hesabın var mı? giriş yap

  • peynir tabağı sanattır. hazırlanışında ki ince detaylarla birlikte lezzetli bir sanat.

    davetlerinizde iyi bir sunum yapmak ve misafirlerinizi etkilemek için bazı püf noktalarını bilmenizde yarar var sevgili sözlükçüler...

    peynir tabağınızla birlikte sofranızda bulunması gereken ve peynirlerle mükemmel uyumu oluşturacak yiyecekleri şu şekilde sıralayabiliriz.
    çavdar ya da yulaf ekmeği, kraker, peksimet, ceviz, badem gibi kuruyemişler, taze meyveler, kuru meyveler, maydanoz, dereotu, rezene gibi yeşillikler, bal, reçel, tereyağı.
    içecek olarak da şarap çeşitlerini bu listeye ekleyebiliriz.

    peynirlerin tabaktaki pozisyonları ise ayrı bir ders konusudur.

    tabakta sıralama saat yönünde olmalı, başlangıç için saat 6 pozisyonu seçilmeli ve hafif lezzetlilerden keskin tadı olanlara doğru gidilmelidir. peynirlerin oluşturduğu yuvarlağın ortası da bazen başlangıç olarak alınır. orta bölgeyi 1 olarak kabul edersek:
    1. taze peynirler
    2. koyun ve keçi sütünden yapılan peynirler
    3. yumuşak peynirler, beyaz küflü peynirler (brie, camembert)
    4. orta sert peynirler, kırmızı küflü yumuşak peynirler (gouda, emmental)
    5. sert peynirler (parmesan)
    6. aromatik ve güçlü kokulu küflü peynirler (rokfor, gorgonzola)

    bir tabak içinde en az 5 çeşit farklı lezzetlerden seçilmiş peynir bulundurulmalıdır.
    kesim olarak üçgen kesim tercih edilir ve uç kısmı tabağın dışına bakacak şekilde dizilir.
    tabağın renginin veya deseninin peynirlerin önüne geçmemesi gerekir.
    taze meyveleri ayrı bir kapta servis etmek gerekir.
    ekmek seçimi de önemlidir. taze, esmer, gevrek kabuklu olanları tercih edilir.
    peynir tabağımız şarap ile birlikte ana yemek olarak sunulacaksa kişi başına 250 gr, aperatif olacaksa 100 gr şeklinde olmalıdır.
    peynirler, servisten yarım saat ya da bir saat öncesinde buzdolabından çıkarılmalıdır.
    olayı biraz abartacak olursak farklı peynir türlerinin farklı bıçak tipleri vardır. her peynirin ayrı peynir bıçakları kullanılarak kesilmesi önerilir.

    artık siz de bu sanatın birer sanatçısı olabilir, konuklarınızı baştan çıkarabilirsiniz.

  • benim. eheh laf sokacağımı sandınız ama işte gençliğimin verdiği muzip karakterimle ters köşe oldunuz. gideyim biraz contra oynayayım.

  • masa başında bir olayla ilgili bilgiler ruza babaya anlatılırken, bir cümleyi bütün polislerin parça parça söyleyerek tamamlaması.
    "annesi bir lokantada çalışıyor"
    "liseye giden de bir kardeşi var"
    "babası ile annesi 3 yıl önce ayrılmış"
    "babası ayrılmak istememiş ama" gibi.

  • ülkedeki insanların yaya'ya bakış açısı bu. gaza basacaksın geri çekilecekler, yol vermek mi? güldürme beni. şöförlerin yaya görünce hızlandığı anlayış bitmedikçe bunların başımıza gelmesi oldukça olası.

  • şu an buradalar, iki tane ilkokul 3 bebesi. pek şatırlar. bi vasıtayla "ödevlerine yardımcı olur musunuz?" ricasıyla gönderilmişler.

    - ne istiyorsunuz bakalım siz şimdi.
    - örtmen dedi ki; güneş sistemiyle ilgili resim.
    - tamam çıkaralım.
    - bilgi.
    - yazdırırız şimdi.
    - bi de şiir.
    - (tüm büro) ahahahhaaa, güneş sistemiyle ilgili şiir olur mu çocuum ya?
    - (çok ciddi) örtmen istedi, vardır.

    yoksa yazıcaz mecbur bi dörtlük en azıdan. misal "plüton'un acısı"

  • güzel başlamış bi günün sabahında, ders arasında, öğrencilerden biri çıldırmış gibi gelir, sınıftakilerden birisinin aniden yere yığılmış olduğunu söyler, yüzündeki ifade zaten çok şey anlatır. koşarak gidildiğinde, daha önceden de kalbinde kasılma problemi olduğu bilinen ama hiç bir hayati riski olmadığı söylenen öğrencinin koridorda, yerde, inanılmayacak kadar gri bir suratla yatıyor olduğu görülür, aynı anda tesadüfen olay yerinde bulunan hem master öğrencisi hem de acil servis hemşiresi olan iki kız öğrenci olaya müdahale eder, hoca deli gibi ambulans arar, kampüs* alanı içinde 200 metre ötedeki üniversite hastanesi "biz ambulans hizmeti vermiyoruz" şeklinde bir cümle sarfeder, bir yandan ambulans için yalvarırken bir yandan da seferber olmuş hocalardan biri kapının önüne arabasını getirir, bilmemkaçıncı aramada hastane sonunda ambulans göndermeyi kabul eder, ama hemen ardından, "şoför yok" gerekçesiyle vazgeçer, hoca, telefonda acil servis sekreterine deli gibi "çocuk ölüyor" diye bağıran sesin kime ait olduğunu bile çok sonra anlar...

    en fazla iki dakika sonra, tekrar olay yerine dönüldüğünde çocuğa kalp masajı ve suni solunum yapıldığı görülür, delirecek gibi olunur. olay yerindeki öğrenciler henüz farkedememiş de olsalar, aslında olan olmuş, ve daha 20 yaşındaki, pırıl pırıl bakışlı, güleryüzlü,doğal neşesi ve hafif utangaçlığıyla dikkat çeken güzelim çocuk buraları terkedip gitmiştir. kalp masajı kısa bir süreliğine geri döndürse de sadece filmlerde göreceğimizi zannettiğimiz o elektroşok aletine ve daha sonra öğrenildiğine göre göğsün o tam ortasına saplanan dehşet görünüşlü iğneye gerek vardır, ah, ambulans gelse, hemen müdahale de mümkün olacaktır. en fazla 3 dakika içinde olup biter her şey. öğrenci kucakta taşınır, arabaya yerleştirilir, hemşire kızlarımız da yanına bindirilir, arabada da ellerinden geleni yapmakta bir yandan da ağlamaktadırlar. bir de bakarız o sırada ambulans, gezintiye çıkmış edalarında, sallana sallana gelmektedir. olsundur, hiç değilse müdahale mümkün olacaktır. ama hayır, kazın ayağı öyle değildir, ambulanstan sadece şoför iner, ne doktor, ne hemşire, ne alet edevat vardır. arabadan indirmenin sadece zaman kaybı olacağı görülür, hastaneye gönderilir. ama çok geçtir. her şey için.

    çevredeki öğrenciler, sınıf arkadaşları, ve en çok da kahkahasının ortasında kucağına yığıldığı o şaşkın çocuk, yüzlerinde ne olduğunu anlamadıklarının göstergesi ifadelerle bir yandan olayı izlerken, bir yandan da hocalarının koluna yapışıp "hocam! bişeyler yapın" diye bağırırlar, zannederler ki herşeyin çaresi var. o yaşta ölümü kondurmazlar arkadaşlarına, akıllarına bile gelmez. hala sara nöbeti, basit bir baygınlık falan sanmaktadırlar. ya da belki daha ötesini düşünmek o anda işlerine gelmez. ama hoca bilir ki yapılacak bir şey yoktur, bunu söylemeye cesareti de yoktur, zaten öğrencilerin sesleri hayal meyal gelir kulağına. tek istediği arabaya bindirirken yüzünü son kez gördüğü öğrencisinin yakasına yapışmak, kuvvetlice sarsmak, "geri dön" diye bağırmaktır, sanki bişeye yarayacakmış gibi gelir o anda. durduran tek şey de zaman kaybetmelerine neden olmak korkusudur.

    dumur böyle bir şeymiş meğer. 20 yaşında bir insan kahkahasının ortasında yere yığılıp 3 dakika içinde çeker gidermiş, sanki hiç var olmamış gibi. burnunun dibinde tam teşekküllü bir hastane varken ambulans bulunmaz, bulunsa da herhangi bir minibüsten hiçbir farkı olmazmış. kimi insan pek umursamıyor gibi görünse de öğrencilerini o kadar severmiş ki aylarca kendisine gelemezmiş onları kaybedince. hissettiğini zannettiği sorumluluktan da fazlasını hissedermiş demek ki ki, günlerce kendini suçlamaktan kurtulamazmış. ve filmlerde biri ölürken ona sarılıp "gitme!" diye bağırmak son derece insani bir tepkiymiş, olurmuş öyle. uykuyu kaybeder, günlerce nereye baksa aynı şeyi görürmüş insan. çaresizlik korkunç bi hismiş ve çaresi de yokmuş.