hesabın var mı? giriş yap

  • tabi canim ,sen sirf ehliyet aldin diye istedigin herkesi oldurme hakkina her zaman sahip olmak zorundasin.

    ne duzeyde sacmaladigini idrak etmekten uzak bir yazari onumuze koyan baslik.

  • last seen'i kapatanların hala diğerlerinin last seen'ini görebildiğini sanan insanlar tarafından eleştirilen insan.

    biz kapatınca diğerlerini de göremiyoruz zaten. yani ben kimsenin - sevgilim dahi olsa - last seen'ini merak etmiyorum, kimse de benimkini merak etmesin.

  • abim avustralya'da iki senede iki araba aldı, birisi suv. ilkini satmaya bile uğraşmadı. garajda duruyor. benim iki senede biriktirdiğim parayla ancak üç tane iphone alınıyor. ama çok şükür namaz kılan yöneticilerimiz var.

  • sabah sol gözüm şiş ve hafif ağrıyla uyandığım için doğrulayabileceğim durum. muhtemelen sıcaklık değişimiyle ilgilidir.

    ayrıca bu açık bir darbe girişimidir. seçimle başa geleni ağrıyla göndermek istiyorlar. eski türkiye bunlardan çok çekti.

    başkanlık sistemi olsaydı yaşamazdık bunları. 400'ü verip kurtulalım derim.

    ha bir de unutmadan; paralleel yapı.

  • köyümün festivalindeki çekilişten leğen kazanmıştık. çok duygusal anlardı. annem: "koş oğlum git al!" dediğinde herkesin arasından sıyrılıp kürsüdeki adamın yanına çıkmıştım.. herkes bana bakıyordu. hayalimdeki leğene kavuşmak üzereydim.. teyzem, abim, annem, ananem... herkes ama herkes benim o leğeni iki elimle tutup adeta bir ülkenin bayrağı gibi taşıyor oluşuma şahit oluyordu. mikrofonu elime aldığımda ağzımdan şu cümleler dökülmüştü: "ben.. biz bugün sadece bir leğen değil, çok daha fazlasını kazandık.. köyümüzü!" teyzem, abim, annem, ananem... herkes ama herkes beni alkışlıyordu.

  • joachim trier ve eskil vogt ikilisinin çok iyi yaptığı bir şey var, insan olanın sert karnını (hayır, yumuşak değil) bilerek, oraya durmadan ve farklı biçimlerde dokunuyorlar. ama vuruyorlar, ama gıdıklıyorlar, ama yakıyorlar, ama kaşıyorlar... sonra film bitiyor, film gerçekten bitiyor, ama ben onu taşımaya devam ediyorum. dürtmeye korktuğum yerlerde artık ağrılar var. her hareketimle bana kendini hatırlatan ağrılar... varolduğunu bile bilmediğim kaslarımı hissediyorum. unutmuşum çünkü kullanmayalı uzun zaman olmuş... bu süper ikilinin yarattığı bütün filmleri izlemiş kahrolası bir melankolik olarak, bu etkiye bayılıyorum.

    verdens verste menneske (aka "dünyanın en kötü insanı"), “oslo üçleme”sinin üçüncü filmi (diğer iki film: reprise/@dolls ve oslo 31. august/@dolls). hiçbir film birbirinin devamı veya öncesi niteliğinde değil, ama sessizce birbirlerini çağırıyorlar.

    “dünyanın en kötü insanı”, prolog, 12 bölüm ve epilog’dan oluşuyor. en özet haliyle, dünyadaki yerini bulmaya çalışan julie’nin hikayesine, giriş- gelişme- sonuç akışıyla eşlik ediyoruz yani.

    julie bir sahnede diyor ki; “hiçbir şeyin sonunu getiremedim, sürekli bir şeyden diğerine atladım durdum”. sonunu getiremediği şeylerse, bize atalarımız ve toplum aracılığıyla dayatılan şeyler aslında: tek bir hayatın var ve o hayata tek bir eğitim hayatı, tek bir meslek, tek bir evlilik, tek bir aile, tek bir eş, bir veya birkaç çocuk, belki bir köpek veya kedi seç, koy. diğer ihtimalleri bir kenara bırak, seçtiklerinle devam et, sonunu görene kadar onlarla hayatını geçir... bu yolu böyle gitmeyi istememek julie’yi dünyanın en kötü insanı yapar mı peki?

    aksel bir sahnede diyor ki; “bazen yeni şarkılar dinliyorum, daha önce hiç dinlemediğim şarkılar. sonra bakıyorum, hepsi gençliğimden. o zaman dinlemediğim veya karşılaşmadığım şarkılar sadece. aslında yine eski şarkılar dinliyorum.” umutla bekleyeceği, türlü türlü hayaller kuracağı bir gelecek olmadığını kabullenince, aksel’in geçmişine dönmesi, oraya sığınması, saklanması, orayı tekrar keşfe çıkması, sadece orada yaşamak istemesi, “sanatım aracılığıyla hatırlanmak istemiyorum, hayali bir yüz olmak istemiyorum, sadece evimde yaşamak istiyorum” demesi, aksel’i dünyanın en kötü insanı yapar mı peki?

    aksel bir sahnede julie’ye diyor ki; “senin hakkında, senin bile unuttuğun şeyler biliyorum, öldüğümde hepsi yok olacak”. biraz sonra ekliyor; “ sen hayatımın aşkısın”. aksel’in çabasını görebiliyorum. julie’ye, kendisiyle ilgili önemli bir şey vermek istiyor. julie yaşadıkça bu cümleyi saklasın, böylelikle aksel de bu cümle aracılığıyla unutulmasın, yok olmasın istiyor.

    çünkü bu dünyada kendine bir yer bulabilmek, bir iz bırakabilmek, “ben de buradan geçtim” diyebilmek çabası var... bunu yapmaya çabalayan herkesin yolu başka. kimimiz aksel gibi sonunu getiriyor, kimimiz julie gibi bir yerden diğerine atlayıp duruyor. julie gibilere özenen bir sabitsevici olarak; onu deneseydim, o adımı atsaydım, o kapıyı açsaydım veya tam tersi kapatsaydım, neler olurdu?... diye her zaman merak edeceğim. dünyadaki yerimi -henüz- bulamadım, üstelik bulmak için ne aksel kadar yaşadım ne de julie kadar cesurum. peki bu beni dünyanın en kötü insanı yapar mı?

  • ben okumadım ama geçen bi arkadaş anlattı, adam kendimi ifşa ediyorum diye başlık açıp fotoğrafını koymuş, alttaki entry'ler;

    enrty: kafan olmasa yakışıklı adamsın.

    entry: hacı bu tiple allaha dava açsan kesin kazanırsın.

    entry: isyan etme kardeşim, allah seni tipinle sınıyor.