hesabın var mı? giriş yap

  • hepsini goren biri olarak kisaca fikrimi soylemek gerekirse:
    londra: metropol
    paris: sanat
    barselona: eglence
    roma: tarih

  • sabahın 6’sında uyanmış ve zombiye dönüşmeye ramak kalmış bünyenin 3 gün üst üste giyilmiş pantolonu koklayıp 1 gün daha giderinin olduğuna karar verdikten sonra yüzünü bile yıkamadan çıkıp metrobüs duraklarının yanındaki seyyar poğaçacılardan birinde (bkz: merhaba poğaçacı) kendisinin kahvaltı addettiği fakat aslında sadece beyninin ona sigara altlığı yapması için gönderdiği güçlü sinyallere yenik düşmesinden mütevellit 2-5 tane arası poğaçanın mideye işkence niyetine duhul edilmesi ve akabinde tek nefeste çektiği 200ml şeftalili meyve suyunun bünyede yarattığı anlık enerjiyle güne mutlu başlandığı istanbul’un çoğu beyaz-mavi yakasının her gün yaptığı survival instinct.

    not: bilerek nokta, virgül koymadım ve tek nefeste okunmasını istedim. lütfen ilkokuldaki türkçe hocamın mezarındaki ana babasına kadar sövmeyin dostlar. *

    edit: imla

    debe editi: valla bu kadar etkileşim alacağını düşünmedim ama sanırsam herkesin belli bir dönemine hitap etti bu entry. sağol sözlük :)

  • gereksizdir. mademki türkiye'de yaşıyorsun. temel kavramları anlayacak ve konuşabilecek kadar türkçe'yi de bir zahmet öğren. eğer, ''diyarbakır''dan istanbul'a uçakla gelecek kadar da türkçe bilmiyorsan, bu ülkenin vatandaşı değil. ancak, turisti olabilirsin.

  • türkiye'de pek tanınmayan, sovyet rejimi'nin bir şekilde dışladığı, tam adı mihail afanasyeviç bulgokov olan, usta ile margarita'nın dahi yaratıcısı ( master i margarita) hakkında bu kadar seyrek entry girilmesine doğrusu oldukça şaşırdığım yazardır.
    gogol'den sonra ikinci en iyi ukraynalı edebiyatçı olarak sayılabilir. 1891'de kiev'de doğan bulgakov'un asıl mesleği doktorluk olsa da, genç yaşta hekimliği bırakarak hayatını tamamiyle edebiyata ve tiyatroya adadı. romanları ve hikayeleri mevcut sovyet rejimi tarafından içlerinde komunist kahramanlar olmadığından ya da rejimi çok az desteklediğinden dolayı genelde yasaklanmıştır. rejim yazarları iç savaşla anoloji kuarark bulgakov'u kızıl-beyaz savaşında hep beyaz olarak görmüşler, aşağılamışlardır. halbuki üstat ne beyazdır ne kızıl. stalin yönetimi altında 1930'da tüm yapıtlarının yayımlanması yasaklandı. aklımıza hemen boris pasternak ve de ölümsüz eseridoktor jivago gelmekte, bulgakov gibi sovyet rejiminde kadre uğrayan ondan sonra gelen müthiş bir kalem olarak. sadece roman ve hikayeleri değil bir çok tiyatro eseri de yaratmış ve yasaklanana kadar oynatmayı sürdürmüştür. halkın yoğun ilgisine rağmen, rejim bu eselerin çoğunu yarıda kesmiş ve dezenformasyon yapmıştır. usta ile margarita en önemli romanı turbin'in günleri ve moliere efendi en etkili tiyatro eserleridir.

    yapıtlarında bulgakov'u yöneten, hayatın kendi soluğundan başka bir şey değildi. o hayata kayıtsız kalmamış o kadar sıkıntıya ve dışlanmaya rağmen hep çoşkunluğunu korumuştur. anlatacaklarını direkt anlatır dolaylı sanatlara ve zımni yazınlara pek kaçmazdı. herzen'in "kahrolsun eğreltilemeler, üstü kapalı sözler. özgür insanlarız köle değil;gerçeği masalalştırmaya gerek yok" sözlerine sıkı sıkıya bağlıydı. ülkesinden ve rejimden kaçanların yaşadıkları travmaları, kötü sonları kendi oğlunun derdiymiş gibi anlatır, iç savaştan ve ve rus aydınlarından söz ederdi. ülkesinin ahlak gücüne ve geleceğine inanırdı. ancak herkes beyazları savunduğu sanrısında idi. sovyet edebiyatını kirlettiğini söyleyerek soluk alışverişini bile zora soktular. yazıları yasaklanınca kendini tiyatro'ya verdi çok başarılı eserler ortaya koydu. kendini amansızca eleştiren rejim yazarlarına, benim seyircilerim ve okuyucularım var yargıçlarımda onlar siz değilsiniz demiştir. oyunları büyük ilgi görmüş ancak sonunda oyunların büyük kısmının sahnelenmesi yasaklanmıştır. maksim gorki bile bulgakov'a sahip çıkmış, oyunlarda beyazların savunması ya da rejim düşmanlığı olmadığını, oyunların tamamen sanatsal olduğunu savunmuştur.
    stalin'e "yazar olarak düşünmeye ve her şeyi kendi gözüyle görmeye hakkı olduğunu, bu yapılamazsa yaşamanın bir anlamı kalmadığını" belirten bir mektup yazdı. stalin kendisine telefon etti, bu telefon sonrasında tekrar bazı tiyotro eserleri sahnelenmeye başladı.

    gogol hayranıydı. olağanüstü gözlem yeteneği, gerçekçi düz yazının sınırlarını zorlayan eserlerinde gogol izleri görünür. alışılmış kalıplardan, sakız gibi gevelenen sözlerden nefret eder bazen düzyazının ortadan kaldırılmasını bile düşündüğü olurdu. hep bu dünyada başarılı olamadığını, yeterince okuyucu ve izleyiciye ulaşmadığını düşünmüştür. nietzsche'nin "hayatta başarılı olmazsan öldükten sonra değerin anlaşılır" sözlerini doğrularcasına 1940 yılındaki genç yaşta ölümünden sonra çok çok daha ünlü olmuş ve eserleri onlarca dile çevrilmiştir.

  • 3 lira maaş alıyor diye her türlü pisliğe katlamalı gerektiği düşünülen insan. amk paranın köpeği olmak böyle bir şey, gel veriyim maaşını akşama kadar taciz edeyim, ayağımı koklatayım.

  • bıkmadınız şu ne olursa akp'nin yararına olurcular bıkmadınız mübarek. osursak aman dikkatli osuralım ki diğer tarafa yararı olmasın diyecekler nerdeyse. abartmayın arkadaşım şunları gereksiz tolerans göstermeyin tepkinizi koyun yahu, bu nedir her zaman her yerde defans. böyle yapa yapa adamlar 17 yıldır ağ kurdular beğenmedikleri seçimi iptal ettiriyorlar cılkını çıkarıyorlar.

  • çok saçma bulduğum bir yarışmaydı.. ta ki annemi kanser yüzünden kaybedene kadar.

    sağlığında annem sürekli izlerdi. ben de çok sıkıcı ve saçma olduğunu söyleyerek sürekli eleştirirdim. annem ise "ben eğlenmek için izliyorum, seviyorum" cevabını verirdi her seferinde.

    anneme ağustos ayı başında lösemi teşhisi konuldu ve o zamandan sonra kalan ömrünü hastanelerde geçirdi. hasta olduktan sonra hiçbir şekilde televizyona dönüp bakmadı. yaşamak için bir nedeni olsun, o hastane odasında yaşama bağlansın diye elimizden geleni yaptık. kitap, müzik, elişi, boya... ama televizyondaki hiçbir programa dahi dönüp bakmadı.

    sonra ölmeden bir kaç ay önce kafasını dağıtması için televizyon izlemesinin yararlı olacağını söylerken "survivor başlasa izlerdim. o beni eğlendiriyor" dedi. o günden sonra survivor başlasa diye dört gözle bekledim. neredeyse acun ılıcalı'ya bir şekilde ulaşıp ne olur başlatın, annemi eğlendirecek bu programa çok ihtiyacım var diye yalvaracaktım. gazetedeki "survivor şubatta başlayacak" haberini anneme müjde diye verdim.

    ama olmadı. annem survivor başlamadan bir kaç hafta önce öldü. şimdi ne zaman televizyonda görsem başımı çevirip bakamıyorum. acaba annem bu programı izleyebilseydi ölmeden önce, biraz olsun o hastane odasında eğlenebilir miydi merak ediyorum sadece.

  • sevgili cananlar, prenses degilsiniz. ulkemizde monarsi yok. kimse de sizin usaginiz degil. etrafinizdaki insanlarin gorevi, kaldiramadiginiz kicinizin rahatini saglamak hic degil. surekli mizildanarak, her seyden yakinarak, gun boyu elestirip memnuniyetsiz bir yuz ifadesiyle tahtinizda oturarak cok daha itici bir insan haline geliyorsunuz. belki amsalak erkekler dis gorunusunuze bakip aldanabilirler ama inanin kadinlarin sizin gibi sendromlu insanlara tahammulu yok.

    "ben pamuklar uzerinde buyudum, aliskin degilim boyle yerlere" ne demek lan!? bizi civili yatakta mi buyuttu anamiz babamiz? o pamuklari bir tarafina tiktiklarinda sen de toprak altinda curuyeceksin. ayh ne dolmusum.

  • pek ilginç şeyler çıkabilir aralarından. benim babam mesela okul yıllarında saçı bi tuhaf uzatmış böyle ense ağırlıklı ;tam ankaragücü kalecisi modeli gibi değil ama, yani kaleci-beatles arası tuhaf bi tarz, neyse hadi bunu anlarım. ispanyol paça pantolonlar giymiş,bunu da anlarım. o dönem öyleymiş derim geçerim.

    ama be adam sen o "daldığı denizden aniden çıkan adam" pozunu nasıl verdin? neye güvendin anlamadım ki?? belli ki bi arkadaşına çektirdin bunu, allahını seversen ne dedin ya "kardeş bak şimdi ben dalıyorum,böyle birden ayaklarımla kuma vurup fırlatacam kendimi, kafayı geriye atıcam saçlar savrulsun diye,tam yarı belime kadar sudan çıkınca çekicen beni" mi dedin,nasıl ikna ettin bilmiyorum.

    ayrıca daldığın yerin boyu geçmediği belli oluyo, arkada çocuk var ahahahah.