hesabın var mı? giriş yap

  • neden erkek atacak ki illa?

    yeri gelir atar. atmaz demiyorum ama adamın ağzına sıçıyosunuz sonra.

    neden insanlar ilgilerini saklıyor zaten bunu da anlamış değilim?

    herkes açık açık konuşsa bunların hiç biri olmayacak.

    hoşlanan hoşlandığını söylesin. ilgi duymayanda boşuna oyalamasın.

    edit: hoşlanılan erkeğin diye okumuşum ama buna da uydu yazdıklarım.

    özet olarak: ağzımıza sıçıyosunuz sonra.

  • 100 etmez. ama araplar ve ruslar piyasayı böyle yoğurdu. e real madridin de gücü var. istedikten sonra alır. aldıktan sonra da 2 ay içinde çıkartır parasını. benim paramla 60 mio eder. he cebinde kaç para var diye sorarsan, 6.5 liram var. ama yarın maaşlar yatıyor akıllı olun lan. adam olun.

  • işini düzgün ve onurlu yapan taksi emekçilerini tenzih ederek söylüyorum, bu taksicilerin dağdaki teröristten bir farkı yok. bunlarla ilgili çok ciddi yaptırımlar gelmediği ve uygulanmadığı sürece daha çok rezilliklerini görürüz.

  • **iş bu entry rönesans genel özellikleriyle ilgili herhangi bir bilgi içermemekte, lonca teşkilatı-sanatçı arasındaki ilişkiyi, değişimi içermektedir.

    kısaca rönenans, sanatçının kentsoylu zanaatçılıktan özgür bireye/sanatçıya evrildiği dönem. erken rönesans dönemi loncaların etkisi ortaçağdaki kadar etkin denilebilir. sanatçılar bu dönemlerde lonca teşkilatına hala sıkı sıkıya bağlı. sanatçıyı sanatçı yapan şey yetenekleri değil, aldıkları eğitim oluyor. bu eğitim de lonca birliklerinde veriliyor tabi ki. bu atölyelerde öyle teorik bilgi verme de yok pek. çocuklara bakıyorlar, okuma yazmayı öğrenip, kafası hesap kitap yapmaya bastığında yolluyorlar bir ustanın atölyesine. bu eğitim de 1-2 senede bitmiyor öyle, 8-10 yıl süren eğitimlerden bahsediyoruz. bakmayın şimdi atölye falan dediğimize, o zamanın büyük sanat okulları buralar aslında. donatello, sandro boticelli, brunelleschi, lorenzo ghiberti, paolo uccello falan hep buralardan çıkma o zamanlar.

    insanlar "hadi benim çocuğu şu aşağıdaki atölyeye yazdırayım" demiyorlar tabi. adamlar çocuklarını sanatçı olarak en fazla üne sahip olan usta kimse gidip oraya yazdırıyorlar. usta ne kadar ünlü biri ise, çocukların da o kadar şansı yüksek çünkü. ha şimdi buraya hep böyle çok yetenekli çocukları mı alıyorlar? yooo. ortaçağın etkisinde kalmış bir kolektif kültür hala var o dönemler. ne kadar çok çırak o kadar bedava iş gücü demek.

    ya mesela aklınıza bob ross'u getirin tamam mı. trt2'deki kıvırcık saçlı amca. "şuraya bir ağaç koyalım", "buraya minik çalılıklar koyalım", "mesela şurada küçük bir sincap olsa" falan derdi ya hani. adam mesela o dönem yaşayan bir usta olsa, bu sayılanların hepsini ayrı bir öğrencisi tamamlardı. "donatello gel oğlum. ağaçları sen çiz", "ucello sen de şuraya küçük bir dere çiz" mantığında ilerlerdi. dalga geçmiyorum, böyle bir ortam var. çünkü adamlarda "tek bir elden" eser çıkartma mantığı yok. eserler resmen anonim, kimin eli kimin cebinde belli değil. yaratıcılık ve özgünlük yok aslına bakarsanız. bir usta büyük bir iş alıyorsa bütün çıraklarını alıp gidiyor, birlikte bitiriyorlar o siparişi.

    bu dönem tek bir zanaat türü de yok. misal michelangelo hem ressam hem heykeltraşmış. uzmanlaşma gibi bir kavram pek olmadığı için çok farklı alanlardaki işler atölyenin içinde yapılabiliyor, yapan biri bulunabiliyor. atölyenin büyüklüğüne göre resimler dışında arma, tahta oyma, halı dokuma, nakış vs hepsini yapan birileri illaki bulunuyor. donatello mesela zamanında kendi koruyucusu için gitmiş gümüş ayna yapmış; sandro botticelli komşusu olan esnaf için tabela falan yapmış, inanılır gibi değil. adamlar bu tür işleri küçük düşürücü görmüyorlar önceleri.

    sanat ve zanaat ayrımı; sanatsal çalışmaların ölçütü michelangelo ile birlikte ortaya çıkmaya başlıyor. o dönem yaratıcılık da çok fazla olmadığı için michelangelo'yu ilk modern sanatçı olarak görmek yanlış olmaz. giorgio vasari zanaat türüne giren bu tür işleri sanatçının kendisine olan saygısıyla ters düşeceğini ve bu tür siparişler almaması gerektiğini savunuyor o dönemler. bu gelişmeler sanatçıların lonca teşkilatlarına bağımlılığını azaltıyor. bunun en bariz göstergesi, o dönemde adını şimdi hatırlayamadığım bir ressam loncası bir ressama dava açıyor. nedeni de adamın loncanın belirlediği bilmem kaç yıllık eğitimden geçmemiş olması. neymiş bu adam ressamlık yapamazmış. yok yeaaa. tabi davayı kaybediyorlar.

    loncalardan kopma biraz da koruyucularla mümkün olabiliyor. rönesans dönemi italya'daki sanatçılar diğerlerine nazaran daha iyi konumdalar, dönemin prensleri tarafından değerleri biliniyor falan. diğer sanatçılar şehirlere bağlı kalırken, italya'daki sanatçılar saraydan saraya geziyorlar. bir saraydaki sipariş bitince diğerine geçiyorlar. siparişi aldıklarında loncadan çalışma izni istemek, yanında kaç adam çalıştıracağını sormak da yok. tamamen özgürler. bu ayrıcalıklı konumlarından dolayı belki de daha özgün çalışmalar oluşmaya başlıyor.

    ortaçağ sanatındaki geleneksel yapı yavaş yavaş kırılır. ortaçağdaki geleneksel yapıya göre ustalaşmanın en iyi yolu "usta'nın taklit edilmesi"dir. bu taklidi ilk kez leonardo da vinci bırakıyor. leonardo'yla birlikte taklit kendini doğanın incelenmesine bırakıyor. böylelikle lonca teşkilatlarında pratikle ilerleyen geleneksel eğitim sistemi de değişmeye başlıyor. taklit, kendini doğanın incelenmesine bıraktığı için usta çırak ilişkileri de değişime uğruyor. artık taklit önemini yitirdiği için yetenek daha öne çıkmaya başlıyor. atölyelerde pratik yerine teorik ve kuramsal eğitimler verilmeye; bunun harici geometri, perspektif, anatomi gibi yine doğayı gözleme dayalı bir dizi bilgiler verilmeye başlanıyor. öğrenciler canlı modellerle falan çalışmaya başlıyorlar. bu da akademik eğitimlerin temellerini oluşturuyor.

    mesela "deha" kavramı şekil değiştiriyor. sanatçıların kişilikleri sayesinde yaptığı çalışmalar, onların özgünlüğü hep bunun ürünüdür. dehanın başkasına aşılanamayacak, tanrı vergisi bir yetenek olduğu görüşü önem kazanıyor. bu da lonca teşkilatlarının önemini giderek azaltmaya başlıyor. bireysellik ve öznellik artmaya başlar. modern olarak "bireyin kendi bilincinin farkına varması" ilk kez rönesansla mümkün olabiliyor. rönesanstan önce birey kendi farkında değil mi? farkında. sadece sanatta kişisel anlatımın takdir edilmesi ve bunun aranması bu zaman dilimine denk geliyor. yapılan çalışmalar nesnel bir "ne" ye göre değil; öznel bir "nasıl"a göre şekillenmeye başlıyor.

    deha kavramındaki en büyük değişim sanatçıların özgün ve soyut çalışmalara geçmesiyle, bireyselliğe önem verilmesiyle yaşanıyor. mesela vasari, ucello'nun öldükten sonra arkasından sandıklar dolusu eskiz bıraktığından bahseder. peki elimizde ortaçağ'a ait sanatçıların neden eskizleri yok? çünkü özgünlük/öznellik önemli değildi. ortaçağda anlık düşünceye önem verilmiyor. bundan dolayı da kağıda geçirmeye önem vermiyor adamlar. kağıtları korumak için de herhangi bir çabaları yok zaten. onu geçtim ortaçağdaki çalışmaların öznel değeri yok, tamamen salt nesne değeri var.

    artık yaşanan bir olayın, durumun olduğu gibi "nesnel şekilde" anlatılması veya o tabloya yansıtılması önemini yitiriyor. sanatçının öznel olarak nasıl yansıttığı önem kazanıyor. "eylemin güzelliği biçemin güzelliğinin arkasında kaldı" denilir. kısacası rönesansla birlikte, bir savaşın kazanılması ve bunun olduğu gibi resmedilmesi değil, kazanılan savaşın sanatçı tarafından "nasıl" resmedildiği ilgi çekmeye başlar.

  • doğu illerindeki bir ağanın en büyük zevki, kar üzerine çişiyle imzasını atmakmış.
    bu nedenle kar yağmaya başladığı andan itibaren köyde hayvanlar dahil hiç kimse sokağa çıkamazmış.

    kar biraz kalınlaşınca, ağa sırtına kurkunu giyer ve koy meydanına gelirmiş.

    yanında da en yakın yardımcısı haso. ağa sırtını köye doğru döner sonra sorarmış:

    “-ula hasso, ahali bakiy mi?”

    hasso yanıtverirmiş:

    “-evet ağam, hepisi de bir olmuş, pencerelerden bakir.”

    ağa çişiyle karin üzerine imzasını atarmış, “abdullah cizrelioğlu” sonrada bir nokta koyarmış ve sorarmış:

    “-hala bakirler mi lo?”

    “-he ağam, hem bakirler hem de çılgın gibim alkışlirler.”

    her sene ayni tören sürermiş. aradan 7 yıl geçmiş. ağa yine kar tuttuktan sonra çıkmış koy meydanına.

    sormuş hasso’ya:

    “-ahali bakir mi?”

    “-he ağam bakirler, kopekler, kediler bile camdadir.

    ağa adini yazmaya başlamış “abdullah” diye. “cizreli” demiş ki, kalakalmış, çünkü yas gereği prostat.

    halka rezil olmak var..alçak sesle hasso’ya sormuş:

    “-bakirler mi?”

    “-he ağam bakirler de, sen ne diye durdin ki ogle?

    ağa çaresiz

    “-ula gel yanıma, arkanı don ahaliye, tamamla sunu.” diye emretmiş.

    hasso bir an durmuş, sonra çişini yapmaya hazırlanmış ve ağanın
    kulağına eğilmiş :

    “-ağam..” demiş haso..,

    “-kırk yıldir kafama vurdin salak dedin, sırtima vurdun aptal dedin. he bu kulun okumayı yazmayı sökemedi ki, ucunu tut da yazının devamını sen yaz…

    yanımızdakileri eğitmezsek, tutacağımız gün yakındır.

  • obama bu dizinin son sezon ilk bölümü ile çakışmasın diye konuşma saatini değiştirmiş.
    yapımcılar da kendisine bu bölümü dvd ile göndermişler.

    şimdi obama gerçekten halk adamıysa bunu rapide yükler. bekliyoruz.

  • 559c numaralı iett otobüsünde yanına oturduğum güzel kızın, kulaklarımızda kulaklık olmasından mütevellit, telefonunun notlar kısmına "beşiktaşa yaklaşık kaç dakikada varırız sizce" yazıp beni dürterek bana okutması ve benim de karşılık olarak, cevabı buğulu cama yazmış olmam.

  • doğrudur.

    zira değişen hava şartlarında ya da yağmur yağacağı zaman, romatizma hastalarının duyduğu ağrının psikolojik olmadığı bilinmektedir. ve fakat doktorlar da bu konuda bir görüş birliğine varmış değiller ne yazık ki. bunun baş müsebbibi de, hastaların şikayetçi oldukları hava şartlarının çok çeşitli olması ve birbirleriyle çelişmesidir. yine de, en çok şikayetçi olunan durum, hava basıncı düşerken nem oranının da beraber değişmesi yani yağmur gelmeden önce olan değişikliktir. hava şartları ile kemikler, eklem yerleri, buralardaki elemanlar ve sıvılar arasında bilimsel bir ilişki halen kurulamamıştır ama bunca hastanın şikayetini de göz ardı etmek mümkün değildir.

    sırları daha yeni çözülen ve çok geniş bir alanı kapsayan romatizma hastalığından muzdarip ve hava şartlarının ağrılarını arttırdığından şikayetçi olan hastalara, doktorların şimdilik önerdikleri tek bir tedavi yöntemi vardır; o da havası daha kuru ve bol güneşli bir yere yerleşmek.

    son bir kaç saattir, bu bacaklarla ne yapacağını bilemeyen mavikedi, battaniyenin altından bildirdi. sağlıkla kalın!...ve pencereleri falan kapatın. yağmur yağacak.