• avant-garde bugün bilinen aksine, sadece sanatı özgürleştirmek için siyasetten arınmış, siyasetin kendisi olan bir kavram olarak değil, aynı zamanda savaşın teknolojik acımasızlığının içine romantizm iksirini katarak onu meşrulaştırma ve siyaseti sanatla estetize etmek maksadıyla da kullanılmış bir kavramdır. [evet hitler'den stalin'e uzanan bir siyaset alanında hem de, yazının sonlarında karşılaşıcaz ama olsun.]

    dur ya. bu entari serisini 3'e ayıralım o vakit: özgürleştirici bir kavram olarak avangardizm, stalin ve nasyonal sosyalizmde avangardizm ve bugün avangardizm felsefesi. şimdi özgürleştirici bir kavram olarak avangardizmin tarihine göz atalım, arkası yarın. ya da sınavlarım bitince bilemiyorum.

    [bi dakka daha. bütün bunları eski fanzinlerimden ve aklıma gelen örneklerden oluşan tarihsel bir süreç içine elimden geldiği kadar kısa bi yazıda anlatmaya çalışacağım için fevkalade şebelek hatalar yapabilirim, demedi demeyin. ehueh.]

    first of all. charles fourier, robert owen ve saint simon gibi hrıstiyan sosyalizmi ile ütopik sosyalizm'i harmanlayan çağına göre oldukça yenilikçi düşünürleri anıp şimdilik bir yana bırakırsak, avangardizmin ilk tohumları sosyal gerçekçi fransız ressam gustave courbet tarafından atılmıştır. 1600'lerde sarayın ve kilisenin hakimiyetinde olan sanat anlayışı 1800'lere doğru gücünü yitirmeye başlayıp yerini bugünkü sanat piyasasının ilk tohumları olan toplu sergilere bırakırken, courbet resimde ilk defa sosyal gerçekçiliği işleyip avangardizmin doruklarına çıkmıştır. bu açıdan incelenmesi gereken en önemli eserleri dünya üzerinde son sahibi lacan olan l'origine du monde*, ve içinde courbet'un kankaları proudhon'dan baudeleire'e kadar giden yazarların bulunduğu alegorizmin taklalar attığı l'atelier du peintre* tablosudur. sırasıyla da şöyle bakabilirsiniz;

    http://en.wikipedia.org/…le:origin-of-the-world.jpg
    http://en.wikipedia.org/…et_latelier_du_peintre.jpg

    avangardizm kelime anlamıyla ilk defa mihail bakunin tarafından 1878 yılında çıkarılmaya başlanan l'avant-garde adlı jurnal ile literatüre geçmiştir. l'avant garde politik hiyerarşinin kurumsal kültürel hegomanyaya dönüşmesine saldırı niteliğinde, kişilik haklarının devlet tarafından zorla ele geçirilmiş bir sanat tanımının karşısında duran, devlet karşıtı, ziyadesiyle nihilizm kokan bir jurnal olarak dönem içinde kendini gösterir.

    christopher innes'in the avangarte theatre adlı kitabının ilk bölümünde dergiyle alakalı daha fazla bilgiye ulaşabilirsiniz:

    http://books.google.com/…6aewaa#v=onepage&q&f=false

    tabi bütün bu güzel ümitlerin ve devrimci hayallerin ardından 1848 yenilgisinini gören avangardizm kendisi için önemli bir ses olacak olan charles baudelaire'le tanışır. 1848'in, sanatı, devrimci hareketin bir yan unsuru olarak gören felsefe anlayışı ilk defa baudelaire tarafından siyasetten yalıtılıp burjuva düşmanı kesilerek anti-estetizmin kötülük çiçeği oluverir.

    aslında avangardizm en büyük kırılmalarından birini 1860'larda marcel duchamp'la yaşar. bundan önce siyasi br yenilenme, nerdeyse devrim ve yıkım anlamına gelen avangarde, duchamp, baudelaire' ve flaubert ile birlikte siyasetten el etek çeker ve belirli bir eklemlenme formu içine sokulur. artık avangarde sanatın, yalnızlaştırılmış ve siyasetten yalıtılmış, bir sanat kuramı olarak kendi kendine bir siyaset olması için ilk adım atılmıştır.

    ilerleyelim. avangarde deyip de mihail bakhtin dememek olmaz tabi. biraz önce anlattığım bütün bu anti-hiyerarşik tanım edebiyatta kendinde en değişik duruşlarından birini bakhtin'de bulur. avant-garde akım kendi tanımının dışında stalinist rusya'da yasaklı olmasına rağmen, onun dostoyevski ve françois rabelais üzerine yaptığı path-breaking* çalışmalar avant-garde edebiyat için fevkalade ciddi bi önem teşkil eder.

    stalin'e şöyle bir uğrayıp sovyetler'de avant-garde yapabilen isimlere değinelim, geriye kalanları da sonraki yazıya bırakalım. (tabi avante-garde'ın duchamp'la yaşadığı kırılmadan sonra ne kadar avant-garde olabilirse o kadar avant-garde olmuşlar ama olsun.) evet, sovyetler'deki avant-gardistler, yeni rusya'yı inşaa etmek isteyen sovyetler'e bağlı agitprop akımının içine yerleşmiş futurist konstrüktivistlerdir. tatlin'in konstrüksiyonları, el lissiztsky'nin fotoğrafları, dziga vertov'un filmleri(ki son dönemlerinde o da dışlanır), meyerhol'un tiyatroları, mayakovsky'nin şiirleri bu sınıflandırmanın içine girebilecek en uygun isimlerdir. sanatı yeniden politikleştirmeye çalışan agitprop, rusya'da agitation-propoganda tanımlarından ortaya çıkmış bir akım olup stalin'in dönemin kültür bakanı andrei jdanov' ile birlikte avant-garde'a dayanma sınırını belirtir. bolşevikler için sosyal gerçekçilik içeren ve bolşevik propagandası yapan sanat iyi sanattır. (bkz: sosyalist avantgart) [gelicez gelicez.]

    tabi ki sovyetler, avant-garde, sinema ve vertov demişken sovyet'lerin sinema devrimi kinoglas manifestosu'na* değinmeden geçemeyiz. ilkeleri aşağıdaki gibi olan ve agit-train adlı tren ile geze geze 4 yıl boyunca bolşevizm propogandası yapan kinoglas* felsefesi sovyet'lerin sinema özelinde sanata bakış açısının özeti niteliğindedir.

    * drama halkın afyonudur.
    * kahrolsun beyaz perdenin ölümsüz kralları ve kraliçeleri. yaşasın sıradan, günlük işlerin başındaki ölümlü insanlar !
    *kahrolsun burjuva senaryoları !
    * drama kapitalistlerin elinde ölümcül bir silahtır. biz bu silahla devrimci günlük yaşamımızı sergileyerek silahı düşmanımızın elinden alacağız!
    * modern drama da eski dünyanın bir artığı, devrimci gerçeğimizi eski şekillere sokma çabasıdır.
    * kahrolsun günlük yaşamımızın tiyatroda sahnelenmesi. bizi olduğumuz yerde yakalayıp çekin!
    * senaryo üzerinde uydurulmuş bir masaldır. biz kendi yaşamımızı yaşarken üzerimize biçilen görüntülere boyun eğmeyeceğiz!
    * herkes kendi işini yapsın, başkasının işini engellemesin! sinemacının işi bizi, işimizi engellemeyecek bir şekilde çekmektir.
    * yaşasın proletaryanın devrimci sine-gözü!

    tabi rusya'da bunlar olup biterken avrupa durmuyor. isviçre zürih'te 1. dünya savaşı dolaylarında tristan tzara'nın irrasyonal, nihilistik, savaş ve sanat karşıtı dadaizm akımı ortaya çıkıyor. ardından 1920'lerin ortalarında oldukça yaratıcı meyveler verecek olan surrealizm kendini gösteriyor ve andre breton tarafından troçki ile birlikte hazırlanan ama altında torçki'nin imzası bulunmayan bir manifesto yayımlanıyor. bu konular yıllardır o kadar çok işlendi ki uzun uzadıya anlatmıcam vala. yalnız yine de bugün avant-garde sinema, sürrealizm ve dada dediğimizde aklımıza ilk gelmesi gereken filmlerden biri olan luis bunuel ile salvador dali ortak yapımı un chien andalou ve len lye'nin the g.p.o film unit dönemindeki animasyonlarını anmamak çok ayıp olur.

    len lye'nin animasyonları hakkında bilgi için:

    http://hcl.harvard.edu/…/films/2007novedec/lye.html

    sonra sonra, 1940'larda romen göçmeni isidore isou'nun öncüsü olduğu fransız akım letrizm ortaya çıkıyor. genel olarak harfçilik olarak nitelendirilebilecek olan bu akım dadaizme bir alternatif getiriyor ve edebiyatı en küçük parçalarına ayırarak cümleleri veya kelimeleri değil harfleri kaale alıyor. isou, mallarme'in şiiri boşluğa indirgediğini, baudleire'in şiiri küçük anektodlara çevirdiğini, rimbaud’un satırlar ve kelimeler için anekdotu görmezden geldiğini, tzara'nın ise kelimeyi yok ettiğini söyler. bu nedenle şiirlerini notasyonal bir şekilde yazmaya başlayıp, korolarda bolca söylenen bir şiir anlayşıyla kendini gösterir.[ anektod olsun: isidore isou'nun traité de bave et d'éternité filmi 1952 cannes film festivali'nde en iyi avangart film ödülünü kazandı.]

    john zorn'un 1985 çıkışlı albümüne ilham kaynağı olacak alternatif sanat grubu cobra, 1940'larda ortaya çıkmış ve kendinden sonra da ilginç etkiler biırakmıştır. cobra ismi, üyelerinin kendi evlerinin bulunduğu yerlerin baş harfleri yani, copenhagen (co), brussels (br), amsterdam (a) kodlanarak bulunmuştur. hollanda'lı reflex, danimarka'lı host ve belçikalı revolutionary surrealist group karışımdan oluşan bu akım, resmi alışıldık renklerin dışında dışavurumcu bir tarz kullanarak kendinden sonraki ressamlarda espresyonist bir etki bırakmışlardır.

    tabi artık 60'lara doğru ortaya situationism çıkıyor ve avant-garde'ın küçük bir süre daha politikaya dahil olmaya çalıştığını görüyoruz. marxism ve letrizm'den etkilenerek ortaya çıkan ve anarşizme yakınlığı da bilinen bu akım, bütün form ve formulasyonları reddederek form for fun ilkesini kendisine motto ilan etmiştir. artık hepimizin bilidiği ve sokak sanatçılarının da çokça sevdiği guy debord'un gösteri toplumu da bu nedenle situasyonizmi anlamak için okunması gereken yegane kitaptır.

    hah unuttuk. egzistansiyalizm var. ikinci dünya savaşını izleyen yıllarda albert camus ve jean paul sartre'ın başı çektiği bu akım, ay yok artık bu akımı da anlatmıcam. zaten buraya kadar gelmiş adam camus'yu da bilir. camus'nun sartre'ın sancılarıyla fevkalade dikkat çektiği bu dönemde bir de heidegger'in sein und zeit'ını aynı çizgiye koyabiliriz.

    bu tarihler arasında -sovyetler'de bilinçli atladıklarım dışında- yazmayı unuttuğum birileri mutlaka vardır, sizin de aklınıza gelirse bana hatırlatırsanız ekleme çıkarma yapabilirim. (ay bana daran gewöhhhnt geldi)

    eh ama, tabiki de to be contunied...
  • tuketicinin beklentilerini sallamayan ben isime bakarim ister begen ister begenme hatta begenmemen icin elimden geleni yapacagim nidasinda genelde bir bok anlasilmadigi icin begenilen sanat akimi
  • öncülük yapan yeni bir şeyi korkusuzca gündeme getiren bir sanat akımı..tabii yavaş yavaş sanat adı altında tamamen uçuk gariplikler de ortaya çıkmış..(bkz: vito acconci)..misal adamın teki demiri eğip büküyor bunun anlamlı bir heykel olduğunu söylüyor kendisine göre anlamını açıklıyor ve biz o anlamı göremesek de adam öyle dediği için bunu kabul etmiş oluyoruz...
  • mercedes'in en üst donanım seviyesi... (bkz: classic) (bkz: elegance)

    10-15 yıl sonra gelen edit: şimdi daha üstleri de var, sakin olun amk.
  • avant-garde.
    onceleri olecegi kesin bir askerken, simdilerde sevilecegi kesin bir sanat eserini tarif eder olmustur.

    rei kawakubo gibi bir isimle, 1920lerin chanel ceketlerine asik olan bir kitle
    ortasindan cizgi gecerek cizilmis, simetrik bile olmayan, matematiksel bir hesaba, bir cetvele, bir cansiz mankene bile dokunmayan kiyafetlere tapmaya baslamistir..
    sirf picasso yuzunden aslinda.
    venus of urbino'daki safligi unutus sirf picasso yuzunde..
    20 yasinda milyon dolara sahip olmus picasso, kullandigi afrika maskelerine "sanat" dedigi icin sanat kabul edilmistir mesela onlar..
    sirf picasso sayesinde bir objeyi isik hizinde onunden gecerken gorecegimiz gibi goruruz ama
    sirf onun nedeniyle** avant-garde bu kadar begenilir durumda
  • öncüdür o yüzdenki bünyesinde underground bi havada barındırır.entel kuntel müzik muhabbetlerinde de nüans yaratmak için kullanılmazsa olmaz sanki...
  • (bkz: önde gideni)
  • yol gösterici
  • tarihsel gelişim sürecinde; modernizmle gelen sanatı hayat ile birleştirme çabası akımıdır. içinde bir çok ayrı kanat vardır; konstruktivistler, futuristler, sürrealistler, dadacılar vs vs. ayrıca resim, edebiyat, müzik, sinema gibi bir çok alanlarda meyve verir bu kanatlar. futuristler ve konstrüktivistler eserlerinde ana olarak makinayı kucaklamışlarken, diğer kanatlar eleştirel amaçlı kullanmışlardır. tüm avant-garde akımları içerisinde en popüler olmuş olan ve şu anda mtv'de gördüğümüz "çok acayip" klipler bile sürrealizm kaynaklıdır. (ayrıca reklam endüstrisinde de kullanıldığını unutmayalım). (daha sonra sürrealizm akımı pop-art'a ilham vermiştir)
    (bkz: marcel duchamp)

    sonucunda; bürger'in avant-garde kuramına göre; avant-garde başarısızlıkla sonuçlanmıştır. avant-garde'ın hiç bir kanadı amaçladıklarını gerçekleştirememişlerdir. (dadaistlerin geleneksel sanat anlayışını yıkamayışı, konstrüktivistlerin sosyal devlete ulaşamayışları vs)

    bir de neo avant-garde vardır ki; fırsatçı, kurumsal ve oldukça postmodern bir oluşumdur (neo avant-garde var dersek tabii) ben ona endüstriyel avant-garde demeyi tercih ediyorum.
  • kendi adının gerisinde kaldığı olmuştur. avantgarde-izm e dönüşmüştür. yani terim olarak avantgarde bir tarzı ifade eder ki geleceğe ve sürekli değişime atıfta bulunur bu şekilde ama zamanının avantgarde akımları, avangardizm diye bir şey yaratmış, tarihi avantgarde'ti doğurmuştur.

    yeni olan her şey biraz avantgarde kokar ama hiçbir şey sonsuza kadar avangard olarak kalamaz. avantgarde, tanımı, özü yani kendisi değişmeyen bir üçgen gibi, sabit delta gibi, sadece hareket ettirir. kendisi durur. ön yüzü ileriyi işaret eder ve işaret ettiği her yön, hala geridir aslında. çünkü geçmişteyiz şu anda. biraz sonra geçmiş olacak andayız.

    bence avangardın durduğu yer geçmiş, yani biraz önce yepyeni olan. şimdi eski ve ok geçmişten şimdiyi ve geleceği işaret ediyor. hareketsiz olarak geçmişte duruyor ve geleceği vadediyor. zaten ilerici olmasının tek tutar yanı bu. ilerleten, itici güç olarak geleceğe kayarsa, o zaman terim yıkılır zaten.
hesabın var mı? giriş yap