• amerikan devletinin turkiye icindeki temsilcilikleri disinda bolgedeki stratejilerinin olusmasina yon veren think tank kuruluslari ve bunlarda calisan belli miktarda uzman vardir. sivil insiyatifler ve bagislarla finanse edildikleri soylenir. inanan beri gelsin. ivy league deki bir cok okulun ortadogu bolumunde calisan uzmanlar ayni zamanda bu kuruluslarda raportor olarak da calisirlar. henri j. barkey , john sitilides , bernard lewis v.s.

    turk diplomasisi seneler icinde yavas yavas kendi dusunce kuruluslarini olusturmaya ve akademisyenlerini washington dc de gorevlendirmeye baslamis, ayni zamanda kendi tezlerinin de bu kanallar vasitasi ile amerikan yonetimi nezlinde en azindan dillendirilmeye calismaktadir. mamafih turkiye bu acidan siyasi olarak surekli olarak kapistigi yunanistan ve ermenilerden oldukca geridedir. 2. hatta 3. jenerasyon rumlar ve ermeniler amerikan devletinin en ust duzeyde senelerdir gorev yapmaktadir.

    kabul etmek gerekirki turkiye bu konuda oldukca geri kalmistir.maalesef basimiz sikistikca yahudi lobisinden yardim almak, buyuk silah ihalelerinden dolayi, silah lobisi uzerinden kendini korumaya calismak artik cok surdurulebilir bir strateji degildir. roma uc gunde kurulmaz. bu oldukca uzun mesakatli bir yoldur. amerikada dogmus, amerikan univeristelerinde egitim gormus turkiyeli genclerin bu kuruluslarda yer almasi elzemdir.
  • dunyaya verdigi zarar:

    --- spoiler ---

    1) the u.s is attacked on 9/11
    2) the u.s attacks a country that didn't have shit to do with 9/11
    3) ıraq becomes an absolute volatile islamist shithole
    4) ıraq is worst off than when they had an asshole dictator (who wasn't an islamist)
    5) afganistan becomes a volatile islamist shithole too
    6) the u.s supports the overthrow of libya's asshole dictator
    7) libya becomes a volatile islamist shithole too
    8) yemen is on it's way towards becoming a volatile islamist shithole
    9) the u.s supports the overthrow of syria's dickhead dictator
    10) syria is now a volatile islamist shithole
    11) middle-eastern refugees are flooding europe
    12) paris is attacked by at least one confirmed refugee

    the u.s. has singlehandedly turned a reasonably stable middle-east and europe into one big giant shithole and american citizens into paranoid nervous wrecks.

    --- spoiler ---
  • özellikle üçüncü dünya ülkelerine yaklaşım tarzı aşağıdaki horoz ve tilki hikayesiyle özetlenebilir.

    kümesin birinde birçok tavuk ile genç ve küçük horozlar, bir de kümesin yaşlı ve büyük horozu birlikte yaşamaktadır. kümesin etrafında da bir tilki gezinmektedir. yaşlı ve büyük horoz, tilki içeri girmesin diye kümesin kapısını sıkı sıkıya kapatır, tavukları da dışarı bırakmaz. tabii dışarı çıkamadıkları için doğru dürüst yemlenemeyen tavuklar da zamanla zayıf ve küçük kalır. yaşlı ve büyük horoz ise dışarı bırakmadığı tavuklara ölmeyecekleri kadar mısır tanesi dağıtarak yaşamalarını sağlar.
    kümese giremeyen tilki bunun üzerine kümesin tellerinde küçük bir delik açarak küçük ve genç bir horoza seslenir ve ona biraz mısır vermeyi teklif eder. tilkiyi geri çevirmeyerek mısırı yiyen küçük ve genç horoz her gün gelip aynı şekilde tilkiden mısır almaya başlar.
    bir süre sonra tilki küçük ve genç horoza tek başına yiyebileceğinden fazla mısır verince genç horoz hem kendisi yer hem de diğer tavuklara bu mısırı dağıtır. böylece yavaş yavaş yaşlı ve büyük horozun kümesteki gücü kırılır ve gittikçe etrafındaki tavuklar azalmaya başlar.
    artık o tavuklar, popülerleşen genç ve irileşmiş horozun etrafında toplanmaktadır. bu aşamada tilki kümesin kapısının önüne mısır bırakmaya başlar. kümeste kapıyı açıp açmamak üzerine bir tartışma çıkar. sonunda korkarak kapıyı açarlar ve kafalarını dışarı uzatıp yemlenip hemen geri çekilirler. bir süre böyle devam eder ve hiçbir şey olmaz. kümesteki tavuklar rahatlar ve korkuları azalır.
    nihayet bir gece tilki kümesin önündeki avluya mısır döker. artık korkusuz olan tavuklar genç ve güçlenmiş horozun öncülüğünde dışarı çıkar ve rahat rahat yemlenirler. tilki bir süre sonra gece kümesin kapısından kendi mağarasına kadar mısır tanelerini döker. sabah kümesten çıkan ve korkusuzca yemlenen tavuklar yemlene yemlene mağaraya kadar gider ve mağaraya girerler. onları içeride bekleyen tilki bütün kümes mağaraya girince mağaranın kapısını kapatır.

    gerisinde neler olduğunu tahmin edersiniz. vizyonu dar olan bütün zayıf devletler için emperyalist güçlerin mağarası daima son durak olmuştur.
  • bush yonetiminin yeni ulusal guvenlik belgesine gore "hedeflerinde idealist, yontemlerinde realist" bir politikaymis.
    herhalde idealist kismini yahudi ve hiristiyan siyonistler, realist kismini da beyaz anglo-sakson isadamlari olusturuyor.

    (bkz: ahahahhahahah ben buna guluyorum ya).
  • amerikan dış politikasını değerlendirebilmek için önerebileceğim tek kitap var henry kissinger - diplomacy. bu kitabın ilk iki bölümünde tam olarak bu konuya odaklanılıyor zira.

    şimdi, görebildiğim kadarıyla trump dönemine kadar amerika'nın dış politikası wilsoncu idealler dahilinde şekilleniyordu. neydi bu idealler?

    wilson'a göre amerika'nın rolü "kendi bencilliğini değil büyüklüğünü ispatlamaktı" ve yine ona göre amerika'nın güvenliği, küresel güvenlikten ayrılamaz bir şeydi dolayısıyla amerika'nın görevi her yerde olan saldırganlıklara engel olmaktı.

    bu mesihvari yaklaşım dahilinde ve wilson'dan sonra bu idealist görüşe ekonomik realiteler de eklenince neden amerika'nın kendi sınırları dışında yerlere girdiğini okumak kolaydır.

    trump dönemi ise rooseveltçi düşünceye yakınsar diyebilirim. bu devlet adamı uluslararası hukuk kurallarına çok güvenmeyen ve amerika'nın uluslararası politikadaki yerinin ulusal çıkarları dahilinde şekillenmesi gerektiğini düşünen bir insandı. bütünüyle izolasyonist bir politika izlemek gerektiğini düşünmese de, zira ona göre küresel bir güç dengesi amerika olmadan olamazdı, amerikan ideallerini yaymak ve desteklemek ona yabancı bir kavramdı.

    burada şunu da eklemek gerek, amerika'nın ilk dönemleri dahilinde güç dengesi diye bir kavrama aşina değildi zira ortada denk bir güç yoktu. avrupa devletlerinden okyanuslarla ayrılıyordu ve kendi sınır komşuları, amerika ile kıyasla, ona denk bir güç oluşturamıyordu. buna ek olarak avrupa'daki çatışma dolu dış politikanın tam da bu güç dengesi kavramından çıktığını düşündüklerinden konuya çok ters bakılıyordu açıkçası. ancak dünya savaşları ile beraber, ki bu savaşlar tam da bu dengenin işlevini yitirmesi ile ortaya çıkar, amerika, avrupa politikasına dahil oldu ama hala dışarlıklığını korudu diyebiliriz.

    bahsettiğim gibi şahsen trump dönemi ile rooseveltçi bir düşünüşe dönülmeye çalışıldığını düşünüyorum. dünyanın polisi olmaktan ziyade büyük güç olmaya çalışan bir amerika görüyoruz artık ve bu süregelen hegemonik statükoyu bozan bir şey. ayrıca avrasya'nın güç dengelerinin değişmesi, yani rusya ve çin'in gücünün yükselmesi, ortaya yeni sorular atan bir döneme girdiğimizin göstergesi. ha bu yeni dünya düzeninde ne olur, trump'un başlattığı bu akım devam eder mi tartışılır. ancak eski dönemin gelmeyeceği de bir gerçek diye addediyorum.
  • yeni bir döneme girdiğini bizatihi zbigniew brzezinski the amerikan ınterest'e yazdığı bir makale ile ilan etti. türkçesi ‘küresel yeni hizalanma’ olan makaleye dair bir türkçe değerlendirme ve yeni küresel hizalanmanın beş dinamiği:

    http://haber.star.com.tr/…ni-hizalanma/yazi-1105437
  • abd içine kapanırsa - çağrı erhan
    08.05.2016

    abd dış politikasını esas olarak 1948 öncesi ve sonrası şeklinde iki ana döneme bölmek mümkündür. abd’nin birinci dünya savaşı’na girdiği ve dönemin abd başkanı woodrow wilson’un küresel ilişkilerin gidişatına doğrudan müdahil olmaya çalıştığı 1917-1920 arasını istisna tutarsak, aslında kuruluşundan ikinci dünya savaşı’na kadar abd “yalnızcılık” adı verilen bir dış politika prensibine sıkı sıkıya bağlı kalmıştır. ikinci dünya savaşı’ndan bugüne kadar ise abd’nin küresel bir dış politikası vardır.
    genellikle 1823’te ilân edilen monroe doktrini’yle başlatılsa da, aslında abd tipi yalnızcılık ilk başkan george washington’un iktidar döneminden itibaren şekillenmiştir. kısaca, avrupa devletleriyle kalıcı ittifaklara girmeme ve batı yarıküresi tabir edilen kuzey ve güney amerika’yı ihtiva eden bölgenin tek hâkimi olma şeklinde özetlenebilecek olan yalnızcılık ilkesi, uzun yıllar boyunca abd’ye zarar değil, yarar getirmiştir. şöyle ki, bu ilke sayesinde abd 19. yüzyıl boyunca avrupa’yı yoran savaşlardan uzak kalabilmiş, avrupa devletlerinin birbirleriyle uğraşmalarından istifade ederek hem kendi sınırlarını genişletmiş, hem de güney amerika ve karayibler bölgesinin “büyük ağabeyi” hâline gelmiştir. bilhassa ispanya’yı yendiği 1898 savaşı’ndan sonra filipinler, küba, porto riko gibi toprakları da ele geçirerek, “düvel-i muazzama” arasına eklenmiştir. her ne kadar amerikalı tarihçilerin bir bölümü, sömürge ve emperyalizm gibi kavramların abd yayılmacılığı için kullanılmasından hazzetmeseler de, abd’nin 20. yüzyılın başında haiti, küba, filipinler gibi bölgelerde kurduğu himaye (protektora) yönetimleri, avrupa’nın emperyalist güçlerinin afrika ve uzak asya’da kurduğu sömürge yönetimleriyle pekâlâ büyük benzerlikler taşımaktadır.
    anayasanın yazılı bir hükmü hâline gelmemekle birlikte, washington ve monroe’nun şekillendirdiği yalnızcılık ilkesi abd için kemikleşmiş bir dış politika teamülü hâline gelmiş, neredeyse anayasal bir güç kazanmıştır. ikinci dünya savaşı’nın sona ermesiyle birlikte, o zamanki hâkim güç olan britanya’nın bu vasfını kaybetmesi, savaşın galiplerinden sovyetler birliği’nin temsil ettiği komünizmin, batının ana dinamiği olan kapitalist üretim modelini doğrudan tehdit etmesi sonucunu doğurunca abd’nin yalnızcılıktan ayrılmasının da zamanı gelmiştir. diğer bir deyişle, britanya’nın küresel inhitatı ve bir başka kapitalist devletin bu boşluğu dolduracak durumda olmaması batı âleminin çıkarlarını temsil edecek bir güç olarak abd’nin küresel bir siyaset izlemeye başlamasını teşvik etmiştir. elbette, abd’nin yayılmacı endüstriyel ve ticari iç dinamikleri de bu eğilimin ortaya çıkışını hızlandırmıştır.
    yalnızcılığın dış politika ilkesi olmaktan bir senato işlemiyle resmen çıkartıldığı 1948’deki vandenberg kararı’ndan, sscb’nin kendisini feshettiği 1991’e kadar, abd’nin küresel dış politikasının ve askerî yayılmacılığının görünürdeki gerekçesi “dünyayı komünizmden korumak” olarak ifade edilmiştir. bu tehdidin ortadan kalkmasıyla eş zamanlı olarak amerikan iç siyasetinde yalnızcılığa geri dönülmesi gerektiğini savunanların sayısında ciddi bir artış gözlenmiştir. fakat küresel çapta muhatap olduğu yeni tehditler, geleneksel müttefiklerinin abd’nin liderliğine olan ihtiyaçlarını vurgulamaya devam etmeleri ve içe kapanmanın amerikan yüzyılının sonunu getireceğini savunan askerî-endüstriyel kompleks başta olmak üzere baskı ve çıkar gruplarının siyasi iktidarlar üzerindeki güçlü etkileri sayesinde, içe kapanmak şöyle dursun orta doğu’dan balkanlar’a, afrika’dan uzak doğu’ya abd’nin müdâhil olmadığı bir alan neredeyse kalmamıştır.
    bir sonraki abd başkanlık koltuğu için güçlü adaylardan donald trump’un yeniden dillendirmeye başladığı içe dönüşün bir siyasi liderin kişisel arzusuyla gerçekleşmesi mümkün değildir. çin’in 21. yüzyılın ikinci yarısında küresel hâkim güç olacağının tahminden öte neredeyse bilimsel bir gerçeğe dönüşmeye başladığı günümüzde, batı âleminin bu gücü dengeleyebilecek tek adayı abd’dir. abd’nin kendi yarıküresine çekilmesi sadece bu ülke için değil, bütün kapitalist sistem için olumsuz sonuçlar doğurur. avrupa devletleri ne münferiden ne de ab çatısı altında müştereken çin ile askerî veya ekonomik bir rekabeti yürütebilecek kapasitede bulunmaktadır. anlaşılan o ki, abd başkanlığına kim gelirse gelsin, ab devletlerinin o kişiden ortak talepleri, batı dünyasına liderlik etmeye devam etmesi yönünde olacaktır.

    kaynak: http://m.turkiyegazetesi.com.tr/…-erhan/591365.aspx
  • bakanlığın toplumun çeşitliliğini yansıtmayan yapısına dair bir eleştiri; http://foreignpolicy.com/…versity-susan-rice-kerry/

    (bkz: white male and yale)
  • amerikan dış politikası - eda karaibrahim

    ikinci dünya savaşı’ndan soğuk savaş’a amerikan dış politikası

    giriş
    7 aralık 1941 günü japonya’nın abd’ye ait hawai adalarından biri olan oahu adasındaki askeri tesislere karşı gerçekleştirdiği pearl harbor saldırısından sonra ikinci dünya savaşı’na katılan amerika; nazi almanyası’nın da kendisine savaş ilan etmesiyle kendini hem büyük okyanus’da hem de avrupa’da büyük bir savaşın içinde bulmuştu. “insanlık tarihinin en büyük felaketlerinden biri olan ikinci dünya savaşı, 5 mayıs 1945’de hitler’in halefi amiral dönitz’in, almanya’nın kayıtsız şartsız teslim olduğuna ilişkin belgeyi imzalamasıyla, başladığı yer olan avrupa’da sona erdi. savaşın tüm cephelerde sona ermesi ise, hiroşima ve nagazaki’ye atılan atom bombalarından sonra, japonya’nın 14 ağustos 1945’de almanya’nın kabul ettiğininkine benzer şartlarda teslim olmasıyla gerçekleşmiştir.”[1]

    kuşkusuz, ikinci dünya savaşı arkasında ekonomik, sosyal ve siyasal açıdan alt üst olmuş bir avrupa bırakmıştı. avrupa’da uzun yılların ürünü olan alt yapı, savaşla birlikte yerle bir olmuştu; milyonlarca insan hayatını kaybetmiş, kıta avrupa’sının önemli bir bölümünde ciddi nitelikteki yapılar tahrip edilmiş ve çok sayıda insan göç etmek zorunda kalmıştı. “ülkelerin dış politikaları ve halkın tutumları hayret verici ölçüde değişmeye başlamıştı. ikinci dünya savaşı’ndan önce birçok amerikalı barışın aslında normal olan olduğunu ve savaşın kimseye bir fayda sağlamayacağını düşünüyordu.”[2]

    savaş sonrası avrupa, siyasi olarak da oldukça zor günler geçirmekteydi. “savaştan sonra avrupa’daki güç dengesi, savaş öncesinden tamamen farklıydı. ‘avrupa’nın intiharı’ bu bölgede doldurulamaz bir uluslararası ilişkiler boşluğu doğurmuştu. ülkeler arası ilişkilerin yürütüleceği siyasi bir temel kalmamıştı. fransa ve italya, savaştan galip çıkmalarına rağmen italya taraf değiştirdiği için galip devletler arasında sayılabilir- dünya çapında siyasal güçlerini kaybetmişlerdi. almanya’nın avrupa egemenliği için yaptığı girişim çöküntüye uğramıştı. büyük britanya imparatorluğu, üzerinde güneşin batmadığı topraklarını kaybetme sürecine girmişti.”[3] avrupa’da bunlar yaşanırken, çin kendini bir iç savaşın içinde bulmuş, japonya imparatorluğu yıkılmıştı.

    afrika’nın büyük kısmında ise sömürgecilik tüm hızıyla devam etmekteydi. “tüm bunlara karşın, abd savaştan fiziksel olarak güvenli, siyasi olarak istikrarlı ve ekonomik olarak kazançlı çıktı. franklin roosevelt tarafından yaratılan, dünyanın şimdiye kadarki en etkili askeri gücü olan ‘demokrasi cephanesi’ de mahfuz kaldı. otuz yılda ikinci kez, amerikalılar bir dünya savaşının içine çekilip, bu savaşta galip geliyordu.”[4] bu durum, ikinci dünya savaşı sonrası yeni düzenin kurulmasında ve yönlendirilmesinde amerikan dış politikasının büyük oranda etkili olacağının sinyallerini veriyordu.

    ancak savaşın tek galibi abd değildi. hitleri ortak bir tehdit olarak kabul edip işbirliği yapan sovyetler ve abd; bu tehlike ortadan kalktıktan hemen sonra, rakip siyasal sistemlerinin getirdiği çıkar çatışmalarıyla savaş sonrası düzenin iki önemli aktörü olarak dünya sahnesindeki yerlerini almışlardı.

    “sovyetler birliği liderleri de yüzyıllarca tehditkar bir dış çevrede, hassas şekilde birarada yaşamanın sonucu olan, kendine has bir dış politika tarzı devraldı. bu liderler daha sonra savaş sonrası dış ilişkilere kendine güvenen ve cepheleşen bir yaklaşım oluşturmak için rus tarihinden çıkardıkları dersleri marksist-leninist ideolojinin ilkelerine entegre ettiler. sovyetler birliği’nin küresel bir güç olarak ortaya çıkması ve güç dengesindeki bu dönüşüme amerika’nın tepkisi, dünya politikasına yaklaşık yarım yüzyıl hakim olacaktı.”[5] iki ülke arasındaki güç mücadelesi, bundan sonraki süreçte dünya politikasını tanımlayan ve büyük ölçüde ona yön veren bir özellik olacaktı. bu yüzden amerikan siyaset geleneği ile sovyetler birliği’nin geleneğini karşılaştırmak süreci anlamak bakımından önemlidir.

    amerika- sovyetler birliği
    “amerikan politikasını en iyi şekilde yönlendiren ana konuların başında, geçmişteki hatalardan sakınmak ve olası savaşları engellemek gelir. geçmişten alınan dersler doğal olarak devlet yetkililerini barış yönünde koşullandırmıştır. onlara göre barış için birinci koşul, savaşı başlatan ulusları tamamen bozguna uğratıp silahsız hale getirmektir. ikinci koşul ise hür iradenin, başka bir deyişle ulusların kendi geleceklerini belirleme (self determination) prensibinin gelişmesini sağlamak ve gelecekte olması muhtemel buhranları engellemektir.”[6] “1823-1939 döneminde, genellikle amerika birleşik devletleri kendini avrupa devletler sisteminden izole etmeye yönelik bir politika izlemişti.”[7]

    savaş sırasında da roosevelt sovyetler birliğine yönelik bir dostluk politikası izliyordu; çünkü ortak bir hitler tehdidi vardı ve bundan sonraki dönemde de sovyet-amerikan çıkarlarının çatışmasını istemiyordu. fakat bu dönem, roosevelt’in dostane politikasına karşılık, stalin’in amerikan yönetimine güvenmediğini gösteren yayılmacı sovyet politikaları dikkat çekmeye başlamıştı. “abd’nin sahip olduğu ve daha önceki hiçbir küresel güce benzemeyen siyasal gelişimi, farklı dış politika sentezlerinin oluşumuna hizmet etmiştir. wilson’cu idealizmin soğuk savaş ile etkileşime girmesi küresel iyilikseverlik (global meliorism) denilen dış politika akımını oluşturmuştur. bu akımın savunucularına göre, dış politika uzun vadeli bir inşa faaliyetidir ve abd bunu ancak bir bölgede yaşayan halkların çıkarlarını gözeterek sosyoekonomik boyutlu araçlarla gerçekleştirebilir. bu sentezin oluşumunda dış dünyadan gelen etki ve baskıların büyük etkisi olmuştur. bu anlayış daha çok demokratlar tarafından savunula gelmiştir. bu anlayışa zaman zaman ‘yumuşak emperyalizm’ de denmektedir.”[8]

    dönemin amerikan dış politikasında, siyasilerin algıları ve bakış açıları ne kadar etkiliyse coğrafya, dış çevreyi algılama ve diğer devletlerin dış politikaları da oldukça belirleyici olmuştur. “her nasıl iki dünya savaşında almanya’yı kontrol altına alma girişimlerinin öncülüğünü ingiltere yaptıysa, 1945’ten sonra sovyetler birliği’ne karşı koymak için ilk adımı -washington değil- londra attı. gerçekte, abd başta, sovyetler birliği ve ingiltere arasında arabulucu rolünü oynamaya çalıştı. ingilizlerin gücünün yetersizliği ne zaman ortaya kondu, ancak o zaman abd, sovyet gücünü dengeleme görevini devraldı.”[9] sovyetler, ikinci dünya savaşı biter bitmez doğu avrupa’nın ötesine uzanan ve savunma olarak açıklanması zor nitelikte olan bir güç ve yayılma politikasına başlamıştı. özellikle türkiye, yunanistan, iran gibi ülkeler sovyetlerin savaş sonrası yayılma politikasından nasibini almıştır.

    george kennan ve çevreleme politikası
    savaş sonrası sovyetlerin süratle yayılmacı bir politika izliyor oluşu, savaştan güçlü çıkan diğer taraf olan amerika’nın da dış politikasını yeniden değerlendirmesini gerektirmiştir ve bu konudaki en etkili kişilerden biri kuşkusuz dışişleri bakanlığının sovyetler birliği uzmanı george kennan olmuştur. “kennan’ın kapsamlı analizine göre, rus tarih ve geleneğinin güçlü ellerinin yol gösterdiği sovyet askeri gücünün iddiası, moskova’nın kapitalist sistemi yok etme taahhüdünü ayakta tutuyordu.”[10]

    “kennan’ın 1947’de mr. x ismini kullanarak yazdığı ‘sovyet tutumunun kaynakları’ isimli makalesi onu abd soğuk savaş stratejisi olan çevrelemenin mimarı haline getirmiştir. kennan, sovyetler birliği’nin içyapısından kaynaklanan nedenler dolayısıyla sovyet dış politikasının değişmesinin mümkün olmadığı inancındaydı.”[11] kısaca kennan’a göre sovyetler’in yayılmacı politikalarına karşı uzun dönemli, sabırlı ve dikkatli bir ‘çevreleme politikası’ –containment policy- izlenmeliydi. sonuç olarak geogre kennan, ikinci dünya savaşı sonrası amerikan dış politikasını derinden etkilemiş ve savaş sonrası avrupa’nın yeniden inşasına büyük ölçüde yön vermiştir. “daha genel olarak kennan, amerikan dış politikasının ‘ kanuncu- ahlaksal’ yaklaşımını eleştirdi ve 20. yüzyılın sonlarına doğru ulusun ulusal çıkarlarına odaklanmasına engel olduğunu iddia etti. bu bakımdan kennan, savaş sonrasının, amerikan tarzı dış politikaya uymayan en önemli realistlerinden biri sayılmaktadır.”[12]

    bu sırada, nükleer güçlerini olabildiğince muhafaza etmeye çalışan amerikalı siyasiler, 1946’da acheson-lilienthal raporu’nu ve daha sonra baruch plan’ını bm’e sunmuşlardır. böylece amerika, tüm dünya liderlerini artık nükleer silah geliştirmemeye ve bunun uluslararası düzeyde denetlenmesi için işbirliğine çağırmıştır. “beklendiği üzere stalin, truman’ın gerekçelerine güvenmedi ve baruch planı’nı reddetti. stalin’in bm büyükelçisi abdrei gromyko’a göre ise amerika nükleer silah üretiminde oluşturduğu tekeli korumak istiyordu.”[13] “29 ağustos 1949’da sovyetler birliği’nin kendi nükleer silahını başarılı bir şekilde test etmesi, böylelikle uzun, karmaşık ve tehlikeli bir silahlanma yarışının başlatması da sürpriz olmadı.”[14]

    truman doktrini
    12 mart 1947’de amerikan başkanı harry truman kongre’de, yunanistan ve türkiye’ye ekonomik ve askeri kaynak için 400 amerikan doları tahsis edilerek yeniden yapılandırmaya yardım edilmesi ve yine bu amaçla bu ülkelere askeri personel gönderilmesi için yetki istediği ünlü konuşmasını yaptı. “truman kongre’deki konuşmasında, türkiye ve yunanistan’ın bağımsızlıklarının ülke içinden ve dışından tehdit altında olduğunu ve abd’nin bu ülkelere yardımcı olmaması durumunda türkiye ve yunanistan’da totaliter bir rejim oluşacağını ve insanların hürriyetlerini kaybedeceklerini belirtmiştir. ayrıca abd’nin ulusal güvenliğinin uluslararası barışla ilişkili olduğunu, bu nedenle bu ülkelerde yaşayan insanların hür yaşamaları, bağımsızlık ve ulusal bütünlüklerini korumaları için abd’nin bu ülkelere öncelikle ekonomik yardım yapmasının kaçınılmazlığını, şayet bu konuda gerekli yardım yapılmazsa uluslararası güvenlik ve ulusal refahlarının da tehlikeye gireceğini vurgulamıştır.”[15]

    böylece abd, george kennan tarafından tanımlanmış olan çevreleme politikasını başlatmış oldu. “truman yönetiminin 1940’ların sonunda öngördüğü, savaş sonrası süper güçler arası ortaya çıkan uyuşmazlık her iki tarafın düşmanca uygulamalarında da belirgindi. birçok kişi için dönüm noktası, 2 temmuz 1947’de , marshall planı yardımının bölüştürülmesini tartışmak için batılı liderler tarafında paris’te düzenlenen toplantıdan rus delegasyonun çekip gitmesiyle vuku buldu. ondan sonra, iki hasım, büyük güçlerin işbirliği görüntüsünü dahi ortaya koymayacaklardı.”[16] özetle, soğuk savaşa giden yolda, savaş sonrası sovyetlerin yayılmacı tavırları ve iki kutuplu devlet sistemi büyük oranda belirleyici olmuştur.

    sonuç
    birçok kaynağın tarihin en yıkıcı savaşı olarak nitelendirdiği ikinci dünya savaşı’ndan sonra uluslararası ilişkiler ve güç dengeleri iki kutuplu olarak değişmişti. tüm dünyanın aksine savaştan güçlü çıkan iki büyük devlet olan amerika ve sovyetlerin bundan sonraki tutumları tüm dünyayı etkileyecek olması bakımından herkes için önemliydi.

    savaş biter bitmez amerika, sovyetlerin doğu avrupa’yı aşan yayılmacı tavırları ve güç politikasına sovyetler birliği uzmanı, dönemin etkili ismi george kennan’ın derin analizinin eseri olan ve ‘çevreleme politikası’ ile karşılık vermiştir. “bu dönemden sonra abd, artık geleneksel dış politika tarzının tersine uzun süreli, düşük yoğunlukta mücadele yapacaktı. bu mücadele için sıklıkla kullanılan terim ‘soğuk savaş’ aslında çok uygundu. ‘savaş’ , amerika- sovyet rekabetinin ciddiyetini gösteriyordu; ‘soğuk’ ise nükleer silahların, konvansiyonel silahlarla bile iki nükleer güç arasında savaş yapılamayacak kadar tek kelimeyle yıkıcılığını kastediyordu.”[17]

    eda karaibrahim

    kaynakça:

    - çağrı erhan, avrupa’nın intiharı ve ikinci dünya savaşı sonrasında temel sorunlar, ankara üniversitesi siyasal bilgiler fakültesi dergisi, cilt 51, sayı: 1, s. 259.
    - stephen e. ambrose and douglas g. brinkley, rise to globalism: american foreign policy since 1938, eight revised edition, s. 13.
    - çağrı erhan, avrupa’nın intiharı ve ikinci dünya savaşı sonrasında temel sorunlar, ankara üniversitesi siyasal bilgiler fakültesi dergisi, cilt: 51, sayı: 1, s. 260.
    - julian e. zelizer, arsenal of democracy: the politics of national security from world war ii to the war on terrorism, new york: basic books, 2010.
    - steven w. hook, john spanier, amerikan dış politikası, inkılap yayınevi, s. 27.
    - ayça ülker erkan, amerika birleşik devletleri ve sovyetler birliği arasındaki soğuk savaş yıllarında amerikan dış politikası, celal bayar üniversitesi sosyal bilimler dergisi, 2010, cilt 8, sayı: 1, s. 184.
    - stephen e. ambrose and douglas g. brinkley, rise to globalism: american foreign policy since 1938, eight revised edition.
    - gültekin sümer, amerikan dış politikasının kökenleri ve amerikan dış politik kültürü, uluslararası ilişkiler, cilt 5, sayı: 19, (güz 2008), s. 129.
    - steven w. hook, john spanier, amerikan dış politikası, inkılap yayınevi, s. 34.
    - george kennan, american diplomacy 1900-1950.
    - gültekin sümer, amerikan dış politikasının kökenleri ve amerikan dış politik kültürü, uluslararası ilişkiler, cilt 5, sayı: 19, (güz 2008), s. 129.
    - steven w. hook, john spanier, amerikan dış politikası, inkılap yayınevi, s. 40.
    - micheal gordin, red cloud at dawn, new york: farrar, straus ve giroux, 2009, s. 53
    - steven w. hook, john spanier, amerikan dış politikası, inkılap yayınevi, s. 42.
    - levent kalyon, truman doktrini üzerine bir analiz, güvenlik stratejileri dergisi, s. 10.
    - steven w. hook, john spanier, amerikan dış politikası, inkılap yayınevi, s. 44.
    - steven w. hook, john spanier, amerikan dış politikası, inkılap yayınevi, s. 42.
    - ambrose,s. ve brinkley, d., rise to globalism: american foreign policy since 1938, eight revised edition.
    - erhan, ç., avrupa’nın intiharı ve ikinci dünya savaşı sonrasında temel sorunlar, ankara üniversitesi siyasal bilgiler fakültesi dergisi, cilt 51, sayı: 1.
    - erkan, a., amerika birleşik devletleri ve sovyetler birliği arasındaki soğuk savaş yıllarında amerikan dış politikası, celal bayar üniversitesi sosyal bilimler dergisi, 2010, cilt 8, sayı: 1.
    - hook, s. ve spanier, j., amerikan dış politikası, inkılap yayınevi.
    - kalyon, l., truman doktrini üzerine bir analiz, güvenlik stratejileri dergisi.
    - sümer, g., amerikan dış politikasının kökenleri ve amerikan dış politik kültürü, uluslararası ilişkiler, cilt 5, sayı: 19, (güz 2008).
    - zelizer, j., arsenal of democracy: the politics of national security from world war ii to the war on terrorism, new york: basic books, 2010.
    - http://foreignpolicy.com/…es/1945-1952/baruch-plans

    kaynak: http://www.tuicakademi.org/…merikan-dis-politikasi/
  • başkan'ın dünya görüşüne göre değişmeyen politikadır.
    hükümetler, başkanlar, mevcut politikayı uygularlar ve devletin kırmızı çizgileri devam eder. bizim gibi her hükümet değiştiğinde, gelen hükümetin dünya görüşüne göre değiştiremediği kalıcı politikalardır.
hesabın var mı? giriş yap