hesabın var mı? giriş yap

  • adamlar gittikçe abartmaya basladı..

    geçenlerde yazdığım bir mailin içinde "ekledim" kelimesi geçiyordu. send tusuna bastım ve karşıma bir uyarı çıktı;

    "merhaba ....
    yazdığınız mailin içince -ekledim- kelimesi geçiyodu ama siz bir dosya eklemediniz.
    herhangi bir dosya eklemek ister misiniz?"

    yahu kendimden şüphe ettim, nasıl bir uyarı, nasıl bir algılama katsayısı..

  • genelde tahvillerin endeksli olarak piyasaya sürüldüklerinde döviz veya altına endekslenmesine sıkça rastlarız. geçenlerde ortaya atılan süper bono ise enflasyona endeksli olarak tasarlanmıştı.

    neyse, gelire endeksli senet ise türkiye petrolleri veya dmo gibi kamu iktisadi teşebbüslerinden bütçeye devrolan gelirlere endeksli olacak gibi görülüyor. bu finansal ürün daha önce 2009 yılında ihraç edildiğinde bu şekilde çalışmıştı.

    yani devlet teşebbüslerinin gelirlerinin bir kısmı bu senet aracılığı ile 3 ayda bir kupon ödemesi olarak yatırımcısına gelir olarak sunulurken, sanırım bir tahvil gibi vade sonunda da ana paranın geri ödemesi ile birlikte görevini yerine getirmiş olacak.

    temel olarak eğer vadesi 1 yıl veya daha fazla olacaksa bir endeksli tahvile benziyor.

    15'inde ayrıntıları ihracında açıklanınca tam olarak neymiş göreceğiz.

    umarım ekonomiyi yönetenler finans/ekonomi bilimine ters saçma sapan kararlara devam ederek ülkenin kaynaklarını buharlaştırmaya devam etmezler.

    her gün "bunlar iyi günlerimiz" demekten yorulduk.

  • "okur tarafından sevilen kahraman, kitap kapakları arasında nasıl bir evrim geçirmiş olursa olsun, kader çizgisi zihnimizde belirlenmiştir; aynı biçimde dostlarımızın da kendileri için çizdiğimiz şu ya da bu mantık içinde ya da alışılmış biçimde davranmalarını bekleriz. belli bir kişiyi ne kadar seyrek aralıklarla görürsek onun hakkında oluşturduğumuz kalıba uysallıkla girdiğini görmenin verdiği zevk de o kadar doyurucu olur. öngördüğümüz kader çizgisinden herhangi bir sapma, bize sadece haddini bilmezlik değil, ahlaki düşkünlük olarak da gözükür. yüzyılın görüp göreceği en önemli şiir kitabını kapı komşumuz gezgin sosisçinin yazdığını öğrensek, onu hiç tanımamış olmayı yeğleriz."
    (bkz: lolita)

    "rüyalarımda gördüğüm ölmüş insanlar, eski aziz, parlak hallerine benzemeyen şekilde sessiz, dertli ve tuhaf şekilde kederlidir. onları, bu dünyada var oldukları sırada hiç gitmedikleri ortamlarda, hiç tanışmadıkları bir arkadaşımın evinde izlemek beni şaşırtmaz. ölüm bir ayıpmış, utanç verici bir aile sırrıymış gibi, bir köşede yere bakarak otururlar. ölümlülük böyle zamanlarda -rüyalarda- değil, büyük neşe ve başarı anlarında, bilinç en yüksek terasına çıkmışken, bir gemi direğinden, geçmişten ve geçmişin kalesinden, kendi hudutlarının ötesine bakma şansını yakalar. ve sisin içinde fazla bir şey görmek mümkün olmasa da, insan bir şekilde, doğru yöne baktığını hissedip mutlu olur."
    (bkz: konuş, hafıza)

    "zaman, oluşma halindeki bellekten başka bir şey değildir. tek tek her yaşamda, beşikten ölüme, aşamalı olarak oluşturulan ve pekiştirilen bir bilinç-omurgası vardır ki, bu dayanıklı zamanıdır. olmak, olmuş olduğunu bilmek demektir. olmamak ise sadece yeni bir çeşit -sahte- zaman ima eder: gelecek. saymıyorum ben bunu. hayat, aşk, kitap; bunlar gelecek tanımaz."
    (bkz: ada ya da arzu)

    "çocukluğumda sık gördüğüm bir rüyada duvar kağıdının ya da beyaza boyalı kapının üzerinde pis bir leke görürdüm; yavaşça canlanmaya başlayan pis bir leke kabuklu bir yaratığa dönüşürdü. yaratığın kolu bacağı kıpırdanmaya başlayınca, içimi ürperten sersem bir dehşet sarsarak uyandırırdı beni; fakat aynı gece ya da ertesi gece, yeniden boş boş bir duvara ya da perdeye bakıyor olurdum, oradaki lekeli bir nokta gafil uykucunun dikkatini çeker, genişlemeye koyulurdu, elleme-kavrama hareketleri yapardı ve ben bir kere daha, o kabarık leke çözülüp duvardan çıkmadan önce ne yapar eder uyanırdım. fakat bir gece yatışımdaki bir tuhaflık, yastığımdaki bir gamze, yatak örtülerindeki bir kıvrım normalden daha cevval ve cesur olmaya itti beni. pis lekenin evrilmeye başlamasına izin verdim, sonra da hayali bir dövüş eldivenini elime geçirip tuttum sildim canavarı. üç ya da dört kere daha belirdi rüyalarımda; ama artık büyümekte olan şekil varsın belirsindi, neşeyle siliyordum onu. sonunda pes etti -günün birinde hayatın da pes edeceği gibi- kesti benimle uğraşmayı."
    (bkz: laura'nın aslı)

    "altın pus, tombul yorgan. bir uyanış daha; ama henüz son uyanış olmasa gerek. sık sık oluyor böyle: uyanıp kendini-söz gelimi- şık bir ikinci mevki kompartımanında, iki şık yabancıyla birlikte buluyorsun; ama aslında sahte bir uyanış bu, düşünün bir sonraki aşaması sadece, sanki bir katmandan ötekine geçiyorsun ama hiçbir zaman yüzeye varamıyorsun, hiçbir zaman gerçeğe ulaşamıyorsun. ama düşüncen, büyülenmiş gibi, düşün her yeni katmanını gerçeğin eşiği sanıyor. inanıyorsun ona ve soluğunu tutarak, sonsuz hayallerin bitiminde vardığın gardan ayrılıp istasyon alanını geçiyorsun. hemen hemen hiçbir şey göremiyorsun; çünkü hava sisli, gözlüklerin buğulanmış, elinden gelen hızla alanın karşısında hayalet gibi duran otele varmak, yüzünü yıkamak, gömlek manşetlerini değiştirip ışıl ışıl sokaklarda gezmeye çıkmak istiyorsun. ama bir şey oluyor -saçma bir kaza- ve gerçek gibi görünen şey birden gerçeğin tınısını, tadını yitiriyor. bilincin aldatılmış: derin uykudasın hala. anlamsız bir uyku beynini köreltiyor. sonra aldatıcı bir bilinç anı daha geliyor: altın rengi bir sis ve "montevideo" olan bu oteldeki odan. kasabadaki tanıdık bir dükkan sahibi, bir berlin özlemlisi, bu adı bir kağıt parçasının üzerine yazmıştı senin için. ama kim bilebilir ki? gerçek -son gerçek- bu mu, yoksa bu da yeni ve aldatıcı bir düş mü?"
    (bkz: rua, dam, vale)

    "bir vakitler bir dostum vardı; melek yüzlü, panter vücutlu, dünya güzeli bir delikanlı. bir gün, konserve kutusu açarken elini kesti. şeftali konservesi, hani kocaman, yumuşak, kaygan yarım şeftaliler vardır ya, ağzınızda şapırdar, boğazınızdan aşağı boğum boğum yuvarlanır. oğlan birkaç gün sonra kan zehirlenmesinden öldü. ne ahmakça bir şey değil mi? ama bir yandan da... evet, garip ama gerçek. olaya bir sanat eseri gibi baktığınızda, o çocuk yaşayıp yaşlansaydı, yaşamının aldığı biçim bu kadar kusursuz olamazdı. hayat dediğimiz fıkraya anlam kazandıran ölümdür çoğu kez."
    (bkz: karanlıkta kahkaha)

    düzeltme: ilham verici yeni pasajlar eklendi

  • amma abartmışsınız amk. adam fake make yememiş, acil işi çıktığı için olay mahalinden ayrılmış. bi de dalga geçiyorlar.

  • kişinin kendi iradesiyle özellikle netflix gibi üstüne birde para verip izlemek istediği bir içerik için yapılacak olan denetimden kasıt nedir merak ettirmiştir.

  • yılmaz hocam selamlar. özür dileyerek söylemem gereken bir şey var.
    sizden nefret ediyorum..

    yanlış hatırlıyor olabilirim ama 1998 ya da 1999 yıllarıydı. 10 yaşlarında falanım. o zamanki ismini hatırlamıyorum ama şimdiki adıyla çanakkale dardanelspor'u çalıştırdığınız dönem.

    8-12 yaş altyapı futbolcu seçmeleri yapılacak. babamları güç bela ikna edip; çanakkale'ye geldim. yol bilmem, iz bilmem. nasıl heyecanlıyım bir görseniz. laf aramızda kendime de çok güveniyorum.
    o zamanlar; şimdiki gibi saat başı otobüs yok tekirdağ'dan çanakkale'ye. sabahın köründe çanakkale'de olmuştum çok iyi hatırlıyorum. tam 6 saat tek başıma bekledim.

    ismini hatırlamıyorum ama sarı uzun saçları olan bir altyapı hocası vardı. siz sanırım o dönem a takımı çalıştırdığınız için; futbolcu seçmelerinde o görevliydi. belki de futbolcuydu, emin değilim. nejat mı, necdet mi öyle tuhaf bir ismi vardı. (necdet diyelim.)

    önce 12 yaş grubunun maçı oynandı. hocam görseniz; nasıl da yeteneksiz çocuklar. bir çoğu top sürmekten aciz. taş çatlasın 1 ya da 2 çocuk vardı dikkat çeken. onlar da zaten hemen kenara çağrılıyor ve iletişim bilgileri isteniyordu.

    sonra 11 yaş grubunun seçmeleri yapıldı. ülke futbolunun şu anki halinin tek sorumlusu bu yaş grubu olabilir hocam. ben bu kadar yeteneksiz bir topluluğu bir arada hiç görmedim. izledikçe heyecanım artıyor, izledikçe kendime daha çok güveniyordum. hepsi rezalet. o sarı saçlı altyapı hocası bile sıkıldı izlerken, o derece kötüler.

    ve nihayet sıra bize geldi. 1988 doğumlular. siz bilmezsiniz; bu nesil insanlık tarihinin en şanssız neslidir hocam.
    dünya kupası oynanır mesela. 7'den 70'e herkes ekran başındadır, sadece bizim nesil izleyemez. biz o saatlerde liselere giriş sınavı için ter döküyor oluruz. kosta rika maçının ikinci yarısına yetişmek için; geleceğini feda eden şanssız bir nesiliz biz.
    sınav sistemi değişir örneğin, yine bizi vurur. bedelli çıkar, sadece bizi kapsamaz. işte öyle tuhaf bir nesiliz.

    neyse hocam.
    turuncu formalı takımın orta sahasındaydım. maça başlayalı daha 1 dakika olmamıştı ki; tesislerin kapısından içeri girdiniz ve necdet hocayı yanınıza çağırdınız. necdet hoca da maçı bırakıp; hemen yanınıza koştu. tam bir yalakaydı.

    ''boyron hocom.''

    ve ben o gün hayatımın topunu oynadım yılmaz hocam. 4 tane gol attım, çalımlamadığımın da hatrı kaldı. ama izleyen yoktu be hocam. sahaya dönüp bir kere olsun bakmadınız. bakmadığınız gibi; bakanı da engellediniz. hayatımı mahvettiniz hocam, futboldan soğuttunuz. eğer o gün yarım saat daha sabretseydiniz; belki de bugün milan'da oynuyordum hocam. ama şimdi? milan maçında 2.5 gol üstü olsun diye bekliyorum.

    sahi hocam!! neydi o kadar önemli olan?