• her an akıp gitmeye niyetli oldugum, buda ve zen okuyup hazırlandıgım ögreti.
    ama budist olamayisimin tek nedeni kaşarlı dürüm döneri terk edemeyişim, burdan da bunu acikliyorum.
  • şu an adını hatırlamadığım bir filmde şöyle tanımlandığını hatırlarım;

    zenci: senin dinin çok rerörerö...
    budist: budizm din değil.
    laz: nasii?*
    budist: dinler halkları birbirinden ayırır, budizm birleştirir.
  • turuncuyu severler
    etli yemek yemezler
    budistler böyledirler
    milyon kere doğar, ölürler

    ille de buddha olsun
    ister çamurda olsun
    terketmiştir samsarayı
    her kim olursa olsun
  • hindistan ve cin gibi ulkelerde yaygindir. dogaustu bir tanri dusuncesi yoktur. arzunun istirabi dogurdugunu ve istiraptan kurtulmak icin var olmaktan vazgecmek gerektigini ileri surer.
  • çağımızda birçok anlamsız yoruma konu olan talihsiz bir öğretidir. milattan önce on beşinci yüzyılda başlayan ve çok sayıda değişik kola ayrılmış olan budizm, hem toplumsal hem de bireysel anlamda özgürlük kavramını içerir, hiyerarşiyi ve egemenliği kabul etmez. herkesin kendi aydınlanmasını sağlayacak yeteneğe sahip olduğunu savunur. öne çıkarılanın aksine bir öğretmenin bu felsefede fazla rolü yoktur, belki gidilecek yolda yardımcı olur ancak nihai karar bireye aittir. herhangi bir otorite yok, otorite bireyin kendisidir. aydınlanma bir başkasının gücüyle değil, ancak kişinin kendi çabasıyla kazanılabilir. bu yönüyle de özyönetimi öne çıkaran bir öğretidir.
  • öğreti insandadır. "komşunun tanrısını kendi tanrından daha çok sev" diye yola koyulmuş bir öğreti zinciridir.

    bir hikayeyle devam ediyim

    uzakdoğu'da bir budist tapınağı,bilgeliğin gizlerini aramak için gelenleri kabul ediyordu.burada geçerli olan incelik; anlatmak istediklerini konuşmadan açıklayabilmekti

    bir gün tapınağın kapısına bir yabancı geldi.yabancı kapıda öylece durdu ve bekledi.burada sezgisel buluşmaya inanılıyordu,o yüzden kapıda herhangi bir tokmak,çan veya zil yoktu.bir süre sonra kapı açıldı,içerideki budist,kapıda duran yabancıya baktı.bir selamlaşmadan sonra söz'süz konuşmaları başladı.gelen yabancı, tapınağa girmek ve burada kalmak istiyordu.

    budist bir süre kayboldu, sonra elinde ağzına kadar suyla dolu bir kapla döndü ve bu kabı yabancıya uzattı.bu,yeni bir arayıcıyı kabul edemeyecek kadar doluyuz demekti.yabancı tapınağın bahçesine döndü,aldığı bir gül yaprağını kabın içindeki suyun üstüne bıraktı.gül yaprağı suyun üzerinde yüzüyordu ve su taşmamıştı.içerdeki budist saygıyla eğildi ve kapıyı açarak yabancıyı içeri aldı.suyu taşırmayan bir gül yaprağına her zaman ihtiyaç vardı.
  • beni oldukça şaşırtmış bir inanç sistemidir.

    budizm denince gözümüzde buda heykelinin önünde diz çöken, tekerlek çevirip dua eden, yeni dalai lama'yı 'aha ruh buna geçmiş' diye bulan insanlar canlanıyor . benim kafamdaki imaj da bu olunca bir çeşit animizm bekliyordum, buda'nın tanrısallaştırıldığını düşünüyordum haliyle. fakat bu dinin en önemli prensiplerinden biri anatta, yani ruh yoktur prensibiymiş. tanrı konusunda da tam ateist demeyelim de agnostik bir yaklaşımı var orjinal budist metinlerin.

    ruh yok, tanrı yok, ne var lan it demek lazım bu durumda tabii. iki bin beş yüz yılda budizm epey bir dallanıp budaklanmış, zen budizmi ile tibetlilerin lamacılığı, sri lanka veya tayland'daki budizme pek benzemiyor, kimi uygulamalarda ruh da var tanrı da bu arada. peki bu değişik uygulamaların ortak noktası ne. öncelikle hepsi dinin kurucusu buda'ya ve onun dört asil gerçek adlı prensiplerine inanıyor. merak eden açıp okusun ama benden kısa özet şu şekilde 1-hayat acılarla doludur 2-acıların sebebi ihtirastır 3-ihtirastan kurtulan acıdan da kurtulur 4- ihtirası bitirip acıdan kurtulmak sekiz katlı yolu takip ile mümkündür. sekiz katlı yol ise (1)doğru bakış (2) doğru amaç (3) doğru konuşma (4) doğru davranma (5) doğru yaşam (6) doğru çaba (7)doğru farkındalık (8) doğru konsantrasyon şeklinde.

    tam bu aşamada din değil la bu kişisel gelişim kitabı gibi birşey diye düşünmek mümkün. yani bu genel prensiplerde ne evrenin işleyişine, ne ölümden sonra ne olacağına dair bir iddia var. ama bunun sebebi budizmin doğduğu ortamla ilgili daha çok, hindu inanışının baskın olduğu, milletin ölüp ölüp bir daha dirildiğine inandığı bir yerde ortaya çıkmış. yani reenkarnasyon zaten kabul edilmiş bir gerçek bence budizmde, buda'nın tek dediği 'hoca benim dediğimi yaparsanız bir daha bu boktan ortama geri dönmek yok, nirvana'ya ulaşıyorsun yeniden doğma olayını engelliyor'. epey garip geldi bu nokta bana, dinlerin hemen hepsi öyle ya da böyle sonsuz hayat iddiasındayken bu vatandaş 'bitiriyoruz' mantığından almış dayanağını. aslında nirvana nedir sorusunun cevabı da tam verilmediği için biraz muallak bu nokta. nirvana nedir sorusunun cevapları hep "çok güzel, kızgın kumlardan serin sulara atlamak gibi, sen de gel" şeklinde.

    burada bir sürü insan 'aha bu nirvana semavi dinlerdeki tanrıya benziyor, budizm de tasavvuf gibin' şeklinde yorumlar yapıyor, ben pek ikna olmadım bu hususta. tanrı konusunda birşey söylemekten bilerek uzak durmuş anladığım kadarıyla buda amca, hatta bir öğrencisi 'o kadar konuştun tanrılara dair bi halt söylemedin, bilmiyorsan bilmiyom de' şeklinde atarlanınca 'ulen dangalak ben bunları anlatıcam diye mi geldin, ben anlatıcağım olayı söyledim yürü git' şeklinde ayar vermiş. benzer soruları soranlara da 'adam zehirli okla vurulmuş, oku çıkartıp tedavi olacağına, yok oku kim attı, efendim ok nasıl yayla atıldı diye geziyor' şeklinde bir mesel ile ayar verir budistler.

    beni şaşırtan bir durum da günümüzde özellikle abd'de bu dinin popülerliğinin giderek artması. konuşmanın yasak olduğu, soğuk bir odada sadece pirinç lapası yiyip meditasyon yaparak geçireceğiniz iki gün için bin dolar para vermeniz gereken 'budist otel' var yahu. harbi harbi budist olan gençler var. bunun iki sebebi var bence. ilk olarak insanlar etraflarında gördükleri olayları, hatta evrenin işleyişini artık bilimin açıklaması gerektiğini düşünüp bu konuda yorum yapmayan bir dini daha rahat benimsiyor. bir de özellikle theravada budizminin bireyselci yapısı, 'kendini kendin kurtar' mantığı çekici geliyor amerikalılara sanki.

    efendim kısaca kişisel görüşüm şöyle, düşünce sistemi olarak güzeldir, ama inanç sistemi olarak başka dinlerden pek bir farkı yoktur. bugün buda'yı görsem bir buçuk acılı adana ısmarlar "acıyı bitirdim diyordun ye bakalım" derdim. bu durumda da "buda'yı görürsen onu öldür, kurtuluşu kendinde ara" diyen zen budistlere yakın oluyorum sanırım.
  • maha vira’nın çağdaşlarından biri de, çok genç olmakla birliktebuddha “aydınlatılmış olan“ diye de adlandırılan siddhartha gautama idi. mö 6. yüzyılda başlayan budizmin hindistan’daki tırmanışı, upanişad yazıtları ile parelellik gösterir. buddha’nın yaşamı ve öğretileri, upanişadlardan ya da mahavira’nın capna’sından çok daha fazla bilinmektedir. buddha’nın yaşamı, dört soylu gerçek ve de sekiz aşamalı yol adlı eserlerde verilen basit ancak gerçekten de üzerinde düşündürten bir öğretiye hayat verdi. dört soylu gerçek, kişisel özgürlüğe ulaşma öncesindeki gerekli dünya görüşünün tanımı üzerinde durdu. sekiz aşamalı yol’da ise , inananları, doğru görüşlere, doğru arzulara, doğru konuşmalara, doğru davranışlara doğru yaşam biçimlerine, doğru çabalara, doğru değerlendirmelere ve doğru konsantrasyonlara yönlendirecek bir sıkı ahlak sisteminin prensiplerine ağırlık verildi. kişiyi, tüm insani bağlayıcılıklardan özgür bırakmaya yönelik bu basit program, insani sorumluluk payının yerine getirilmesine yönelik radikal bir vurguda bulundu. gerçekte, tek tanrılı bir inancı vurgulamamasına rağmen, aslında, budizmi, diğerlerinden kesin sınırlarla ayıran en önemli özelliği, diğer tüm dünya dinlerinden çok daha fazla bir biçimde insan sorumluluğunu ön planda tutan radikal yaklaşımı oldu. mahavira’da olduğu gibi, buddha’nın kast sisteminin kurallarını dışlamı ile birlikte, bu görüş, dini reformun başlatılma sında budizmi merkez alan çok güçlü bir gücün de açığa çıkmasına katkıda bulundu.

    buddha, aklın, sebepsel bir faktör olarak tüm yaşam süresince olan önemi üzerinde durdu. “öncedüşünce, sonra varlık gelir“ onun bu yöndeki düşüncesini özetleyen bir deyiştir. doğru yaklaşımlı budist disiplini, öncelikle bilince bağlı olarak oluşacak her düşünce , arzu ve duygunun farkında olmayı daha sonra ise bunların kontrol edilebilmesini gerekli görür. buda, bunların ayırımına varılabilmesi olgusunu, benliğin kendisi ile aynı olmadıklarından ötürü bertaraf edilebilirlikleri düşüncesine dayanarak yaptı. bu tip düşünce ve duygular, buddha’ya göre, sürekli vücut bulur ve yok olur. dolayısı ile vardırlar ama sürekli bir birliğin parçası değillerdir, o nedenle gerçek anlamda “gerçek“ değillerdir. bir budist, gerek madde gerekse de akla yönelik tüm bu fenomenalara bağımlılığı, mutlak ve sürekli olana ulaşma arayışı sürecinde aşmayı öğrenmek durumundadır. dolayısı ile budistin arayışı değişmez olana yönelik olmalıdır.

    bununla beraber, budizm, bu mutlak amacın adını koymakta çekimserdir. bu amaç kimi kez,her tür tanımın ötesindeki hal olarak tanımlanabilecek nirvana olarak adlandırılır. pek çok budist, bu amacın, hıristiyanlık ve müslümanlık’ta tanımlanan tanrı ile birlik oluşturmak gerçeği ile aynı olduğunu düşünür. ancak doktrinsel olarak, tanrı’yı , hıristiyan ve müslümanların anladığı çerçevede algılamak pek çok budist için oldukça güçtür. buddha, yaratıcı tanrı kavramına, yaşadığı çevrede, hindu inancındaki insanların hindu tanrı ve putlarına tapınma kavramlarının yanlışlığına olan inancından ötürü sıcak bakmadı. öyle ki, onun,hindu putperestliğine koyduğu tavır,bazı kişilerin onu ateistlikle bile suçlamalarına neden oldu. gerçekte ise, buddha, yaratılan varlıklara tapınılmasına tavır aldı. buddha’ya göre, indra ve diğerleri de dahil olmak üzere tüm hindu tanrıları, sona eren varlıklar olarak,gerçeğin bilgisinden uzak maddenin sınırlayıcılıkları içindedirler. o nedenle de, buda mutlak,süregen, tükenmeyecek bir tanrı’nın gerçek vizyonunun ne olabileceği arayışında oldu hep.

    budizm, mutlak varlığın, bilgelik (prajina) ve sevecenlik (karuna) gibi ilahi nitelikleri olduğunu kabul eder. budist aydınlığına ulaşan kişi, davranışlarında bu bilgeliği geliştirir ve diğer tüm canlılara da aynı sevecenlikle yaklaşır.

    buddha, dışsal formlara dayalı ve kurban olaylarına çokça yer veren dini ritüellerin gereksizliği üstünde durdu. buddha’ya göre, ne ganj nehrinin kutsal addedilen sularında yıkanmak , ne de bedene acı çektirerek kontrol altında tutmak inanan insanı arındırma yolları olabilirdi. budizm,güne dek çokca yerleşmiş sihir, büyü, çeşitli dini pratik olgularını ve de brahmin kastı bünyesinde giderek artan tacizlere de eleştirel yaklaştı. ari’ler ile dravidyan’lar arasındaki içiçeliğin kaynaşmanın ani bir biçimde başladığı o ilk dönem ile birlikte, budizm, gerçek ebeveynlerin karşılanması öncesindeki global hazırlık döneminin gerçektende önemli bir yapı taşı oldu.

    daha önce hiç bu denli yoğun gündeme gelmemiş dini çalkantı döneminin başlaması ile de,bölge insanları radikal değişimler geçirerek üst seviyeli ruhsal anlayış zeminlerine ulaştılar.
    zaman içerisinde, bu bölge insanları çoktanrılı inançlar ve bunlara bağlı dini pratikler hatta ve hatta din olgusu ile yakından uzaktan ilgisi olmayan yıkıcı pek çok ruhsal alışkanlıkları da terkettiler. orta- doğu’da zoroaster’in, hindistan’ın orta ve kuzey bölümlerinde upanişad bilgelerinin, doğu ve güneyinde ise mahavira ve buda’nın etkileri ile birlikte, dünyanın bu bölgesi, kurtarıcının gelişi ile ilgili hazırlıklara ve de asal idealdeki gerçek ebeveynlik kültürünün doğuda yaygınlaşmış olgusuna, ruhsal olarak hazırlandı.

    budizm ile ilgili bu yazı aşağıdaki adresten temin edilmiştir.
    http://www.mehmetdeveci.com/buda.htm
  • keşke bir din haline getirilmeseydi. ilk çıkışındaki gibi bir felsefik akım olarak kalsaydı. tanrısı ve peygamberi olmayan hümanist bir din.
  • bir gün rahibin biri buda'ya yanaşıp: "öğretilerin dünyanın ve insanın ne olduğu gibi çok önemli sorulara hiçbir cevap getiremiyor" der. buda da rahibe dönüp: " zehirli okla yaralanmış bir insanın, kuramsal bir merakla, okun hangi maddeden yapıldığını, hangi zehire batırıldığını ve kaç derecelik açıdan fırlatıldığını merak edecek mecali kalmayacaktır." der.

    hikayeden de anlaşılacağı üzre içinde bulunduğumuz bilim dünyasının tersine, budizm, insanın sorunlarını öncelikler sıralamasında en başa koyar. hakkındaki en büyük yanılgılardan biri bazı hayvanlara veya buda heykeli gibi bir takım cisimlere tapınıldığı sanrısıdır. hinduizmdeki kast sistemi gibi bazı gerzekliklerden arındırılmıştır. bu inanç sisteminin daha geniş anlamıyla doğu felsefesinin hüküm sürdüğü yerlerde hayvanları koruma dernekleri yoktur. çünkü zaten bu felsefe sistemi onları korur. brahmanlar başlarına iyi bir şey geldiğinde pazara gidip kafese kapatılan veya boyunlarına tasma vurulan hayvanları özgürlüklerine kavuştururlarmış. fakat the cove adlı belgeseldeki yunus katliamları da yine bu bölgelerde yapılıyor. bu ve brahmanların pazarda özgürlükleri kısıtlanmış hayvanlar bulabilmesinden de anlaşıldığına göre her yerde kendini belli eden kötülüğün ve merhametsizliğin sembolü kalabalıklar bu bölgelerde de varlar. arthur schopenhauer'ın irade üzerine yazdıkları budist öğretilerle örtüşür. bu filozofun yazdıkları sağa sola aforizma yazmak için değil de ciddiyetle ve içselleştirilerek okunursa o bahsedilen rahatlık ve huzura giden yol keşfedilebilir.

    (bkz: arthur schopenhauer/#19077983)
hesabın var mı? giriş yap