hesabın var mı? giriş yap

  • doktor sayısının yetersizliği nedeniyle doktor ithal edileceğini söyleyen bunlar değil miydi lan?

    doktor sayısının yetersizliği yetmezmiş gibi öğretmen sayısının fazlalığını açıklayan da bu adamlar.

    dolayısı ile söz konusu imkan, her ne kadar rağbet görmeyecek olsa da teorik açıdan ne kadar gerzekçe yönetildiğimizi göstermektedir.

  • ukrayna*'da yaşarken kız kaldırmaya türkiye'ye gelmiş bir gerizekalının feryadı. evladım mal mısın sen?

  • müzikal olmayan film. bir filmde bolca müzik var diye müzikal oluyorsa tüm arabesk yeşilçam filmleri müzikaldir. bir filmin müzikal olması için müziklerin olay örgüsüyle ilişkili olması gerekir. sahnede nostaljik şarkıları taklit ederek olmaz. (örnek müzikal: chicago, sefiller, muhteşem showman vs.)

    filmde ata demirer’in bir kaç işinde sıkça başvurduğu temel unsurları yine kullandığını görüyoruz. sahil kasabası, şive, bol müzik. bu durumla ilgili ‘’ata kendini tekrarlayıp duruyor’’ eleştirileri görüyorum. ata demirer aslında oldu olası yöre mizahından beslenen, bunu satmaya çalışan biri değildi. eyvah eyvah öncesi osmanlı cumhuriyeti var. sonra arada berlin kaplanı, niyazi dörtnala gibi başka işler var... bunlar olmamış filmlerdi tabi. nihayet hikaye anlatmaya en iyi bildiği şeyden, kendinden yola çıkarak devam etmeye karar verdiğini düşünüyorum. güzel bir müzikal yeteneği ve hem alaylı hem akademik geçmişi var. taklitte çok başarılı. trakya ege kültürüne de hakim, daha doğrusu çok seviyor besbelli. bütün bunları harmanlayıp benzer hikayeler anlatmasında benim için sakınca yok.

    filme gelirsek: muhtemelen anlattığı coğrafyadan olan, arabesk fantezi taverna seven insanlar için çok daha keyifli bir iş olmuştur. kendi adıma kültürel bağ kuramadığımdan, bu müziklerin de dinleyicisi olmadığımdan 3 defa mola verip ancak bitirebildim. olay örgüsüne bir artı eksisi olmadığından ve o şarkıları da 80’li bir bebe olarak bildiğim halde sevmediğimden şarkı söylenen kısımları atladım. ayrıca bülent ersoy’lu kısımları da atladım. hem bülent’in türk sanat müziğini korkunç nağmelerle adeta yırtınarak söyleyerek arabeskleştirmesinden hem de onu taklit edebilecek tek kişinin yine ata demirer olduğunu düşünmemden mütevellit direk ileri sardım.

    kendi filmlerindeki alışıldık finallerden yapmamasına sevindim. sanki ata demirer’in de ‘’hep aynı şeyleri tekrar ediyor’’ eleştirilerini öngördüğünü, her ne kadar belli bir tarz ve şema oturtmuş olsa da o alanda bile bazı farklılıklar yapmaya çalıştığını, bunun sadece izleyici için değil kendisi içinde böyle olmasını istediğini düşündüm.

    olmamışlıklar: ata demirer cast konusunda aslında iyidir. bu filmde de herkes yerli yerinde. tek sorun melek baykal. yıllar önceki cennet mahallesi tiplemesinin aynısı. filmi izlerken her an bir yerden alişan veya öteki manken çıkacak diye gerilmekten dikkatimi toplayamadım. buna gerek yok. yani buna ihtiyacın yok. daha önce kullanılmış bir karakteri getirip oraya temcit pilavı gibi yerleştirmek, hele ki çağrıştırdığı diğer karakterler açısından anlamsız. koy oraya 60’ında botokssuz, önceki rolleri üstüne yapışmamış birini. mis.

    diğer sorun dönem filmi olarak şu 80’ler ve yeşilçam garabetinden medet. anlatılan hiçbir şey güncel değil. zaten dönem filminde de güncellik beklemeyiz. ama bir bağ bağlantı ararız. bu filmi 45 yaş üstü türk izleyiciye yaptıysan başka. ancak genel izleyici için yüzde 80 anlaşılmaz bir film. kayıt yapmak, albüm çıkarmak, taverna müzik, gazino patronuna bel bağlamak... bunlar 30 yaş altı insanların kavramsal veya duygusal bağ kurabileceği işler değil. bunun yapıldığı en doğru zaman işi neredesin firuze’ydi. son vagondu o. çünkü biz bile o zamanlar 20’lerdeydik. herkes anladı o filmi. ancak şimdiki hedef kitlene bunlarla empati kurduramazsın. bir kızın annesi öyle istiyor diye kendinden 30 yaş büyük gazinocuyla evlenme ihtimalini anlatamazsın. inanmaz yani izleyici.

    hali pür melal:
    iş fena değil, abartacak bir şey yok. yapılanlara, niyete bakınca yeşilçam 80’ler falan nostaljik filmler arifv216 veya erşan kuneri bunun yanında geçemez. çünkü bu adam bir kere naif. ata demirer’de o var. samimiyetini izleyiciye geçirebilen biri. yaptığı farklı bir şey yok ama bir şekilde izletiyor, sevdiriyor. insan onun filmlerini yarıda bırakmak istemiyor veya hakkında acımasızca eleştiri yapma noktasına gelinemiyor. sanki kalbi kırılacakmış gibi bir duyguya sokuyor insanı. öyle hassas duygusal bir enerjisi var.

    imdb puanım: 6,5/10

  • yarın akşam 2 tane bulgar dilberini istanbul'da ağırlayacak olmama vesile olan çağrı.
    1500 dolar yol parası gönderdim hesaplarına, yarın akşam gidip karşılıycam havaalanından kısmetse.

    az önce de bi siteye girdim, tak! siteye giren 1 milyonuncu kişiymişim, hediyeler filan. bu aralar acaip şanslıyım lan!

  • içe dönüklük ve dışa dönüklük arasındaki farklılıkları incelemeye bebeklik döneminden başlamak icap ederse susan cain'in quiet: the power of introverts adlı eserinde bu konuda ilginç tespitlerden söz ettiği söylenebilir.

    her ne kadar düz mantıkla düşünüldüğünde dışa dönük bir bebeğin daha gürültülü olacağı ön yargısı kulağa rasyonel gelse de gerçek böyle değildir, içe dönükler dış uyaranlara karşı daha hassastır. bu hassasiyet içe dönük bebekleri değişime daha tepkili hâle getirir.

    fizyolojik olarak kilit farklılıklardan biri dopamindir. dopamine karşı duyarlılığın introvertler ve extrovertler arasında değişkenlik gösterdiği bilim camiasında uzun zamandır savunulan bir tezdir. (bundan daha önce big five'da da söz etmiştim: (bkz: beş büyük faktör kuramı/@highpriestess)) örnek olarak bir araştırmada d2 reseptörleri extrovert ve introvert bireylerde farmakolojik olarak bloke edilmiştir ve içe dönüklerin d2 reseptör aktivitesinde farmakolojik olarak indüklenen değişikliklere çok daha duyarlı olduğu tespit edilmiştir.

    binaenaleyh dopamine daha duyarsız olan extrovertler sürekli dopamin seviyelerini yükseltebilmek adına uyarılma ihtiyacı hissederlerken dopamine duyarlı introvertlerde sürekli uyarılmak yorucudur.

    buna karşılık serebral kan akışını düzenleyen asetilkolin pathwayinin introvertlerde daha aktif olduğunu savunan teoriler de mevcuttur. örnek olarak linkedin'de okuyabileceğiniz şu makale bu konuda aydınlatıcı olabilir.

    makaleden anlaşıldığı gibi, bu maddelerin ikisi de iyi hissettirir ancak pathwayleri ve iyi hissettirme "biçimleri" farklıdır. dopamin öz güven yükseltir, dış dünyada bir şeyler başardığınızda aldığınız ödüldür. asetilkolin ise rahat rahat bir işe odaklanıp, entelektüel aktivitelerle zaman geçirdiğinizde gelen hoşnutluk hissi ile bağlantılıdır.

    bu açıdan bakıldığında extrovertlerde daha aktif olan dopamin pathwayinin daha kısa olması şaşırtıcı değildir zira introvertlerin bir fikir beyan etmeden önce bile uzun süre düşünüp taşınması icap eder.

    gelgelelim "reseptör bloke etmek gibi kompleks yöntemler dışında dış uyarana karşı duyarlılık - duyarsızlık nasıl test edilebilir?" diye sorarsanız ve alacağınız cevap hans eysenck'in tükürük testi gibi bir cevap olursa bu cevaba temkinli yaklaşmanızda fayda olacaktır.

    daha az dış uyarana ihtiyaç duyan introvertlerle daha fazla dış uyarana ihtiyaç duyan extrovertlerin arasındaki farkın tükürük üretimi ile ölçülebileceği fikri ilk etapta mantıklı gibi gelebilir lakin bazı araştırmalar teoride mantıklı olsa da pratikte böyle bir durumun olmadığına işaret etmektedir. (örnek bir araştırma)

    nihayetinde introvert-extrovert ayrımının fizyolojisini anlayabilmek için psikologların teorilerinden çok nörobilimcileri takip etmek ve farmakolojik reseptör blokajı gibi yöntemlere ek olarak fmri, pet scan gibi yöntemlerle yapılmış çalışmaları incelemek rasyonel tavırdır.

    * * *
    yazımın politik yol linki:
    https://www.politikyol.com/…donuklugun-fizyolojisi/

  • mesaj: seni terkettigime cok pismanim. cok uzgunum. :'(((( peki ya sen nasilsin??
    cevap: her zamanki gibi uzun boylu, atletik yapili, zeki ve yakisikliyim.