• klimt, viyana, zor ilişki gibi bir takım mühim ve altından kalkılması zor işlerin hakkından gelen nicholas roeg filmi. don t look now'ın yönetmeni roeg bu filmine de bir seyahatler zinciri eklemiştir. montajı fazlasıyla güçlü olduğundan bir süre yönetmenin montaj asıllı olduğu konusunda keklendikse de, öğrendiğimize göre görüntü yönetmeni ekolünden geliyormuş. filmdeki fas sahneleri aklımıza sheltering sky'ı getiriyor. theresa russell'ın leziz mor kostümünü de unutamıyoruz. çölde çay demişken, filmin başrol oyuncusu debra winger için arquettegillerden rossana'nın çektiği 'nerde bu yaşlanan kadın oyuncular' temalı searching for debra winger'da theresa russell'ın da arz-ı endam ettiğini hatırlayalım. demek ki, çöllü filmler çeviren aktiristler kaybolabiliyor.

    böyle 'çay'lı 'kek'li entry yazmak da bad timing'e nasip oldu.
  • sıradışı bir hayata sahip milena'ya aşık psikiyatrist alex'in, abartılı kıskançlıkları ve aşkını onuruna tercih edememesi -ki filmin sonunda milena'nın kocası /bunu başardığına inandığım adam/ tarafından dile getirilmiştir- sonucu her iki taraf için de hastalık haline gelen bir ilişkinin öyküsü. izleme anı psikolojisine bağlı olarak etkileyici olabilir. ayrıca the sheltering sky * ve the kiss * gibi bazı eserleri de çeşitli sahnelerde görmekten eksik kalmadığımız bir filmdir.
  • 5/10

    sonu için izlenir.

    --- spoiler ---

    yav sen psikanalistsin, anlamıyor musun kadının ruh halini? böyle bunaltmak nedir ya? karşında kim olsa dağılır ki seni seven biri var yani bunu da biliyorsun. zaman geçmiş sonra diyor ki yok seni seviyorum seni kıskanıyorum. bir psikanalist bunu yapıyorsa diyecek sözüm yok yani. go girl ama keşke kendini onun gözündeki değerle ölçmeseydin. feminist damarım kabardı. 'herhangi birinin bana sahipmiş gibi davranmasını istemiyorum, sadece özgür olmak istiyorum' bu daha ne kadar sade olabilir?
    --- spoiler ---
  • nicolas roeg'un 5. filmi bad timing, benim için öncelikle sinemayı sevmemin birinci sebebi olduğu için kişisel bir önem taşıyor.

    ergenlik dönemlerinde videoculardan warner bros filmlerini alıp izlediğimiz dönemlerde ne mutlu ki bir çok nicolas roeg filmi bulunuyordu ve bad timing'i defalarca izledikten sonra yönetmenin diğer filmlerini de bularak izleme şansım olmuştu.

    bad timing'i neden bu kadar sevdiğimi düşündüğümde yaşımın gereği filmdeki cinsellik sahneleri miydi diye düşünüyorum, ama 30 sene önce bu kadar sansürsüz izleme olanağı yoktu, bu yüzden mesele cinsellik değildi. esas mesele, beni esas çeken şey yönetmenin hikayeyi anlatma biçimiydi. korona sebebiyle herkesin eve kapandığı bugünlerde bildiğim ve bilmediğim yönetmeneleri mümkün olduğunca ilk filminden itibaren izlemeye çalışıyorum ve nicolas roeg'un şu ana dek izlediğim 5 filminde de aynı görsel kurguyu, anlara dikkat çeken kısa görüntüleri, kameranın odaklanma ve geri çekilme anlarını, ressam gibi -özellikle walkabout ve don't look now'da- hazırlanmış üst üst bindirilmiş görüntülerin, iç içe geçmiş şimdiki zaman ve zihindeki anlık imge geçişlerinin- hatırlamaların, hatırlatmaların yönetmenin imzası olarak her filminde görüldüğüne tanık olarak roeg'u neden sevdiğimi anlamış oluyorum: çünkü nicolas roeg zamanı yavaşlatarak, şimdiki zamanın ve şu anın içerisinde geçmişten kısa anları sıkıştırarak, kamerasını şimdiki zamanda ya da geçmişte nesnelere, varlıklara zoom yaparak, odaklanarak veya onlardan uzaklaşarak anlatısını ve hikayesini parçalıyor ve bu parçalı kısımlardan ana hikayeye ulaşmamızı istiyor, ya da ana hikayeyi bu parçalarla süslüyor, zenginleştiriyor. işte nicolas roeg'u bunun için seviyorum ben. zihne çakılıp kalacak imgeler yaratabilen bir yönetmen çünkü roeg ve hareketsizlik, uzun plan çekimler neredeyse roeg'a hiç uygun değil. ama bunların günümüz video dünyasıyla, video mantığıyla çekilmiş görüntülerle alakası yok, çünkü roeg'un imgeleri asla rastgele değiller, onlar hikayenin gelecek anlarından birinde yerini bularak filmin anlamına, hikayesine katkısını sağlayacak ipuçları, hikayeyle ilgili bilgi ve görüntü parçaları aslında, dağılmış bir aynanın parçalarından aynanın kendisini mümkün olduğunca eksiksiz ve tam görmeye çalışmak gibi bir şey ve işte bu yüzden kimi filmlerini tekrar tekrar izlemek -mesela performance, walkabout, don't look now- asla eskimeyecek bir izleme, seyretme zevki olacaktır diyebiliriz.

    işte nicolas roeg'u ben bu yüzden seviyorum.

    bad timing, yönetmenin ana temalarından olan yabancı bir yerde yabancı olmak meselesine uzak gibi duruyor. ancak hikaye yine yabancı bir şehirde geçiyor. ama daha da önemlisi bu sefer yabancı bir yerde yabancı olmak dediğimiz şey, aşk olabilir. iki insanın birbirinin hayatına, yaşamına girerek her şeyi darmaduman ettiği ve istilacıya dönüştüğü bir mekan gibi düşünebiliriz burada aşkı. çünkü aslında milena'nın yaşadığı şey bu, alex'in yaptığı şey bu: istila etmek, ve yabancılaşmak. bu bir aşk hikayesi elbette, ve oldukça sert, rahatsız edici şeylerle dolu.

    bu film o kadar tepki toplamış ki filmin yapımcılarından biri film için hasta insanlar tarafından hasta insanlar için yapılmış hastalıklı bir film demiş. art garfunkel dahil bütün set ekibi filmi bırakıp gitmekle tehdit etmiş roeg'u, çünkü 24 saat aralık vermeden çalışılıyormuş.

    bad timing yani kötü zamanlama ismi ise başrol oyuncusu theresa russell tarafından önerilmiş, roeg'un filmlerinin genellikle belli bir zaman geçtikten sonra ilgi görmesiyle alakalı bir yorum aslında ama filmin konusuna da uygun düşen bir isim bir yandan da.

    ürkütücü bir film bad timing. ama bu huzursuz edici, rahatsız edici filmin başarısı iki karakterin hastalıklı ilişkisini yönetmenin bütün yırtıcılığıyla, derinliğiyle verebilmesinde yatıyor. bu anlamda yönetmeni tanımak isteyen her izleyici için mutlaka izlenmesi gereken bir çalışma.
  • roeg'in bu filmi için prodüktörü "hasta insanlar tarafından, hasta insanlar için yapılmış, hasta bir film" diyerek senelerce dvdsini bastırmamıştı (şimdi basıldı mı bilmiyorum); kendi prodüktörü tarafından nefret edilen bir film olma özelliğine sahiptir yani. ama sıkı filmdir, özellikle de psikoanaliz üzerine düşünmekteyseniz. bakma, sahiplenme ve deşme üzerine bolca akıl zorlayan deneyim barındırır, ama roeg'in ayırıcı bir özelliği olarak, şiddet de, cinsellik de "turn on"suz sunulmayı yine başarır.

    daha da özet olarak; borderline bir kadın ile aşırı egosentrik bir adamın ilişkisisindeki sahiplenme olgusu üzerinedir. psikanalizin kötüye kullanımı da incelenir.

    ayrıca:
    (bkz: invitation to the blues)
  • keith jarrett 'ın köln konseri kaydındaki ilk parça, art garfunkel ve theresa russell parkta karşılaşıp konuşamaz ve birbirlerine bakarken çalar. etkileyici bir sahnedir.
  • viyana'da geçen, dr. alex rolünde olan art garfunkel'in filmde avusturyalılar'la almanca konuştuğu ancak polis teşkilatındaki dedektiflerin aralarında ingilizce konuştuğu film.
    bir de filmde şöyle bir diyalog dikkat çekmektedir.

    dr. alex - siz almanlar! hepiniz böylesiniz işte.
    dedektif - şu anda avusturya'dasınız.
  • "there's hell in hello but more in goodbye", "94 the long way", "bad timing" ve "happy trails" isimli dort uzun[ca] sarkidan murekkep jim o'rourke ep'si. hos zaman bazinda bazi uzuncalarlardan daha uzun, zamanlama konusunu ben bilemem.
  • nicholas roeg'un 1980 yilinda cektigi film. tam adi: bad timing; a sexual obsession. film viyana'da gecer, amerikali bir ciftin (art garfunkel, theresa russell) iliskisini (canli ve cansiz durumlarindaki) irdeler. heyecanli bir olum olayinin ardindan devreye dedektif harvey kaitel girer. theresa russel'in demir perde gerisinde yasayan yasli(ca) kocasi rolunde de denholm elliot oynar. oyunlar ve cinematography muthistir.
  • sahne geçişleriyle hayran bırakan 1980 yapımı nicolas roeg filmi. öyle zamanda sıçramalar var ki, bu film montaj sonrasında adeta yeniden yaratılmış. öyle ki filmin nihai halini izleyen oyuncuların, "abi allah aşkına, biz bunu mu çektik?" diye şaşkın şaşkın bakıştıklarını düşünüyorum.

    milena ile alex'in hastalıklı ilişkileri beni oldukça gerse de, teknik olarak çok başarılı bir film bence. montaj sonrasında şekillenen kurgusu pek güzel olmuş, izleyicinin bakışlarını kaçıramayacağı sahneler peş peşe sıralanmış.
hesabın var mı? giriş yap