• -hedefinize ulaştığınızda anlarsınız ki aslında istediğiniz o değil, onun hayalidir.

    -“sadece gelecekteki mutluluğumuzun hayalini kurarken gerçekten mutlu oluruz.” derken pascal’ın anlatmak istediği de buydu. bugün geldi. bu nedenle “avlanmak, öldürmekten daha zevklidir” ya da “ne dilediğine dikkat et” deriz; ona sahip olacağın için değil; ona sahip olduğun zaman artık onu istemeyeceğin için. istekleriniz doğrultusunda yaşamak sizi asla mutlu etmez. gerçek anlamda insan olmak demek, fikirler ve idealler için yaşamak demektir. hayatınızı istediklerinizin ne kadarını elde ettiğinizle değil, yaşadığınız samimiyet, şefkat ve özveri anlarıyla ölçmek demektir. çünkü sonunda kendi hayatlarımızı önemli kılmanın tek yolu diğer insanların yaşamlarına değer vermektir.

    (bkz: the life of david gale)
  • sözlükte bir şey ararken karşılaştığım güzel tespitlerden birisi bu. başlığı beğenince boş geçmeyip biraz yazmak istedim.

    arzu etmek bir süreç, elde etmekse sonuç. gelinen her sonda, "şimdi ne olacak?" diye bir düşünürüz. ne de olsa o arzu ettiğimiz şeye ulaşmışızdır ve elde ettiğimiz o maddi veya manevi kazanımı sonsuza kadar yüzümüze gözümüze sürüp içinde siftinmeyiz*. bir yere kadar bu heyecanı taşırız. sonrasında ister istemez sıkılıp kenara koyar, mutluluğumuzu tamamlayacağına inandığımız diğer eksik parçaları ararız*.

    birkaç yıl öncesine kadar newyork'u, san francisco'yu görmek en büyük hayallerimden biriydi. örümcek adamın ağlarıyla aralarında uçtuğu o dev binalara uzun uzun bakmak, çocukluktan beri etkisinde bırakıldığım amerikan rüyasını yerinde yaşamak, okyanusu aşabilmek, ben gündüzdeyken geceyi yaşayan bir yere gitmek benim için büyük bir arzuydu. her ne kadar büyümeyle birlikte ters orantılı olarak bu heyecanın şiddeti azalsa da yine de önemliydi benim için.

    ve sonunda gittim gördüm. evet ikisi de arzu ettiğim kadar olağanüstü şehirdi. çok çok etkilendim. bu arzuya sahip olma mutluluğuyla döndüm. şu an ise hiçbir yere gitmek istemiyorum. nedeni de "üf amerika'ya gittim daha uzakta neresi var ki? başka nereyi göreceğim" düşüncesinin getirdiği "oraya kadar gidebildiysem her yere gidebilirim" rahatlığı. saçma gelebilir ama ciddi ciddi bir yere gitme isteğim eskisi kadar yok. mesela şu an yıllardır gözümün içine bakan topkapı sarayı, yerebatan sarnıcı daha bir gezilesi geliyor bana. yakınlarda bir kafede oturmak daha bir içimi açıyor.

    tabii ki amerika'nın iki şehrini gezmekle her yerini gezmiş olmuyorum, tabii ki amerika'dan daha da uzak ülkeler var, tabii ki dünyada gezip görülesi onbinlerce kültür var ama işte benim hayalimdeki ulaşmayı arzu ettiğim en uzak nokta oydu, ulaştım ve bitti. bundan ötesi mars'mış gibi geliyor bana.

    biz fakirlerin, zengin çocukları için "çocuğa hiç sorumluluk vermeden her istediği şeyi onlara zahmetsizce sağlamanın onları amaçsız bırakacağı ve şımarık yetiştireceği üzerine" inanmak istediği bir teorileri vardır. her ne kadar bu doygunluktan dolayı intihar eden ya da sefil bir yaşamı olan zengin çocuğu pek göremesem de doğru yanı vardır bu teorinin. bazı şeylerin arzuda kalması, heyecanı yüksekte tutuyor.

    ama buradaki önemli nokta, elde etmesi mümkün gibi yakında duran fakat sanki uzakta da olan ve pek tabii gerçekleşmesi emek, süreç, şans, tutku gibi faktörlere bağlı olan bir arzu olması. böyle bir arzunun yarattığı gerilim, sahip olmaktan daha çok zevk veriyor.

    tıpkı platonik aşk gibi. her yerde ama hiçbir yerde olan birine hissedilen aşkın yaşattığı o sahip olma hayali kurulan süreç, elde etmekten çok daha fazla zevk verecektir.
  • (#106130922)*

    gelgeç, fani olan her arzunun tatmini de gelgeç ve fanidir tabii olarak. insan öyle bir şey arzu etmeli ki hiç geçmesin, hiç batmasın*. öyle bir şeyin peşinden koşmalı ki o şey baki olsun, sonsuz olsun, mutlak olsun. dünya ortamındaki her şeyin vasfı olan çürüme, bozulma, eksilme, azalma gibi vasıflardan beri olsun. daima diri, güçlü, kuvvetli, zengin, dayanıklı olsun. tüm bu sıfatların, isimlerin, arzuların, anlamların ve dahi tatminlerin sahibi olsun.

    insan, ancak arzu çıtasını bu yüksekliğe koyarsa tatmin olabilir. bir nevi tatminsizliğin tatmini. ne diyor: kalpler ancak benimle mutmain olur. reçete belli: benden geç beni bul.
  • arzulamak kavramı tüm mefhumların dışında çok başka, çok ilginç, çok özel bir histir. çoğumuzun hayatı boyunca elde ettiği partnerler aşırı arzuladığımız kişiler değildir. yüksek dozda arzuladığımız bireylerin ve nesnelerin çoğunluğunu ise elde edemeyiz. arzuladığımız kimselerle birlikte olduğumuzda artık o eski heyecan, o eski uyarılma, o eski şehvet, o eski tutkuyu ve en önemlisi de o eski hazzı yaşamayız. insanın doğası gereği elde etme arzusu her zaman çok değerlidir. elde ettikten sonra arzulama hissi yavaş yavaş azalmaya hatta yok olmaya başlar. bu bir nesneyi elde ettiğimizde de bir partneri elde ettiğimizde de benzer şekildedir. burada üstad oscar wilde’ın de dediği gibi, “bu dünyada yalnız iki facia vardır: biri insanın istediğini elde edememesi, öteki de etmesidir.” durumu vardır. elde etmek için çoğu şeyi feda edeceğimiz bireyleri veya objeleri elde ettikten sonra zihnimizde artık onun eski değeri yitirilmeye başlar ve ruhumuz bu elde edişin hazzıyla bizi boşluğa bırakmaya başlayacaktır.

    arzularımız sandığımızdan çok daha güçlü, çok daha yoğundur. şöyle ki, bazı kişilere karşı öyle tutku, öyle güçlü arzu, öyle büyük çekim duyarız ki bazen bu his benliğimizi ele geçirir ve bize normalde asla yapmam dediğimiz şeyleri bile kolayca yaptırabilir. bu konuda françois de curel’in şu vecizesi isabet olmuştur. “arzudan daha kudretli, daha amansız mıknatıs olamaz.”
    arzular öyle güçlü duygulardır ki içinde yaşadığımız hayattan gayet memnun ve mutlu olsak da bu mutluluk bize asla tam anlamıyla yetmez. sık sık arzularımızın peşinden gitme güdüsü oluşur ruhumuzda. arzuladığımızı elde etmekten çok arzulama hissinin kendisinden haz duyuyoruzdur. bu da bizde doyumsuz bir arzulama güdüsü oluşturur. üstad johann wolfgang von goethe bu durumu şöyle değerlendirmiş, “en yüksek saadete erenler bile, başka arzular peşinde deli gibi koşarlar.”

    arzu konusunda çok önemli bulduğum bir nokta var. yaradılışımız gereği çoğumuzun arzularının sınırı yoktur, ancak gerçekleştireceğimiz arzular yaşamımız boyunca hep sınırlı olacaktır. isterseniz dünyanın en ünlü, en zengin, en başarılı, en yetenekli kişisi olun, hiçbir zaman istediğiniz her şeyi veya herkesi elde edemeyeceksiniz. bence bu durum da arzulamanın her zaman elde etmekten daha heyecan ve haz verici olduğunun bir kanıtıdır. kendi adıma arzularımın hiçbir zaman sınırı olmadı, tıpkı fentezilerimin sınırı olmadığı gibi. ancak arzularımızın esiri olmamak da gerekiyor. çünkü bunun sonu bizi uçuruma sürükleyebilir. bu konuda da şu alıntıyı paylaşmak istiyorum. sözün sahibi sanırım ünlü rönesans aydını niccolò machiavelli idi. “isteklerine kesin bir sınır koymamak, bütün insanların ortak hatasıdır.” yine arzularımızın esiri olduğumuz zamanlar için şu realistik aforizmayı da eski yunan filozofu diogenes söylemiştir. “felaketlerin esas kaynağı, ölçüsüz arzularımızdır.” bazen aşırı arzularımız bizim için bir yaşam tehdidi hâline dönüşebilir. bu tehditi tamamen kontrol edemesek de yaşamımıza zarar vermesinin de önüne geçmek bizim elimizdedir. stoacı yunan filozofu epiktetos arzularımızın bizde oluşturduğu tehdidi yüzyıllar önce şöyle dile getirmiş. “arzularını ve korkularını ortadan kaldır. artık senin için hiçbir zalim kalmaz.”

    şimdi kendimden örnekler vereceğim. benim ünlüler camiasından ayrı, internet ortamında ayrı, sosyal çevremden ayrı olarak arzuladığım pek çok kadın/kız var. onların aralarında ünlüleri elde etmem şu an için pek mümkün görünmüyor.* internetten tanıdığım ancak farklı ülkelerde yaşayanları elde etmek de içinde bulunduğumuz koşullarda zor görünüyor. geriye sosyal çevremde arzuladığım bireyler kalıyor. içlerinde ulaşılması en kolay onlar gibi görünse de bu da zor bir olasılık. çünkü burada da karşılıklı arzu-istek-rıza devreye giriyor. benim arzuladığım kişi de beni arzulayacak mı? buradaki en büyük soru işareti de bu. burdaki hassas noktaya da değinmek istiyorum; atıyorum ben monica bellucci’yi elde ettim,* artık o noktadan sonra monicacığım benim o bir ömür boyunca arzuladığım çok değerli monica olmaktan çıkacak. gitgide alelade bir kadına dönüşecek. burada elde etmeyi bir hayâli yıkım gibi de düşünebiliriz. bu duruma yine büyük yazar goethe’nin şu alıntısını örnek verebiliriz, “yüksek arzular, gerçekleşmemiş olsa da gerçekleşmiş alçak arzulardan daha fazla değerlidir.” bazen çevremde aşırı arzuladığım birkaç kadını elde etmek imkânımın olduğunu anladığım hâlde dahi eyleme geçmiyorum. çünkü ben o kadının cismine değil arzulamanın kendisine tutkunum. mesela biri istanbul’da ve biri de çok uzak olmayan bir ada ülkesinde yaşayan ve iletişimim olan iki kadını inanılmaz arzuladım ve arzulamaya da devam ediyorum. ancak onlarla birlikte olmak için eyleme geçmedim.* belki hâlen eyleme geçmememin sebebi arzu etmenin benim adıma her zaman elde etmekten daha heyecan verici oluşudur. fakat bu demek değil ki arzuladığım kişiyi elde edersem zevk almaö. kuşkusuz müthiş haz duyarım. ancak bu zevk arzulamanın kendisi gibi sonsuz değil, anlık olacaktır.

    amma uzattın ya, özet geç diyenler için son sözü arzularımızla neredeyse tamamen tezat olan mantık biliminin kurucusu büyük antik yunan filozofu aristoteles söylüyor.

    “arzu öyle bir şeydir ki, hiç doymak bilmez; birçok insanın hayatı, arzularını doyurma yollarını aramakla geçer.”
  • kıymet bilmezlerin, "cepte keklik"çilerin ve maymun iştahlıların savunma mekanizması.

    tırnaklarımla kazıyarak işimde geldiğim nokta, büyük emeklerle kalbini kazandığım her insan, hayalini kurup aldığım her eşya benim için kıymetli. hepsine özenli davranırım. incitmemeye çalışırım. çünkü öncelikle kendime saygım var. bunlar benim elde etmek için çabaladığım şeyler. özen göstermezsem, önce kendi emeğime, kendime saygısızlık etmiş olurum.

    şu ince çizgiyi eklemeden geçemeyeceğim: insanlar hayatınızın neresinde durmak istediklerine kendileri karar verirler. siz ne kadar çabalarsanız çabalayın, bir insan kendi ederi kadar değer bulacaktır sonunda.
  • (bkz: hedonik adaptasyon)

    schopenhauer durumu daha güzel özetlemiştir: "insan istediğini yapabilir, ama istediğini isteyemez."
  • işte bu yüzden buda arzulardan arının der zaten. insanın çektiği tüm acıların nedeni arzulardır demiştir.
  • bağdat'ı almaya çalışmak..*

    geçiniz bu söylemleri. sapla samanı ayırmaya ve acı konuşmaya geldim.

    insan bi hedefe kilitlendiğinde, önce beyninde dopamin patlaması yaşanır, yükselirsiniz. kahvedeki kafein, dikkat eksikliği çekenlere verilen ilaçlardaki metilfenidat, amfetamin yahut kokain ve benzeri uyarıcılar, aslında sinir hücrelerindeki dopamin yoğunluğunu artıran kimyasallardır, dopaminin etkisini oradan hesap edin. (umarım sadece kahve içmişsinizdir.)

    öncelikle bu yükselmeyi, gerçek mutlulukla karıştırmamak gerek. oldukça yoğun ama geçici bir motivasyon hissiyatıdır bu. ve güzel yönetebilenler için büyük nimettir. hedefinizi elde etmeye çalışırken de mutlu olursunuz, elde ettikten sonra da buna takılıp kalmaz yolunuza devam eder ve yine mutlu, huzurlu olursunuz.

    ancak kabul etmek gerekir ki bu "yükselme hali" oldukça eğlencelidir. o an dengeyi kuramamanız ve işin bir anda sarhoşluğa dönmesi de gayet ihtimal dahilindedir. kim olduğunuzu ve asıl maksadınızı unutursanız yahut hedefinizdeki insanın/nesnenin çapını hayalinizde abartırsanız, körkütük sarhoş olup çıkarsanız. sarhoşluk belki o an tatlıdır. ancak hedefe ulaşsanız bile bir an gelir, beyninizden o dopamin çekilir, gözünüze inen serap dağılır; geriye huzur yerine derin bir anlamsızlık, koca bir boşluk kalır.

    sözlükteki ablaların şahı, zihindeki ve gönüldeki anlamsız zincirleri kıran, kendi isminin birincisi atlantisten gelen zekiye'nin yıllar önce okuduğum ve zihnime mıh gibi kazınan bir cümlesi vardır: "mutsuzluğun tek devası, eğlenceli geceden ayık çıkabilmeyi başarmaktır."

    aramaya inandım ve buldum: #66028849

    yalancı sarhoşluklar arasında savrulup gitmemek için; asla unutmamamız gereken hakikatleri daima fikretmek, zikretmek gerek. ister yükselmiş ister düşmüş olalım. zira kalpler ancak öyle huzuru bulur
  • arzu edilen şeyi eğer hem aklınla hem de kalbinle istemişsen bir kere ve gerçekten kıymet bilmenin ne olduğunu da biliyorsan doyamazsın.

    karakter meselesi biraz da
hesabın var mı? giriş yap