• slipknot'un en olgun albümüdür. şu an için de yayınladıkları en son albümdür.

    grubun ilk iki albümü, slipknot ve iowa gayet amansız ve tehditkar bir hava içeren, sert albümlerdi. genelde ritm temelli bir müzik üzerine ekledikleri yoğun perküsyon katmanını, corey taylor'un saldırgan vokalleriyle birleştiriyorlardı. vol.3 the subliminal verses ile bu yapı kırılmaya başlandı, şarkı yapıları genişledi, melodik anlayış öne çıktı, temiz vokaller, gitar soloları ve akustik balladlar ile slipknot dinleyicileri yeni bir müzikaliteyle tanıştılar. all hope is gone ise, direk vol.3 the subliminal verses'in devamı olacak nitelikte bir müzik içeriyor. daha olgun ve kontrollü ama aynı zamanda sert bir anlayış mevcut.

    şu albüme baktıkça, bu grubu yerenleri anlamakta zorluk çekiyorum. ortada bir külliyat var ve gün geçtikçe ileri gidiyor. slipknot'un ilk albümü bence gelmiş geçmiş en iyi debutlardan birisidir, direk öfke senfonisidir. bu albüm ise daha dingin kafaların albümü ve müzik kesinlikle ilerlemiş. daha ilk şarkı gematria'dan bu ilerleme belli oluyor, amerika'ya giydiren sözleriyle slipknot'u ilk defa politik bir söylemde görüyoruz, müzik ise '80lerin thrash metal gruplarını andırır derecede akıcı ve sert. sulfur'un ve wherein lies continue'un nakarat melodileri gayet yakalayıcı, psychosocial'ın aksak ritmli girişi ve slipknot'un markası olmuş endüstriyel tonlu perküsyon desteği insanın kanına oksijen pompalayan cinsten. dead memories, snuff ve 'till we die, albümün duygusal yoğunluğunu çok güzel biçimde yaratıyorlar. fazlasıyla sert, grind ritmleriyle joey jordison'u öne çıkaran all hope is gone, ilk dinlediğim günden beri celtic frost'un ain elohim'ini andıran giriş melodisiyle vendetta ve kaotik yapısıyla eski slipknot eserlerini andıran this cold black'ta gayet güçlü eserler. purity ve prosthetics kadar tribal gehenna'da kişisel sözleriyle ayrı dikkat çekiyor. bu albümde kötü hiçbir şey göremiyorum. sadece butcher's hook'u diğerlerine göre zayıf buluyorum ama onun dışında icra kalitesi, bestelerin güçlülüğü açısından alternative metal'in son yıllarda gördüğü en iyi eserlerden birisidir. hiçbir şeyin önemi yoksa, corey taylor'un hayvan gibi vokal performansının hatrı olmalı.

    umuyorum ki bu albüm, malum kayıptan sonra yaptıkları en son albüm olarak kalmaz. ha, kalırsa da görkemli bir bitiriş olmuş olacak en azından. adamlar çıtayı iyice yükselttiler çünkü.
  • slipknot'in 20 agustos 2008 tarihinde yayinlanan studyo albumudur. icerigine deginmeden once albumun hazirlanma safhasina deginmekte fayda oldugunu dusunuyorum cunku adeta grubun o donemki hali; bireysel olarak psikolojileri ve takim olarak birbirileri ile olan iliskileri dogrudan dogruya albumun uzerine sinmis gibi gorunmekte. linkten izleyebileceginiz belgeselde albumun hazirligi ve recording sureci asamasinda herkes kendi enstrumanini genellikle yalniz basina veya bir baska bandmate'i ile, ki bu grup dokuz kisiden tesekkul ediyor, yahut produktor ve teknikerler ile birlikte caliyor ve kaydediyor. hatta joey jordison 2-3 gunluk bir sureligine studyoya tek basina giriyor ve kendi isini bitirip ayriliyor. jim root da bu albumun kendisinin icine sinmedigini dile getiriyor. kayit aldiklari donem dogru duzgun jam yapmadiklarini ve boyle bir kayit alma tarzinin kendisine uymadigini soyluyor. bununla birlikte shawn crahan, corey taylor, jim root ve sid wilson studyonun yanindaki baska bir mekanda dortlu olarak look outside your window dedikleri apayri ve deneysel bir proje ile de ugrasiyorlar ve gariptir ki halihazirda uzerinde calisilan albumde 3 kisi bir araya gelmiyorken bu side project diyebilecegimiz gruptan bagimsiz is icin dort kisi birlesiyor. look outside your window catisi altindaki iki parcadan birisini bu albumun son parcasi olarak*, ikincisini ise 2019 yilinda yayinlanan we are not your kind'da duyduk*. gelgelelim, neticede bir sekilde album kaydediliyor, mix ve masteringi tamamlaniyor ve ortaya nur topu gibi all hope is gone cikiyor.
    ilk olarak .execute. ile acilis yapiyoruz. self-titled albumun introsu olan 742617000027'ye benzer* bir distorted ses ile intro basliyor. daha sonra corey taylor, richard nixon'in vp'si spiro agnew'in 1970 yilinda yaptigi bir konusma ile ilgili beyanatlarda bulunuyor ve bütün özgürlükler kaybolmus, butun umitler tukenmistir diyor. intro ile senkron sekilde ikinci track olan gematria (the killing name) basliyor. gematria, grubun politik yonunu ilk defa ortaya koyan sarki zannediyorum. corey taylor kerrang! roportajinda "bu sarki amerika'ya* olan nefretimle ilgili" diyor. sarki belki de slipknot'in gitar anlaminda en teknik isi olabilir. bastan sona guitar-driven* bir sekilde ilerliyor, mick thomson'in agirlikli katkisi bulunuyor olacak ki bolca thrash esintileri iceriyor, guzel bir solo, yer yer groove ve agresyonu hic de az olmayan bir vokal ile oldukca tatmin edici bir deneyim sunuyor. ayrica bu albumdeki en underrated sarki olduğunu dusunsugumu ve dipnot olarak da bu sarkiyi simdiye dek hicbir konserde canli olarak calmadiklarini ekleyebilirim. ucuncu sirada sulfur var. sulfur'da da benzer bir structure var desek yanlis olmaz sanirim. gitar riffleri daha sade ve bu kez, albumun devaminda da cokca oldugu gibi, corey taylor nakaratta clean vokale geciyor. sarkinin oldukca yakalayici bir nakarati ve pek basarili oldugu soylenemeyecek bir growl dinletse de neticede guzel bir breakdowni var. bir singleda arayacaginiz cogu elementi iceriyor diyebiliriz. bir kotu yani var ki albumun geneli gibi maalesef bu sarki da basarisiz mix-mastering islemleri gormus gibi gorunuyor. sarkinin sonlarinda sid wilson'in sahane bir scratchi olmasina ragmen bunu duymak oldukca zor cunku adeta kirli bir ses var album genelinde. dorduncu parca belki de cogumuzun adini duydugu psychosocial. psychosocial, slipknot'in en bilinen sarkisi olabilir ki bence slipknot'a acilmak icin en iyi baslangictir desek yanlis olmaz. ben de ilk kez 2010 yilinda bir blackberry'de psychosocial'i dinleyip boyle bir grubun varligindan haberdar olmustum. sade ve yine cabucak dinleyiciyi yakalayan bir gitar riffi, agresyon, bateri ile icli disli oldugumuz bir bridge, her iki gitaristin de sirayla gitar sololari, tertemiz bir nakarat... bu parca "olmus" gercekten. besinci track ise dead memories. bu sarkida album vites dusuruyor desek yeridir. burada da jim root'un klasik ve hard rock influenced olmasinin etkisi olacak ki oldukca melodik bir sarkiyla karsi karsiya kaliyoruz. simdiye kadarki ofke ve saldirganligin yerini tamamen clean vokaller ile apayri bir konu aliyor. bundan mutevellit sarkinin albumdeki yerini (sirasini) dogru bulmuyorum aslinda. ha sunu da belirtebilirim ki albumun icerisinde bir kopukluk var zaten, dolayisiyla "nereye koysan siritir ulan" derseniz, haklisiniz. bu da bir diger tenkit. dead memories ile anthem benzeri bir sey ortaya cikarmakla beraber radyolar ve televizyon araciligiyla* daha cok insana kendilerini sunacak bir parca da meydana getirmek istemisler saniyorum. stone sour parcasi gibidir daha cok. vendetta ile albumun yarisina geliyoruz. vendetta vol. 3*'te yer alsa siritmayacak bir sarki gibi duruyor fakat ayni anda all hope is gone'un halefi .5*'daki bir parca olan if rain is what you want ile bir noktada birbirine cok cok yakin bir gitar riffi de iceriyor. belki de bu benim bir yanilsamamdir ama if rain is what you want'i ilk dinledigimde vendettayi duymustum adeta. bunun haricinde de vendetta ile ilgili diyecek pek fazla seyim yok doğrusu. bir stand out track sayilmaz diye dusunuyorum. bundan sonra snuff'a atlayacagim. snuff albumdeki ve belki de grubun diskografisindeki en mellow iş. aska dair, akustik versiyonu da canli performans olarak calinmis, kalp kiran, gonul daglayan bir sarkidir. muzikal anlamda harika midir, pek sayilmaz. ama yine de yeri ayridir. pek bir sevsem de yeri bu album mudur, onu da sanmiyorum. son olarak deginecegim sarki ise albumle ayni ismi tasiyan all hope is gone. yine oldukca saldirgan ve kirli vokallere sahip, daha once değindiğim gibi kirli bir ses de sunan, protest bir lirikal icerigi haiz, albumdeki en iyi drum structurelardan birini de iceren sarkidir. yine underrated buldugumu da ekleyeyim.
    baslarda degindigim, grup içerisindeki kopuklugu ve iletisimsizligi albumun de bizatihi tasidigini, resmen gecimsiz ailelerin ufak cocugu gibi olaylardan etkilendigini soylesek yeridir. adeta grubun uzerindeki negativite ve kotu sinerji albume sirayet etmis gibidir. cogu dinleyici, hatta grup üyeleri icin bile ortaya koyduklari en kotu is bu gibi gorunmekte ama ben all hope is gone'u gray chapter'in onune ikinci kez dusunmeden koyabilirim. bahse konu menfi atmosferin albume ayri bir ruh kazandirdigini hissediyorum. bunda paul gray ve joey jordison'in grupla son albümünün ahig olmasinin da etkisi olabilir tabii.
    ezcumle, zamaninda hak etmedigi bir elestiri ve bok atma tufanina kurban gitmis albumdur. bugun grubun evrildigi noktadan bakildiginda daha tatlanmis, kendi icinde daha guzel bir deneyime donusmustur.
  • bu seçimin bir bitiş veya yeni bir başlangıç olmadığını bildiğim için sürekli başa sarıp sarıp dinlediğim bir slipknot şarkısı. niye bu kadar umutsuzum? çünkü bizim insanımız; hükümet değişse bile fanatizm aşkından vazgeçmeyecek, kutuplaşma derdini bırakamayacak, sokak kavgasını bitirmek istemeyecek. çünkü bizim halkımızın istediği bu, biz bu kavgayı seviyoruz. sakinliği, barışı, uzlaşmayı ve akılcı düşünceyi sevmiyoruz. işte bu yüzden hükümet değişse bile insanlar farklı siyasi figürlere aynı duyguları besleyip bugünkü hükümetin batağına düşürecekler. işte bizim fanatikliğimiz yüzünden, bu adam çok iyi bağırıp çatır çatır giydiriyor düşüncemiz yüzünden, dışladığı o bir kesim olmadan kendisinin de var olamayacağını unutup kendi içinde zibilyon farklı tarafa bölünmüş halkımız yüzünden, eleştirel düşünce anlayışının gelişmemiş olmasından, şükür anlayışımızın sadece bizim halimizden kötü olanları düşünüp kendimizi avutmaktan ibaret olmasından (tamam yavrum da ne yapacaksın?), hayatta değişimi kabullenemememizden, en ufak krizde birbirine çelme takmaya çalışan ve "ben buradan ne koparırım?" fikriyle türk'ün türk'e attığı kazıklardan, din konusuna gelince de dinin bireyselliğini unutup hayatın her alanında din baskısı yaratmamızdan, dine uygun yaşar gibi görünüp dinin ticaretini yapmamız ve bir siyaset aracı olarak kullanmamızdan, din propagandasıyla halkı uyutup her haltı yiyecek zihniyetin bitmeyecek olmasından, kadın ve erkek hak eşitliklerini geri kalmış bir toplum olarak henüz sindirememiş olmamızdan, bir çocuğu yetiştirirken şiddet dilini en etkili biçimde kullanıp -dayakla korkutup, çingenelere verip, banyoya kilitleyip, polis amcalara verip, dayak atmakla övünüp aynı şekilde büyüyen çocuğunun dayak yemekle bir sonraki nesile karşı övünmesini sağlayıp- sevgi dilini sadece çocuğu şımartmak zannetmemiz yüzünden gelecek nesillerin bugün olduğu gibi en ufak problemlerinde şiddeti çözüm aracı olarak görmesini sağlamamızdan, en önemlisi de siyaset dahil hayatın hiç bir alanında tarafsız düşünemememiz yüzünden en ufak bir şey bile değişmeyecek.
    corey taylor'ın da dediği gibi, bütün umudum bitti.
  • alter bridge'in 3. albümü ab iii'nin en iyilerinden olan parça. albümün -bir nevi- kalbi. tahminimce albüme adını da verecekmiş ancak malum, slipknot ile pişti olmaktan çekinmiş dostlarımız.
  • slipknot'un iyiden iyiye death metal yaptığı şarkı. blast beatler zater yardırıyor da riffler de bir acayip. ancak eski orjinalliklerini de göremiyoruz, umarım albümün manasız-ama-deli-gibi-gaz-şarkı kontenjanındandır.

    edit: sevdim şarkıyı, baya güzel.
  • malum yerlere düşmüş albüm.
    böyle iowa'nın daha bir standart death metale yakın bir hali gibi olmuş albüm sanki.
    beklediğimden çok daha sert bir albüm çıktı.

    aslında sert değilde, daha klasik metal formuna yakın bir albüm. yanılmıyorsam her şarkıda bir gitar solosu mevcut, nu-metal etkisi sıfıra yakın, klasik slipknot usulü groove kısımlar mevcut tabi. ama genelde zaten albümdeki riffler 90-91 döneminde yazıldığı için klasik metal riffleri çoğunlukta albümde. o yüzden death metal'e yakın bir albüm riffler ve tonlar açısından.
  • gün itibariyle nete düşmüş albümdür. albümü baştan sonra dinledim fakat şunu söyleyebilirim; slipknot bu albüm için en sert slipknot albümü olacak demişti fakat bir önceki albüm bu albümden çok daha sertti. şarkılar eski slipknot soundundan uzaklaşmış. fakat bunu negatif bir anlamda söylemiyorum. zira oldukca güzel ve coşturucu bir albüm.

    öncelikle corey clean vokal silahını bu albümde son mermisine kadar kullanmış. nerdeyse her şarkının nakaratı clean vokalle yapılmış.ayrıca sadece clean vokal kullandığı bir şarkı da war (bkz: dead memories). slipknot bu albümde daha melodik bir yapıya bürünmüş. daha önce slipknotta gitar seslerini sadece ritm olarak duyuyorduk. genellikle ön planda bateri ve vokal vardı. fakat bu albümde gitar melodileri çok hoş artık sadece ritm olayından çıkmışlar. ilk defa slipknot bu albümde sololar kullanmış ve gayet de hoş olmuş. üstelik bateri ritmleri de buna karşılık güzelliğini yitirmemiş. albümün en büyük eksiği sid in bu albüme hiç katkısı olmaması. şu ana kadar bir iki şarkıda sid in ritmlerini duyabildim o da duyulmayacak kadar geri plandaydı. slipknot vermillion pt 2 gibi bir akustik şarkı daha yapmış bu albümde (bkz: snuff). eskisi gibi çok sert olmasa da profesyonellik kokan bir albüm olmuş. gitar melodileri ve sırıtmayan clean vokallerle dinlenesi bir albüm olmuş. slipknot bu albümde gerçek bir müzisyen kimliğine kavuşmuş gibi. tarz deişikliği yeterince olduğu zaman iyidir bence çünkü önceki albüm gibi bir albüm çıkarsalardı hiç başarılı bir albüm olamazdı. allbümde sid wilson faktörü dışında çok fazla eksik yok genel olarak güzel bir albüm. tabi muhteşem ya da harika bir albümde denemez. sonuçta slipknot bundan daha iyi çalışmalar çıkarmıştı önceden. 10 üzerinden 8 alabilecek bir albüm...
  • hayvan evladı gibi güzel bir metal albümü. icra kalitesi oldukça yükselmiş. sahnede izlemek istiyorum ben bu slipknot'ı da. aksamaktan dökülen şu parçaları çalabiliyorlar mı gerçekten merak içindeyim. meshuggah'ın bilgisayar desteğiyle yaptığı müziği aratmıyor çünkü çoğu parça. canlı canlı izleyebileceksek ayrıyetten helal olsun yani, boş durmamışlar demek ki. sözler falan da güzel, daha dolu. önceki albümlerle kıyasladığımda "müzik rahatlamış" diyebilirim; süper de olmuş. aynı nefret aynı öfke, çok daha geniş takılarak anlatmışlar. konserde eşlik etmeyi ve gaza gelmeyi kolaylaştırmışlar epey. çok çılgın slipknot konserleri çıkar bu albümden bence. slipknot kendini oturtmuş artık. 13 yıllık bir grup olmanın hakkını vermeye başladı. hakikaten farklılar. bir slipknot daha yok.

    birçok vokal, davul ve riff de geçmişlerine referans niteliğinde slipknot'a özgü minik numaraların tekrarlarını içeriyor. gematria'yı dinlerken "the time of the nine has begun / get out of the way or you will suffer as one" kısmında fark ettim, albümün geri kalanında da dikkat ettim; slipknot dinleyicileri için güzel bir hadise bence. siz de dikkat edin, eski parçalardan anımsayacağınız bir sürü ufak şey var.

    albümde bi tek clean vokallerin fazla ibne gibi olması tuhafıma gitti benim. slipknot'a göre "easy listening" kaçabilecek şarkıları da mainstream'e köprü niyetine kullandıklarını düşünüyorum. the subliminal verses sinyalini vermişti bunun.

    bi de "onlar nasıl sololar öyle lan" diyenlere, "hayatınızda hiç mi slayer dinlemediniz?" diyorum.

    gördüğüm kadarıyla mick'in james'in falan maskeler aynı, hepsi değil birkaçı değiştirmiş maskesini. hala psikopat olduklarını görmek sevindirici! http://www.youtube.com/watch?v=wws7mnmewpw

    http://www.youtube.com/watch?v=pl1fqbqkcyu izlenmez mi amına koyim ya.
  • alter bridge'in, adıyla çelişik bir şekilde günümü neşelendiren, kendime getiren, sağlam sololu, dozunda sert şarkısı.
  • slipknot ile ilgili müzikal umutlarımı bir sonraki albümlerine ertelememi sağlayan albüm. iowa'dan sonraki eserlerinde en azından 1-2 iyi şarkı bulunur, eğleşirdik onlarla. bunda o da yok.

    snuff adında yumuşacık bir şarkı var ki niye koymuşlar albüme çözemedim. vasat bir lp.
hesabın var mı? giriş yap