• aşırı dozda uyuşturucu kullanmaktan 27 yaşında hayatını kaybeden sanatçılar kervanına katılan neo-ekspresyonizmin en ünlü ressamlarından biri olan jean-michel basquiat'ın meslektaşı ve arkadaşı julian schnabel tarafından filme alınmış biyografisidir. filmin olmazsa olmaz huysuz karakteri andy warhol'u canlandıran david bowie'nin kullandığı peruklar, warhol'un gerçek peruklarıdır.
    basquiat (1996)
  • çok kafa filmdir. bizim nesli sanki çocukluğuna götürür. new york'un seksenleri, bana istanbul'un (kadıköy ve beyoğlu'nun) doksanlarını hatırlatır. o atmosfer, o müzikler... filme dair söyleyeceğim şu var: david bowieciğim, o kadar güzel andy warhol olmuştur ki o kadar olur. öyle bir karizmanın kıl kuyruk birini tüm kıl kuyrukluğu içinde betimleyebilmesi gerçekten takdire şayan. ağır bowieciliğimin etkisiyle söylemiyorum, hayır. objektif bir vakıa.
  • esas adi jean michel basquiat olan, 80'li yillarda new york sanat cevrelerini resime getirdigi primitif uslupla kendine hayran birakan, uyusturucu muptelaligi ve baska sebeplerden dolayi dususu de cikisi kadar hizli olmus haiti asilli ressamdir basquiat.

    insan nasil olur da sokaklarda yasayip, copluklerde graffiti yapan bir evsizden, new york sanat cevresinin en saydigi insanlardan biri haline gelebilir birden? iste seksenler (bkz: 80s) boyle sosyal patlamalarin oldugu yillardir, basquiat da andy warhol ve rene ricard isimli bir sanat yazari sayesinde une kavusur, amerikan sanat tarihinde gercekten un kazanan ilk zenci ressamlardandir kahramanimiz, hatta muzik disinda bir sanat alaninda superstardom statusune ulasmis ilk zencidir denilebilir. yasaminin uzerinden bir turlu kalkmayan esrar perdeleri hayatinin onemli detaylarini anlamamizi engellese de, bilinen bir sey 27 yasinda ( sene 1988), gerisinde trajik ve guzel bir yasam birakarak, overdosedan olmesidir.

    butun bunlar gorulmelidir, julian schnabel isimli ressam/yonetmenin, ki kendisi de 80'lerin sosyal patlama zamaninda zengin olmus ressamlardandir, basquiat adli 1996 yapimi filmi izlenmelidir. filmi izleyenlere ufak bir dipnot: filmde gorulen butun basquiat resimleri schnabel'in yaptigi reproduksiyonlardir, ayrica yonetmen - gercek hayatta basquiat'nin arkadasi olmus oldugu icin-, kendi karakterini de isim degistirerek gary oldmanin canlandirdigi albert milo isimli ressam olarak senaryoya eklemistir. sevenlerinin sikilmadan on-on be$ kere izledigi, birkac kez izleyince akillarda kalan guzel quotelari ile pek seyirlik bir filmdir basquiat: ornek olarak ressam albert milo'nun basquiat'ya :"your audience is not even born yet." demesi ho$ bir quote olarak anilir.
  • filmin ismi türkçeye şöhretin bedeli olarak çevrilmiştir. (bkz: e pes diyorum artik tamam)
  • "there was alittle prince with a magic crown.
    an evil warlock kidnapped him, locked him
    in a cell in a huge tower and took away his voice.
    there was a window with bars. the prince kept smashing
    his head against the bars hoping someone would hear the sound
    and find him. the crown madde the most beautiful sound that anyone ever heard.
    you could hear the ringing for miles. it was so beatiful, that people wanted to
    grab the air. they never found the prince. he never got out of the room.
    but the sound he made filled everything up with beauty."

    -julian schnabel-
  • filmi izlerken basquiat'nin ilk sergisinin oldugu sahnede gozlerimiz o sergiyi kendisiyle paylasan sanatci jenny holzer rolunde birini aramisti. basquiat kendisiyle yapilan ilk onemli soylesinin basliginin da soyledigi gibi the radiant child'di, transavanguardia miydi belki de, hakkinda "new money, new art" yazilari yazilandi. yandi sondu kisisel yasami, jenny holzer ise money creates taste gibi times square'de asili kalan maksimleriyle kamusal sanat doguran kadin oldu, venedik bienali'ne erisebilen cagdas amerikan sanatcisi oldu.
  • andy warhol ve 80'lerin kasvetli ruh halini izlemekten keyif aldığım film.

    80'lerin sokak kültüründen birşeyler öğrenebilirsiniz bu filmi izlerken. sanatın sokaklardan çıkıp sınıf atlarcasına galerilere nasıl taşındığını da. zengin para babalarının beyazlardan seçildiğini, bir siyaha taksinin bile durmadığı yılları izleyerek ırkçılığı görebilirsiniz. yokluktan gelen bir sanatçının 20'li yaşlarında yıldızı parlamış futbolcu gibi parayı ve şöhreti kadınlarla, pahalı yiyeceklerle, gerekirse dostlarına kazık atarak, sevgilisini aldatarak kendini nasıl tükettiğini de izleyebilirsiniz. gerçekten yapayalnız kalmanın hüznünü de yaşayabilirsiniz.

    factory girl filminin ardından izlerseniz kapılacağınız duygu, andy warhol'un herkesi kullandığı duygusu olacak. ya da öyle yansıtıldığını göreceksiniz.

    27 yaşında aşırı dozdan ölümlerin popüleritesinin devam ettiği yılları anımsayarak, bir intihar mı yoksa cinayet mi sorusunu sorabilirsiniz.

    --- spoiler ---

    en çok sevdiğim yanı da basquiat ın gökyüzüne baktığında dalgalarla danseden bir sörfçü görme imgesiydi. dalgaların arasında kaybolup gitmesi de çok hüzünlüydü.
    --- spoiler ---

    iyi film.
  • bir biyografi filmi için bana biraz kısa geldi ama aynı zamanda bazı yerleri de gereksiz uzun geldi. müzikleri şahane, özellikle waltzing mathilda çalan yerde de içiniz dağlanıyor. filmin yönetmeni julian schnabel zaten vakti zamanında hem andy warhol ile hem de basquiat ile çalışmış. kadro ise inanılmaz yani elektrikçi willem dafoe, parti konuğu vincent gallo ki büyük başları saymıyorum bile.
  • andy warhol'u david bowie oynuyo. oldukça da başarılı. çok güzel film.
  • kült ve underrated bir filmdir. soundtrack olarak 10 numaradır. filmde dikkat çeken iki sahne vardır. bunlar;

    -yemek sahnesinde basquiat tarafından sosla yapılan resim.
    - diğeri bir gazeteci tarafından neden kaba saba insanlar çizildiği sorulduğunda, basquiat hayatı boyunca hiç nazik tanımadığı için kaba saba insan çizdiğini söyler.

    izleyin güzel film. tezkereyi aldığım gün erzurum'da bir avm'nin market kısmında sepette 1 tl'ye aldığım filmdir.
hesabın var mı? giriş yap