• sinema oyuncusu.
    alti aylikken merdivenden tepeustu dususune tanik olan vaftiz babasi harry houdini, ebeveyne donerek, "that was some buster your baby took"* demis; 'buster' adi boyle konmus.
    uc yasindayken, gunlerden bir gun, kafasina tugla dustukten ve parmagini camasir makinesinin merdanesine kaptirdiktan sonra, kasabayi (piqua, kansas) harabeye ceviren hortum tarafindan yatagindan alinip iki yuz metre ileriye birakilmis, burnu kanamadan.
    yetenegi aciga ciktiktan sonra, cumleten vodvil sanati icra eden ailesinin gosterilerine katilmis. dort yasindayken, babasi buster'i sahneden on siraya, gurultu cikaran kaba bir seyirciye firlatmis; herifin uc kaburgasi kirilmis, buster sapasaglam, demir gibi.
    iste bu yuzden, buster keaton hic dublor kullanmamis. ne luzumu var.

    kendisi gulmedigi zaman seyircinin daha fazla guldugunu kesfettigi icindir ki... (bkz: cronopio)
  • görsel
    soldan sağa: oliver hardy, stan laurel, jimmy durante ve buster keaton.

    (foto: john springer)
  • kendisinin sinema tarhine kattığı harika bir kaçış sekansı var.

    şuradan izlenebilir.

    neden 100 yıl sonra bile hala sinemayla ilgilenenlere ilham olduğunu kısaca anlatan şöyle bir belgesel de mevcut.
  • charlie chaplin tarafindan ince ince onu kesilmese cok daha fazla ki$i tarafindan taninabilecek, "asla gulmeyen komedyen". olumune yakin yillarda cektigi son filminde, charlie chaplin ile ba$rolu payla$masi da, muhtemelen $arlo acisindan cok ho$ olmami$tir.

    sinema tarihinde, ozel hayatina sozle$me ile en cok mudahale edilmi$ oyuncudur, herhangi bir yerde ve herhangi bir zamanda gulmesi kesinlikle yasaktir.
  • kanımca buster keaton'ın charlie chaplin'in gölgesinde kalmasının en önemli nedenlerinden biri de, chaplin kadar zengin karakterler* yaratamamasıdır. chaplin'in dehası kendisini içerikte** gösterirken, keaton'ınki teknikte** yatar. oyunculuk söz konusu olduğunda ise: charlie oyunculukta yıldızken, buster'ınki karakter oyunculuğuna daha yakındır. özetle, yaptıkları iş ne kadar benzer olsa da, her iki ustanın da ustalıkları farklı alanlardadır.

    ayrıca chaplin ve keaton'ı buluşturan yegâne film için (bkz: limelight)*
  • ben kıyıda köşede kalmış detaylardan bahsedeyim buster ile ilgili.

    * asıl adı joseph francis keaton'dır. buster ismini ona henüz 18 aylıkken merdivenlerden kafa üstü düşüp de hiçbir şey olmayışına şahit olan ünlü illüzyonist ve kaçış numaraları üstadı harry houdini koymuştur. (o dönemlerde 'buster' sözcüğü yaralanma potansiyeli taşıyan kayıp düşmeler için kulanılırmış.) houdini aynı zamanda buster'ın babası joseph hallie "joe" keaton'ın vodvil tiyatrosunun ortağıdır. çok çok çok enteresan bir tesadüf.

    * sinemayla tanışması charlie chaplin'in mentoru roscoe arbuckle tarafından keşfedilmesi sayesinde olmuştur. bu da çok enteresan bir ayrıntı.

    * tanıştıkları gün buster incelemek amacıyla roscoe'dan kamera ödünç alır. daha sonra otele gidip kamerayı son civatasına kadar söker, inceler, çalışma mantığını çözdükten sonra tekrar geri birleştirir. adamdaki mühendis zekasına dikkatinizi çekmek istiyorum. ben olsam bırak 1917 senesinde kameranın çalışma mantığını çözmeyi, geri birleştirirken en az 3 parça arttırırdım mesela :)

    * ertesi gün gidip roscoe'dan iş ister. işe kabul edilmesiyle birlikte ikili arasında yıllar sürecek olan inanılmaz başarılı iş birliği ile pazara kadar değil mezara kadar cinsi bir dostluk başlar.

    * yeteneği, tarzı ve sinemaya kattıkları bakımından kendisini sadece charlie chaplin ile karşılaştırabiliriz. en az onun kadar ve hatta kimilerine göre daha yetenekli olmasına rağmen, tabiri caizse biraz "atanamamış charlie chaplin" olarak hafızalara kazınmıştır. bunun sebebi vizyona girdiği tarihte hakettiği değeri görmeyen ama günümüzde sessiz sinemanın doruğu kabul edilen başyapıt the general'ın, keaton'a uzun metraj sıçramasını bir türlü yaptıramamasıdır. zamanının ötesinde olmak böyle bir şey işte. aradan 100 sene geçmiş ve adamın aslında nasıl bir dahi olduğuna daha yeni yeni uyanıyoruz. bu arada kişisel bir not eklemek isterim: konuya beni yaklaşımım "kahrolsun kalleş chaplin! hakkı yendi keaton'ın!" şeklinde olduğu sanılmasın. "tesla vs edison"vari bir versus olduğunu düşünmüyorum bu noktada. charlie chaplin candır. ustaların ustasıdır. sadece keşke buster'ın da değeri bilinseydi, o da kariyerini ilerletseydi, fazlasıyla hakediyordu manasında söylüyorum.

    * kendisinin imzalarından biri de tüm filmlerinde taktığı, tamamen kendi tasarım ve üretimi olan ünlü "pork pie" şapkalarıdır.

    * "the great stone face" olarak bilinir. erken dönem birkaç işi dışında kamera karşısında asla gülmemiş hatta doğru düzgün mimik bile yapmamıştır. bunun sebebi en abzürd durumlarda dahi tepkisiz kalışının komedi unsurunu artırdığını ve seyirciyi daha çok güldürdüğünü keşfetmesidir. bu o kadar nokta atışı bir keşiftir ki birçok ünlü komedyen daha sonra aynı yolu izleyecektir. hatta size türk sineması'ndan bir örnek vereyim: kemal sunal. kemal sunal, kariyeri boyunca charlie chaplin ve buster keaton'dan esinlenmiş, onların kullandığı birçok komedi unsurunu kendi tarzında yeniden yorumlamış bir oyuncudur. keza en sevdiğim aktörlerden biri olan peter sellers da yüz felci geçirmişcesine sadece gözlerini kullanarak bizleri kırıp geçirirken aslında buster keaton'a selam çakmaktadır.

    * biraz dikkatli, az biraz da konuya hakim izleyicilerin fark edeceği üzere kendisi dahi bir yönetmendir. şimdi "dahi yönetmen" kalıbı her önüne gelen kaşkollu için kullanıldığından mütevellit sizi çok etkilememiş olabilir ama bugün sinemada hepimizin izlemeye aşina olduğu görsel anlatım tekniklerini, kurgu sanatını, hikaye anlatım biçimlerini ilk kez keaton'dan gördüğümüzü söyleyebilirim. şimdi çok detaya girip sizi sıkmaya gerek yok ama bir tane örnek vereyim mesela: iki boyut ektisi yaratan tek kaçışlı perspektif kadrajları tasarlayıp, sonra da 3. boyutun avantajlarını kullanarak imkansız görünümlü sahneler yaratması kadar, sahne içindeki karakterin olayı seyircinin gözünden algılamasını sağlayarak kendine has bir dördüncü duvarı yıkma (bkz: breaking the forth wall) yöntemine sahiptir ki bugün ben anlatmakta zorlanıyorum, adam 100 sene evvel sinemada uygulamış. bu sadece tek bir örnek. adamın yönetmenlik adına o kadar çok devrimsel tekniği var ki -hadi biraz da abartayım- patenti alınabilir bir şey olsa film çekemezsiniz o derece.

    -----

    ya ben bu adamı yerim valla çok seviyorum. anlatacak daha bir sürü anektod var kendisiyle ilgili ama işte yaz yaz nereye kadar. merak ediyorsanız açın, izleyin, okuyun. youtube'da filmlerinin hepsi olmasa da tamamına yakını var.
  • 1930'ların en başında birden ortadan kaybolmasını, yıldınızın sönmesini sadece "sessiz sinemanın bitişi" ile bağdaştırmak doğru olmaz bana kalırsa. bu konuda ünlü sessiz sinema isimlerinin popülerliğini kaybedişinden biraz farklı noktalar olduğunu düşünüyorum.

    öncelikle keaton dönemin en ünlü komedyeninden öte sessiz sinemanın en tanınan, sevilen birkaç isminden biriydi. sessiz sinemanın altın çağı olan 20'li yıllarda gerek sinema tekniği olsun, gerekse üretkenlik olsun charlie chaplin'den de harold lyond'tan da çok üstündü diyebiliriz rahatlıkla; chaplin ve lyond'un 20'li yıllarda yaptığı filmlerden bugün birkaç tane film anca anılırken ve en iyiler listesine girebiliyorken; keaton'da bu sayı on filmden bile fazladır. görülceği üzere böyle aniden kaybolucak biri değil normal şartlarda. büyük bir popülerlik, başarı, bunun yanında da üretkenlik, tarz ve yaratıcılık söz konusuydu keaton için.

    keaton'ın sorunu, ortadan kaybolmasına sebep olan şey yaratıcılığının ve üretkenliğinin kaybolması oldu ama sessiz sinemanın popülerliğini yitirmesinden ayrı olarak gerçekleşti görünüyor.
    1930 itibariyle yeni filmleri ile eski yaptıklarının yanına dahi yaklaşamamış. ama bu işte direkt olarak sessiz sinemanın bitişi ile açıklanacak şey değildir, başka sebepleri var.

    sessiz sinema ve sessiz sinemanın ünlü isimleri sesli sinemanın ortaya çıktığı ilk an olan 1928 yılından itibaren çok kan kaybedip popülerliğini yitirmeye başlamış olsalar bile, bu çabucak olmamış, en azından sessiz sinemadaki isimler bunun olmaması için büyük savaş vermiş, elinden geleni yapmış veya sesli sinemaya uyum sağlamıştır *. fakat keaton'a bakıldığında böyle bir mücadele göremiyoruz bile 1930 sonrası. yani demek istediğim şu: 1930'lu yıllarda sesli sinema ortaya çıkmayıp sessiz sinema var olup hüküm sürseydi dünyada ve bu şartlarda da keaton benzer filmler yapsa popülerliğini kaybederdi diye düşünüyorum.

    keaton'ın neden kaybolduğunu, bu üretkenliğin ve yaratıcılığın yok olduğunu biraz irdelemek gerekir.
    buster keaton en başından itibaren kendine ait bağımsız bir stüdyoda yer alıp, kendi filmlerini çekiyordu; kendi filmini yönetiyor, çoğu zaman da senaryoda yer alıyordu. bunun yanında da sınırsız bir özgürlüğü vardı, bu onun yaratıcılığını sonuna kadar kullanmasını sağlıyordu. bilen bilir, çoğu filminde o dönem için çok pahalı sahneler de bulunur, ve "nasıl çekilmiş bu" dedirtecek de bir sürü sahne vardır. steamboat bill jr filmi sonrası, yani 1928'de bu stüdyosunu kapatıp mgm ile anlaştı. mgm ile anlaşmasını keaton kendisi şöyle değerlendiriyor: "kariyerimde yaptığım en kötü hata." . keaton maalesef mgm ile anlaşarak kendi kariyerini mahvetmiş. mgm, keaton'un özgürlüğünü, ve bunun sonucunda yaratıcılığını köreltmiştir adeta. sürekli yapılan baskı, kesmeler, karışmalar, sessiz sinemanın kendini sesli sinamaya bırakmasıyla daha da arttı, artık keaton kendi filmerinde senarist olarak yer almadığı gibi yönetmen koltuğunda da daha çok ikici planda olup göstermelik koyuluyordu ya da hiç olmuyordu bile. keaton'ın mgm ile çıkardığı ilk film the cameraman (1928) çok başarılı bir keaton filmdir, ancak mgm filmi kaybetmiştir, çok uzun yıllar sonra ancak film bulunabilmiştir. daha sonra spite marriage (1929) mgm ile çıkmıştır, bu keaton'un mgm için yaptığı son uzun metrajlı sessiz film olmuştur, maalesef bu film sonrası mgm baskısı ile keaton sesli filmlerde yer alması için zorlanmış ve tüm yetkisi, özgürlüğü elinden alınmış. bu olanların üstüne bir de özel hayatında sorunlar ortaya çıkmış 30'lu yıllların başlarında; hem evleliğinde ciddi sorunlar ve de üstüne alkol, bunların sebebi kariyeri ile ilintili olsa gerek. kaçınılmaz olarak da depresyona giriyor ve 1930'luyıllarda eski durumundan çok farklı oluyor. 30 sonrası da güzel işleri var elbette, ama eskisi gibi değil.

    tabii ki, sessiz sinemanın bitişi keaton'a da bir darbe olmuştur, mgm'ye karşı gelememesinde vesaire rolü olmuştur, ama salt olarak sessiz sinema bitti diye bitmiş değil keaton; depresyon ve mgm'nin sebebi daha öncelikli bana kalırsa. bağımsız devam etseydi böyle olcağını düşünmüyorum.
  • chaplin kadar tanınmaması yüzünden kendisini eşe dosta anlatırken agresifleştiğim komedi sanatçısı 9 canlı aşmış insan. olm insanı delirtmeyin niye kimse bilmiyor bu adamı??
  • the dreamers'da amerikalıyala fransız genç arasındaki tartışmaya konu olan oyuncu. cahrlie chaplin'le buster keaton'dan hangisi daha iyi sorusuna bernardo bertolucci de karakterleri ağzıyla keaton cevabını vermiş gibi gözüküyor. çünkü keaton hiç bişe yapmadan da -charlie chaplin'in tersine- komik.
  • stephen king' in gerekli seyler* isimli romanindaki hede hodo kasabasinin belediye baskani.
hesabın var mı? giriş yap