epik bir sahipleniş var kısmen, ya da 200 yıllık doğu-batı sancıları var, medeniyet sorgulaması ve kimlik arayışı var; en önemlisi, imparatorluğu, devleti ayakta tutma, çöküşe çare üretme çabası var. bu yönüyle bu eser, o dönem ortalama okur yazar bir türk insanının kafasındaki fikirleri, çekişmelerini, devletle kurabileceği vatandaşlık ilişkisini, savaşlara yaklaşımını, milliyetçi kimliğini, kültürüne sahip çıkma çabasını göstermekte.

    16 adet öykü-mensur şiirden oluşuyor kitap. dili ömer seyfettin ekolünden seyretmekte, doğrudan vatandaşa, halka hitap ediyor elbette. bu ''sadelik arayışı'' olarak yansımış ve yer yer anlatımı savruklaştırmış olsa da; misyonuna hizmet eden bir eserle karşı karşıya olmamız gerekliliği okurken sürekli akılda tutulmalı.

    ahmet hikmet müftüoğlu, derlemeyi yaparken kitabın başına ve sonuna iki kısım eklemiş: türk ili zeybeklerine ve yakarış. 1922 senesi, bir yanda karamsarlığın; öte yanda ise umudun hüküm sürdüğü bir sene; milli mücadele ve kuvâ-yı milliye ruhunun en yoğun şekilde yaşandığı, bir yanda aydınların halkı harbe ve ''kurtuluş''a ikna etmeye çalışıp, öte yanda türk insanına moral dağıttığı, kurtuluş çareleri aradığı bir sene. her iki hitap da doğrudan bu havayı solumanızı, o dönemin politik-sosyal ruhunu yakalamanıza yetiyor: ''kurtuluş'' yakın, ''medeniyet'' yakın, boynun öne eğilmediği günler yakın, elbette ki senin katkınla türk insanı. iki kesit de türk tarihine genel şekilde sahip çıkıyor, cihangirlik kavramına atıfta bulunuyor, türk insanına misyon çizmeyi tarihsel bir sorumlulukla bağdaştırıyor.

    türk ili zeybeklerine, aslında ''cefâkar'' türk köylüsüne hitap eden bir sesleniş. epik-romantik bir konuşma; abartılı tarih tasvirleriyle dolu, cihangirlik rüyasını millî mücadele'nin hemen arkasına koyan sabırsız bir moral konuşması gibi aslında. fakat masumane ve yer yer çocuksu, kesinlikle ırkçı değil. bu, insanına uyanma çağrısıdır nazarımda; savaşın zorunluluğunu da ortaya koyarak bir yol çizme, imparatorluk sonrası türk insanına bir hedef belirleme, seslenme gibi.

    aynı şekilde kitabı sonlandıran yakarış, tamamen öz türkçe kelimelerle bezeli bir münacat. tanrı'ya türk milletinin kurtuluşu ve bekâsı için bir yalvarış aslında; tıpkı türk ili zeybeklerine gibi, uyanıştan, cihangirlikten bahseden bir didaktik yazı niteliğinde esasen. sadece öz türkçe kelimelerle yazımına özen gösterilmiş: yalvaç, oğun gibi kelimeler dahi kullanılmış.

    geri kalan öykülerin genel teması ve konuları da aşağı yukarı bu minvalde:

    alparslan masalı, 1918 tarihli. epik ve çocuksu bir destan denemesi sayılabilir aslında; anlatımı savruk ve yer yer özensiz dursa da, milliyetçi bir çabayla cihangirlik davasına sahip çıkan, islamiyet öncesi döneme ait bir destan anlatımına sahip. tasvirler ve motifler bu yönde olsa da, islamî yanı da var. ayrıca bu alparslan, selçuklu sultanı olan değil; zira çocuğunun adını tuğrul koyuyor. (oysa selçuklu sultanı alparslan, tuğrul bey'in kardeşi çağrı bey'in oğludur.) sadece isimler birer motif olarak kullanılmış anlaşılan; bu hâliyle bu masal, şimdinin gözüyle gülünç ve çocukça duruyor. oysa elbette yazıldığı dönemde kitleleri ateşlemeye, ölüme sürüklenen ahaliyi uyanışa sevk eden tarafı vardı, bu yadsınamaz bir gerçek.

    yarayı kanatan, bir dost meclisindeki anî bir doğu-batı çekişmesini ele alıyor; kahramanlar uzun ve romantik pasajlarla hitap ediyorlar birbirlerine. elbette ki türk kültürü sonunda baskın şekilde okuyucuya gösteriliyor. 1911 tarihli bu öykü, henüz belki de trablusgarp savaşı bile patlak vermemiş ve henüz imparatorluk bâki; bu sebeple türk kelimesi sıkça geçmiyor, kültür sorgulaması da musiki üzerinden başlayarak genele yayılıyor. masumane, abartılı, yer yer çarpıtmalarla dolu; fakat çözüm arayışında bir çaba yine.

    padişahım, alınız menekşelerimi veriniz gülümü adlı öykü 1911 yılına ait. trablusgarp savaşı'nı eli göğsünde bekleyen türk kadınının cefâkar, çilekeş ve kabullenen tarafını anlatıyor, şehit olan erkeğini beklemeyi. zannediyorum bir gazetede tefrika edilmiştir bu öykü; hem osmanlı padişahına bu denli bir figür olarak önem göstermesi, hem ''güçlü türk kadını'' hem de ''şehadeti olgunlukla karşılayan erkek'' imajını çizmesi, kısmen uzun ve dolambaçlı tarihsel çıkarımlarla dolu diyaloglar; bunların hepsi motive edici olması amacıyla kurgulanmış kanımca.

    altın ordu, destansı ve abartılı bir türk göç öyküsü. türk insanının cihangirlik misyonuna yeniden bir vurgu ve bu yolla halka da bir mesaj: altın ordu, çok geniş bir coğrafyada: gol ülkeleri, cermanya, kırım, laponya, finlandiya, iran, arabistan, karpatlar, dobruca ovası. elbette ki kavimler göçünün bir versiyonu tasvir ediliyor: gol, moğol, tatar, macar, kırgız, tonguz, bulgar, kalaç, buryat, özbek, türkmen, yakut, tacik, türkmen, peçenek, hun, başkır, sart, tarançı, uygur gibi pek çok türk kavmine değiniliyor; elbette ki en temel ögenin oğuzlar olduğu vurgusu yapılarak. islamiyet öncesi dönemi anlatan bu öyküde, tarihsel isimler yine tarihsel gerçeklikten uzak örneklerle dolduruluyor, fakat suçlayamam; dediğim gibi, bu masumane bir çaba, bir arayış.

    diğer öyküler de yukarıda verdiğim örneklerle dolup taşan birer ''arayış'' bu kitapta. göze çarpan bir farklılık olarak, turhan nasıl çıldırdı ; doğrudan islam dininin mükemmellik iddiasına ve islam kültürüne sahip çıkan, okuyucudan da bunu ısrarla isteyen bir öykü. bunu yaparken de batının emperyalizmine, yarattığı acılara, haçlı seferlerine değinerek hem bir karşıtlık oluşturmayı, hem de sahiplenmeyi hedeflemiş.

    zor ve meşakkatli dönemlerin ürünü imiş çağlayanlar. kısacık bir kitap olmasına rağmen, imparatorluk sancılarını, mirasa sahip çıkma çabasını, devleti kurtarma çabasını, savaşları... pek çok şeyi ele almaya, sizi alıp götürmeye, ikna etmeye çalışıyor. bu dönemi edebî olarak anlamak, toplumun-milletin içinde bulunduğu durumu görmek açısından önemli bir eser: çocuksu, abartılı ve saf. doğruluk iddiası yok, bilgi vermeyi de hedeflemiyor; sadece yana yakıla acele içinde çare bulmaya çalışıyor, sizden yardım istiyor. türk milletini çağırıyor, cephedeki insanı, türk kadınını, aydınını, talebesini, köylüsünü çare bulmaya, yola koyulmaya teşvik ediyor, felaket tellallığı yapıyor, ''güzel günler''i gösteriyor. her açıdan en sancılı dönemimizin en sancılı yanlarını yansıtıyor bu hâliyle: aklından çok şey geçiyor, çok reçeteler yazıyor; birisinin ''kurtarıcı'' olmasını umarak.

    son olarak, tekrar söylemeliyim ki bu kitap ırkçı değildir. bu kitap ırkçılık sevdasında-çabasında hiç değildir. bu kitap yana yakıla çare arayan bir aydının hezeyânlarıdır, millete yol gösterme çabasıdır. içten ve mânâlı bir çağrıdır.

    en büyük önemi ise döneminin fikrî, ahlakî, hissî pek çok duygusuna sahip olması, dönem heyecanlarını da, tutkularını da yansıtmasıdır; bunu halk ağzından, heyecanla ve çocukça dinlemek ''keyif verici'' sadece, mesele bu.
hesabın var mı? giriş yap